M Fethullah Gulen - Sonsuz Nur-2. wwwcepsitesinet

M Fethullah Gulen - Sonsuz Nur-2 wwwCepSitesiNet

Efendimizin Terbiyeciliği ve Aile Reisliği Efendimizin Terbiyeciliği ve Aile ReisliğiCenabı Hakkın R

Author Ata Ilkin

31 downloads 953 Views 2MB Size
M Fethullah Gulen - Sonsuz Nur-2 wwwCepSitesiNet

Efendimizin Terbiyeciliği ve Aile Reisliği Efendimizin Terbiyeciliği ve Aile ReisliğiCenabı Hakkın Rab isminin en üst seviyede temsilcisi Hz Muhammeddir (sallallahu aleyhi ve sellem) O Cenabı Hakkın bu isminin peygamberler dahil insanlar arasında en zirve temsilcisi müstesna bir fıtrattır Tabii Onun terbiyesi altında yetişenler de peygamberlerden sonra insanlığın en seçkinleridir Yeryüzünde başka bir Ebü Bekir bir Ömer bir Osman bir Ali (radıyallahu anhüm) göstermek ve yetiştirmek mümkün değildir Sadece onlar değil sahabeden hiçbirinin seviyesine ulaşmak mümkün değildir Çünkü onlar bizzat Allah Resülü‘nün terbiyesinde yetişmişlerdir Yine Onun terbiye atmosferinde yetişmiş ve daha sonraki asırlara saçılmış inciler de vardır Onlar da bir manada Allah Resülü tarafından yetiştirilip terbiye edilmişlerdir İnsanlığın medarı fahrı sayılan bu asil ve seçkin insanların da benzerlerini yetiştirmek kabil değildir Fuzayl b Iyaz Bişri Hafi Bayezidi Bistami Cüneydi Bağdadi İmam Ebü Hanife İmam Şafii İmam Malik İmam Ahmed b Hanbel İmam Rabbani İmam Gazzali Mevlana Celaleddin Rümi Şahı Geylani Şazili Nakşibend Ahmed Rifai ve Bediüzzaman gibi daha niceleri hep derslerini ve terbiyelerini Ondan almış ve Onun terbiye prensipleriyle yetiştirilmişlerdir Hadis olmasa da manası hoş güzel bir söz vardır Evet gerçi bu sözün Efendimize isnadı senet açısından pek mevsuk değildir Ama bir manada latiftir Ona isnad edilen bu söz şöyledir: Benim ümmetimin alimleri Beni İsrailin peygamberleri gibidir Umumi fazilette hiçbir insan nebilere ulaşamaz Ancak bazı hususi durumlarda onlarla atbaşı olanlar vardır İşte yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ve daha zikredebileceğimiz bütün medarı iftiharlarımız bunlardandır Onlar adeta yeryüzüne tenezzülen gelmişlerdir Eğer onların yerleri bir başkasıyla doldurulmak istense herhalde gökteki melekleri yere indirmek gerekir Çünkü onlar ancak meleklerle temsil edilebilirler Bu Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) has bir keyfiyettir Evet ancak Ona intisaptır ki böyle semere vermiştir Ebedlere kadar da semere vermeye devam edecektir Bir kuraklık ve çoraklık döneminden sonra günümüzde hazırlanan ve yarının kudsileri olmaya azmetmiş talililer arasında da kim bilir nice seçkinler yetişecektir Evet esbap planında bütün ümidimiz onlardadır Ben kendimi bildim bileli ümidimden hiçbir şey kaybetmeden hep onları bekledim ve beklemeye de devam edeceğim Allah Resülü‘nün umumi terbiyesine geçmeden evvel Onu hanesindeki terbiyeciliği ile görmeye çalışalım O bir aile reisidir ve hanesinde de evlatları hanımları ve torunları vardır 1 Aile Reisi Olarak Hz Peygamber Hiç şüphe yok ki bu hane yeryüzünde gelmişgeçmiş ve gelecek hanelerin kurulacak yuvaların en mesudu en bahtiyarı ve en bereketlisiydi Onun hanesinde her zaman burcu burcu saadet kokardı Belki bu hane maddi imkanlar yönünden dünyanın en fakir hanelerinden biriydi; çünkü aylar ve aylar geçerdi de bu hanede bir çorba bile kaynamazdı Hanımlarına düşen yer ise sadece başlarını sokabilecekleri küçük birer oda veya daracık birer kulübeden ibaretti Bu bahtiyar kadınlar Allah Resülü‘yle haftada ancak bir iki saat beraber olmayı dünyanın her şeyine tercih ediyorlardı mutluydular huzurluydular ve son derece mesuttular

Onun evlatlarının hepsi kendisinden evvel vefat etmişti Ondan sonraya kalan sadece Hz Fatımaydı; o da hayatını hep sıkıntı içinde geçiriyordu Yani Allah Resülü ona da müreffeh bir hayat hazırlamış değildi Ancak gerek hanımları gerek Onun gönül meyvesi bu kızı Onu delice seviyor ve her şeyden herkesten aziz tutuyorlardı Allah Resülü‘nün onların kalblerinde tasavvurlar üstü mümtaz bir yeri vardı Babası vefat edince Hz Fatıma günlerce kanlı gözyaşlarıyla cihanı ağlatmış ve yürekleri parçalayan mersiyeler söyleyip durmuştu Zaten Onun ayrılığına ancak altı ay dayanabilmiş derken ardından babasının yanına hem de büyük bir sevinçle göç edivermişti Hiçbir evlat Hz Fatıma kadar babasını sevmemiştir Hiçbir baba da evlatlarını Allah Resülü‘nün tabii dengeli olaraksevdiği kadar sevmemiştir Onun hanımlarıyla olan durumunu da aynı şekilde ifade etmek mümkündür Hiçbir kadın Allah Resülü‘nün hanımlarının Onu sevdiği kadar kocasını sevmemiş ve hiçbir koca da hanımları tarafından Allah Resülü kadar sevilmemiştir Onun etrafında teşekkül eden bu en yakın dairedeki sevgi halesinin elbette bir sebebi vardı Allah Resülü eli altında bulunanlara uyguladığı terbiye usülüyle onların kalblerinde sonsuz bir alaka ve bağlılık hasıl etmiştir Sonra bu bağlılık bu en küçük daireden başlayarak dalga dalga genişlemiş ve adeta bütün cihanı kuşatmıştır İşte bu da Onun fetanetinin ayrı bir buududur Düşünün ki Allah Resülü vefat ettiği zaman hanımlarının bütününe bile tek bir hane bırakmamıştı Hayat boyu hep daracık odalarda yaşamışlardı ve işte onlara bu odalar kalmıştı Kainat kendisi için yaratılmış olan İki Cihan Serveri hanımlarına sadece bunları temin edebilmiş ve onları işte böyle bir fakr u zaruret içinde bırakıp öyle irtihal etmişti Ancak hanımlarından hiçbiri hayatının hiçbir döneminde bu durumundan şikayeti işmam eder tek kelime söylememişlerdi Bir aralık bir ikisinin kafasına böyle bir şey geldi ise de Kuranın ikazıyla hemen zail olmuştur Hz Ebü Bekir onlara beytülmalden bir şeyler veriyor onlar da bu verilenle iktifa ediyorlardı Verilen de öyle ahımşahım bir şey değil sıradan herkese verilen kadardı Evet Hz Ebü Bekir onları ilk İslama girenler seviyesinde dahi kayırmamış ve ilklere verdiği ölçünün çok altında o mübarek hanımlara küçük bir maaş bağlamıştı O böyle amel etmişti; zira içtihadı bu merkezdeydi Ancak Hz Ömer halife olunca Allah Resülü‘nün hanımlarına birinci dereceden maaş bağladı Ona göre peygamber hanımları sene itibarıyla ilk İslama girenlerden olmasalar bile Allah Resülü‘ne en yakın olduklarından ve kıyamete kadar mü‘minlerin anaları sayıldıklarından Sabikünu Evvelüna dahil edilmeliydiler Hz Ömer de böyle düşünmüş ve böyle içtihatta bulunmuştu Ancak bizim ısrarla üzerinde durmak istediğimiz husus bunlar değildir Dönüp dönüp etrafında tahşidat yapmaya çalıştığımız biricik mesele Allah Resülü‘nün terbiye adına hanımlarına kazandırdığı erişilmez seviye meselesidir O nasıl bir terbiyecidir ki beraberlikleri çok kısa sürmesine rağmen hanımlarının gönüllerine ve ruhuna öyle bir girmiştir ki artık Onun ötesinde hiçbir şey düşünemez olmuşlardır Halbuki dünya adına onlara verdiği şey sadece yukarıda işaret ettiklerimizden ibarettir Demek ki Onda apayrı bir cazibe vardı ve bu cazibe ile adeta çevresini büyülüyordu İşte bu durum da yine Onun risaletinin ayrı bir yönünü dile getirmektedir Allah Resülü‘nün çok kadınla evlenmesinin Onun risaletine bakan apayrı bir delil olma keyfiyetini yeri gelince arz edeceğimizden o meseleye şimdilik girmeyeceğiz Ancak burada şu kadar söyleyelim ki Efendimizin mübarek hanesi kadınlara ait hususların talim edildiği bir medrese durumunda idi Efendimizin hususi durumları hep o mahrem daire içinde öğreniliyor ve orada öğrenilenler de daha sonra ümmete naklediliyordu Aile hayatına ait hükümlerin yüzde doksanı bize Allah Resülü‘nün pak zevceleri tarafından aktarılmıştır Dolayısıyla Onun hanesinde seviye ve durum itibarıyla muhtelif kadınların bulunması bir zarurettir Allah Resülü sırf dinin hükümleri zayi olmasın diye 53 yaşından sonra birçok kadınla evlenmeye göğüs germiş ve bir

manada fedakarlık yapmıştır Evet Allah Resülü‘nün hanesinde çok kadına ihtiyaç vardı Zira erkekler her zaman mescitte oturup Efendimizi dinleyebiliyorlardı Eğer birisi o günkü sohbetleri kaçırdıysa arkadaşları bütünüyle onun bu noksanını telafi edebiliyor ve o gün konuşulanları aynen ona nakledebiliyorlardı Fakat kadınlar ekseriyet itibarıyla böyle bir mazhariyetten mahrum kalıyorlardı Çünkü onların her an Allah Resülü‘nü dinleme imkanları yoktu Bu durumda kadınlara hususiyle de kadınlığa ait meseleleri kim anlatacaktı Allah Resülü‘nün hususi hayatını tabiatıyla ilgili durumları yatak odasında yaşadığı edep ve ahlakı ümmete kim intikal ettirecekti Acaba dini bütün prensipleri bütün esas ve disiplinleriyle anlatıp intikal ettirmeye bir kadının gücü yeter miydi Beşeriyet itibarıyla diğer kadınların maruz kaldıkları arazlara onlar da maruz kalacaklarına göre böyle hususi durumlarda Efendimize ait yeni bir hüküm bahis mevzuu olduğunda bir tek kadın buna nasıl güç yetirecekti Hayır bir kadının bütün bu durumları tek başına intikal ettirmeye gücü yetmez ve yetemez Onun için de her zaman Allah Resülü‘nün durumunu kollayıp bize aktaracak Onunla sürekli içli dışlı olacak çok kadına ihtiyaç vardı Bu ihtiyaç asla Efendimizin beşeriyetiyle alakalı değildi Tamamen dini ihtiyaçtan kaynaklanan bir zaruretti Allah Resülü de bu zaruretten dolayı böyle bir ağır yükün altına girmişti Bu kadınlar kendi kavim ve kabilelerinin Allah Resülü‘ne karabet bağıyla bağlanmalarına vesile oldukları gibi yüzlerce binlerce hadisin korunmasına da en büyük vasıta yine onlar olmuştu Şunu katiyetle söylemeliyim ki kadınlık alemi Allah Resülü‘nün hanımlarına çok şey borçludur Bütün kadınlar başlarını onların mübarek ayaklarının altına kaldırım taşı gibi sıralasalar yine onların hakkını ödeyemezler; evet onların dine bu kadar hizmetleri olmuştur Demek oluyor ki Allah Resülü‘nün onlarla evlenmesi ne cismani bir ihtiyaçtandı çünkü Arabistan gibi sıcak bir yerde 53 yaşına gelmiş bir insanın çok kadınla evlenmeye ihtiyacı olduğu katiyen söylenemezne de hanımlarının Onunla evlenmesi Onun cismaniyetiyle veya dünyalığıyla alakalıydı Zira O insanların en fakiri olarak yaşıyordu Hanımları da Onun bu durumunu bilerek Ona zevce olmaya talip idiler Allah Resülü aynı zamanda bunlar arasında adalet ve hakkaniyetle muamelede bulunuyor herbirine ancak haftada bir uğrayabiliyordu Fakat evvelahir bütün hanımları Ondan bahsederken şöyle diyorlardı: Allah Resülü insanların en güler yüzlüsü hanımlarıyla en çok latife yapanıydı Rica ederim evinde uzun müddet yiyecek bulamayan üzerlerine giydikleri elbiselerini de çok uzun müddet giymek zorunda kalan bu kadınlar beşeriyetleri icabı biraz hiddet göstermeli değil miydiler Ama hayır Onların Allah Resülü‘ne karşı rıza ifade eden hareketlerinden başka bir şey bilmiyoruz Tarih ve siyeri dikkatle tetkik edenlerin bana hak vereceklerini zannediyorum O peygamberliğin ruhundaki mehabet ve vakara rağmen hanımlarıyla latifeleşirdi Onlarla kaynaşır bütünleşir ve içli dışlı olurdu Arada ince bir perde kalırdı ki o da Allahla irtibatlı bulunmanın hasıl ettiği uhrevilikti zira O bir peygamberdi Hanımları da her şeyden evvel Onun ümmetiydiler Onunla münasebet ve alaka boşluğunu doldurmak mümkün değildi Zira O bu yönüyle de müstesna idi Hanımları da asla Onsuz bir dünya düşünemiyorlardı Ve düşünemezlerdi de Sevde Validemizle daha Mekkede iken nikah akdi yapılmıştı Yani Allah Resülü‘nün ikinci hanımı Sevde Validemiz oluyordu Ancak hangi mülahaza ile bilemiyoruz bir aralık Allah Resülü bu validemizi boşamak istedi Kadın bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü Ve hemen Allah Resülü‘nün huzuruna koştu Hatta araya vasıtalar koydu ve yalvarırcasına şöyle dedi: Ey Allahın Resülü Senden dünyalık hiçbir şey beklemiyorum Bana ayırdığın bir günü de Aişeye verdim İstersen ömür boyu benim hatırımı sormak için dahi yanıma uğrama Ama ne olur

beni nikahın altında bulunmaktan mahrum etme Ben ahirete de Senin nikahlın olarak gitmek arzusundayım Başkaca da hiçbir düşüncem yok Onun bu arzusu Allah Resülü tarafından kabul edildi ve Sevde Validemiz Ezvacı Tahirattan biri olarak kaldı İşte Allah Resülü onların gönüllerinde böyle yer etmişti Eğer onlardan birini boşamış olsaydı şüphesiz o başını Onun eşiğine kor ve kıyamete kadar beklerdi Hz Hafsa Validemizden bir rahatsızlık hissedince İsterse ona yol vereyim gibi bir ifade kullandı Bu kadarcık ifade bile Hz Hafsanın kolunu kanadını kırmaya yetti Hz Cibril indi Hz Hafsanın nasıl çok namaz kılan oruç tutan bir insan olduğunu hatırlattı ve Cennette de Allah Resülü‘nün zevcesi olacağını söyleyerek Onu tekrar hanene al dedi O da bu en vefalı arkadaşının en vefalı kerimesinin saadet hücresi sakineliğini bir kere daha tescil etti Onlar Allah Resülü‘nden ayrı kalmayı ölümden beter bir musibet olarak kabul ediyorlardı Bu duyguda hemen bütün hanımları müşterekti ve hiçbiri farklı düşünmüyordu Zira İki Cihan Serveri onların gönüllerine sökülüp atılamayacak şekilde taht kurmuş içlerine girmiş ve onlarla tam olarak bütünleşmişti O mübarek o yumuşak o tabii o fıtri hayatını onlarla öyle paylaşmış idi ki Ondan ayrılmaları mümkün değildi Şayet ayrılsalardı havasız kalmış gibi öleceklerdi Doğrusu Onun vefatından sonra gördüğümüz manzara hasrettir hicrandır ve hüzündür Hz Ebü Bekir ve Ömer Allah Resülü‘nün hanımlarından her uğradıklarını hıçkıra hıçkıra ağlıyor bulmuşlardı Hatta onlar da oturup beraber ağlamışlardı ve bu ağlama onlarda adeta bir hayat boyu devam etti İşte Allah Resülü onlarda böyle silinmez iz ve çizgiler bırakmıştı Belki beraberlikleri çok kısa sürmüştü ama İki Cihan Serveri onlar için adeta bir hayat kaynağı olmuştu Zaten bizim anlatmak istediğimiz husus da budur Evet Onun aile reisliği de yine Allahın Resülü olduğu hakikatini haykırmaktadır Bir dönemde beraber bulunduğu dokuz kadar hanımını bir arada hem de ciddi hiçbir probleme meydan vermeden idare etmişti O işte bu kadar ince ve narin bir aile reisiydi Vefatından birkaç gün evvel: Kul Rabbiyle dünya arasında muhayyer bırakıldı O Rabbini seçti demişti Fetanet insanı Ebü Bekir bu sözü duyunca hıçkırıklarını tutamamış ve hüngür hüngür ağlamıştı Zira anlamıştı ki o kul bu sözü söyleyenin ta kendisiydi Rahatsızlığı fazla sürmedi Gün geçtikçe hastalığı şiddetleniyor ve şiddetli baş ağrılarıyla kıvrım kıvrım kıvranıyordu İşte bu esnada dahi hanımlarına karşı incelik ve nezaketini terketmedi Hanımları arasında gezecek hali olmadığından bir odada kalmasına müsaade edilmesini talep etti Bütün hanımları Onun bu arzusuna Evet dediler Allah Resülü de son günlerini Hz Aişenin odasında geçirdi Evet en ağır şartlar altında bile O hanımlarının hak ve hukukuna riayetkar davranıyordu İşte O böyle bir ruh insanıydı 2 Hanımlarına Verdiği Değer Allah Resülü‘nün kadına verdiği değer ne o güne kadar ne de o günden sonra cihanda eşi görülmedik bir seviyede idi O bir gece kalkıp hanımlarından birinin hatırını sorsa hemen diğer hanımlarını da dolaşır onların da hatırını sorardı Davranış bakımından hiçbirini diğerine tercih eder görünmezdi Herkes gibi hanımları da kendilerini Allah Resülü nezdinde en sevgili sanırdı Bu da Onun eşsiz mürüvvetinden kaynaklanıyordu Ancak kalbi temayüllere hiçbir insanın hakim olması söz konusu edilemeyeceği gibi bu teklifi malayutak Ondan da beklenmemeliydi Onun için Allah Resülü elinden gelmeyen bu kalbi temayüllerinden de Cenabı Hakka istiğfarda bulunuyor ve şöyle diyordu: Farkına varmadan birini diğerlerinden çok sevebilirim bu da bir haksızlık olur Onun için ey Rabbim Elimden gelmeyen bu hususta Senin rahmetine sığınıyorum Aman Allahım Bu ne incelik bu ne zarafettir Sorarım size: Siz bir kızınızla diğer kızınız veya bir oğlunuzla diğeri arasında şimdiye kadar aynı inceliğe riayet edebildiniz mi Bu Hayırı

sizler namına müsaadenizle ben söyleyeyim Evet Yüz bin defa hayır Hayır bir yana bizler kalbi temayüllerimizi saklayabilirsek bunu bir marifet ve irade gücümüze bir alamet telakki eder; hatta bazen şecaat arz eden kıpti misali bu marifetimizi anlatırız da Halbuki Allah Resülü kalbinden geçmesi muhtemel böyle bir temayül fazlalığından dolayı Cenabı Hakka istiğfarda bulunuyordu Ondaki bu incelik hanımlarının ruhlarına bütün letafet ve nuraniyetiyle sirayet etmiş olacak ki Onun ayrılışı geride hiç bitmeyen bir hicran ve hasret bırakmıştı Belki İslam menettiği için canlarına kıymıyorlardı ama Allah Resülü‘nün ayrılışından sonra hayat onlar için uzun bir çığlıktan bitmeyen bir melalden ibaret olmuştu Aslında Allah Resülü bütün kadınlara karşı kibar ve ince davranıyor ve böyle davranılmasını da herkese tavsiye ediyordu Başkasına söylediklerini de pratik olarak bizzat kendi hanımlarında gösteriyordu Onun bu davranış inceliğini Buhari‘de şöyle görüyoruz: Hadiseyi bize Sad b Ebi Vakkas Hz Ömerden naklediyor Hz Ömer diyor ki: Bir gün Allah Resülü‘nün huzuruna girdim Baktım Allah Resülü durmadan tebessüm ediyor: Allah Seni ebediyyen güldürsün ya Resülallah niçin gülüyorsunuz dedim Yine tebessümle şu cevabı verdi: Şu kadınların haline gülüyorum Oturmuş benim yanımda konuşuyorlardı Senin sesini duyunca her biri bir yere saklandı Allah Resülü‘nün bu cevabı üzerine sesimi yükselttim ve: Ey nefislerinin düşmanları Demek benden korkuyorsunuz; Allah Resülü‘nden korkmuyor ve Onun yanında saygısızlık yapıyorsunuz öyle mi dedim Bana cevap verdiler: Sen katı ve şiddetlisin Aslında Hz Ömer de hiddetli ve şiddetli davranmıyordu O da kadınlara karşı inceydi Ancak en güzel insan nasıl Hz Yusufa kıyas edildiğinde çirkinleşir öyle de Hz Ömerin incelik ve zarafeti de Allah Resülü‘nün incelik ve zarafetine kıyas edildiğinde hiddet ve şiddet şeklinde görünüyordu Bu izafi hüküm Ömeri Allah Resülü‘ne kıyas etmekten kaynaklanıyordu Halbuki hiç kimseyi Ona kıyas etmek mümkün değildi Evet onlar Allah Resülü‘nün yumuşaklığı inceliği zarafeti ve letafetine iyiden iyiye alışmışlardı Onun için de Hz Ömerin davranışları onlara sert ve haşin geliyordu Oysaki Hz Ömer (radıyallahu anh) gelecekte peygamberliğe ait hilafet yükünü eksiksiz omuzlamaya namzet biriydi Kılı kırk yararcasına yaşayacak ve peygamberlerden sonra en büyük örneklerden biri olacaktı ve günü gelince oldu da O bütün hareketlerinde hakkaniyet arıyor ve eğriyi eğri görüp göstermeye doğruyu da doğru görüp göstermeye azami gayret sarfediyordu Onda onu hilafet makamına getirecek bir ruh haleti vardı Bu ruh haleti başkalarına sert gelebilirdi Ne var ki Hz Ömer ileride temsil edeceği büyük davayı omuzlamaya ancak böyle bir ruh haletiyle muvaffak olacaktı ve oldu da 3 Hanımlarıyla İstişaresi Allah Resülü hanımlarıyla oturur konuşur; hatta bir arkadaş gibi onlarla bazı meselelerin müzakeresini bile yapardı Peygamberin onların düşünce ve fikirlerine katiyen ihtiyacı yoktu; çünkü O vahiy ile müeyyetti Ancak O ümmetine bir şeyler öğretmek istiyordu O güne kadar olanın aksine kadın çok mualla bir yere oturtulacaktı Allah Resülü bunun pratiğine de yine kendi hanesinden başlıyordu Ve bir misal Hudeybiye anlaşması Müslümanlara çok ağır gelmişti Öyle ki kimsede yerinden kımıldayacak mecal kalmamıştı Bu arada Allah Resülü kendisiyle umreye niyet edenlere kurbanlarını kesmelerini ve ihramdan çıkmalarını emretmişti Ancak sahabe Acaba verilen kararda bir değişiklik olur mu düşüncesiyle meseleyi biraz ağırdan alıyordu Allah Resülü emrini bir kere daha tekrarladı Fakat sahabedeki ümitli bekleyiş değişmedi evet bu asla Allah Resülü‘ne karşı bir muhalefet değildi Şu kadar var ki onlar daha değişik bir emir bekliyorlardı Zira Kabeyi tavaf etmek üzere yola çıkmışlardı Hudeybiyede söylenenler tatbik safhasına konmayıp anlaşmada bir değişiklik olabilirdi

İki Cihan Serveri sahabedeki bu durumu sezince hemen çadırına girdi ve hanımı Ümmü Seleme Validemizle istişare etti Bu ufku geniş kadın sırf istişarenin hakkını vermek için konuştu Çünkü o da biliyordu ki Allah Resülü onun diyeceklerine katiyen muhtaç değil Allah Resülü bu istişare ile bize içtimai bir ders veriyordu Bu gibi durumlarda kadınlarla istişare edilmesinde de hiçbir mahzur yoktu Validemiz Allah Resülü‘ne şu mealde sözler söyledi: Ya Resülallah Emrini bir daha tekrar etme Belki muhalefet eder ve mahvolurlar Fakat Sen kendi kurbanlarını kes ve onlara bir şey demeden de ihramdan çık Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca ister istemez sana itaat edeceklerdir Allah Resülü de böyle düşünüyordu Hemen bıçağını eline aldı ve çadırından çıkarak kendine ait kurbanları kesmeye başladı O daha birkaç kurban kesmişti ki sahabe de kendi kurbanlarını kesmeye koyuldular Artık verilen karardan dönüş olmadığını herkes anlamıştı Sormadan edemeyeceğim: Hangimiz kadınlara karşı bu denli mültefit olabilmişizdir En kritik anda hanımıyla istişare eden kaç devlet reisi vardır Bir aile reisi olarak kaç kişi aile hayatında hanımıyla istişareye yer vermektedir Soruları çoğaltıp bütün içtimai ünitelere aynı soruyu yöneltebiliriz İslamın kadını esir ettiğini söyleyen bütün şom ağızların kulakları çınlasın Acaba hangi feministin ufku bu seviyeye çıkabilmiştir Evet şüra ve meşveret de her hayırlı iş gibi ilk defa peygamber hanesinde hecelendi ve Allah Resülü kendi hanımlarıyla istişare etti Biz henüz bu anlayışın sofasında dolaşıp duruyoruz dolaşıyor ve bu sırlı kapının nereden açılacağını bilemiyoruz Hatta henüz o kapının tokmağına vurma imkanını dahi elde edemedik Evet bugün kadın haklarını koruduklarını iddia edenlerin bile düşüncelerinde kadın hala ikinci dereceden bir varlık olmaktan kurtulmuş değildir Oysa biz kadına bir vahidin yarısı nazarıyla bakıyoruz O öyle bir bütünün parçası ki diğer parçanın işe yaraması için onun mevcudiyeti şarttır Ancak her iki parça bir araya gelince insanlık vahidinin teşekkül edeceğine inanırız Bu vahidin olmadığı yerde insanlık da yoktur Enbiya asfiya da yoktur İslamiyet de yoktur millet de yoktur Efendimiz nasıl davranışlarıyla kadınlara karşı lütufkar davranıyordu; nurlu sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu Bir hadislerinde şöyle buyurur: Mü‘minlerin iman bakımından en kusursuzu ahlakı en güzel olanıdır (Ahlak ile insan öyle zirveleri tutar öyle insani semalara yükselir ki hiçbir ibadetle o makamları elde etmek mümkün olmaz) Ahlakı en güzel olanınız da hanımına en güzel davrananınızdır Görülüyor ki eğer kadınlık insanlık tarihinde bir kere aradığını bulmuş ve bir kere gerçek manada onurlandırılmışsa o da Hz Muhammed Aleyhisselam döneminde olmuştur 4 Tahyir Hadisesi Tahyir Allah Resülü‘nün hanımlarının Efendimizle birlikte yaşayıpyaşamama mevzuunda muhayyer bırakılmaları hadisesidir Mebdei ne olursa olsun bu hadise Allah Resülü‘ne bizzat Cenabı Hakkın emridir Mevzu ile alakalı ayet aynen şöyle demektedir: * Ey peygamber Hanımlarına söyle: ‘Eğer dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim Eğer Allahı peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır İhtimal Efendimizin hanımlarından bazıları belki biraz daha müreffeh bir hayat istemiş ve: Acaba biz de diğer Müslümanlar gibi biraz daha rahat yaşayamaz mıyız Hiç olmazsa günde bir kerecik olsun çorba içemez miyiz Giyim ve kuşamımıza biraz daha çeki düzen veremez miyiz demişlerdi

İlk nazarda kalblerinden geçen bu ve benzeri talepler meşru dairede olduğundan gayet masum ve haklı gibi görülebilir Halbuki onlar öyle bir hanede bulunuyorlardı ki bu hane kıyamete kadar gelecek İslami yuvalara örnek olacaktı Bu yönüyle de Peygamber hanımları işin merkezinde bulunuyorlardı Dolayısıyla da diğer Müslüman kadınlar gibi hareket edemezlerdi; çünkü onlar mukarrabindendi Diğerleri için sevap sayılan şeyler Allah Resülü‘nün hanımları için günah kabul edilmeliydi Allah Resülü onlardan bazılarında böyle bir arzu hissedince hemen bir tavır ayarlamasına geçti Kendileriyle görüşmeyeceğine dair yemin etti ve evinin cumbasına çekildi Hadise hemen duyulmuştu Herkes hüzün ve üzüntü içinde mescide koştu ve ağlamaya durdu; zira Allah Resülü‘nü kederlendiren en küçük bir hadise dahi Müslümanları ağlatmaya yetiyordu Bütün Müslümanlar Allah Resülü‘yle o derece bütünleşmişlerdi ki evinde cereyan eden çok küçük bir huzursuzluk hemen duyuluyor ve Müslümanlar Allah Resülü‘nü üzen bu hadisenin ortadan kalkmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı O gün de böyle olmuştu Allah Resülü‘nün bu tavır ayarlamasına İla Hadisesi de denir Hadiseye bir yukarıdaki mülahazalarla bir de daha farklıca yaklaşanlar vardı Hz Ebü Bekir ve Hz Ömer bu ikinci katagoride yerlerini alanlardandı Zira kızları da bu işin içinde bulunuyordu Herkes gibi durumdan haberdar olan Hz Ebü Bekir ve Ömer de mescide koştular Allah Resülü‘nün yanına girmek için izin istediler; fakat kendilerine izin verilmedi Onlar da diğerleri gibi mescitte beklemeye başladılar Ancak üçüncü taleplerinde izin çıktı ve içeriye girdiler sonra da kızlarını tartaklamaya başladılar Allah Resülü uzaktan manzarayı seyrediyordu ve bu esnada sadece bir tek cümle söyledi: Bunlar benden elimde olmayan şeyler istiyorlar Oysaki Kuran onlara hitaben: Ey peygamber hanımları Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz diyordu Belki başkaları sadece farzları yapmakla kurtulabilir ama merkezde bu işe omuz verenler Onun hareminde pek çok hakaikin mahremi razı olanlar bu işe bütün varlıklarını feda etmelidirler Etmelidirler ki merkezde zaaf hissedilmesin Evet Peygamber kadını olmanın kendine göre büyük avantajları vardı; elbette ki riski de o kadar büyük ve ağır olacaktı Allah Resülü onları din ü dünya için misal olmak üzere hazırlıyordu Ahirete ait nimetleri dünyada yiyip ayetinin tokadına maruz kalmasınlar diye onların üzerine tir tir titriyor ve iki gözü gibi korumaya çalışıyordu Onun için de bazı bakımlardan peygamber hanesinde sıkıntılı bir hayat yaşanıyordu İşte bu sıkıntılı hayattan dolayı yer yer açık veya kapalı bazı küçük talepler de oluyordu Ancak onların konumları bir başkası gibi değildi Bulundukları durumun gereği bazı sorumlulukları vardı evet onlar herkes gibi gülemez herkes gibi yiyipiçemezlerdi Nitekim bazı büyükler bütün bir ömür boyu sadece bir iki defa gülmüş bazıları da hayatta bir kere dahi karınlarını doyurmamışlardı Fuzayl b Iyaz hiç gülmemişti Onu sadece bir kere gülerken gördüler ve hayret edip sordular O da gülmesinin ki o gülme değil bir tebessümdü sebebini şöyle izah etti: Bugün bana oğlum Alinin vefatını haber verdiler Allah seviyormuş diye sevindim onun için tebessüm ettim Şimdi büyüklerde durum böyle olunca bütün bu büyüklerin büyüğü ve bütün ümmetin anaları durumunda olan Allah Resülü‘nün pakize hanımları elbette çok farklı olacaklardı Dünya ve ukbada Allah Resülü‘yle beraber olma liyakati çok da öyle kolay elde edilebilecek bir paye değildir Onun için ayetin işaretiyle bu müstesna kadınlar bir irade imtihanı vermekteydiler Allah Resülü onları kendi fakir yoksul hanesiyle dünya debdebe ve alayişi arasında muhayyer bırakıyordu Eğer dünyayı tercih edecek olurlarsa İki Cihan Serveri onları istedikleri dünyalıkla lütuflandıracak ama sonra da salıverecekti Yok eğer Allahı ve Allah Resülü‘nü tercih edecek olurlarsa şimdiye kadar yaşadıkları hayat standardına razı olmaları gerekecekti Çünkü bu o hanenin hususiyetiydi Madem ki bu hane müstesna bir haneydi; o halde onun sakinleri de müstesna olmalıydı Aile reisi zaten müstesnaydı Öyleyse o aile reisine tabi

hanım ve çocuklar da Onun gibi olmak zorundaydılar Allah Resülü ilk defa Hz Aişe Validemizi çağırdı ve ona: Seninle bir şey görüşmek istiyorum ama baban ve annenle konuşmadan karar vermekte acele etme dedi Sonra da mevzuun başında zikrettiğimiz ayeti ona okudu Hz Aişenin cevabı tam sıddik babanın sıddika kızına yakışır şekildeydi: Ya Resülallah Ben ana ve babamla bu mevzuda mı konuşacağım Vallahi ben Allah ve Resülü‘nü tercih ediyorum dedi Daha sonrasını Validemiz şöyle anlatıyor: Allah Resülü hangi hanımıyla konuştuysa hepsindan aynı cevabı aldı Bu hususta hiç kimse farklı bir mütalaa beyan etmedi Ben ne demiş isem onlar da aynı şeyi söylediler Hep aynı şeyi söylediler; çünkü hepsi Allah Resülü‘yle adeta bütünleşmişlerdi ve aksini söyleyemezlerdi Eğer Allah Resülü onlara: Bütün bir hayat boyu oruç tutacaksınız ve hiç iftar etmeyeceksiniz deseydi buna da seve seve katlanacaklardı ve katlandılar da hem öyle katlandılar ki bu uzun orucun iftarı Hz Azrailin sunduğu ölüm şerbetiyle oldu Onun zevceleri arasında saray hayatı yaşamış olanlar da vardı Hz Safiyye bunlardandı Hayberde babasını ve kocasını kaybetmişti Bunların ikisi de Hayberin efendileriydi Safiyye harp esirleri arasında bulunuyordu ve onurlu kadına bu durum çok dokunmuştu Bu itibarla da Allah Resülü‘nü görünceye kadar belki dünyada en çok kızdığı insan Oydu Ancak Onu görünce bütün duyguları değişmişti Evet Allah Resülü‘nün hanesinde karnını dahi doyuramayacak bu ağır hayata katlanan Safiyye gibi saraydan gelme kadınlar da vardı Vardı ve o da diğer kadınlarla aynı hayatı paylaşıyordu Evet Allah Resülü o incelerden ince şahsiyetiyle onların gönüllerine öyle bir girmişti ki ne pahasına olursa olsun Onunla beraber bulunma bütün hanımlarının biricik gayesi haline gelmişti Safiyye Validemiz kök itibarıyla yahudiydi Kadınlardan biri bunu bir gün onun yüzüne vurmuş ve ona: Ey yahudi kızı demişti O bu durumu Allah Resülü‘ne aktarmış ve üzüntüsünü dile getirmişti Efendimiz de onu şöyle teselli etmişti: Bir daha sana böyle bir şey diyecek olurlarsa sen de onlara şu cevabı ver: ‘Benim babam Hz Harun amcam Hz Musa kocam da gördüğünüz gibi Hz Muhammed Mustafadır Siz bana karşı neyinizle övünüyorsunuz Ve Safiyye Allah Resülü‘nün huzurundan ayrılırken bütün üzüntülerini geri bırakmış öyle ayrılıyordu Çünkü onun kocası Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) idi İhtimal ondan sonra bu sözler onun dudaklarına sık sık misafir olacaktı Hulasa Allah Resülü‘nün aile reisliği mükemmellerden daha mükemmeldi: Bu kadar kadını bu kadar rahat idare etmesi ve hepsi tarafından da son derece sevilmesi hatta onların kalblerinin sevgilisi akıllarının muallimi ruhlarının da terbiyecisi olması ve bütün bunları yaparken de vazifesinden zerre kadar taviz vermeyip devlete millete ait işlerde hiç mi hiç ihmal göstermemesi Onun risaletinin apaçık bir delil ve burhanıdır Eğer başka hiçbir delil olmasaydı Onun risaletine delil olarak aile reisliğinde takip ettiği çizgi yeterdi Bir Baba Olarak Peygamberimiz Hep zirvelerde dolaşan Allah Resülü hayatın hemen bütün ünitelerinde de hep zirvede olmuştu İnsanlar Onu ararken ne kendi seviyelerinde ne de yaşadıkları asrın büyük insanları seviyelerinde aramamalıdırlar Araştırmacılar Onu ararken hep dünyanın en yüksek zirvelerini düşünmeli ve hayalen zirveler üzerinde dolaşmalıdırlar ki kadrine ruhanilerin destan kestiği o Zat hakkında kadirnaşinaslık yapmasınlar Evet onlar Hz Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem) arayacaklarsa mutlaka Onun ufkunda aramalıdırlar; bizim gibi doğru dürüst hayal bile edemeyen insanların hayalleriyle Hz Muhammede ulaşmak mümkün değildir Zira Allah (celle celaluhu) mevhibei sübhaniyesi olarak Ona her sahada üstünlük bahşetmiştir İnsanlığın İftihar Tablosu bir iftihar tablosu olarak yaşadı ve gurub etti Beşer Onun

eşinimenendini bir daha görmedi ve göremedi Bütün insanlık göremediği gibi bazı çağdaşları ve hatta yakınında bulunanlar bile göremediler Belki pek çokları varlığını güneşe bağlı sürdüren çiçekler gibi özlerindeki pörsüme ile ancak Onun gurubunu anlayabilmişlerdi anlayabilmişlerdi ama artık çok geçti Tabii ki ümmeti arasında Onu tanıyanların Ona saygı duyanların sayısı her zaman daha çok olmuştur Aradan 14 asır geçmiş olmasına rağmen biz hala Haticeye Aişeye Ümmü Selemeye Hafsaya Anam derken içimizde anamıza Anam demenin üstünde bir haz bir zevk duyarız Elbette ki bu his bu duygu o devirde daha derin daha köklü daha içten daha samimiydi Ve bunlar hep Ondan ötürüydü Hz Ebü Bekir kızı Aişeye Anacığım derdi Zaten Peygamberlerin zevceleri mü‘minlerin analarıdırlar ayeti de bunu söylemiyor muydu Ve işte Hz Ebü Bekir de bu mülahazayla bağrında besleyip büyüttüğü kızı Hz Aişeye Anam diyordu Ne var ki bütün bu teveccühler hatta onların ayaklarının altına baş koymalar ve onları insanlığın en azizi olarak başlarda gezdirmeler bu gerçek takdirkarların hüznünü kederini gidermeye yetmiyordu Evet daha sonraki saadet fırtınaları bile bu hüznü onların yüzünden silememişti Birer birer gurub edecekleri güne kadar hüzünle oturdu hüzünle kalktı hüzün düşündü ve hüzün konuştular İşte O zevcelerinin sinesinde böyle fevkalade bir aile reisi olduğu gibi aynı zamanda derin ve mükemmel bir baba idi tabii babalığı ölçüsünde bir derinliği temsil eden misilsiz bir dede idi de evet bu sahada dahi Onun eşi ve menendi yoktu O çocuklarına torunlarına fevkalade şefkatle muamele eder böyle muamele ederken de onların nazarlarını ahirete ve maaliyata çevirmeyi ihmal etmezdi Onları bağrında beslerken yüzlerine tebessüm eder okşar ve aziz tutar bu arada onların uhrevi meseleleri ihmallerine de asla rıza göstermezdi İşte bu anlayış içinde onlara karşı fevkalade açık fakat Allahla arasındaki münasebeti koruma bakımından da gayet ciddi ve vakur idi Bir taraftan onlara hürriyet ve serbestiyet içinde insanca yaşama yollarını gösteriyor diğer taraftan da laçka olmalarına ve yılışıklaşmalarına meydan vermiyordu Meydan vermek şöyle dursun aksine çürümelerine karşı bütün hassasiyetiyle göğüs geriyor ve onları hep ulvi ve uhrevi alemlere göre hazırlıyordu Bu şekildeki terbiye anlayışıyla Allah Resülü yine ifrat ve tefritten uzak orta yolu ve sıratı müstakimi temsil ediyordu İşte bu durum da Onun fetanetinin ayrı bir buudunu teşkil etmektedir 1 Çocukları ve Torunlarına Karşı Şefkati Müslimi Şerifin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resülü‘nün hizmetçisi olma gibi en yüksek payeye ulaşan ve on sene ara vermeden fasılasız kemali sadakatle bu hizmetini yürüten Enes b Malik diyor ki: Aile fertlerine karşı Hz Muhammedden (sallallahu aleyhi ve sellem) daha şefkatlisini görmedim Evet o kadar şefkatli o kadar içten davranır ve öylesine açık hareket ederdi ki; Onun gibi bir ikinci aile reisi ve baba göstermek mümkün değildir Bu itiraf sadece bize ait olsa belki ehemmiyeti sınırlı kalırdı Ancak karıncayı dahi incitmeyecek kadar refet ve şefkatle derinleşmiş milyonlarca insan ilan ve itiraf ediyorlar ki bütün varlığı şefkatle kucaklamada Allah Resülü‘nün bir eşi daha yoktu Evet herkes gibi O da bir insan olarak yaratılmıştı ama Allah (celle celaluhu) insanlarla münasebet kursun diye Onun kalbine bütün varlığa karşı derin bir alaka vazetmişti Ondandır ki Allah Resülü hem aile fertlerine karşı hem de diğer insanlara karşı görülmemiş bir alaka ile dopdoluydu Erkek evlatlarının hepsi daha önceden vefat etmişti En son Mariye Validemizden bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş o da yaşamamıştı Allah Resülü onca önemli işlerinin arasında sık

sık daye himayesindeki çocuğunun yanına gider onu bağrına basar öper okşar sever kucağına alır sonra da döner evine gelirdi Vefat ettiği zaman da yine onu kucağına alıp bağrına basıp gözleri dolu dolu hüznünü ifade etmişti Onun bu durumuna hayretle bakanlara da: Gönül mahzun olur gözler ağlar; fakat inşaallah Allahın dediğinden Allahın hoşnut olduğundan başkasını söyleyemeyiz demişti ve ardından da dilini işaret ederek: Allah şununla muahaze eder buyurmuşlardı Bir kere daha hatırlatalım; O insanların en merhametlisi en şefkatlisiydi Hz Hasan ve Hz Hüseyini sırtına alır şuradaburada dolaştırırdı O seviyedeki bir insan çocuğu sırtına alır ve halkın içine öyle çıkar mıydı O alır ve çıkardı Böyle yaparken de onların gelecekte kazanacakları şerefi adeta istikbal ederdi Bir gün Hz Hasan ve Hz Hüseyin sırtında iken hanei saadetten içeriye Hz Ömer girdi Onları böyle şerefli bir yerde görünce Ne güzel bineğiniz var dedi Ve hemen Allah Resülü şöyle buyurdu: Ya ne güzel süvariler onlar Onlar bu meselenin şuurunda veya değildirler Fakat Allah Resülü onları işte böyle onore ediyordu Bir başka defasında da Hz Hasana: Ne güzel bineğin var diyene karşı: O da ne güzel binici cevabını yetiştirmişti Evet O kıyamete kadar gelecek bütün evliyanın babası ve bütün evliyaya ait şerefin haysiyetin izzetin ve onurun nüvelerini mahiyetinde taşıyan Ehli Beytin bu iki mühim imamına hususi teveccühte bulunarak zaman zaman onları omuzunda taşıyordu Onlara gösterdiği bu ilgi ve alakanın altında şüphesiz temsil edecekleri Ehli Beyt ve bütün evliyanın da hissesi vardı Onun içindir ki Ehli Beytin mühim bir ferdi olan Abdülkadir Geylani haklı olarak atalarının Allah Resülü‘nün omuzlarında taşınması itibarıyla şöyle der: Allah Resülü‘nün mübarek ayakları benim omuzumda; benim ayağım da bütün evliyanın omuzundadır Herhalde bu durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir Bir başka defasında torunları omuzlarında çıkagelecek ve bizzat kendisi onlara şöyle diyecektir: Altınızdaki bineğiniz ne güzel binek ve üstündeki yük olarak sizler ne güzel yüksünüz O evlat ve torunlarını böyle aziz tutmuş onların kalbine taht kurmuş ve babalar dedeler üstü bir sevgiye mazhar olmuştu Allah Resülü her hususta olduğu gibi çocuk terbiyesinde de daima orta yolu takip etmişti Bütün evlatlarını torunlarını canı kadar sever hem de bu sevgisini onlara hissettirirdi Ne var ki bu sevgisinin kötüye kullanılmasına da asla fırsat vermezdi Zaten Onun evlat ve torunları arasında böyle bir davranışa yeltenen de yoktu Ancak bilmeden yaptıkları hatalar karşısında Allah Resülü‘nün takındığı bir tavır o derin sevgiyi bir vakar buğusuyla sarar ve ılık bir görünümle onları şüpheli zeminde dolaşmaktan alıkordu Mesela bir defasında Hz Hasan veya Hüseyin henüz yaşları çok küçük olduğu için elini sadaka hurmasına uzatır Allah Resülü hemen harekete geçer ve o hurmayı onun elinden alarak: Bize sadaka hurması haramdır der Daha o yaştan itibaren onları harama karşı duyarlı yetiştirme terbiyede dengenin güzel örneklerinden biri olsa gerek Medinei Münevvereye her girişinde bindiği merkubun üzerinde Allah Resülü‘ne sarılmış birkaç çocuğu birden görmek mümkündür Demek ki Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) sadece kendi torunlarına karşı değil hanesinde hanesine yakın hanelerde ve daha ötede oturan bütün çocukları kemali şefkat ve samimiyetle bağrına basıyor ve onların gönüllerini sevgiyle fethediyordu Evet Onun sevgi halesine dahil olanlar sadece erkek evlat ve torunları değildi O nasıl Hz Hasan ve Hüseyini seviyordu aynı şekilde torunu Ümameyi de seviyordu O kadar ki bazen sokağa çıkarken Ümamenin Onun omuzlarında olduğu görülüyordu Hatta bazen kıldığı nafile namazlarda dahi Ümameyi sırtında taşıdığı olurdu Secde yapacağı zaman onu yere kor secdeden kalkarken de yine omuzuna alırdı Allah Resülü Ümameye olan bu sevgisini öyle bir toplum ve cemiyet içinde izhar edip

açığa vuruyordu ki bu insanlar daha düne kadar kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı İşte böyle insanlar arasında Allah Resülü‘nün kız torununa gösterdiği bu ilgi ve alaka oldukça değişik ve o güne kadar kimsenin görmediği orijinallikte bir hareket tarzıydı 2 Hz Fatımaya Karşı Sevgi ve Şefkati İslama göre kızerkek ayırımı yoktur Ve Allah Resülü bunu bizzat kendileri göstermiştir Nasıl ayrım olabilir ki birisi Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ise diğeri Hz Haticedir Biri Adem ise diğeri Havvadır Biri Ali ise diğeri Fatımadır O Fatıma ki Allah Resülü‘nün kızıdır kıyamete kadar gelecek bütün Ehli Beytin anasıdır O bizim de anamızdır İşte Allah Resülü bu incelerden ince Fatıma yanına gelince hemen ayağa kalkar onun elinden tutup getirir ve kendi oturduğu yere oturturdu Halinihatırını sorar onu sever okşar ve gönderirken de yine aynı iltifatlarla gönderirdi Bir ara Hz Ali Ebü Cehilin kızıyla evlenmek istemişti Gerçi bu mübarek kadın da ağabeyi İkrime gibi İslama girmiş ve sonsuzluk kervanına katılmıştı; fakat bu evlilik muhtemelen Fatımayı rahatsız edecekti Belki de Hz Ali böyle bir evliliğin Hz Fatımayı bu şekilde rahatsız edeceğini hiç ama hiç düşünmemişti Fatıma gelip durumu Allah Resülü‘ne arz edip üzüntüsünü dile getirince onu mahzun gören İki Cihan Serveri çok üzülmüş ve hemen minbere çıkmış ve şu hutbeyi irad buyurmuşlardı: Duydum ki Ali Fatımanın üzerine evlenmek istiyormuş Eğer Ali bu düşüncesinde kararlı ise Fatımayı boşamalıdır Zira bu durum Fatımayı üzmektedir Fatıma ise benden bir parçadır Onu üzen beni üzmüş olur Onu sevindiren de beni sevindirmiş demektir Bu sözleri dinleyenlerin arasında Hz Ali de vardı Derhal evvelki düşüncesinden vazgeçti ve Fatımasının yanına döndü Zaten Hz Ali Allah Resülü‘nün kızını gözünün akı gibi aziz tutuyor onun kendisine karşı böylesine bağlı olduğunu bilen Fatıma da hiç şüphesiz Onu canından artık seviyordu Aslında bu ince kadının sanki evliya ve asfiyaya nüvelik etmesinin dışında da bir misyonu yok gibiydi gözleri hep babasında ve Onun davasındaydı Allah Resülü son demlerinde Ona vefatını haber verdiğinde cihanı velveleye veren ağlamasının; ve ilk vefat edip kendisine kavuşacak olanın da o olduğunu söyleyince bayram sevinciyle gülmesinin başka türlü izahı da mümkün değildi Evet baba onu o da babasını çok seviyordu Ancak Allah Resülü Fatımayı severken de dengeyi korumasını biliyor hep ölçülü hareket ediyor ve onu insan ruhunun yükselmesi gereken alemlere göre hazırlıyordu Çünkü ebedi beraberlik ancak orada olacaktı Kızı Fatıma ile Allah Resülü ancak 25 sene beraber olabilmişlerdi Evet Hz Fatıma Allah Resülü‘nün irtihalinden altı ay sonra vefat etmiş ve vefat ettiğinde de ancak 25 yaşındaydı 3 Çocuklarını Ebedi Hayata Hazırlaması Allah Resülü ebediyete yani insanların yaratılış itibarıyla talip oldukları şeye talipti Evet insan ebed için yaratılmıştır Ebedden Ebedi Zattan başka bir şeyle de tatmin olması mümkün değildir Binaenaleyh Ondan başka bir şey istemez bilerekbilmeyerek hep Onu arzular Bu itibarla da insana ebediyeti vereceğiniz ana kadar onun doyup tatmin olması mümkün değildir Evet insanın sonsuz emelleri ve arzuları vardır Ona ne verseniz tatmin edemezsiniz Zaten bütün dinlerin ve peygamberlerin mesajlarının esası da işte bu ukba buudlu nizamdır Bu itibarladır ki Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir taraftan avuç avuç ve kucak kucak onlara huzur taşırken diğer taraftan da onları ebedi huzura ebedi saadete hazırlamayı hiç mi hiç ihmal etmiyordu Bunun en çarpıcı misallerinden birini şu vakada görmek mümkündür: Fatıma Validemiz boynunda bir gerdanlıkla Allah Resülü‘nün huzuruna gelir Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir rivayette Fatıma Validemizin boynundan gerdanlığı alır Başka bir rivayette gerdanlık Fatıma Validemizin elindedir ve Allah Resülü ona şöyle buyurur: İster misin ki halk desin: burada halktan maksat insanlar veya ruhaniler melekler sema sakinleri

olması arasında fark yokturPeygamberin kızı elinde Cehennemden bir zincir bir kolye taşıyor Evet bir taraftan onları aziz tutuyor diğer taraftan da teveccühlerini bütünüyle ahirete Allaha ebedi ve uhrevi güzelliklere çeviriyordu Bu söz Hz Fatımaya yetmişti Zira bu söz onun gönlünde taht kuran ve onu bütün letaifiyle fetheden insandan geliyordu Onun için Hz Fatıma diyor ki: Hemen kolyeyi sattım bir köle aldım o köleyi de hemen hürriyete kavuşturdum ve sonra da Allah Resülü‘nün huzuruna geldim geldim ve yaptıklarımı kendisine bir bir nakledince mesrur oldu sevindi Sonra da ellerini açıp Allaha şöyle hamd etti: (Kızım) Fatımayı Cehennemden koruyan Allaha hamdolsun Elbette ki Hz Fatıma boynuna taktığı bu kolye ile harama girmiş değildi Ancak Allah Resülü onu mukarrabin dairesinde tutmaya çalışıyordu Efendimizin ikazı takva ve kurb buudluydu Bu bir cihetle dünyaya karşı alakasızlık ama daha çok da bulundukları yer ve kıyamete kadar temsil edecekleri cemaat itibarıyla Ehli Beytin anasına düşen bir titizlik ve hassasiyet örneğiydi: Evet Hasana Hüseyine ve daha sonra gelecek Zeynelabidin gibi abidlerin ziya kaynağına ana olmak elbette kolay değildi Allah Resülü onu önce Ehli Beyte sonra da Şahı Geylanilere Muhammed Bahauddin Nakşibendlere Ahmed Rifailere Ahmed Bedevilere Şazililere ve daha nicelerine ana olmaya hazırlıyordu Sanki ona: Kızım sen öyle bir koca evine giriyorsun ve öyle bir eve gelin gidiyorsun ki senin o mübarek hanenden teselsülen ortaya çıkacak dünya kadar altın halkalar var Bırak boynundaki şu altın kolyeyi sen onlara ana olmaya bak diyordu Nakşilerin Rifailerin Şazililerin ve daha yüzlerce turuku aliye ricalinin altın halkası Evet evliya asfiya ebrar ve mukarrabine ana olmak kolay değildi Onun için Allah Resülü bu hususta kendi hanesine karşı daha hassas ve daha sert idi Evet O bu davranışlarıyla şefkat ve refetin yanında onların nazarlarını uhrevi alemlere çevirme itibarıyla da sıratı müstakimin ayrı bir yönünü hatırlatıyor ve büyükküçük bütün fenalıklara karşı kapı ve pencereleri kapatıp onların nazarlarını sadece ahirete çeviriyor ve Size Allah gerek Allah diyordu Zira onların yolunda öyleleri zuhur edecekti ki Cennet Cennet dedikleri Üçbeş köşkle birkaç huri İsteyene ver onları Bana Seni gerek Seni diyecek ve bütün ömürlerini ukba televvünlü kurbet buudlu yaşayacaklardı Bu itibarla da Allah Resülü bu en sevdiklerini gerçek sevginin gereği olarak dünyevi bütün kazurattan temizliyor damenlerine dünyevi tozuntoprağın bulaşmasına fırsat vermiyor onların nazarlarını ulvi alemlere çeviriyor ve onları oradaki beraberliğe hazırlıyordu Kişi sevdiğiyle beraberdir Hz Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem)seviyorsanız yolunda olacaksınız yolunda olanlar ötede Onunla beraber olacaklardır İşte bu beraberliğe hazırlama yolunda Allah Resülü bir taraftan onları seviyor bağrına basıyor diğer taraftan da bu sevip bağrına basmayı çok iyi değerlendiriyordu Sevdim bağrıma bastım seni azizim bildim Allah seni ümmetin azizi kıldı Sen beşerin başında Hz Meryem gibisin Bir zayıf rivayette Hz Meryem nasıl izzetiyle Allah Resülü‘ne şöyle dedirtti: Kadınlar içinde bir peygamber olsaydı Hz Meryem olurdu Sen de başı o büyüklüğe ulaşan bir kadınsın öyleyse en azından onun kadar dünyaya karşı aziz ve dengeli olmalısın Şefkat olacak refet olacak kalble ve hisle kucaklama olacak fakat ahiret adına da katiyen bir gevşeklik olmayacak İşte sıratı müstakim; orta ve en doğru yol Bir yol ki Allah Resülü de bu yolun başyolcusu 4 Hz Fatımanın Hizmetçi İstemesi Onun terbiye sisteminden bir diğer kesiti de İmam Buhari ve Müslim veriyor Hadiseyi bize Hz Ali (radıyallahu anh) anlatıyor ve diyor ki: Evimizde hizmetçimiz yoktu Bütün işlerini bizzat Fatıma kendisi yapıyordu Zaten bütünü

bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorduk O hücrecikte Fatıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı Çok kere ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı Onun için elbisesi delik deşik olmuştu Yaptığı sadece bu değildi Ekmek yapmak evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi Ayrıca değirmen taşını çevire çevire eli; su taşıya taşıya da sırtı nasır bağlamıştı Bu arada bir harp dönüşü Medineye esirler getirilmişti Allah Resülü bu esirleri müracaat eden Medine halkına dağıtıyordu Fatımaya babasına gidip ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hadim (hizmetçi) istemesini söyledim O da babasına gitti fakat evde yoktu Hz Aişe: Geldiğinde ben haber veririm dedi o da geri döndü Yatağa uzanmıştık ki az sonra Allah Resülü birdenbire çıkageldi Yataktan doğrulmak istedikse de O buna mani oldu ve aramıza oturdu Öyle ki sadrıma temas eden ayağındaki serinliği göğsümde hissediyordum Arzumuzu sordu Fatıma da durumu aynen nakletti Allah Resülü birden uhrevileşti ve şöyle dedi: Ya Fatıma Allahtan kork ve Allaha karşı vazifende kusur etme Allahın omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir Kocana da daima sadık ve itaatkar ol Onun hakkını da gözet (Yani senin iki vazifen var: Allaha karşı kulluk etmek ve sonra da kocana itaatte bulunmak) Sana ayrı bir şey daha söyleyeyim Yatağına girmek istediğin zaman otuz üç defa Sübhanallah otuz üç defa Elhamdülillah otuz üç defa da Allahü Ekber de İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır Bunun manası şu idi: Ben senin nazarını uhrevi alemlere çeviriyorum ve orada senin bana ulaşman ve benimle beraber olman için de iki yol var: Birincisi Rabbine karşı kulluk vazifende kusur etmemen İkincisi de; kocana karşı vazife ve mükellefiyetlerini yerine getirmen Eğer bir hadim senin kocana karşı vazifelerinde senin yerini alır ve senin yapman gerekenleri o yaparsa bu bir ölçüde senin eksik kalmana sebebiyet verebilir Oysaki senin zülcenaheyn olman lazımdır Bir insan nasıl en mükemmel kul olur ve Allaha kulluğunu en mükemmel şekilde yerine getirir Bir insan nasıl en mükemmel insan olur ve üzerindeki mükellefiyetleri kusursuz ve arızasız yerine getirir İşte sana düşen bunları araştırmaktır Sen evvela Rabbine karşı kulluğunu en mükemmel şekilde eda et ve mükemmel bir kul ol Sonra da Ali gibi kıyamete kadar gelecek ehlullahı sulbünde taşıyan büyük bir insana karşı mükellefiyetlerini yerine getir ve mükemmel bir insan ol Ol ki bütün mükemmeliyetlerin ve mükemmellerin toplanma yeri olan Cennette benimle beraber olabilesin Burada Hz Ali ile ilgili istidradi bir hususu arz etmeden geçmeye gönlüm razı olmuyor Hz Ali ki Allah Resülü ona kızını hem de hiç tereddüt etmeden vermişti Çünkü onda Hz Fatıma gibi bir nebi kızına koca ve bir nebiye damat olma liyakatı vardı Zira o şahı evliya idi ve evliyaya baba olabilecek mahiyette yaratılmıştı Öyle ki Allah Resülü bir gün şöyle buyuracaktı: Her peygamberin nesli kendinden devam etmiştir; Benim neslimi ise Ali devam ettirecektir Yani Benim soy ağacımı o sulayacak o yetiştirecek ve o tımar edecek Neticede semeratı toplayanlar da benimle beraber Ehli Beyt içinde onu da anacaklar Binaenaleyh meseleye bu yönüyle bakılacak olursa Hz Aliye itaat aynen Allah Resülü‘ne itaattir Allah Resülü‘ne itaat da Allaha itaat demektir Zaten umumi manada kocalık hakkı için Efendimiz şöyle buyurmaktadır: Eğer Allahtan başkasına secde bahis mevzuu olsaydı kadınlara kocalarına secde etmelerini emrederdim Eğer böyle bir şey caiz olsaydı Hz Ali bunu çoktan hak etmişti Evet eğer erkeğe secde bahis mevzuu olsaydı başta Hz Ali gelirdi Hz Fatımanın zülcenaheyn olması için Hz Ali ve ona hizmet bu denli önemli olunca Hz Fatımanın hizmetçi kullanması onun kanatlarından birinin kırılması demektir Böyle tek kanatlı biri ise Hz Hasana Hz Hüseyine Şahı Geylani‘ye ve kıyamete kadar gelecek bütün aktaba müceddidine müçtehidine ana olamazdı Allah Resülü onu bu büyüklükte bir ana

yapmak için adeta dünyaya ait bütün alakalarını kesiyor onun nazarını tamamen ahirete çeviriyordu Zira Allah (celle celaluhu) da Onu böyle yapmış ve böyle terbiye etmişti: Evet dünyaya gelmeden babasını almış ve O gözünü dünyaya açtığında baba adına dayanacak bir şey bulamamıştı Altı yaşına gelince de diğer desteğini çekip almış ve daha hayatının mebdeinde Ona nuru tevhide sırrı ehadiyete giden yolları açmıştı Vakıa belki bir süre izzet ve azamete perde bakıp himaye edene de şeref Abdülmuttalip vesayeti yaşanmıştı ama bu Onun nazarında artık delik deşik olan sebepler adına hiçbir şey ifade etmiyordu Ebü Talibin bakımı görümü ise amcalık himayesini aşamamış bir vesayet ve uhrevi buuduyla Hz Aliye baba olmaya bahşedilmiş külfet suretinde bir nimetti Bu yakınlık sayesinde bir gün gelecek O da Aliyi alıp yanında yetiştirecek Şahı Merdan Haydarı Kerrar ve şahı evliya haline getirecekti Allah (celle celaluhu) Ona böyle davranmış esbabı bütün bütün çekip almış ve Onu bütün hissiyatıyla kendine tevcih etmişti Sen sebepler aleminde gezemezsin sen her noktada hakikatini temsil etmelisin Allaha güvenmeli ve Allaha dayanmalısın Fatıma Onun kızıydı Hakkın terbiye adına kendisine lütfettiği ve ihsanda bulunduğu şeyleri O kızından esirgeyemezdi O kız ki Hz Hasaneynden Hatemü‘levliya‘ya kadar birçok velinin anası olacaktı Bu itibarla onun bu mübarek meyvelere çekirdek olabilecek mahiyette yetiştirilmesi lazımdı İşte bundan dolayı Efendimiz bir taraftan fevkalade refeti şefkati sevgisi ve gönüllerinde taht kurmanın yanında diğer taraftan da Fatımanın nazarını hep uhrevi alemlere çeviriyordu 5 Terbiyede Saadet Hanesinin Umumi Atmosferi Allah Resülü‘nün saadet hanesinde sürekli bir haşyet tüter dururdu Orada oturmalar kalkmalar hep haşyet televvünlüydü Allah Resülü‘nün bakışlarını yakalayabilenlerin o bakışlarla her zaman Cennetlerin imrendiriciliğine veya Cehennemlerin ürperticiliğine ulaşmaları hatta görüp hissetmeleri mümkündü Namaz kılarken Onun titreyip ürpermeleri kah ileriye kah geriye gidip gelmeleri; Cehennem endişesiyle sarsılmaları; Cennet arzusuyla üveyikler gibi kanatlanmaları o hanenin hususiyetlerindendi ve o evde daima görülüp bilinen şeylerdi Evet Ona bakan her zaman Allahı hatırlardı İmam Nesai naklediyor: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kılarken içinde bir güveç kaynıyor gibi ses duyulurdu O daima ağlamalı kaynamalı bir içle Allaha teveccüh eder ve namazını öyle kılardı Aişe Validemiz kaç defa Onu Rabbisinin huzurunda başı yerde titreyerek irkilerek secde eder vaziyette bulmuştu Tabii ki Onun bu hali ev halkına da müspet yönde tesir ediyor ve terbiye adına onlara çok şey kazandırıyordu Allahtan çok korkan bu Nebiler Sultanı‘nın hanım ve evlatlarında da aynı haşyet aynı korku vardı Çünkü Allah Resülü hep yaşadığını söylüyor ve söylediklerini de yaşadıklarıyla misallendiriyordu İnsanın yaşadığını söylemesindeki tesiri en bariz şekli ve en çarpıcı keyfiyetiyle ancak Onun hanesinde görebiliriz Yeryüzünde mevcut bütün pedagog ve terbiyeciler bütün terbiye sistemleri adına bildikleri ne kadar malumatları varsa hepsini seferber etseler insan yetiştirme adına o hanedeki müessiriyete ulaşamazlar ve ulaşamamışlardır da Evet Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) yapmak ve anlatmak istediği şeyleri daha ziyade davranışlarıyla temsil ve ifade etmiş sonra da davranışlarından dökülen bu şeylere tercüman olmuştur Allaha karşı nasıl haşyet duyulacak nasıl mahviyet içinde olunacak secdeler nasıl bir derinlikle eda edilecek ve nasıl iki büklüm olunacak rükü nasıl yapılacak kadede nasıl büklüm büklüm olunacak gecelerde nasıl feryat edilecek Allah Resülü bütün bunları evinde yapmış sonra da arkadaşlarıyla sohbetlerinde: İnsanlar şöyle yapmalıdırlar Çocuklarına şu şekilde sahip çıkmalıdırlar Hak ve hakikate şu denli tercüman olmalıdırlar demiş ve dedikleri de hem kendi hanesinde hem de dışarıda hemen hüsnü kabul görmüş ve inanan insanların sinelerinde makes bulmuştur Her şeyden evvel O eşi ve menendi olmayan bir baba ve dedeydi Hayat adına bize çok

basit gibi görünen bu husus esasen her insan için aşılması gereken en zor engel ve engebelerden biridir ve Allah Resülü bu engeli en kolay şekilde aşmış en birinci baba ve dededir Hem O öyle evlat ve torunlar yetiştirmiştir ki onların sulbünden gelen ne kadar altın halkalık insan varsa hepsi de insanlığın ufkunda adeta asırlara saçılmış güneşler aylar ve yıldızlar gibidirler Bu husus sadece Allah Resülü‘ne mahsus bir mazhariyettir ki Cenabı Hak Onu bu mazhariyette de tek ve yekta kılmıştır İçlerinde tek bir mürted barındırmayan veya başka bir ifadeyle içlerinden tek bir mürtedin çıkmadığı tek nesil hem de milyonlara varan sayılarıyla Allah Resülü‘nün neslidir Nice Hak dostları vardır ki kendileri çok büyük olmalarına rağmen evlerinde yetiştirdikleri evlatları itibarıyla fevkalade fakirdiler Onların evlatları veya evlatlarının evlatları azıp sapmış ve şeytanın ağına takılmışlardır Günümüzde dahi bunun yüzlerce misalini gösterip anlatmak mümkündür Ancak Allah Resülü‘nün evlat ve torunlarıdır ki hiçbirisi yetiştikleri haneye o hanenin mana köklerine ihanet etmemişlerdir Değil ihanet etmek her fırsatta bu cibilli alakayı göstermiş ve vefa misali olmuşlardır Evet işte bu da yine Allah Resülü‘nün risaletinin bir delilidir ki insan ne kadar dahi de olsa bu ölçüde bir terbiyeci olması katiyen mümkün değildir Efendimizin İnsanları Eğitmesi ve Umumi Manada Terbiyeciliği Efendimizin umumi manada terbiyeciliğine geçmeden evvel mevzua ışık tutacak şu ayeti kısaca tahlil etmeye çalışalım Zira Allah Resülü‘nün içinde bulunduğu şartları ve hangi seviyedeki insanları alıp terbiye potasında erittiğini bilmeden Onun terbiye edicilikte ulaştığı zirveyi tam olarak anlamak mümkün değildir: (O Allah) ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan onları arıtan onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir Oysa onlar önceden açık bir sapıklık içinde idiler Ayette geçen bazı kelimeler çok dikkat çekicidir: Ayete bir gaib zamiriyle başlanıyor Çünkü o günün insanları Allahı bilmiyor ve tanımıyorlardı Allah onlara karşı gaybubet içindeydi Onlar cahil bedevi ve vahşiydiler Onların sinelerinde Allah (celle celaluhu) O olarak dahi mütecelli değildi Onlar Onu üçüncü bir şahıs (O) ve üçüncü bir zat olarak bile bilmiyorlardı Evvela onların gaybubetlerine yani mahiyetlerinin zulmaniliğiyle Allahtan fersah fersah uzak bulunduklarına muhatap ve mütekellim de olamadıklarına dikkat çekiyor Sonra Ümmiler diyor Onlar ümmidirler: Kitap nedir ilim nedir bilmezler Allahı tanımazlar ve peygamberden de habersizdirler Ümmi bir cemaat öyle çetin bir cemaattir ki hiçbir hayır beklenmeyen o çetin cemaate o en müthiş iradeliyi en büyük ruhluyu en muhteşem kalbliyi göndererek hiçbir zati değerleri olmayan o cemadat gibi yığınlardan insanlığı idare edecek dahiler çıkarmıştır İkinci olarak Allah (celle celaluhu) kitaba kaleme kıraate her şeyden daha fazla önem verdiği halde onlar Allahın ehemmiyet verdiği şeylerden çok uzak bulunmaktadırlar Onlardan bir elçi yani onların içinden çıkmıştır Allah Resülü‘nün onlardan olması sadece kitaba ve kıraate açık olmaması itibarıyladır Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) cahiliye insanından değildi Ama kitabet ve kıraate kapalı bulunması bakımından da onlardan biriydi Böyle de olmalıydı; zira Onun muallimi Allah (celle celaluhu) olacaktı Onu rahlei tedrisi önüne alacak O hiçbir şey bilmeyen ve talimterbiye görmemiş nebisini onlardan ayıracak yetiştirecek ve ümmi ümeme muallim yapacaktı O onlara ayatı beyyinatı ceste ceste okuyup şerh ediyor ve onları terbiye ederek ruhanileştiriyor ve insani kemalata tevcih ile insan yapmak istiyordu evet bir taraftan kitabı talim diğer taraftan da terbiye ile onları hep arşı kemalatı insaniyete yönlendiriyordu

Onlar her ne kadar Allah Resülü gelmeden evvel dalalet cehalet ve sapıklık içinde yüzseler de Allah (celle celaluhu) onları tezkiye ve terbiye edecek ve onları yetiştirecekti ve yetiştiriyordu da evet bütün bunları ümmi bir nebinin eliyle yapıyordu Kitabın taliminden maksat Kurandır Bu kitap dün bir cemaati kucaklayıp insanlığı yükselttiği gibi gelecekte geleceğin aydınlık nesillerini alayı illiyyini kemalata ulaştıracaktır Günümüzde orijinal zannedilen bütün düşünceler yalancı mumlar gibi bir bir sönüp gidecek ve güneşlerin kol gezdiği iklimlerde bütün güneşlere: Gurub etmeyin ben varım demeye namzet tek kitap o olacaktır Afakı alemde sadece onun bayrağı dalgalanacak ve bütün nesiller boyunlarındaki esaret zincirlerini kırarak ona koşacaklardır Koşma emareleri belirdi bile İşte Rus İmparatorluğu işte Çin On sene evvel buralarda olanları duysaydınız hayal zannederdiniz Bakın şimdi korkunç istibdatlar nasıl yıkılıyor İmparatorluklar nasıl peşi peşine devriliyor ve her şeye rağmen Kuran nasıl tıpkı küllerin altındaki bir kor gibi ortaya çıkıyor Ve koskocaman bir tevhid dünyası yeniden diriliyor Bunca istibdat zulüm tegallüp ve tasalluta rağmen İslami ruh bütün tazeliğiyle dünyanın dört bir yanında kendini hissettiriyor ve gönüllerde alaka uyarıyor Evet diğer bir manası da bu kitabın aydınlık ikliminde peygamber onların nefislerini maaliyata yöneltsin; insanları insanlığa yükseltsin insanı insani terbiye ile insanı kamil olma yollarına tevcih etsin ve kendisinin bizzat yükselip yaptığı miracı onlara da ruhen yapabilme yollarını gösterip herkese kalb ve ruhunun derinliklerine miraç yaptırtsın diye Allah (celle celaluhu) şanı yüce Nebisine Kitabı talim etmiştir Velev ki Onun ümmeti daha önce sapıklık içinde yüzen insanlar olsa bile Allah diledikten sonra kömürü elmas; taşıtoprağı altın yapabilir yapmış ve bu kömür ruhlu insanları pırıl pırıl birer elmas haline getirmiştir Evet ondan meydana gelen o Ak Çağın Altın Nesli bugün bütün parlaklığıyla hala gözleri kamaştırmaktadır Evet bu icraatı yapan Allahtır; bunu sarraf ve cevherci olan Hz Muhammedin eliyle yapmıştır Bu itibarla denebilir ki beşeri insanlığa ve insani kemalata yükselten insani kemalatın zirvesini tutmuş olan Hz Muhammed Mustafadır (sallallahu aleyhi ve sellem) Ondan sonra insanlık vilayet kanatlarıyla tasfiye kanatlarıyla tezkiye kanatlarıyla birr u takva kanatlarıyla ve Allaha en yakınlık manasına kurbet kanatlarıyla yükseldikleri her yerde Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) bayrağının dalgalandığını görmüşlerdir Adımlarını nereye attılarsa daha önce Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) oradan daha evvel gelip geçmiş olduğunu görmüş ve Barekallahlarla Ona temenna durmuşlardır Bundan sonra da duracaklardır Allah Resülü‘nün terbiyesini sadece nefislerin tezkiyesi şeklinde anlamak yanlıştır O alemşümul bir terbiye sistemi ile gelmiş ve bütün kalbleri bütün ruhları bütün akılları bütün nefisleri gayei hayallerine yükseltecek bir mesaj sunmuştur Evet Kuranın alemşümul hakikatleri de işte bunu ifade etmektedir O insanların akıllarına sahip çıkacak aklı kamçılayacak ve onu akıl adına vahiy buudlu akılla en son noktaya vardıracak sonra ruhları yakalayacak ve onların terbiyesini kendine meslek edinenlerin çok önünde onları maaliyata tevcih edecek ve kalbi müştak olduğu alemlerde o alemlerin yemyeşil Cennet gibi yamaçlarında gezdirecek keza insan hissiyat ve letaifini ele alacak onları üveyikler gibi kanatlandıracak hayalin topalladığı yerlerde onları his ve letaifleriyle dolaştıracak ve ruhen kalben hissen yükselttiği talebelerine aynı zamanda iktisadi içtimai idari askeri siyasi ve ilmi bütün müesseselerin kapılarını ardına kadar açacak ve bu dünyaya davet ettiği talebelerini en mükemmel idareciler en seçkin iktisatçılar en başarılı siyasetçiler ve en ekmel askeri dahiler olarak yetiştirecek mesajlarla gelmiştir Evet Allah Resülü alemşümul bir dava ile geldi ve adeta bir yönüyle iktisat bir yönüyle maliye bir yönüyle idare bir yönüyle talim ve terbiye bir yönüyle adliye bir yönüyle de devletler milletler hukuku dersi verdi Hasılı O getirdiği mesajla mikro planda bugünkü gelişmişliği bütünüyle kucaklıyordu

Evet bugün Onun esas olarak ele aldığı ve insanlığa sunduğu şu geniş terbiye anlayışının bir yanında hafif bir eksiklik olsaydı Onun geliş gayesi tam manasıyla tahakkuk etmeyecekti Oysaki O size mealen şöyle diyor: Şimdiye kadar gelen bütün peygamberlerin her birisi bu muhteşem binanın bir tarafını yaptı Ama onun bir yanında ikmal edilmesi gerekli olan bir gedik vardı Her gelip uğrayan ‘Acaba bu bina ne zaman tamamlanacak diyordu Buyururlar ki: ‘İşte onu tamamlayan benim Artık benimle o binanın eksik yanı kalmamıştır Kuranı Kerim bu mevzuda Efendimizi teyit sadedinde: Bugün size dininizi tamamladım der Yani şimdiye kadar gelen bütün enbiya evliya asfiya Bu bina ne zaman tamamlanacak diyorlardı İşte seni tamamlayıcı olarak gönderdim ve seni mükemmil kıldım o binayı sen ikmal edeceksin Ben bu dinden hoşnut olduğum gibi onu herkesin de hoşnut olacağı esaslarla bezedim Evet Allah Resülü eksikleri tamamlamak için gelmişti Ondan sonra Onun sunduğu mesaj ve getirdiği esaslarda eksik arayanlar kendi kafalarındaki eksiklikleri ve kendi ruhlarındaki boşlukları arasalar daha iyi yaparlar O bir tamamlayıcı kemale erdirici ve ıslahatçıydı Bütün eğri büğrü şeyleri ıslah eksik kalmış şeyleri itmam ve o güne kadar tamamlanamamış şeyleri de ikmal edecekti ve etti de Bir terbiyecinin büyüklüğünü şu hususlarda görürüz: 1 Ruh Nefis ve Aklı Yüceltmesi İnsanların ruh nefis ve akıllarını ruh nefis ve akıl adına yükselebilecek en son noktaya ulaştırması ki; Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) tarihin şehadetiyle kendi talebelerine ve müntesiplerine Allahın inayetiylebunu yapmıştır Evet onları aklın ruhun ve nefsin ulaşabileceği en son noktaya kadar götürmüş ve orada gezdirmiştir Kuranı Kerimde nefsi emmareden bahsedilir O nefis ki insanı boynuna vurduğu gemle istediği yerde dolaştırır ve sürekli baskı altında tutar tutar da o duygu ve düşüncesiyle bir ruh insanı olabilecekken bir beden ve cisim insanı haline gelir Seyyidina Hz Yusuf (aleyhisselam) işte bu nefsi emmarenin şerrinden Allaha sığınmış ve Mutlaka nefis şiddetle fenalığı emreder Allah kime merhamet ederse ancak o kurtulur demişti Nefis zatında emmaredir Ancak onun Lut Gölü kadar çukur olan bu durumdan kurtulup merhale merhale zirvelere doğru yükselmesi de mümkündür İşte Kuran nefsi bu durumlarıyla ele alır ve şöyle der: * Ey mutmainne olmuş nefis Sen Rabbinden O da senden razı olarak dön Rabbine Ayrıca nefsin emmare olmaktan çıkıp kendini sorgulayan bir nefis haline gelmesine de Kuran işaret eder Hatta bu durumu bir derece kabul ettiği için nefsi levvameye yemin de eder: Kendini kınayan nefse yemin ederim Bir de nefsi safiye vardır O mukarrabine has bir sıfattır ve bu sıfat erbabı o kadar saf ve berraktırlar ki onlara bakan adeta Allahı görür ve Allahı müşahede eder Hz Muhammed Mustafanın nefsi işte böyle bir nefistir Ve O müstaid birçok kabiliyeti de kendi dereceleri çerçevesinde ve istidatlarının müsaadesi ölçüsünde nefsi safiye haline getirmiştir Evet Allah Resülü nefsi terbiye ve tezkiye etmek suretiyle ona ulaşabileceği en yüksek hedefleri gösterdi ve Rabbinin inayetiyle deoraya yükseltti Bu Onun terbiyecilikte dahi eşi menendi olmadığını gösterir Akla ve nefse varabilecekleri en son noktayı gösterme mevzuunda Hz Muhammed Aleyhisselamın güzide asrına baktığımız zaman görürüz ki o Zat getirdiği mesaj itibarıyla terbiye adına da hiçbir boşluk bırakmamış 2 Davasının Cihanşümul Olması Terbiyecinin mükemmeliyeti onun davasının genişliği ve müntesiplerinin kemmi ve keyfi

buudlarıyla ölçülür Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) daha hayatta iken Onun yetiştirdiği mübarek muallim ve mürşitler Merakeş‘ten ta Öküz Nehrine kadar çok geniş bir sahada hakkı neşretmeye namzet bulunuyorlardı Düşünün ki o gün bu geniş sahada biricik mübelliğ muallim mürebbi Hz Muhammed Mustafaydı (sallallahu aleyhi ve sellem) Bu birbirinden farklı ve Babil Kulesi gibi muhtelif kavimlerden meydana gelmiş cemaatler Onun getirdiği ilahi sistem ile bütün dertlerine derman buluyor ve İranlıTuranlı ÇinliMaçinli gibi ayrı ayrı mizaçta ayrı ayrı meşrepte ve ayrı ayrı kültürle yetişen insanlar Ona koşuyor ve Onu bütün getirdikleriyle tereddüt etmeden kabulleniyorlardı Demek Onun getirdiği terbiye esasları bütün beşerin dertlerine derman olabilecek mahiyette ve evrenseldi Öyleyse Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmiş geçmiş terbiyecilerin en müessiri ve müessiriyeti de en geçerli olanıydı Ayrıca biz her terbiyecinin büyüklüğünü getirdiği terbiye esaslarının kalıcılığında ararız Şimdi bakın aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) terbiyesi ile terbiye olanlar hala pek çoğu itibarıyla melekleri gıpta ettirecek seviyededir ve Onun koyduğu terbiye esasları bugün dahi öyle bir nesil yetiştirmeye yeterlidir Şimdi bir kere düşünelim: Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) o alabildiğine vahşi bedevi vahşetleri de canavarların vahşetini unutturacak kadar ileride olan bir cemaat içinde zuhur ediyor Bu en vahşi en bedevi en korkunç ve en canavar cemaatten asırlar ve asırlar boyu insanlığı idare edebilecek melekmisal insanlar yetiştiriyor Demek ki Onun sunduğu mesaj bir hamlede bir nefhada insanlığı kurtarmaya yetecek bir mesajdı Ben şahsen batılı tasvir etmek istemem Ancak Allah Resülü‘nün zuhur ettiği devrede cemiyetin ahlaken sukutunu gösteren birkaç kesit sunmadan geçemeyeceğim: O öyle bir cemaat içinde zuhur etmişti ki vahşet onların tabiatlarıyla bütünleşmiş ve iç içeydi: İçki içer kumar oynar açıktan açığa zina eder ve bunların hiçbirini de ayıp saymazlardı Fuhuş adeta resmi hale gelmişti Bu iş için hususi evler vardı ve bu evlerin kapısında bayrak dalgalanırdı Rezalet insanı insanlığından utandıracak seviyedeydi Ve yazmaktan hicap duyduğum daha neler neler Ayrıca bu insanlar bir bardak suda kızıl kıyamet koparacak karakterdeydiler Bunları birbirine ısındırmak imtizaç ettirmek bir araya getirmek adeta imkansızdı Akifin ifadesiyle: Dişşiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi Tefrika derdi ise bütün Arap Yarımadası‘nı sarmış onulmaz gibi görünen bir hastalıktı Evet aklınıza kötülük adına ne gelirse hepsi orada vardı Ve bunların Hz Muhammed Mustafayı (sallallahu aleyhi ve sellem) dinlemeleri katiyen mümkün görünmüyordu Ama O onların o fena huy ve fena hasletlerini birer birer söktü aldı ve adeta Kafdağı‘nın arkasına attı Sonra da onları en ali ahlak ve en muhteşem meziyetlerle öyle bir donattı ki en kısa zamanda bütün medeni dünyanın önüne geçti hatta onun muallimliğini derpiş ettiler Evet O vahşi ve bedevi bir cemaatten asrımızda dahi topuklarına ulaşılamayan medeni bir millet inşa etti Onun için çok haklı olarak Moliere mealen şöyle der: Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) cemaati kadar ıslah edilme adına müsait olmayan ikinci bir cemaat göstermek mümkün değildir ve yine mümkün olmayan bir başka mesele de; yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda bu cemaati ıslah edip insan haline getirmektir Bu da ancak Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) müyesser olmuştur Ve yine bir başka Batılı şöyle der: Beşer kendisi için mukadder yükselmenin yüzde 25ini var olduğu günden Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) devrine kadar katedebilmiştir Onun devrinde ise bu rakam birden dikey olarak yükselmiş ve yüzde 50 olmuştur O günden bugüne gösterilen bütün gayretler ise ancak bu seviyeyi yüzde 75lere ulaştırabilmiştir Bu samimi itirafa göre Hz Ademden Allah Resülü‘ne kadar gelen bütün peygamber ve filozofların bütün büyük devlet ve ilim adamlarının müşterek gayretlerinin semeresi Allah

Resülü‘nün 23 senelik devrede elde ettiği neticeye ya ulaşmış veya ulaşamamış Yani bunca teknik gelişmelere rağmen geçen 14 asırda insanlık ancak Onun elde ettiği yüzde 25lik neticeyi yakalayabilmiştir Kalan yüzde 25 ise eğer dünyanın ömrü varsa bundan sonra elde edilecektir İşte Hz Muhammed budur Ve işte Onun beşeriyete hizmeti bu denli sağlam ve salim vicdanlara açıktır Britanya Ansiklopedisi de bu mevzu ile alakalı şöyle diyor: Beşer tarihinde çok büyük ıslahatçılar gelmiştir Bunların arasında nebiler de vardır Ve bunlar bir kısım başarılar da ortaya koymuşlardır Ancak bunların hiçbirinde Hz Muhammedin sergilediği başarıyı görmemiz mümkün değildir Yine bunlar arasında insaflı bir araştırmacı sayılan Vehil de şöyle diyor: Her büyük insan arkada bir iz bırakmıştır Nebinin bir izi ıslahatçının bir izi müceddidin bir izi ve büyük devlet adamlarının da birer izi vardır Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir iz bırakmıştır Öyleki iz dendiği zaman akla gelecek sadece Odur Ve başkalarıyla kıyas edilemeyecek ölçüdedir Bu zat aynı zamanda ilim adına ödül almış bir insandır Dost itiraf eder düşman itiraf eder; bilmem ki bizdeki bir kısım nadanlar ne eder Allah (celle celaluhu) Kendini bize sıfatıyla anlatır Yani Allah O Allahtır ki camid ve cansız şeylerden hayattar şeyleri çıkarır (Taşa toprağa hayatiyet bahşeder ve adeta O kömürde elmas cilveleri gösterir) Allah (celle celaluhu) bu muhteşem bu müthiş ve bu baş döndürücü sıfatıyla sanki Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) teselli vermektedir O vahşi çölde o Ceziretü‘lArapta o bedevi insanlar içinde Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) adeta eline taşı toprağı kömürü bakırı almış ve onlardan som altın Ebü Bekirler Ömerler Osmanlar Aliler Halidler Ukbe b Nafiler Tarık b Ziyadlar çıkarmıştır (Allah ebedlere kadar hepsinden razı olsun) Efendimiz peygamberlikle o muhitte zuhur edeceği ve muasırları bu büyük ve muhteşem peygamberle tanışacağı ana kadar elbette onların da akli kalbi ruhi vicdani kuvveleri güç ve istidatları vardı Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) asla bu kuvveleri alıp güdükleştirmedi Belki onları işlettirdi ve o müthiş kuvvelerin yerine çok daha müthiş güçler ve kuvvetler ikame etti Bir büyük mütefekkirin dediği gibi buna en güzel misal: İslamdan evvel Ömer İslamdan sonra Ömer İslamdan evvel Ömer okkalı azametli olmaya açık ve büyüklük yolunda bir insandı Çocukluk döneminde şununlabununla yarışması takışması hatta develerin boynunu büküp altına alması onda ne türlü nüvelerin bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir İslamdan sonraki Ömer ise karıncaya basmayan çekirgeyi öldürmeyen ince ruhlu ve hassas bir insandır Şefkat ve hassasiyeti o kadar geniş ve şümullüdür ki: Fırattan geçerken bir koyun suya düşse ve boğulsa Allah onun hesabını Ömerden sorar der İşte Ömer (radıyallahu anh) ve onun gibiler Allah Resülü‘nden aldıkları terbiye ile bu seviyede beşerüstü insanlar haline gelmişlerdi Evet Allah Resülü vahşi bedevi ve adetlerinde mutaassıp o cemaatten ki bu adetler onların dem ve damarlarına karışmış durumdaydı böyle insanlar çıkarıyordu Şimdi küçük bir misalle mevzuu biraz daha açalım: Sigara gibi küçük bir adeti bütün devlet imkanlarıyla ortadan kaldırmaya çalışıyor fakat kaldıramıyoruz Bırakın kaldırmayı sigara tüketiminin şu hızlı artışını dahi normal bir seviyeye indiremiyoruz Bu sadece bizde değil bütün dünyada böyle Oysaki her gün sigara aleyhinde konuşmalar yapılıyor sempozyumlar tertip ediliyor konferanslar veriliyor İlim ve tıp dünyası ittifakla onun gırtlak yemek borusu ağız içi ve damak kanserlerine sebep olduğunu söylüyor ve istatistikler bu oranın yüzde 95e vardığını ifade ediyor ama bütün bu gayretler hemen hemen hiç kimseyi bu kötü alışkanlıktan vazgeçiremiyor Halbuki o devrin insanının sigara gibi binlerce adeti hem de dem ve damarlarına işlemişçesine onların tabiatlarıyla bütünleşmişken Allah Resülü bir hamlede bir nefhada bütün bu adetleri kökünden söküp atıverdi ve onların yerini de en güzel ahlak ve en güzel hasletlerle

donatıverdi Hem de gökteki meleklerin gıpta ile seyredeceği şekilde donatıverdi Öyleki onları görenler: Aman Allahım Bunlar melek değil ama; melekten de ileri varlıklar diyorlardı Bir de sırattan geçerken onların nuru Cehennemi söndürecek şekilde her yanı sarınca bütün melekler hayretten donup kalarak: Bu geçenler acaba nebi mi melek mi diyeceklerdir Halbuki onlar ne melektir ne de nebidir Sadece Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetidir Ve Onun terbiyesinde yetişmişlerdir Abdullah b Mesud (radıyallahu anh) Ukbe b Ebi Muaytın koyunlarını güden bir insandı Allah Resülü onu da tedris halkasına aldı ve bu koyun güden insandan öyle bir mürşid çıkardı ki denebilir ki Küfe Mektebi bu şanlı sahabinin eseridir Düşünün ki Alkameler Nehailer Hammadlar Sevriler Ebü Hanifeler hep bu mektebin talebeleridirler Her biri kendi sahasında zirve olan bu büyükler büyük ölçüde ilimlerini İbn Mesud kaynağından almışlardır İbn Mesud ise aslında bir deve çobanıydı (Ruhlarımız o deve çobanına feda olsun) Ve işte Allah Resülü bir deve çobanından böyle dahiler yetiştiriyordu Öteden beri Batı ilim alemini meşgul eden birkaç büyük İslam alimi vardır ki her biri koca koca mücelletlere mevzu olmuşlardır Bunlardan biri de hukuk sahasındaki şöhretiyle İmamı Azam Ebü Hanifedir Bir büyük idrake göre Solon ve Hammurabi ona ancak çırak olabilirler Ebü Hanife ise bu baş döndürücü büyüklüğü ile Allah Resülü‘nün talebelerinden deve çobanı İbn Mesudun talebesinin talebesinin talebesidir Estağfirullah Ebü Hanifeyi küçük gösteriyorum zannedilmesin Sözlerimiz Üstadlar Üstadı‘nın büyüklüğünü ifade sadedinde sadır olmuşturEvet Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) terbiye ve yetiştirmesi sayesindedir ki hiçbir şey olmayan bu insanlardan her şey olan insanlar zuhur etmiştir Ölüden diri çıkarılmış ve kömürden elmas elde edilmiştir Yine o terbiye sayesindedir ki Berberi bir köle Herkül burcunu aşmış adını değiştirmiş ve deniz aşırı dünyalara o güne kadar duyup bilmedikleri şeyler anlatmış ve onların idraklerini aşan harikulade şeyler sergilemiştir Batı Müslümanlarla tanışacağı ana kadar hayatı istihkar şehadet arzusu ölüm iştiyakı gibi şeyleri bilmezdi Onun için de o gün Tarıkın Endülüse geçişini geçtikten sonra gemilerini yaktırışını 5 bin kişilik bir keşif birliğiyle 90 bin kişilik İspanya ordusuyla yakapaça olmasını ve en karamsar durumlarda dahi fütursuzluğunu anlayamamış ve şaşkına dönmüşlerdi İsterseniz siz dönmeyin O kendinden 20 kat daha fazla düşman karşısında askerlerini toplamış ve onlara şöyle seslenmişti: Askerlerim Önünüzde derya gibi bir düşman arkanızda düşman gibi bir derya var Ya kaçacak arkadan vurulacak ve zelilane öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allaha kavuşacaksınız Tarihçi bize diyor ki: Birkaç saat gibi kısa bir zaman içinde Tarık ve ordusu düşman yığınlarının altından vurup üstünden çıkmıştı Ve Tarık Toleytolada kralın hazinelerinin bulunduğu saraydaydı Şimdi şu dünkü kölenin bugünkü haline bakın Bakın da İslamın ruhlara üflediği mananın derinliğini görmeye çalışın Kralın hazinelerinin üstüne ayağını koymuş ve kendi kendine şöyle diyor: Tarık Dün boynu tasmalı bir köle idin; Allah seni hürriyete kavuşturdu Sonra bir kumandan oldun Bugün Endülüsü fethetmiş ve kralın sarayında bulunuyorsun Unutma Yarın da Allahın huzurunda olacaksın Aman Allahım Bu ne müthiş bu ne derin bir anlayıştır Aslında ayak takımından böyle zirveye ulaşanlarda aşağılık duygusu olur çalım satar böbürlenir durmadan kendini insanlara anlatmak ister (Sık sık millete musallat olanlarda bunu hem de bütün utandırıcılığıyla görüyoruz) Bu nasıl bir terbiyedir ki hissetle malemal olması beklenen bir köle fevkalade izzetli onurlu ve bir muhasebe murakabe insanı olabiliyor Ve yine Onun terbiyesi altında yetişenlerden Ukbe b Nafi bir baştan bir başa Afrikayı

fethedip Atlas Okyanusuna dayanınca atı dizlerine kadar deniz içinde yüzü semalarda ve duygularıyla ötelerin ötesinde Cenabı Hakka karşı hislerini şöyle dile getiriyor: Allahım şu zulmet denizi karşıma çıkmasaydı Senin aydınlık kaynağı ismini afakı alemde gezdirecek ve denizler ötesi öbür dünyalara da götürecektim Abdülhak Hamid bu sözü alır der ki: Bilmiyorum Ukbe b Nafinin bu sözü mü yoksa semalarda duyulan ruhanilerin sesi mi daha yüksekti Benim tevilim içinde melekler de böyle bir arzuya dilbeste idi ve bunun için kıvranıp duruyorlardı Ama Ukbe bir başka Ukbe idi ve Ukbe Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) rahlei tedrisinde ders görmüş Onun terbiye ettiklerinden bir çıraktı O insanları akli kalbi ruhi vicdani bütün kuvveler ile ele almış bu duygulardan hiçbirini güdükleştirmemiş aksine onları kamçılamış ve en kötü tiynetli en kötü tabiatlı insanlardan en muhteşem tabiata sahip insanlar çıkarmıştı Yönlendirdiği bunca istidat ve kabiliyetlerde bu kadar isabet kaydetmesi de ancak Onun peygamberliğiyle izah edilebilirdi; zira Onun icraatında hiçbir falso görülmemiştir Efendimizin İnsan ve Toplum Fıtratıyla Çatışmayan Alemşümul Terbiye Sistemi

1 Aksiyon ve Amel Dikkat ve teemmül isteyen bir beyanlarında amel ve aksiyon adına Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: Allah elinden iş gelen sanatkar mü‘min kulu sever Evet böyledir zira başka türlü demesi mümkün değildir Çünkü Allah Kuranı Kerimde şöyle buyurur: De ki: İstediğinizi işleyin; Allah peygamber ve mü‘minler işlediklerinizi görecektir Yani bir kısım kriterlerle kıstaslarla işlediğiniz şeyler değerlendirmeye tabi tutulacaktır Mahşerde yapılan bütün işler sergilenecek ve herkes gelip buna bir iş denir mi denmez mi diye teftiş mahiyetinde bakacaktır İşte insanlar bu mülahaza ile amel etmeli Bir hadisi şerifte de şöyle buyrulur: İş yaptığınız zaman Allah o işte itkan etmenizi yani sağlam arızasız ve kusursuz yapmanızı sever Söz konusu ettiğimiz ayet ilme teşvik prensipleri adına üzerinde durulması gereken mucizelerdendir ve bence her kitaba sermeşk edilecek bedahettedir Bu bedahetin bir buuduna; Allah Resülü‘nden gelen ses: Allah sanatkar mü‘min kulu sever şeklindedir Diğer bir zayıf hadis ki vecizesidir evet çoğumuzun çerçeveletip ev ve dükkanlarımıza astığımız bu zayıf hadis: Çalışıp kazanan Allahın sevgilisidir manasına gelmektedir Evet Allah şeriatı fıtriyeye uygun ve meşru dairede çalışan didinen yorulan ve kazananları sever İsterseniz meseleyi bir de Asr süresinin gölgesinde ele alabiliriz Akif bu sürenin muhtevasını şöyle mısralaştırır: Hani ashabı kiram Ayrılalım derlerken Mutlaka sürei velasrı okurmuş bu neden Çünkü meknün o büyük sürede esrarı felah Başta imanı hakiki geliyor sonra salah Sonra hak sonra sebat; işte kuzum insanlık Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık İman ameli salih hakka bağlılık hakkı tavsiye sabır sabra bağlılık sabrı tavsiye bunların hepsi birer amel ve aksiyondur bunları yapan da Allahın sevdiği insandır Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyasında ve Onun amel ve aksiyon anlayışı içinde çalışma amellerin en faziletlisi ve Allah sevgisine en çabuk ulaştıranıdır O asla Rahipler gibi kiliselere kapanın evlenmeyi terk edin yemeyi içmeyi bırakın dünyayı boş verin ta Allaha vasıl olasınız dememiştir İnsandaki şehevi gücü almış ve onu makbule meşrua tevcih etmiş ve şöyle buyurmuştur: Birbirinizi sevebileceğiniz doğurgan kadınlarla evlenin Başka bir hadislerinde de şunu ihtar etmiştir: Evlenin çoğalın kıyamet gününde ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim Yani siz ne kadar çok olursanız beni o kadar memnun edersiniz Dönüp arkama baktığımda arkamda rükü edenleri secdede kıvrananları Allahü Ekber Allahü Ekber sesleriyle coşup kendinden geçenleri görmek beni mesrur ve müferrah eder Allah Resülü insanlardaki evlenme ve karşı cinse alaka duyma duygusunu güdükleştirmemiş saptırmamış hapsetmemiş dolayısıyla da depresyonlara sebebiyet verecek yollara girmemiştir O bu hissi müsbete meşrua kanalize etmiş ve bu noktada dahi ümmeti Muhammedi Allahın rızasına ve hoşnutluğuna ulaştıracak yollar vazetmiştir Onun terbiyesi; fıtratı tabiatı yönlendirme ve ona yaratılış gayesine uygun hedefler bulma istikametinde olmuştur

2 Ticaret Ziraat ve Cihad İşleri dengeleme mevzuunda da Onun eşi menendi yoktur Bir hadisi şeriflerinde O şöyle buyurur: Siz kendinizi ine alışverişine saldığınız; sığırlarınızın ardına takılıp gittiğiniz (yani sadece hayvancılıkla uğraştığınız); sadece ziraatle iktifa ettiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah sizin başınıza öyle bir mezellet indirir ki tekrar dininize dönmedikçe de bu mezelletten kurtulamazsınız İne alışverişi: Bir şahsın diğer bir şahıstan peşin olarak bir şey satın alıp sonra da aynı adama onu daha pahalı bir fiyata veresiye satması şeklinde tarif edilmiştir ki birçok tarifinden sadece bunu vermek yeterli olur zannederim Bu ister kapalı bir faiz sayılsın ister başka bir spekülasyon Sahibi Şeriata göre mahzurlu Zannediyorum bu hadisin bize anlattığı işaret ettiği hususları ancak sanayi inkılabı ve sanayi hareketlerinden sonra anlayabildik onu da doğru anlayabildi isek cihadı zaten unutmuştuk; sanayi derken ziraat ve hayvancılığı da ihmal ettik ve kendimizi bir başka dengesizliğin berzahında bulduk Oysaki yapılacak şeyi hem de 14 asır evvel Allah Resülü haber veriyordu Ve O her meselede olduğu gibi bu meselede de fevkalade dengeliydi Elbette ki ziraat ve hayvancılık olacaktır Nitekim bu tür çalışmaları teşvik eden hadisi şerifler de vardır Ancak bütün himmeti bunlara hasretmek işte doğru olmayan budur Şehir hayatına karışmadan bir dağa çekilip kendi füyüzat hisleriyle baş başa kalmayı arzulayan insandan tutun da teşebbüs gücünden mahrum ziraatçi ve hayvancıya kadar şümulü olan bu ifade bize mühim bir iktisat ve ekonomi dersi vermektedir Ayrıca devletler muvazenesinde yerinizi almak için gerekli caydırıcı gücü elde tutmadığınız cihadı terk ettiğiniz veya cihadı terk edip de devletler muvazenesindeki yerinizi kaybettiğiniz zaman Allah size altından kalkamayacağınız bir mezellet musallat edeceğini tegallüpler esaretler tahakkümler altında kalıp ezileceğinizi de hatırlatmaktadır ki bu durum yeniden dine dönüp İslamı hayata hayat kılacağınız ana kadar da devam edecektir Verdiğimiz misal anlatma darlığı da mahfuzderyadan bir katredir ve Allah Resülü‘nün bu hususta daha nice sözleri var Ne var ki biz bu biricik misalle iktifa edeceğiz Allah Resülü nasıl ki istidat ve kabiliyetleri tahdit edip sınır altına almamış öyle de bedeni güç ve kuvvetleri dahi hakir görmemiştir Görmemiş ve aksine şöyle buyurmuştur: Kuvvetli bir mü‘min (beden sıhhatine sahip olan bir mü‘min) Allah indinde zayıf mü‘minden daha hayırlı ve sevimlidir Allah indinde sevimli olmak isteyenler kalb sıhhatiyle beraber beden sıhhatine cisim sıhhatiyle beraber ruh sıhhatine de sahip olmalıdırlar Görülüyor ki Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): Zayıflayacaksınız perhize gireceksiniz bedeni güç ve kuvvetinizi kıracaksınız ki Allah indinde makbul olasınız demiyor Belki ruhbanlığa keşişliğe ve papazlığa karşı realiteyi fıtri ve tabii olmayı öne çıkarıyor ve meselelere tabiatı içinde bir mecra araştırıyor; ve bizi o istikamete kanalize ediyor 3 İlim Üzerine Bir Mülahaza İlim ve fikir hayatı adına Allah Resülü‘nün getirdikleri ve ilim dünyasına kazandırdıkları da yine Onun alemşümul mesajının bir tezahürüdür Kuran ilme ehemmiyet verir ve bütün insanları açıkça ona teşvik eder: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu der ve bilenleri daima bilmeyenlerden bildikleri ölçüde üstün tutar

Başka bir ayette: denilir ve Allahtan hakkıyla korkanların Allahın alim kulları olduğu hatırlatılır Ebü Hanifeye isnat edilen şaz bir kıraatte Allah lafzı merfu okunur ve mana şöyle olur: Allah (celle celaluhu) sadece alim kullarına karşı saygı duyar Elbette ki bu saygı münezzeh ve Zatı Uluhiyete yakışır keyfiyetiyle düşünülmelidir Kıraat şazdır Fakat manaya bir buud kazandırması bakımından üzerinde durulmaya değer Fahreddin Razi ilimle alakalı bir bahsi tahlil ederken bu hususla alakalı güzel bir nükte yakalar: Maliki mezhebinin dışında kalan her üç mezhep köpeği ‘necisü‘layn kabul eder Yani köpek bütünüyle necistir pistir Dolayısıyla evlerde bulundurulması doğru değildir Ancak köpek kelbi muallemolursa yani kendisine av avlama öğretilmiş ve koyunları bekleme talim edilmişse o zaman durum değişir Onun ağzına alıp getirdiği av yenir Sürtünüp dolaştığı yerler pak kabul edilir ve onun evde bulunması da mahzurlu olmaz İmam Fahreddin Razi burada bir lahza durur ve şöyle der: Bir kelb bile ilimden sadece av avlama işini öğrenir ve öğrenmekle de necisü‘layn olmaktan çıkarsa hatta insanlar içinde adeta aile fertlerinden bir fert haline gelirse ilim öğrenen insanın nasıl zirvelere ulaşacağını varın siz kıyas edin İşte şeriatın anlayışı işte dini mübinin mesajı ve işte Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) ile gelen şeyler Allahı bilmeyenler cahillerdir Allahı bilen ve Allaha inkıyat eden herkes alimdir Şeriatın ve dinin ifadesine göre Allah tanımaz peygamber bilmezlere alim denemez Allahı tanıyan ve peygamberi bilenler ise az da bilseler bir manada alim sayılırlar ve Allah; peygamberini haşri neşri kitapları öldükten sonra dirilmeyi Cenneti ve Cehennemi bilenlere karşı saygı ne manaya geliyorsa ve saygıyla ne yapılacaksa işte onu yapacaktır kelimesinin lazımı murad kabul edilecek olursa böyle bir tefsir yapmamızda mahzur olmasa gerek Fikir adına sadece mübarek sözünü söylemekle iktifa edeceğim Bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha hayırlıdır Batı bunu ne gördü ne buldu ne de henüz bu noktaya ulaşabildi bir saat sistemli düşüneceksiniz bir şeyler bulup insanlığın yararına sunacaksınız veya kalbi ve ruhi hayatınız adına ukba ve ebedi saadet hesabına müspet mahzursuz meşru bir iklimde düşünceye dalacak sonra da düşünce muhassalanızı dünya ve ukba buudlarıyla değerlendireceksiniz evet işte bunları yapabildiğiniz takdirde bir sene ibadet sevabı kazanacaksınız Yıllar var ki biz düşünmeye yabancılaştık ve bu derin ve buudlu ibadetten uzaklaştık veya uzaklaştırıldık Bu uzaklaşmada kabahat İslama ait değil Müslümanlara aittir Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) düşünce kapılarını pencerelerini sonuna kadar açık bırakmış ve Oraya emniyet içinde girin buyurmuştu Biz ilme ve düşünceye yabancılaşınca sığlaştık basitleştik Ve Batılılar karşısında muvazenedeki yerimizi koruyamadık; dolayısıyla da söz onlara geçti Tabii biz de onları dinler duruma düştük Ama inanıyorum ki temelinde mana kökünde asalet ve rasanet olan bu millet bir gün yine serpilip gelişecek devletler arasındaki muvazenede yerini alacaktır Evet Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir ahlak bir terbiye mesajıyla gelmişti Ama O bu işi insanlardaki istidatları kabiliyetleri güdükleştirmeden saptırmadan onları olduğu gibi ele alarak yapmıştı Bu da o günkü insanlara müthiş cazip gelmiş ve onlara hareket kazandırmıştı Çünkü Onun terbiye sisteminde insan fıtratıyla çatışma zıtlaşma yoktu Onun her mesajı itici bir fonksiyon eda etmekteydi Hem de O icraatını öyle bir cemaat içinde gerçekleştiriyordu ki o cemaat ne ahlak ne de terbiye adına hiçbir şey bilmiyordu Onun Terbiye Sisteminden Örnekler 1 Mescitte Bevleden Şahsa Karşı Tutumu Buhari Müslim şu vakayı naklediyorlar: Bir gün Allah Resülü mescitte oturuyorlardı Bir

bedevi içeriye girdi; ihtimal Efendimize bir şeyler sorup öğrenecekti Fakat bu adam gitti ve mescidin bir tarafına idrar etmeye durdu Oradakiler diye müdahale etmek istediler (Arapçada bu ‘Dur yapma demektir) Allah Resülü Adamı bırakın ve idrarını kestirmeyin buyurdu O bir bedevi idi Kalkıp onu dövebilirlerdi Ne var ki bedeviye karşı böyle bir muamele de bedevice olurdu Allah Resülü‘nün ashabı bedevi değildi Sonra buyurdular ki: Gidin bir kova su getirip idrarın üzerine dökünüz; su o pisliği alır götürür orası da temizlenir Evet bidayette büyük çoğunluğu itibarıyla caminin içine bevledecek kadar bedevi ve vahşi bu insanlardan o ideal cemaati çıkarmıştı Kim bilir belki de o bedevi Tarık b Ziyad Şurahbil b Hasene veya Ukbenin babasıydı 2 Kadına Verdiği Değer Cahiliye dönemi arkada bırakılmış ve o döneme ait her şey artık ya acı bir teessür ve bir hasretle ya da müstehzi bir edayla anlatılıyordu Evet o dönem anlatılırken ya dudaklar geriye gidiyor ifadeler tebessüme bürünüyor veya bir iç burkuntusuyla kekeleniyordu Bir gün yine badiyeden gelen bir bedevi mescitte Allah Resülü‘ne bazı şeyler anlatmıştı Ve anlattığı şeyler arasında bir de şu vardı: Ya Resülallah Ben de kız çocuklarımı kendi ellerimle gömmüştüm demiş ve devam etmişti: Bunlardan birinde kızımın elinden tuttum götürdüm; ki kızım tam da gelişip çarpıcı bir hal aldığı çağdaydı Çölde iyice uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım Sonra da bir yeri kazma ve kürekle kazmaya başladım Zavallı gafil çocuk hiçbir şeyden haberi yoktu Benimle beraber o da kendi çukurunu kazıyordu (Adam bunları anlatırken Allah Resülü bir bahar bulutu gibi dolmuş ve gözyaşları boşalmaya başlamıştı) Kazma işi bitince geriye çekildim Küçük yavru ne olacağından habersiz çukura bakıyordu Aniden sırtına bir tekme indirdim Başaşağı kuyuya giderken Babacığım babacığım diye feryat ediyordu Allah Resülü hıçkıra hıçkıra ağlayınca sahabei kiram adama Resülullahı ne diye müteessir ediyorsun diye itap etmeye başladılar Evet işte o zamanki insanların durumu buydu Kadının hakkı hayatı yoktu Ve Allah Resülü böyle bir cemaat içinde zuhur ediyor her şeyi kendi değerine irca ettiği gibi kadına da değerler üstü değer kazandırıyor Evet o gün kadın hor görülüyor irdeleniyor yedi kapı kovuluyor baba ona karşı yüzünü ekşitiyor ve yeni doğan kız çocukları babadan saklanıyordu Vakıa o gün istatistik bilinmiyordu ve öyle bir istatistik de yapılmamıştır Ama yaşayan kadınlar zannediyorum yüzde 50 babalarına gösterilmeden kaçırılan kadınlardı Belki sadece Hz Ebü Bekir gibi fıtraten selim olarak doğan ve temizliğe açık olan ruhlar çocuklarını öldürmemişlerdi Bunun dışında gençliğinde Müslümanlığı idrak edemeyen pek çok kimse mutlaka bir kız çocuğunun katili bulunuyordu İşte bu cemaat içinde Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) kızları en yüksek payeye ulaştırıyordu Bakın Nesai‘nin Aişe Validemizden naklettiği hadise: Huzuru risalet penahiye bir kız geldi: ‘Ya Resülallah dedi ‘Babam beni istemediğim halde amcamın oğluyla evlendirdi Allah Resülü derhal babasını çağırdı: ‘Kızını istemediği halde bir başkasıyla evlendirmeye zorlayamazsın dedi Adam: ‘Nasıl emrederseniz ya Resülallah diyerek yaptığından vazgeçti Zaten sahabinin başka türlü düşünmesi de mümkün değildi Adam belki de kızını vermekle yeğenini bir sıkıntıdan ve zor bir durumdan kurtarmak istiyordu ancak Allah Resülü‘nün emri her şeyden üstündü O Allah Resülü‘ne teslimiyet ifade eden sözlerini bitirince kız ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ya Resülallah benim esas maksadım babama muhalefet değildi Ancak İslamda bunun hükmü nedir baba kızını birine verme hususunda nereye kadar selahiyet sahibidir işte bunu öğrenmek istemiştim ve buraya da bu niyetle gelmiştim Dün kuyulara atılan horlanan hakir görülen toprağa gömülen kız kısa bir zaman sonra Peygamberin huzuruna çıkıyor ve rahatlıkla hakkını arayabiliyordu Acaba evleneceği kişi hakkında babası ona zor kullanabilir miydi İşte o bunu soruyordu Birkaç sene evvel böyle bir

hadise olacağı söylenseydi o günün insanları dinlediğine inanamaz ya da söyleyenin aklından zoru olduğunu kabul ederdi Ama işte bütün bunlar oluyordu 3 İstiğna İnsanı İmam Müslim ve Ebü Davüd Avf b Malikten naklediyorlar: Avf b Malik diyor ki: Bir gün Allah Resülü‘nün huzurunda bulunuyorduk ve hepimiz 89 kişi kadardık Bize: ‘Biat edin buyurdular Hepimiz hayret etmiştik Biz şimdiye kadar birçok defa biat etmiş değil miydik Ve sorduk: ‘Ey Allahın Resülü Hangi şey üzerine biat edelim Cevap verdiler: Allaha kulluk edip Ona hiçbir şeyi ortak koşmamak beş vakit namazı tastamam kılmak ve insanlardan hiçbir şey istememek üzere biat edin Bu son cümleyi söylerken sesini iyice düşürmüş ve sanki başkalarına duyurmamak için gayret gösteriyordu Belli ki başkasının duymasını istemiyordu İhtimal duyulsaydı bu sahabiler mahcup olabilirlerdi Allah Resülü olabildiğince hassas bir insandı Arkadaşlarına karşı hiçbir zaman perdeyi yırtmamıştı Ve seneler geçiyor; bu insanlardan birçoğu fakir düşüyor Fakir düşüyor ama istememe mevzuunda öyle ince eleyip sık dokuyorlardı ki atının üzerinde giderken kamçısı yere düşse oradan geçmekte olan birine Şu kamçıyı bana ver demeyi dahi teseül saydıklarından demiyorlardı Muhtemel böyle bir söz verdikten sonra bunlardan hiçbiri kimseden bir bardak su bile istememişlerdi İmam Buhari Sahihinde anlatıyor: Hakim b Hizam Allah Resülü‘ne geldi ve bir şey istedi Allah Resülü ona istediğini verdi Ancak Hakimin istemesi bitmedi Aynı anda birkaç kere daha isteğini tekrar etti ve Allah Resülü de o ne istediyse verdi Sonra da şöyle buyurdu: ‘Bu dünya tatlıdır şirindir güzeldir yemyeşildir Çoğunuz bu cezbeye kapılıp gidebilirsiniz Fakat istemeden size verilirse mübarek olur İstediğinizden dolayı verilirse size yük olur ve minnet altında kalırsınız Sakın istemeyiniz Daha sonra bu zat dilenecek durumlara düştü ama ne Hz Ebü Bekir ne de Hz Ömer değil sadaka ve zekat ganimetten gelen humustan dahi ona bir şey kabul ettiremediler Hayır diyor ve almamada diretiyordu

4 Cahiliyeden Bir Kesit O elli bin türlü cahili adeti göğüsleye göğüsleye bir zulmet çağını ışık asrı haline getiriyordu Bu hususa ışık tutmak üzere Cafer İbn Ebi Talibin Necaşi karşısında söylediği sözleri nakletmek istiyorum: Ey Melik biz kan içer leş yer zina eder hırsızlık yapar adam öldürür ve yağmacılıkla iştigal ederdik kavi zayıfı ezer ve insanlık adına utandırıcı daha neler neler yapardık derken Hz Muhammedden (sallallahu aleyhi ve sellem) evvel insanlığın nasıl üst üste karanlıklar içinde bulunduğuna dikkati çekiyordu Evet bu toplulukta bir damla suda kıyametler koparılır hak bendedir mülahazasıyla iki cemaat birbirine girer ve birbirini öldürür yine bu topluluk içinde zina tecviz edilir hırsızlık meziyet sayılır ve alkolik olmayan insanların adedi iki elin parmakları sayısınca ya vardır veya yoktur İşte adetlerinde böylesine mutaassıp ve alabildiğine vahşi bu cemaat içinde O hem de en kısa zamanda bütün bu rezileleri bu ahlakı seyyieyi onların içlerinden söktü attı ve onların yerine ahlakı aliye ve mezayayı galiye diyebileceğimiz en yüksek insani meziyetleri en yüksek insani faziletleri getirip yerleştirdi Eflatun Cumhuriyetinde başka ütopya yazarları da (mesela Thomas Moore) ütopyalarında hep bu toplumu heceliyorlardı Oysa Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) o fazilet topluluğunu çoktan tahakkuk ettirmişti

Halbuki vahşi ve vahşetinde mutaassıp hatta vahşetten başka bir şey bilmeyen bir cemaatten insanlığa medeniyet muallimliği yapabilecek bir cemaati çıkarmak apaçık zulmetten güneşler çıkarmak gibi bir şeydir Ve işte Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) o harika icraatıyla bunu yapmış ve kendisinin de mucize bir zat olduğunu göstermiştir Yıllarca yanımızda kalan bir insana huyunu terk ettiremeyen bizler; adetleri demlerine damarlarına işlemiş bu insanlardan adetlerini söküp atan Hz Muhammed Aleyhisselam karşısında iki büklüm oluyor ve Onun hak peygamber olduğuna şahadetimizi bir kere daha yeniliyoruz Evet vücudumuzun bütün zerreleriyle haykırıyor ve diyoruz ki: O Allahın Resülü‘dür Ben hayalimde kurduğum ve ideal bir terbiye sistemi diyeceğim bir sistemi tabii yine Ondan mülhem ve Medine kaynaklı bana en yakın bulunanlara; tam manasıyla kabul ettiremedim Fazilet dedim ağzımda dilimde tüy bitti; ama fazilete uyaramadım O ne müthiş kuvvet ne müthiş güçtür ki Allah Resülü; vahşetten medeniyet denaetten ulviyet ve bedeviyetten mütemeddin insanlar çıkarıyor sonra da onları mütemeddin milletlerin başına muallim yapıyor Zannediyorum günümüzde şu benim gibi aciz ve evindeki üç beş insana laf anlatamayan insanlar bir hamlede insanlığı tutup yükselten ve ruhunun ilhamlarını onların sinelerine boşaltan Hz Muhammed Mustafanın büyüklüğünü daha iyi anlarlar Yeter ki peşin fikirlilikte ve inatta takılıp kalmayalım O devrinde ta İrana Turana açıldı Oysaki İran ayrı bir kültürün tesirinde Turan ayrı bir kültürün tesirinde Türk ayrı bir kültürün tesirinde Romalı da ayrı bir kültürün tesirinde idi Onun mesajı bunların hepsinin bünyelerine göre dikilmiş elbise gibi uygun geliyordu İşte mucize Evet Onun umum kürei arzı elinin içine alıp her yere sözünü geçirmesi büyük bir mucizedir ve bu mucize de o Zatın Allah tarafından gönderildiğine delalet eder Yani o Zat Allahın elçisidir Zaten bizim anlatmak istediğimiz de budur Bir insan dehasıyla kendi asrını keşfedebilir Mesela İskender bir ölçüde kendi asrını idrak etmiş olabilir Sezar kendi asrını aşabilir Napolyon bulunduğu devri kavrayabilir ve hakeza ancak dünyanın çeşitli yerlerinde daha sonra meydana gelecek ayrı ayrı milletler mozayiğine söz dinletme ve getirdiği mesajın onların ruh haletlerine uygunluğu ve onların bütünüyle bu mesaja Evet demesi sadece Efendimize has bir keyfiyettir ki bizim için buna mucize demekten başka çare yoktur zaten bu muvaffakiyeti izah edecek bir başka kelime de bilemiyorum Evet Alparslan kendisinden 45 asır evvel yaşamış olan Hz Muhammed Aleyhisselamın getirdiği mesajları kendi ruh haline çok uygun buluyor ve bütün benliği ile Onun getirdiği sistemi benimsiyordu Aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen çağ kapayıp çağ açan dünyanın en büyük cihangirlerinden Hz Fatih de Allah Resülü‘nün getirdiği mesajları aynen selefleri gibi kabulleniyordu Ardından gelenler de hassasiyetle aynı çizgiyi korudular Halbuki bunların hemen hepsi de insanlık çapında dehaya sahip seçkinlerdi Seçkinlerdi ama Allah Resülü‘ne teslimiyette kusur etmiyorlardı 21 asrın eşiğindeyiz; aradan geçen 14 asır yine bir şey değiştirmemiş ve Allah Resülü‘nün getirdiği mesajlar günümüzde de aynı tazeliğini koruyarak kalb ruh vicdan ve akıllarımıza yepyeni şeyler fısıldamakta Zira O bu mesajları kalbimizden geçenleri bilen ruhlarımıza nigehban olan vicdanlarımıza kendisini duyuran ve asarıyla aklımızı doyuran bir Zattan almakta ve bize tebliğ etmekteydi Yoksa bir beşer olarak çağların ihtiyacını karşılayacak bir sistem vazetmek kim olursa olsun insanoğlunu aşan bir mevzudur Öğretme Adına Getirdiği Sistem Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) talim ve terbiye adına ortaya attığı esaslar tafsilatıyla Kuranı Kerim ve Sünnette ifade edilmiştir Aslında hiçbir şey olmasa da sadece Onun Kuranı Kerimi insanlara tebliğ etmesi ve benimsetmesi bile çok harikadır Mevzumuz Kuran değil ancak istitradi olarak anlatacağım Kainatın İftihar Tablosu hiçbir şey bilmeyen okuma yazmadan anlamayan mektep ve

medreseye sırtı dönük bir toplum içinde zuhur etmişti İrtihal buyurduğu zaman ise arkada bıraktığı cemaat içinde rüşdüne yeni ermiş insanlardan mezara girmeyi bekleyen en yaşlıya kadar bu toplum içinde okuyup yazma bilmeyen tek fert kalmamıştı Oysaki günümüzde bunca imkan bunca say bunca gayret hatta bazen metazori baskılara ve benimsediğimiz harfleri benimseyeli 65 sene geçmiş olmasına rağmen hala insanımızın çoğuna okumayı yazmayı öğretemedik Allah Resülü ise 20 küsur sene gibi kısa bir zamanda inandırmış bilgilendirmiş ve herkese okuma yazma öğretmişti Zannediyorum Efendiler Efendisi irtihali darı beka buyurduklarında arkada bıraktığı arkadaşlarından Kuranı Kerimi okumasını bilmeyen kalmamıştı Hatta değil Kuran okumak Medinenin çiftçileri ellerinde sabanları tarla sürerken dahi Kuranı yedi veya on vecihle okumasını biliyorlardı Bugün vücuh ilmi dediğimiz bu şekilde Kuran okumayı bu satırların yazarı da bilmiyor ve bilenlerin sayısı da oldukça azdır Doğrudur o insanlar fıtri olarak çok zekiydiler hafızaları da yorgun değildi Ancak bu büyük işi halleden sadece onların zeka ve hafızaları değildi Belki Allah Resülü‘nün öğretme adına getirdiği sistemdi ki onları Kuranla böyle bütünleştirmişti Halbuki bu insanlar daha önce kötü ahlakın her çeşidine açık insanlardı Allah Resülü o müthiş icraatıyla bunlardaki bütün kötü huyları söküp attı ve onları yepyeni bir var oluşa ulaştırdı Mesela: Kuranı Kerim onlara: Allah hükmünü verdi: Ondan başkasına kulluk yapmayacak ve anne babaya da iyi davranacaksınız diyor ve bu emir düne kadar anasını babasını doğrayan kırıp geçiren bu insanlar üzerinde öyle bir tesir icra ediyordu ki bunlardan biri Allah Resülü‘ne müracaat ediyor ve babası kendisine baktığında ona tebessümle karşılık veremediyse bunun cezasının ne olacağını soruyordu Yine Kuranı Kerim: dedi Yetimin malına yaklaşmayın mealindeki bu ayet Müslümanlara öyle dokunuyordu ki birçoğu Allah Resülü‘ne gelerek elindeki yetime ait malı almasını ve sahiplerine vermesini istiyordu Dikkat edilirse ayet Yetimin malını yemeyin demiyor O mala el uzatmayın diyordu Böyle hassas bir mevzuda sahabe kendine has hassasiyeti gösteriyor ve zimmetindeki yetim malından sıyrılmak istiyordu Yetime hayat hakkı tanımayan ve onun bütün mal varlığını elinden almaya çalışan bu insanlara ne olmuştu ki böyle birdenbire başkalaşmışlardı Zina çok yaygındı ve o toplumda tamamen meşru hale gelmişti O cemiyette bu kötü hareketi yadırgayan sanki yok gibiydi Derken Kuran belli bir süre sonra: Zinaya yaklaşmayın emriyle geldi geldi ve gayri meşru ilişkiler bütünüyle bıçakla kesilmiş gibi oldu evet o devrede bir iki zina hadisesi ya vaki olmuş veya olmamıştır Hırsızlık yağmacılık cesaret maratonculuğuydu ve bunlar şecaat emaresi kabul ediliyordu Kuranda: Kadın veya erkek hırsızlık yapanın elini kesin fermanı gelince her şey birdenbire değişti Benim bildiğim bu ayetten sonra bilinen ve el kesme ile neticelenen bir iki hırsızlık hadisesi oldu; hepsi o kadar Ve yine Kuranı Kerim bu cellat insanlara: Allahın haram kıldığı insanları öldürmeyin demişti ki öldürme ve cinayetlerin kesilmesine bu ayet yetivermişti Evet o dönemde biri kasıtlı ki; bir yahudiyi Müslüman biri öldürmüştü diğeri de hataen olmak üzere; bütünü iki cinayet hadisesi olmuştu Şimdi bakınız; 23 sene gibi bir zaman zarfında ve Allah Resülü‘nün hayatı seniyyeleri içinde itiraflı bir tek zina hadisesine; bir yahudinin öldürülmesi ve benim bildiğim bir kadının elinin kesilmesi gibi birkaç vakaya şahit oluyoruz Oysaki biraz evvel arz etmiştim bu topluluk Leş yerdik kan içerdik diyen adeta vampir bir topluluktu

İşte bu topluluk içinden Allah Resülü zülal gibi insanlar çıkarıyor ve efendilerimiz dediğimiz Ebü Bekir Efendimizi Ebü Hüreyre Efendimizi hatta Maiz Efendimizi Gamidiye Kadınefendimizi ve daha nicelerini çıkarıyor Bu çamurdan bu bataklıktan ve bu çirkeften nurani bir topluluk zuhur ediyor Bu mucize değildir de ya nedir Bu ariz ve amik hususu tafsilatıyla arz etmem mümkün değil; müsaade ederseniz sadece ahlakı aliyenin üçdört prensibine dair bir iki misal arz ederek Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) icraatının ihtişamını bir kere daha sergilemek istiyorum 1 Cömertlik ve İsar O topluluk kendi menfaat ve kendi çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen bir topluluktu Başkasına yardımcı olma onun elinden tutma onların rüyalarına dahi misafir olmamıştı Hele başkasını kendi nefsine tercih etme ki buna İsar diyoruz onların arasında hiç bilinmeyen ve hiç duyulmamış bir meseleydi Ancak Allah Resülü‘nün risaleti onlar arasında çok şeyi değiştirdiği gibi cimriliği de alıp götürmüş sehavet ve isar duygusunu onların ruhlarına adeta tespit etmişti Devsin aslanı Hz Ebü Hüreyre anlatıyor: Bir gün Huzuru Risaletpenahi‘ye birisi geldi Allah Resülü‘ne yaklaştı ve şöyle dedi: Ya Resülallah Birkaç günden beri yiyecek bir şey bulamadım Üst üste aç olarak oruca niyetlendim Allah Resülü etrafına nazarını gezdirdi Fakat onu evine götürüp misafir edecek kimse göremedi Neden sonra Allah Resülü‘nün çok sevdiklerinden Ebü Talha ayağa kalktı ve: Ya Resülallah onu ben misafir edeyim dedi Sonra da alıp evine götürdü Her şeylerini İslam uğrunda harcayan bu insanların ellerinde avuçlarında hiçbir şey kalmamıştı ara sıra evlerinde bir çorba ya pişerdi veya pişmezdi İhtimal o gün hanımı Ümmü Süleym çocuklarına bir parça çorba yapabilmişti Ve onu çocuklara içirecekti Misafir eve gelince karı koca aralarında konuştular: Bu gece çorbayı Allah Resülü‘nün misafirine yedirelim Biz nasıl olsa bugün de aç olarak oruç tutabiliriz Çocuklar ikna edilip yatırılmalı sabah onların da çaresine bakarız Yapacakları şey şu idi: Yemek sofraya konunca hanım yanlışlıkla mumu söndürecek ve ev sahibi kaşığını boş getirip götürecek zira çorba iki kişiyi doyuracak kadar değildi böylece misafir de karnını doyuracaktı Planladıkları gibi de yaptılar Derken sabah oldu ve sabah namazında da Allah Resülü‘nün arkasında yerlerini aldılar Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldırdı Yüzünü onlara döndü sonra da Ebü Talhayı ve misafirini arayarak onlara sordu: Bu gece ne yaptınız ki hakkınızda şu ayet nazil oldu: Kendileri sıkıntı içinde bulunsalar dahi başkalarını kendi nefislerine tercih ederler Cahiliye insanının kitaplarında isar yani başkasını nefsine tercih etme açı doyurma çıplakları giydirme yaşatma ve yaşamama zevk ettirme ama zevk etmeme gibi hususlar yoktu Yoktu ama Allah Resülü irşad buyurdu sesini duyurdu ilhamlarını mermere kazır gibi onlara nakşetti ve onları bu duygularla bütünleştirdi Siz bu diğergamlık ruhuna ister sabır deyin ister tahammül deyin ister teslimiyet deyin; ne derseniz deyin netice değişmeyecektir İman teslimi teslim tevekkülü tevekkül dünya ve ahiret saadetini gerektirir ölümsüz sözünü bir kere daha tekrar edelim Evet inanmış iseniz Allaha teslim olacaksınız Allaha teslim olduğunuzda Ona tevekkül edecek ve Ona güvenip dayanacaksınız İşte o zaman dünya ve ukba saadetine ereceksiniz 2 Hansa‘nın Kahramanlığı Hansa kardeşinin ölümü üzerine yazdığı mersiyelerle cihanı ağlatmıştı Bu büyük kadın o gün için henüz cahiliyenin sisinden dumanından kurtulamamış Hz Muhammede uyanmamış Onu tanıyamamış Kuranın füsunkar büyüleyici beyanına kulak verememiş ve ona açılamamıştı Kuranı tanıyınca birdenbire değişti Hem de nasıl değişti Cahili kardeşine destan kesen bu yüce ruhlu

kadının Kadisiyede dört oğlu da birden ve peşi peşine şehit düşer hem de ilhama açık analarının ruh aynasına çarpa çarpa bir ana olarak inler kıvranır ama bir büyük teslimiyetle şunları mırıldanır: Allahım Sana hamd olsun Bana verdiğin dört oğlumu hayatta iken Sana armağan etmek imkanını bana bahşettin İşte Hz Muhammed Aleyhisselamın insanları değiştirmesi ve mucize elinin büyük değiştiriciliği Onun karanlıktan ışık çıkarması ve zulmette nur cilveleri göstermesi Bir kere daha tekrar ediyorum: İnsanları birdenbire böyle değiştirme mucize değil de ya nedir 3 Bir Anlık İnsibağın Kahramanları a İkrime (radıyallahu anh) Mekke fethedilince İkrime firar etmiş ve neden sonra hanımı tarafından ikna edilerek gittiği yerden geri dönebilmişti Allah Resülü‘nün bu en azılı düşmanı Efendimizin huzuruna girince İki Cihan Serveri ona tebessüm etti ve: dedi Bu söz onun gönlünü fethetmeye yetmişti Kendi kendine söz verdi: Hem kendi hem de tek oğlu Amir bu uğurda hırzu can edeceklerdi Yermukta kendi dakikalarını sayarken bir aralık gelip dediler ki: Oğlun Amir şehit oldu İkrime doğruldu İhtimal Allah Resülü temessül buyurmuşlardı ve: Ya Resülallah Oğlumu da yolunda feda edeceğim diye Sana söz vermiştim Rakibi Muhacir sözünde durdu mu dedi Ebü Cehilin oğlundan Rakibi Muhacir çıkar mı O her cephede Allah Resülü‘yle karşı karşıya gelen Onu öldürmeyi en büyük emel bilen insandan yani o zulmet insanından o karanlıklar insanından melekleri geride bırakacak bir Rakibi Muhacir çıkar mı Meğer çıkarmış ve çıktı da O ki cahiliye devrinde zengin ve güçlü idi zayıfları ezer ve onların yollarını keserdi Zayıfın zaten hayat hakkı yoktu Ve hele kadınlar katiyen yaşama hakkına sahip değillerdi Çocuklar bir hiç uğruna öldürülürlerdi Fakir Benim de hakkım var diyemezdi Kanunlar vardı Ve her zaman da olmuştu; ama bunlar acizlere ve zayıflara karşı kullanılırdı (Günümüzde de öyle değil mi) İşte Allah Resülü alabildiğine vahşi hak adalet ve istikamet bilmeyen böyle bir cemaat içinden yeryüzünde adaleti temsil edecek melek misali insanlar çıkarıyordu b Hz Ömer (radıyallahu anh) Ömer; işte şanlı halife öyle bir devletin başında bulunmaktadır ki topraklarının bir ucu Yemene ulaşmış diğer ucu da ta Öküz Nehrindedir Ve bir gün böyle bir devletin başındaki Hz Ömerin Übey İbn Ka‘bla arasında bir anlaşmazlık olur Übey: Ey Allahın Peygamberinin halifesi haksızlık yapıyorsun der O da hakime gidip murafaa olmayı teklif eder Bu murafaada Zeyd İbn Sabit hakimdir Onun evine giderler Muhakeme orada görülecekdir Medinenin Kadısı Halifenin içeriye girdiğini görünce edep ifadesi olarak yanındaki minderi işaret eder ve: Ya Emirelmü‘minin şuraya oturun der Kaşlarını çatan ve hiddetlenen koca Ömer tarihin kulağına küpe olacak şu sözleri söyler: Daha şimdiden sen hükmünde ilk haksızlığı yaptın Bütün ahlak kural ve disiplinlerini burada sıralamamız mümkün değildir Zira yüzlerce ahlak kuralı ve disiplini vardır Ancak biz bunlardan sadece birkaçına işaret edebildik Eğer bütün ahlak kuralları bir bir sıralanabilseydi Allah Resülü‘nün insanüstü icraatı adına daha güçlü ipuçları elde etmek mümkün olurdu Zira o günün insanı bilinen ne kadar ahlak kuralı ve disiplini varsa bütünüyle onların zıddıyla muttasıf idiler İşte İki Cihan Serveri hem onlardaki bu menfi huyları söküp attı hem de müspetiyle onları techiz edip donattı Allah Resülü terbiyecilikte de bir mucize gösterdi ve insanlığın terbiyesi adına bir kısım temel esaslar vazetti ki bunlar kıyas ve benzetmelerle çoğaltılarak derinleştirilerek hem topyekün insanlığı hem de bütün zamanları kucaklayacak mahiyetteydi Kanaati acizanem Onun bu prensipler arkasındaki tasarı ve düşünce derinliklerini kavrayıp Onun anlayışına ulaştığımız

zaman melekleri gıptaya sevk edecek seviyeyi kazanmış olacağız Ne var ki Hamide Kutubun da bir vesileyle ifade ettiği gibi biz henüz yoldayız Hani Hz Musa Allaha (celle celaluhu) şöyle bir taaccübünü ifade eder: Ya Rabbi Çok insanlar görüyorum ki Senin yolunda yürürken ve Seni bulmuşken birdenbire yol değiştiriyor ve başka istikamete gidiyorlar Cenabı Hak ona kemali hikmetle buyuruyor ki: Ya Musa onlar katiyen Bana gelmedi Beni bulamadı ve Bana ulaşamadılar Onlar henüz yoldaki insanlardı ve yol değiştirdiler (Allah (celle celaluhu) yolda olup da takılıp kalmaktan ve takılıp kalıp da yol değiştirmekten bizleri muhafaza buyursun) Evet teminat altında değiliz Kimse kimseye azıp sapmayacağına dair teminat veremez Her şeyin dizgini Allahın (celle celaluhu) elindedir her şeyin dizgini elinde olan Allah (celle celaluhu) bizi istikametten ayırmasın Göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimizle baş başa bırakmasın Allah (celle celaluhu) bu necip bu soylu bu asil ve tarihte eşimenendi gösterilemeyecek mübarek milleti yine devletler arası muvazenede yerini almaya muvaffak etsin Evet bu millet tarihi yerini aldığı zaman biz ahlakı İslamiye ve ahlakı Kuraniyeyi daha seviyeli ve daha inandırıcı olarak anlatma imkan ve fırsatını bulacağız İşte o zaman insanlık ütopyalarda aradığı şeylerin hem de asırlarca önce yaşanmış olduğunu görecek ve hayret edecektir Biz şimdilerde Eflatunun Cumhuriyetini okuyor ve feylesofların devleti nasıl idare ettiklerini öğrenmeye çalışıyoruz Bırakın bunları tarihte feylesofların aklının eremeyeceği şekilde devlet idare edildiği dönemler var İşte bidayeti İslamiye ve işte şanlı Devleti Aliye Göklerde melekler bir idare şekli kursalardı ancak o da bu kadar olabilirdi Ne var ki biz İslamiyeti o seviyeden anlatacağımız ana kadar milletler kulaklarını kapatacak ve bizi dinlemeyeceklerdir Belki bir ölçüde Kuranın nurunun kendi gücüyle sızıp bazı vicdanlara çarpması neticesinde bir kısım kimseler Müslüman olsalar da gerçek patlama bu şanlı şerefli ve muhteşem milletin bu yüce hakikati kendi kameti kıymetine uygun temsiliyle gerçekleşecektir Geriye dönüyorum: Cahili bir muhitte cahili bir topluluk içinde cahili adetlerle kaynaya kaynaya pişmiş bir topluluk arasında Allah Resülü akıllara durgunluk veren muhteşem bir inkılap meydana getiriyor Ve bu inkılap bütün hayatı içine alacak şekilde gerçekleşiyor Vakıa insanlık tarihinde pek çok dahi yetişmiştir ve bunlar belli sahalarda bir kısım değişiklikler yapabilmişlerdir Ama münhasıran o sahaya mahsus kalmıştır Mesela; bir içtimai dahi yetiştirdiği nesilleri o mevzuda zirveye ulaştırmış ve devleştirmiştir Ama iktisadi sahada onları güdük bırakmış psikolojik sahada bir şey verememiş ve terbiye adına da fazla ileriye götürememiş ve hele ruh hesabına onlara hiçbir şey kazandıramamıştır Mesela; bir başka dahi çıkmış ülkenin iktisadiyatı adına bir inkılap yapmış ve bir toplumu belli bir noktaya götürmüştür Bu da onlara içtimaiyat adına bir adım daha attıramamıştır Nefsi kontrol muhasebe ve murakabe adına hiçbir şey söyleyememiştir Bir başkası başka sahada ve bir başkası da daha başka bir sahada hiçbiri bütün üniteleriyle en mükemmeli yakalayamamıştır Ancak Hz Muhammeddir (sallallahu aleyhi ve sellem) ki hayatı bütün üniteleriyle kucaklamış alıp zirvelere taşımış ve ona ebed müddet zirvelerde kalma garantisi vermiştir Evet O iktisatta zirvededir içtimaiyatta zirvededir askerlikte zirvededir nefis muhasebesinde zirvededir insanlara kendisini kabul ettirmesinde zirvededir dünya ve ahiret muvazenesi kurmada zirvededir eşya ve hadiselere nüfuz etmede zirvededir varlığın ötesine nüfuz etmede zirvededir ve her şeyde zirvededir Evet Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) terbiyesinde insana ait hiçbir duygu güdük kalmamış hiçbir şey ihmale uğramamış; aksine hepsi inkişaf ettirilmiş hepsi geliştirilmiş ve insanlara beş başı mamur olma yolları açılmış kader de yollarına su serpince her sahada en kamil ve en mükemmel insanlar yetişmiştir

Liderin Vasıfları Efendimizin fetanetinin ayrı bir buudu da Onun karşısına çıkan bütün problemleri hangi sahaya ait olursa olsungayet rahat ve tereyağından kıl çekme kolaylığında çözmesidir ki bu husus da yine Onun risaletine şehadet eden burhanlardandır Başarılı bir idareci ve lider için bazı önemli hususlar vardır Bunlardan bir kısmını şöyle sıralamamız mümkündür: 1 Liderin sunduğu mesajlardan hiçbiri hayatla zıtlaşmamalı ve o bu mesajların geçerliliği hususunda hem bugün hem de yarınlar adına emin olmalıdır Bir insan gözleriyle gördüğü bir vakayı nasıl hiç çekinmeden ve tereddüt etmeden anlatır anlatırken de asla yalanlanacağından korkmaz; zira kendinden emindir Lider de sunduğu mesajlarda aynı duyguyu ve aynı emniyeti taşımalı ve o mesajın doğruluğuna gözüyle gördüğü bir hadiseden daha kati inanmalıdır Hatta muvaffakiyeti için sadece kendi inancı da kafi değildir Aynı zamanda bu mesajın hayatla zıtlaşmaması da gerekmektedir Yani sunulan mesajlar hayatın dönen çarkları içinde tıpkı sırlı kapıların açılıp kapanması gibi onların açılış ve kapanışını kendi hesabına değerlendirmeli ve o kapılara takılmamalıdır 2 Lider tebliğinde ısrarlı olmalıdır Ayrıca o mesaisini insan yetiştirmeye teksif etmeli sürekli insan unsuruyla meşgul olmalı ve onun çalışmalarında kültür her zaman ağırlığını muhafaza etmelidir 3 Lider kadrosundaki elemanları çok iyi tanımalıdır Kimi neden mesul tutacağını; kimden neyi ve ne ölçüde bekleyeceğini; kime hangi işi tevdi edeceğini çok iyi bilmelidir Bunun yanında o planladığı işlerin seyrini öyle ayarlamalıdır ki ortadaki insan da en aksiyoner insan da bu seyrin hızından rahatsızlık duymamalıdır Ayrıca lider bugünün işlerini dünden yarınınkileri de bugünden görmeli ve ona göre planlamalıdır ki bugünkü işlerin planı yarınkilerin tatbikini aksatmasın Aksi halde yarının işleri ile bugünün işleri hep birbirinin aleyhinde işler Evet hakiki lider seneler sonrasını dahi bugün toplumda gelişen hadiselere göre tespit etmelidir ki; bugünkü işlerimizi yarınki sürprizler bozmasın 4 Lider tebasına ait bütün problemleri çözmeye açık olmalıdır Bu problemler ferdi ailevi idari adli iktisadi ve içtimai olabilir Lider bunların hepsini gayet rahatlıkla çözmelidir 5 Liderin ortaya attığı teklif direktif ve prensipler hep tatbik edilebilir cinsten olmalıdır Başarılı bir lider tatbik edilemeyecek ütopik tekliflerden her zaman kaçınır Aynı zamanda o kendi tekliflerini herkesten önce yaşayan ve ortaya attığı şeylerin hepsine en ince teferruatına kadar riayet eden insandır Diğer önemli bir husus da liderin gayei hayali olan prensipler esaslar zamanla aşınmamalı ve her zaman canlılığını koruyabilmelidir Öyle ki her devrin insanı ona müracaat ederken hayat çeşmesinden kevser içiyor gibi o düsturları almalı ve onlarda bütün dertlerine derman bulmalıdır Senelerin asırların geçmesi bu esasları değiştirmemeli aksine her geçen zaman onlara daha da yenilik ve revnak kazandırmalıdır Başarılı bir liderde aradığımız ve birkaç maddesini saydığımız bu hususlar bütünüyle ele alındığında görülür ve müşahede edilir ki dünyanın en başarılı lideri fetaneti azam sahibi Hz Muhammed Aleyhisselamdır Öyle ki bu hükme bütün peygamberler de dahildir Zira O saydığımız vasıfların hepsini zirvede ele almış zirvede yakalamış ve zirvede temsil etmiş müstesna ve seçkin bir şahsiyettir Onun gibi bir ikinci şahsı göstermek de mümkün değildir Zaten bizim bir iman olarak kabullendiğimiz bu hakikati bugün batılılar bilgisayar ve kompüterler vasıtasıyla yeni yeni keşfetmeye keşifleri onları ve onlar gibilerini ikna ederse sevinirimbaşladılar Bazılarına göre sürpriz sayılan bu tespitin esası şudur: Değişik şahıslar onları büyük yapan bütün vasıfları tespit edilip bir kompütere verilecek sonra da namzetlerden hangisinin en

büyük olduğu büyüklük kriterlerine göre ortaya çıkarılacak İşte uzun çalışmalar neticesinde ve denemeleri tekrar tekrar gözden geçirme sonucunda kompüter ekranları bir zatın birinciliğini gösteriyordu; o da insanlığın iftihar tablosu Ruhu SeyyidilEnamdı (sallallahu aleyhi ve sellem) Evet O da bir beşerdi ama beşer gibi yaşamamıştı O en büyük lider en büyük önder ve en büyük pişdardı ve kendi gibi doğmuş kendi gibi yaşamıştı Şimdi isterseniz yukarıda mücerret bir fikir vermek için takdim ettiğimiz hususları müşahhas misallerle biraz daha açalım: Efendimiz insanlığa öyle mesajlar getirmiştir ki bunların hiçbiri hayatla zıtlaşmamış ve hayata ters düşmemiştir Hem O söylediği bütün sözlerini kendinden gayet emin olarak söylemiş ve hiçbir zaman tereddüt ve kuşku soluklamamıştır Söylediği sözler arasında Arş‘tan ferşe; Cennetten Cehenneme ilk insandan kıyamete kadar birçok meselenin şerh ve izahı vardır Bilhassa ümmetiyle alakalı hadiseleri bazen isimler de vererek bir bir saymış ve anlatmıştır Hem de sanki bir televizyon ekranında seyredip de anlatıyor gibi anlatmış ve hiçbir teşevvüş emaresi göstermemiştir Evet O anlattıklarından hep emindi; zira Cenabı Hak Kitabı Mübin ve İmamı Mübini Onun gözleri önüne sermiş ve büyük ölçüde kaderi bütün levhaları Ona müşahede ettirmiştir O görüyor ve anlatıyordu Bu itibarla elbette ki böyle bir Zatın getirdiği prensipler de ebedmüddet ömürlü olacaktır SultanüşŞuara Necip Fazıl ne güzel der: Yarın elbet bizim elbet bizimdir Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir Şairimiz bu sözleriyle inanmış bir insanın emniyet ve güvenini ifade ediyordu Bir de bu sözler Efendimizin davası açısından ele alınınca ayrı bir derinliğe ulaşır Günler doğup batabilir yıllar ve asırlar geçebilir Ama Hz Muhammed Aleyhisselamın getirdiği mesajlar ebedlere kadar baki kalacaktır 1 O Emin ve Kararlıydı İbn İshak anlatıyor: Kureyş Ebü Talibe müracaat etti; Efendimizle anlaşma yapmak istiyorlardı Ebü Talib yeğenini çağırdı ve: Bunlar Kureyş‘in efendileri Seninle bir anlaşmaya varmak istiyorlar Senden bazı tavizler almak kendileri de bazı tavizler vermek üzere buraya gelmişler dedi Allah Resülü kendinden gayet emindi ve isteyeceği şeyi de iyi biliyordu Bu itibarla onlara: Ben sizden sadece bir tek kelime istiyorum Onu söylediğinizde bütün Araba sahip olacak ve bütün Acem size dehalet için koşacaktır buyurdu Gelenler sevinmişti Heyecanla: Canımız sana feda söyle o kelime nedir dediler Allah Resülü yine aynı vakar ve ciddiyet içinde: dedi ve sözlerine devam etti: Bunu dediğiniz zaman yakın bir gelecekte Araplara malik olacaksınız ve bütün insanlık pervaz edip size koşacaktır Ve koştu da Bu necip ve bu soylu millete kadar nice devletler ve nice milletler koştu Bilhassa hakikate çok erken uyanmış bu millet ta on bir asır evvel Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) bir güneş gibi ufukta tulü ettiğini görünce hiç vakit fevtetmeden hemen Ona koştu Düşünün ki bir sene içinde bin çadır birden hem de hiç zorlanmadan Müslüman oluyor Bu samimi koşuşun neticesidir ki o on asır bu yüce tevhid davasının afakı alemde bayraktarlığını yaptı Tıpkı Resülullahın ilk sancaktarları Hamzalar İbn Cahşlar Musablar Zübeyrler gibi o da Himalaya eteklerinden kalkıp geldi ve asırlar sürecek bir kavganın bayraktarlığı sorumluluğunu yüklendi Bir derin ruh ve şuurla hep Onun müdafaasını yaptı (Allah (celle celaluhu) bu necip milleti imana ve Kurana hizmet yolunda ilelebet payidar eylesin) Evet Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) emniyet ve güven içinde

tavizsiz ve hayatla fevkalade uyumlu mesajlar sunuyordu Sunarken de bugününden emin yarınından emin ve: Yarın siz bütün Araplara hakim olacaksınız Kudsi ev Kabe de bütün insanlığın metafı haline gelecektir diyor ve zamanı gelince de dedikleri aynen çıkıyordu Bugün değil sadece Kabe Onun nurlu kabri de bir saygı ifadesi olarak kudsilerin metafı olmuştur Her yıl milyonlarca insan kelebekler gibi o nur halesinin etrafında pervaz edip uçuşmaktadır O gün Allah Resülü bu sözleri söylerken henüz hiçbir emare mevcut değildi Evet bir lider bir idareci için sözlerinin emniyet temin etmesi ve söylediği şeylere önceden kendisinin inanmış olması çok önemlidir Adiy b Hatim hadisesini daha önce başka bir münasebetle zikretmiştim; müsaadenizle bu mevzu münasebetiyle bir kere daha hatırlatacağım Orada söylediğim gibi Adiy Hatimi Tainin oğludur Hatim ise cömertliği ile meşhur bir insandı İşte bu Adiy bize şöyle bir hadise anlatıyor: Allah Resülü‘yle beraber oturuyordum İçeriye bir adam girdi eşkıyadan şikayet etti: Kervanlar soyuluyor mallar gasbediliyor çapulculuk almış yürümüş; bir başkası: Kıtlık kuraklık ortalığı kasıp kavuruyor her tarafta insanlar açlıktan telef oluyor dedi Onlar bu şikayetlerini Allah Resülü‘ne arz ederken Allah Resülü de bana döndü ve şöyle dedi: : Ya Adiy Sen Hireyi bilir misin Ben: Hayır Ya Resülallah Oraya hiç gitmedim Fakat yerini bilirim dedim Allah Resülü sözüne devamla: Eğer ömrün olursa göreceksin ki çok yakında devesine binmiş bir kadın yapayalnız olarak Hireden kalkıp gelip Kabeyi tavaf edecek buyurdu Ben içimden Tay eşkıyaları varken böyle bir yolculuk nasıl gerçekleşebilir ki dedim Ve yine devam etti: : : Ya Adiy ömrün olursa yine göreceksin Bir gün Kisranın bütün hazineleri benim ümmetimin eline geçecek Ben hayretle: Hürmüzün oğlu Kisrayı mı kasdettiniz diye sordum: Evet Hürmüzün oğlu Kisrayı buyurdu Ve Adiy sözünü şöyle tamamlıyor: Allaha yemin ederim ki Allah Resülü‘nün o gün dediklerinin hepsini gördüm ve bunlara şahit oldum Ve bir de istikbale ait bir şey söyledi Ümit ediyor ve inanıyorum ki onu da göreceğim İşte Allah Resülü etrafına topladığı insanlara anlattığı ve sunduğu mesajları böyle fevkalade bir emniyet ve güven içinde sunuyor ve bunların hiçbirisinde zerre kadar şüphe ve tereddüt emaresi sezilmiyordu Zaten haber verdiği şeyler de mevsimi gelince Allahın (celle celaluhu) inayet ve keremiyle bir bir zuhur ediyordu 2 Zenginlerin Ayrıcalık İsteği Bidayeti İslamda Allah Resülü‘nün çevresinde fakirler vardı Bunların büyük çoğunluğu da gençlerdi Küfürde kartlaşmış ve şartlanmış yaşlılar Allah Resülü‘ne karşı sürekli inat ediyorlardı Vakıa Allahın dinine bölük bölük giriyorlar sırrı zuhur edince onlar da Allah Resülü‘nü kabullenme lüzumunu duydu ve kabullendiler ama bidayette Onun etrafında sadece ve sadece gençler vardı Hem de fakir gençler Mekke müşriklerinden kendini büyük kabul edenler bu durumdan hiç hoşlanmıyorlardı Sık sık Allah Resülü‘ne müracaat ederek kendilerine başka hiç kimsenin ve bilhassa da fakirlerin yani Bilallerin Ammarların Yasirlerin Habbabların gelmeyeceği bir gün ayırmasını istiyorlardı Onlar eşraftan insanlardı ayak takımıyla bir arada oturmazlardı() Belki onlar o günün cemiyetinde alışılagelmiş bir tavrı talep ettikleri için bunu gayet makul ve mantıki bir istek kabul ediyorlardı Ancak durum hiç de onların tahminleri gibi değildi Onlar böyle bir teklifin memnunlukla karşılanacağını zannededursunlar Allah (celle celaluhu) Habibini uyarıp

hazırlamıştı bile: Sabahakşam Rabbilerinin rızasını isteyerek Ona yalvaranları kovma Onların hesabından Sana bir sorumluluk yoktur; Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki oları kovup zulmedenlerden olasın Sen büyük hesapların adamısın Yanından fakirleri kovarak müşriklerin hidayetini ummak gibi küçük hesaplara giremezsin Zira bu zulümdür ve sen zulümden çok uzaksın Evet sırf müşrikler hoşnut olsun diye fakirleri uzaklaştırmak en büyük zulümdü ve Allah o en büyük adalet insanını ta baştan garantiye almıştı Bu önemli mevzu bir kez de Kehf süresinde ele alınıp incelenir: Sabahakşam Rabbilerinin rızasını dileyerek Ona yalvaranlarla beraber sen de sabret Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye zinhar uyma Kuran Ona şöyle diyordu: Sabahakşam davada düşüncede duyguda Allah deyip inleyenlerle beraber ol; ve gözünü başkalarına dikme Onlarla otur onlarla kalk Çünkü Allahın (celle celaluhu) rahmeti onlarla beraberdir Gözünü sakın onlardan ayırma İhtimal Allah (celle celaluhu) insanlığa rahmet ederken Ammara bakar rahmet eder Yasire bakar rahmet eder Küçük Aliye bakar rahmet eder Habbaba bakar merhamet eder ve İbn Mesuda bakar merhamet eder Onlar yeryüzünde Allahın (celle celaluhu) matmahı nazarıdır Onlar bela ve musibetleri defeden paratonerler gibidirler Sen de onlarla bulunmaya bak Kuran bunları öyle bir dönemde söylüyor ki Allah Resülü‘nün etrafında bu üçbeş fakirden başka kimse yoktur Ama O bu dönemde bile gelecekten fevkalade emin herkesin hatta o mütemerrit o firavun insanların bile pek çoğunun yumuşayıp İslamla kucaklaşacaklarına ve Kuranı kabullenip başlarına taç yapacaklarına inanır Bu itibarla nasıl olsa gelecekler adına şimdi yanındakilerini niye kovsun ki Hem Allah Resülü onları nasıl yanından uzaklaştırabilirdi ki bizzat kendisi şöyle buyurmaktadır: Cennet şu üç insana müştaktır Ali Selman ve Ammar Evet herkes Cennete müştak iken Cennet onlara müştak aşıkın maşuka gözlerin cemale vicdanların rü‘yete kalbin müşahedeye iştiyakla dolu olduğu gibi müştak İki Cihan Serveri etrafını alan bu ilk kadronun bu fakir insanların bir gün cihan çapında bir inkılap yapacak kadro olduğunu daha işin başında biliyor ve attığı her adımı ona göre atıyordu Dünyanın şarkının da garbının da bir gün mutlaka Onun getirdiği hakikatlere teslim olacağından zerre kadar şüphesi yoktu Cenabı Hakkın vaadinden emindi ve itminan içindeydi Müşriklerin isteklerini reddetti Onlara iltifat bile etmedi Bu zayıf ve fakir insanlara gözünün bebeği gibi baktı ve onları insibağ köpüklü huzurunun şerefli mukimleri olarak hep aziz tuttu 3 İnsan Unsuru İhmal Edilemez Allah Resülü hayatı seniyyelerinde insan unsurunu hiçbir zaman ihmal etmemiştir Hatta insanların bir kısmını cepheye gönderirken düşünce fikir ve ilim hayatı itibarıyla fakirliğe düşmemek için insan ilim ve kültür mevzuları gündemde o mualla yerlerini hep korudular Başka türlü de olamazdı; zira Kuranı Kerim Ona şöyle ferman ediyordu: Mü‘minler toptan savaşa çıkmamalıdır Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve

milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi ki böylece yanlışlıklara düşmekten sakınmış olsunlar Evet mü‘minler cihad ederken dahi arkada bir zümre kalmalı ve dini öğrenmelidir ki diğerleri dönünce de onlara dini öğretsinler Cihad farzı ayn olduğu zaman bile sizin ilim ve kültür yuvalarınızın kapıları sonuna kadar açık olmalıdır Eğer her tarafı düşmanın sardığı o devrede ilim irfan yuvaları kapatılır ve herkes cepheye gönderilirse maddi cihad kazanılsa bile ilim ve kültür adına çok şey kaybedilmiş olur Onun için İslam böyle fevkalade durumlarda bile bir kısım insanların cepheye gitmeyip ilim ve kültür adına çalışma yapmalarını emretmektedir Demek ki Allah Resülü ilim ve kültür seferberliğini en kritik dönemde dahi ihmal etmemiş cepheye gitmeyenler doğrudan doğruya kendilerini ilme vermiş; gidenlere de arkada kalanların garantisi verilmiş Daha önce de temas ettiğimiz gibi işin başında okumayazma bilen parmak sayısına ulaşmıyorken yirmi sene sonra okuma yazma bilmeyen tek insan kalmamıştı Böyle bir netice ise ancak Allah Resülü‘nün bu sahadaki gayret ve çalışmalarıyla elde edilebilmişti Evet O hiçbir zaman insan unsurunu ihmal etmemiş ve fertlerin her yönüyle sağlıklı yetişmesini milletin sağlıklı yetişmesini bilmiş öğretmiş öğretilmesini emretmiş nazari şeyleri pratiğe dökmüş bizzat kendisi de bir muallim gibi talebe yetiştirmiş ve ölü bir dünyada ölü yığınlar içinde bir ilim ve iman toplumu inşa etmişti İlk münşi ve mimardan sonra toplum kendi idarecilerini artık kendi içinden çıkarır ki bu evvelkisine karıştırılmamalıdır Evet ilme düşünceye ve tekniğe açık bir toplum kendisi gibi insanlar tarafından idare edilir ve bu insanlar daima toplumun özü ve kaymağı hükmündedir Sütün kaymağı yine süt olacağı gibi altta kaynayan ilim düşünce ve teknik olursa üstte de bunlara ait kaymaklar olacaktır Allah Resülü bu hususu da gayet veciz ifade etmiş ve: Nasıl olursanız öyle idare edilirsiniz buyurmuştur 4 Bir Ülke Yetişmiş İnsanlarıyla Mamurdur İnsan unsuruyla ilgilenmeyi emir ve teşvik eden birçok ayeti kerime vardır Bunların hepsine bakılabilse İslam dininin insana verdiği önem ve ehemmiyet daha iyi anlaşılır Ancak biz bu mevzuu işlemeyi şimdilik düşünmediğimiz için sadece fikir verme maksadıyla bir iki ayete temas edip geçeceğiz: İçinizde iyiye çağıran doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir cemaat olsun İşte başarıya ulaşanlar yalnız onlardır Siz insanlar arasında en hayırlı ümmetsiniz İyiliği emreder kötülüğü men eder ve tam olarak Allaha inanırsınız Bu ve benzeri ayetler İslamın insana ve ilme verdiği ehemmiyeti göstermesi bakımından fevkalade manidardır İslam; kalb ruh his duygu ve düşünceyi en iyi şekilde ve dengeli ele almış ve onları yaratılış gayelerine yönlendirmiştir Ne ihmal ne de dengesizlik bu duyguların bütünüyle seyahat ve hepsiyle varlığın perde arkasını müşahede Allah Resülü de bunu hayatı seniyyelerinde hiç mi hiç ihmal etmemiştir bu bir rehber için çok önemlidir Nice rehberler vardır ki ellerinin altındaki insan ve imkanlarla zafer bekledikleri yerde fiyasko ile karşı karşıya kalırlar Daha doğrusu zafer kuşağında bir türlü falsolardan kurtulamazlar Kitle ruh haletinden istifade edip milleti sokağa

dökenler belki onun hissini değerlendiriyorlardır Ama süreklilik isteyen işlerde bu hiç de önemli değildir Zaten Allah Resülü de bir his ve heyecanla insanları arkasında toplamayı hiç mi hiç düşünmemiştir Çünkü böyle bir hisle toplananlar başka bir hisle de dağılıp gider ve onu yapayalnız bırakırlar Oysaki Allah Resülü‘nün etrafındaki insanlar en ağır en acı zamanlarda bile Onu bırakmamışlardır Bırakmak şöyle dursun Onun uğrunda ölmeyi hayatlarının gayesi bilmiş ve şehit olmayı canlarının bedeli ve gayesi saymışlardır Diğer duyguların teker teker kullanılması daha doğrusu istismarı da böyledir Sadede dönüyoruz; evet bir ülke eğer mamur ise o insanlarıyla mamurdur ki Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) da bunu yapmıştır Dünyanın çeşitli yerlerine gönderdiği insanların gittikleri yerlerde devleti ve milletleri idare etmede hatta mektep ve medreseler açmada hiçbir falso ve fiyasko ile karşılaşmamaları gösteriyor ki Allah Resülü arkasına aldığı insanları çok iyi yetiştirmiş ve her şeyin üstünde insana önem vermiştir Kabiliyetlerin Değerlendirilmesi Allah Resülü arkasındaki insanları çok isabetli olarak yerli yerinde kullanmıştır Kime hangi vazifeyi vermişse muhakkak ki mevcut arasında o işe en liyakatlısını hem de tam bir isabetle tespit etmiştir ki icraatı baştan sona bunun şahididir Öyle ki Onun peygamberliğine hiçbir delil olmasaydı sadece insanların istidat ve kabiliyetlerini keşfedip kullanması ve her insanı yerli yerinde vazifelendirmesi; fertlerin enerjisinden tam istifade etmesi ve bunlarda da hiç yanılmaması; yani kimi nereye koymuşsa onu sonuna kadar orada tutması; (Bir kısım belirli şahısların muvakkaten belli hislerine müdaratın dışında) ve kimi nereye yerleştirmişse hayatının sonuna kadar onun orada kalması Allah Resülü‘nün peygamberliğine en büyük delildir ve bize dedirtir İslamın ilk devresi çile ve ızdırap yüklü geçmiştir 56 sene zarfında inananların sayısı ancak kırka ulaşmıştır O dönemde ölümü göze almadan birine bir şey anlatmak mümkün değildir Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) gibi Mekkede hatırı sayılır bir insan dahi kaç defa dayak yemiş ve girdiği komadan ancak günler sonra kurtulabilmiştir Hz Ömer ki (radıyallahu anh) develerle güreşen bir insandır Kaç defa dayak yiyip ayaklar altında çiğnenmekten kurtulamamıştır Zulüm ve işkence bu seviyedeki insanlara kadar ulaştığına göre diğer inananların çektikleri çile ve ızdırabı varın siz düşünün Ve işte bu ölüm arenasında Onun herkesle alışverişi başka başkadır Mesela ne Hz Ebü Bekire (radıyallahu anh) ne de Hz Ömere (radıyallahu anh) hicret emri vermemiştir Ali gibi Zübeyr gibi o gün için henüz çocuk denecek yaşta olanlar da Habeşistana gönderilmemiştir Zira bunların hepsi Mekkede olanlara karşı tahammül edebilecek güçte insanlardı Hz Osman (radıyallahu anh) narin ve ince yapılıdır O gün için Mekkede estirilen sert havaya tahammülü cidden çok zordur Hem Habeşistana gidenlere en güzel hamiliği yapabilecek Müslümanlar arasında sadece o vardır Onun için Allah Resülü Hz Osmanı (radıyallahu anh) bu işle vazifelendirmiş ve onu Habeşistana göndermiştir 1 Ebü Zerr elGıfari (radıyallahu anh) Mesela; bir aralık Hz Ebü Zerr gelir Müslüman olur bu heyecanlı insanın o devrede Mekkede bulunması hem kendi hem de diğerleri için zarar doğuracağından Allah Resülü onu kabilesine geri gönderir ve orada irşada memur eder ve ilavede bulunur: Bizim galebe çaldığımız devri gözet; ve işte bize o zaman gel Ebü Zerr (radıyallahu anh) Hayberin fethinden sonra gelir ve Allah Resülü‘ne dehalet eder Halbuki o daha Mekke döneminin ilk yıllarında Müslüman olmuştur Ebü Zerr (radıyallahu anh) abiddi zahitti Ebü Zerr bugünün içtimaiyatçılarının aklını döndürecek şekilde içtimai

adaletçi; hatta sosyalist yazarlara göre ilk sosyalizm düşüncesini ortaya atan insandı Bu düşünceleri onların olsun Yani fakirlik ne demektir Fakirliğe karşı savaş nasıl verilir Bunu ilk ortaya atan kahraman Ebü Zerrdir Aynı zamanda o Cennetin kendisine müştak olduğu insanlardan biridir Bütün bunlara rağmen bir gün Allah Resülü‘ne geldi ve şöyle dedi: Bana da bir imaret ver ya Resülallah Yani bir ordunun başında kumandan veya bir vilayetin başında vali olayım Bir yerde beni de vazifelendir Allah Resülü ona şu cevabı verdi: Sen zayıfsın bu işler çok ağırdır ya Eba Zerr Böyle bir vazifeye talip olma Bu vazife ona talip olana verilmez O Ebü Zerre böyle derken Hz Ebü Bekir ve Ömere aynı şeyleri söylemiyordu Aksine onların imaretlerine işaret sadedinde; sağ eliyle Hz Ebü Bekirin sol eliyle de Hz Ömerin elini tutmuş ve şöyle demişti: Benim gökte iki yerde iki vezirim var Göktekiler Cebrail ve Mikail; yerdekiler de Ebü Bekir ve Ömerdir Diğer taraftan gaybbin gözüyle olacakları görmüş ve dört raşid halifenin hilafetlerine dair işaretlerde bulunmuştu Hz Osmana (radıyallahu anh) gelince yani imtihan ağırlıklı kaydını ilave etmişti; ve öyle de Hz Osmanın hilafeti biraz belalı olmuştu Evet O kadrosundaki insanları onlardan daha iyi tanıyordu Vazifelendirdiği şahıslarda vazife itibarıyla hiç falso olmamıştı Ebü Zerr (radıyallahu anh) imarete talip olabilir; kendini bu işin altından kalkacak güçte görebilir; fakat Allah Resülü Ebü Zerri Ebü Zerrden daha iyi bilmektedir Sen zayıfsın bu iş ise ağırdır der ve ona imaret vazifesi vermez Şimdi bu hususla alakalı bir iki misal arz edelim: 2 Amr b Abese (radıyallahu anh) Ahmed b Hanbel naklediyor: Amr b Abese Allah Resülü‘ne geldi Gayet kaba ve bedevice: dedi Bu Sen nesin demekti Allah Resülü gayet sakin bir eda ile buyurdu Ben Allahın (celle celaluhu) nebisiyim O korkunç kabalığa karşı bu mülayemet Amr b Abeseyi vurmuştu Hemen diz çöktü Ey Allahın Resülü bundan böyle Sana tabiyim dedi Bu hadise Mekkede olur tabii inananların sayısı gayet azdır Böyle bir dönemde en azından güçlü görünmek için adama ihtiyaç vardır Fakat Allah Resülü kimi nerede ve ne zaman kullanacağını çok iyi bilmektedir ve bildiğini tatbik hususunda da hiç tavizi yoktur Amr b Abeseye de aynen Ebü Zerre dediği gibi der: Sen zayıfsın Şimdi burada kalmaya güç yetiremezsin Kabilene dön Orada irşad vazifesi yap Ne zaman benim galebe çaldığımı duyarsan o zaman gel ve bana iltihak et Amr gider Aradan seneler geçer Bu arada Allah Resülü‘nün birbiri ardına zaferleri dört bir yanda duyulur ve Amr b Abese beklediği vaktin geldiğini anlar Hemen yola koyulur ve Medineye gelir Allah Resülü mescitte oturmaktadır Mescide girer ve Allah Resülü‘nün yanına sokulur Efendimiz o esnada sohbet etmektedir O sözünü bitirince Amr fırsat bulur ve sorar: Ya Resülallah beni tanıdınız mı İki Cihan Serveri hiç tereddüt etmeden cevap verir: Sen Mekkede iken bana gelen filan zat değil misin Ve hadiseyi sanki daha dün olmuş gibi anlatıverir Ben seni geriye göndermiş ve şöyle şöyle demiştim der Amr b Abese hayret içinde tasdik eder Bu hadiseyi Amrın unutmaması hiç mühim değildir; çünkü onun için bu hadise hayatının en unutulmaz bir hatırasıdır Fakat Allah Resülü için durum farklıdır O hem bu hadise gibi birçok hadise yaşamış hem de geçen bunca sene içinde başına gelenler ve çektiği sıkıntılar değil beş dakika gördüğü ve sonra gönderdiği bir adamı en yakın dostlarını dahi unutturacak çaptadır Ancak görüldüğü gibi Efendimiz kendisiyle irtibata geçmiş hiç kimseyi unutmamıştır İhtimal ki Amr veya Ebü Zerr Ona gelmeselerdi Allah Resülü Mekke fethinden sonra onları aratır ve davet ederdi Çünkü tam galebe Mekke fethinden sonra olmuştur

Evet O bizim kendi öz evladımızı tanıdığımızdan daha fazla raiyetinin bütün fertlerini tanırdı Çünkü etrafındaki her insanın Allah Resülü‘nün gönlünde ayrı bir yeri vardı Ayrıca bu tanıma her istidada kapasitesi ölçüsünde vazife tahmil edip yüklemesi bakımından da çok önemliydi Acaba cihan tarihinde raiyetini bu kadar yakından tanıyan ikinci bir lider gösterilebilir mi Zannetmiyorum Çünkü Allah Resülü sadece bir lider değil aynı zamanda bir nebidir Zaten bizim sözümüzün mihrak noktası da Onun nebiliği meselesidir 3 Cüleybib (radıyallahu anh) Cüleybibden daha önce bahsetmiştik 1516 yaşlarındaki bu genç kadınlara sarkıntılık yapmaktan kendini alamadığı söylenir Ve Allah Resülü o iksir ifadeleriyle onu ikna eder ve ardından da onun için Cenabı Hakka niyazda bulunur Artık Cüleybib Medinenin en iffetli insanlarından biri haline gelmiştir Bir gün Allah Resülü onu evlenecek kızları olan bir aileye gönderir Aile soylu ve afiftir Her an kızları için bir teklif beklemektedirler Cüleybib kapıyı çalıp içeriye girer ve onlara Allah Resülü‘nün selamını söyler Aile heyecanlanmıştır Ardından da teklifini yapıştırır ve Allah Resülü‘nün dediklerini aynen onlara nakleder İki Cihan Serveri: Benim selamımı söyle kızlarını sana versinler demiştir Anababa birbirlerine bakışırlar Cüleybibe mi diye düşünürler Ancak emri veren Allah Resülü‘dür ve meselenin tereddüte tahammülü yoktur Onlar kızları adına tereddüt geçirirken perde arkasından bütün konuşulanları dinlemiş olan evin kızı seslenir: Allah Resülü‘nün emrini yerine getiren birisi karşısında niçin tereddüt gösteriyorsunuz Cüleybib artık evlenmiştir Üçbeş hafta sonra da bir cihada iştirak eder ve orada şehit düşer Bazıları şehitlerini araştırmaktadır ve: Kayıplarınız var mı diye sorar Allah Resülü; Yok diye cevap verirler O: Ama benim kaybım var der ve evladını yitirmiş mahzun yüreği yaralı bir baba gibi Cüleybibi arar arar ve bir yerde bulur Yedi kafirin yanında üstü başı kanlı bir sürü yara içinde ve elinde kılıcı Allah Resülü ferman eder: Yedi tane öldürdü gazi oldu ve sonra da şehit düştü Başını dizine koyar ve şöyle buyurur: Allahım bu bendendir ben de ondanım İşte Allah Resülü‘nün arkadaşlarına sahip çıkması 4 Ali b Ebi Talib (radıyallahu anh) Hayber fethedilecekti Günlerce süren muhasara netice vermemiş ve kaleden içeriye girilememişti Bir gün Allah Resülü: Yarın bu sancağı Allahı seven ve Allah (celle celaluhu) tarafından sevilen birine vereceğim buyurdu Ertesi gün herkes ön safta yer almak için adeta yarışıyordu Allah Resülü sabah namazını kıldırdı Daha sonra cemaate döndü herkesin gözü Allah Resülü‘nün gözlerine dikilmişti Onun gözleri ise orada olmayanlardan birini arıyordu Sahabe başındaki kuşu uçurmak istemeyen bir adam dikkatiyle biraz sonra Allah Resülü‘nün dudaklarından dökülecek kelimeyi bekliyor ve herkes bu şerefin kendisine ait olmasını istiyordu Allah (celle celaluhu) tarafından sevildiğini duymayı kim istemez ki İnsan Cennet için dahi fedakarlık yapabilir ve Benim yerime o kardeşim girsin diyebilir fakat böyle bir payede fedakarlık olamazdı İşte Allah Resülü‘nün dudakları kıpırdamak üzereydi Ve işte Allah Resülü‘nün dudaklarından beklenen kelime çıkıyordu çıktı ve: Ali nerede buyurdu Hz Alinin (radıyallahu anh) gözleri çok şiddetli ağrıyordu Onun için sancağın kendisine verileceğini hiç düşünmemişti ve geride kalmıştı Sahabe cevap verdi: Gözlerinden rahatsız ya Resülallah Efendimiz onu huzuruna çağırdı Mübarek tükrüğünü Hz Alinin (radıyallahu anh) gözlerine sürdü Hz Ali (radıyallahu anh) kasem ediyor ve diyor ki: Bir daha göz ağrısı görmedim Daha sonra sancağı ona teslim etti Halbuki o gün sahabenin arasında Hz Ebü Bekir gibi Hz Ömer gibi Hz Mikdad gibi niceleri vardı Ama sancak onlara değil genç Aliye teslim

edilecekti Ve Hayberin fethi Allah Resülü‘nün bu mevzudaki isabetini hemen göstermişti Zaten O kimi nerede tavzif ettiyse muhakkak isabet etmiştir Bu da Onun risaletinin bir delilidir Zira Allah Resülü fetaneti azam sahibidir Evet Allah Resülü kime hangi vazifeyi vermişse muhakkak o şahıs verilen vazifeyi hakkıyla yerine getirmiştir Mesela O Halide (radıyallahu anh) Seyfullah demiştir Halid her yerde Allahın kılıcı olmuş ve hiçbir muharebe meydanından mağlup ayrılmamıştır Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) seneler sonra haklı olarak: Analar Halid gibisini doğurmadı diyecektir ki bu ifadede de Allah Resülü‘nün isabetini tasdik ve takdir vardır Keza 1718 yaşlarındaki Üsameyi (radıyallahu anh) bir ordunun başına kumandan tayin etmiş ve Mute cihetlerine göndermişti ki Üsame hayatı boyunca böyle bir mevkiye liyakatını ispat etmiştir 5 Ezvacı Tahirat (radıyallahu anhünne) Yüzlerce namzet arasından seçtiği hanımlarındaki isabet de ayrıca kayda değer önemli hususlardandır zira Allah Resülü mü‘minlere ana olabilecek ve hakkıyla bu ağır yükü yüklenebilecek kadınları seçmiş ve bu seçmede de tam isabet buyurmuştu Bu kadınların da hemen hepsi som altın çıkmıştı Hele irşad adına onların hepsi birer mürşide ve birer muallime olarak yetişmiş ve daha sonra kapılarında yetiştirdikleri büyük insanlarla İslama en büyük hizmeti yapmışlardı Mesruk gibi Tavus b Keysan gibi Ata b Ebi Rebah gibi deha ve zühd sahibi nice insanlar hep mü‘minlerin analarının rahlei tedrisinde çıraklık yapmış ve her biri birer bahri muhit bu kadınların feyiz kaynaklarından kana kana içmişlerdi Görüldüğü gibi Allah Resülü ileride büyük birer mürşide olabilecek kadınları seçiyor hanei saadetinde onlara yetişme ve yetiştirme imkanı hazırlıyor ve gelecek adına bu büyük istidatları davayı nübüvvetin varisleri haline getiriyordu Bu mübarek kadınlar arasında Allah Resülü‘nün esas gaye ve hedefine hizmet etmeyecek bir tek kadın yoktu İşin başında ve kuruluş devrinde nasıl Hz Hatice Validemiz (radıyallahu anha) bütün varlığını Onun yolunda bitirip tüketti ise diğer hanımları da ilim ve İslamı neşretme mevzuunda aynı cömertlikte bulunmuşlardı Bundan da anlaşılıyor ki Hz Hatice Validemizden başlayarak ki o zaman Efendimiz henüz peygamber olarak gönderilmemişti fakat peygamberliğe ait emarelerle tülleniyordudiğer bütün hanımlarını firaset ve nübüvvet nuruyla keşfetmiş öylece seçmişti Zaten bu kadar isabeti başka türlü izah etmek de mümkün değildir Vahiy Buudlu Nurani Firasetin Sahibi Bir liderin cemaati ve arkasındaki insanlar tarafından her yönüyle hüsnü kabul görmesi ve onun güvenilir itimat edilir bir insan haline gelmesi; ferdi ailevi içtimai iktisadi siyasi o topluma ait bütün problemleri çözmesine bağlıdır Bir lider arkasındaki insanların böyle ferdi ailevi içtimai problemlerini çözdüğü ölçüde kabul görür ve onlar tarafından sevilir sayılır omuzlara alınır bayraklaştırılır ve ebedlere kadar ona sahip çıkılır İşte Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlık için bütün problemleri çözen böyle bir liderdi Problemleri çözmede alternatif olarak baskılara başvurabilir çeşitli cezalar verebilir sürgüne gönderebilir vatandaşlık haklarından mahrum edebilir ezebilir zindanların kapılarını ardına kadar açabilir işkencenin her çeşidini tatbik edebilir hafiye teşkilatınızı insanların arkasına takabilir korkutma ve devlet terörüyle bazı kimseleri baskı altına alabilirsiniz Ama bunlarla hiçbir problemi kökünden halledemezsiniz Halletmek şöyle dursun değişik komplikasyonlara ve toplum çapında depresyonlara sebebiyet verebilirsiniz Dolayısıyla da bu bir çözüm yolu değildir Bazı kimseler bunu çözüm saysalar bile bu yeni problemler doğuran bir çözüm yoludur Hatta o bir fasit daireye girmek demektir; siz bir şeyi çözdük diye sevinirken bir sürü komplikasyonla karşı karşıya kaldığınızın farkında bile değilsinizdir

Fasit daire (yenilerin ifadesiyle kısır döngü) bir kere teşekkül etti mi artık onu kıracağınız ana kadar her kurtulma hamleniz sizi biraz daha batırır Oysaki Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) fasit dairelere girmeden baskı ve teröre eğilmeden tedhişe sığınmadan hapse müracaat etmeden insanların hür iradelerini nazarı itibara alarak ve onlara saygılı olmasını bilerek bütün problemleri yağdan kıl çeker gibi halletmiştir Başka harikulade hallerine bakmadan mucizelerini nazarı itibara almadan Onun sadece bu yönüne dikkatli bakabilseniz siz de Muhammedün Resülullah diyeceksiniz Evet Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) başka değil Allahın Resülü‘dür Eğer O Peygamber olmasaydı bütün bu problemleri nasıl çözecekti Oysa ki O durmadan problem üreten en küçük meselede kavga çıkaran fitneye açık üçbeş kuruş için birbirine düşen vahşete dalalete tuğyana karanlığa zulmete boğulmuş bir cemaat içinde neş‘et etti ve Allah (celle celaluhu) da bu cemaati irşad etme gibi ağır bir vazifeyi Onun mübarek omuzlarına yükledi ayetinin de anlattığı gibi Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) öyle bir mükellefiyetle geldi ki bu mükellefiyet dağların başına konsaydı dağlar toz duman olur giderdi; evet mükellefiyeti o kadar ağırdı Zira Allah (celle celaluhu) Onu alabildiğine vahşi alabildiğine bedevi alabildiğine dalalet içindeki bir cematin irşadıyla tavzif etmişti O da bu toplum içinde ne kadar problem varsa birer birer yakaladı çözdü halletti; onları da itminan ve huzura kavuşturdu Hem öyle bir huzur cemaati haline getirdi ki başkaları onları ancak ütopik eserlerde okuyabilir ve görebilirdi İşte Eflatunun Cumhuriyeti Thomas Moorenin Ütopyası ve işte Campanellanın Güneş Devleti hepsi de Allah Resülü‘nün yetiştirdiği o rüyalar cemaatini arama bulma sevdasıyla kaleme alınmış gibidir Onlar hayal ededursunlar Allah Resülü hem de onların düşüncelerindeki mahzurlu yanları aşarak asırlarca önce pratikte bu cemaati yetiştirmiş ve daha sonrakilere gökteki yıldızlara denk bir örnek olarak takdim etmişti Kim onlara uyarsa bir huzur insanı haline gelecekti ve geldi de günümüzde bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görüyor ve sahabe devrinin olurluğuna daha bir inanıyor ve yeni aydınlık var oluşlar bekliyoruz Eğer o devrin insanının bütün problemleri Allah Resülü tarafından halledilip çözülmeseydi hiç o vahşet içinden insanlığın iftihar tabloları sayılan ashab çıkabilir miydi Hiç şüphesiz hayır Peki ama Allah Resülü bu problemlerin hepsini kendi akıl ve zekasıyla mı çözmüştü İşte buna da Hayır diyor ve ilave ediyoruz: Cenabı Hak Ona peygamberliğe ait fetanet vermişti ki vahiy buudlu bu nurani fetanet sayesinde O bütün problemleri gayet rahatlıkla çözebiliyordu Zaten bu da Onun peygamberliğinin delillerinden biriydi ki mevzumuzun çıkış noktası da işte budur Şimdi de bu hususa ait birkaç misal arz etmeye çalışalım: 1 Hacerü‘lEsved İçin Hakemlik O asırda değişik problemlerden ötürü herkes Ona müracaat ederdi Bir gün Kabenin tamiri ki O da bu tamirde çalışmıştı Hacerü‘lEsvedi yerine koyma meselesi değişik kavim ve kabileler arasında bir kızılkıyametin nüvelerini taşıyordu bir iki gün içinde bu iş halledilmezse mutlak bir harp kaçınılmazdı Yukarıda da bir mesele münasebetiyle söylediğimiz gibi Allah Resülü‘nün Hacerü‘lEsvedi yerine yerleştirmek suretiyle problemi çözmesi ve bu meseleyi en güzel şekilde halletmesi böyle korkunç bir yangını önleyivermişti Hacerü‘lEsvedi yerine koymak için bir bez serip ortasına Hacerü‘lEsvedi koydu sonra da kavim ve kabile liderlerini çağırarak hepsine bu bezin bir ucundan tutmalarını teklif etti ardından da Hacerü‘lEsvedi yerine bizzat kendisi yerleştirdi Şimdi tafsilatına girmeyeceğimiz bu hadisede Allah Resülü‘nün risaletten evvel dahi nasıl bir fetanete sahip olduğu apaçık meydandadır

Zira O hakem olarak Ona müracaat edilen meselelerde yirmiyirmi beş yaşındayken (değil nübüvvet ile teyit edilip değişik derinlikler kazandığı kazanıp namütenahiliğe açıldığı ve Allahın (celle celaluhu) rahlei tedrisi önüne oturup her şeyi Ondan aldığı dönem) vahye kapalı olduğu devrede dahi ruhunun coşan ilhamlarıyla verdiği kararlarda kendini tanıyıp bilenlerin sinesine öyle taht kurmuştu ki Kureyş kafirleri mescidin kapısından Onun içeriye girdiğini görünce sevinç çığlıklarıyla: Bu Muhammedü‘lEmin Onun hakemliğine razıyız demişlerdi O gelmiş ve problemler çözülmüştü Evet O hem de hiç düşünmeden beklemeden eline kalem almadan şununlabununla görüşüp yolyöntem araştırmadan çok rahat ve yağdan kıl çeker gibi halledivermişti Bu Onun için çok basitti hiç kimse de buna itiraz etmemişti edemezlerdi de; çünkü onlar Onu hakem tayin etmişler O da falsosuz fiyaskosuz ve herkesi hoşnut edecek şekilde hakemliğini yerine getirmişti Onun hayatında geriye atılmış bir adım yoktu yoktu; zira O Allahtan (celle celaluhu) gelenleri çok iyi anlayacak bir fetanete sahipti Ondaki bu fetanet bir gül tomurcuğu gibi açılmış açıldıkça rengarenk bir hal almış ve insanlığın problemli tatminsiz ekşi yüzüne tebessüm olarak aksetmiştir Ona ait büyüklük buudlu sırlar bitti dersiniz oysa ki bitmemiştir Yunusun diliyle o tomurcuk içinde daha nice tomurcuklar vardır Evet bütün hayatı seniyyeleri boyunca Ona daima müracaat edilmiş O da müracaat edenleri mahzun ve mükedder geriye çevirmemiş ve onların problemlerini halletmiştir İşin daha başında alabildiğine fitneye açık bu cemaat devamlı problem üretiyor O da teker teker bunları çözüyordu Hicret başlı başına bir problemdi harpdarp sulh problemleri menfaati maddiye problemleri ganimet problemleri Eğer O zat rahatlıkla bu işlerin içinden sıyrılıp çıkmasaydı bu problemlerin her biri fıtraten müteheyyiç kavga ve cidalden zevk alan bu cemaatin her an kıran kırana birbirine girmesi kaçınılmazdı

2 Huneyn Ganimetlerinin Taksimi Huneyn gazvesinde elde edilen ganimeti Allah Resülü kalblerini İslama ısındırmak istediği bazı şahıslar arasında taksim etmişti Bu ensar gençleri arasında bir dedikodu vesilesi oldu Evet bilhassa gençler böyle bir taksimi hazmedememiş ve: Daha kanları kılıçlarımızdan akıyor; halbuki ganimet onlara veriliyor demişlerdi Ubade b Samit de Allah Resülü‘ne gelerek bu durumu olduğu gibi haber vermişti Allah Resülü ona: Sen ne düşünüyorsun diye sorduğunda o: Ben de onlardan bir ferdim demişti Durum gayet kritikti Derhal bir çare bulunmalıydı Meselenin beklemeye hiç de tahammülü yoktu Ve Allah Resülü bu meseleyi de ışıklar saçan fetanetiyle gayet rahat bir şekilde çözüvermişti Nitekim daha önce bu hadiseyi nakletmiş ve Efendimizin risaletine bir delil olduğunu hatırlatmıştık burada da aynı şeyleri söylememiz mümkündür Allah Resülü sadece ensarı içine alan bir toplantı tertip etti Bu toplantıya ensardan başka kimse alınmadı Ayrıca bu toplantının yapılış keyfiyeti ve toplantıda söylenen sözler ensar üzerinde öyle müspet bir tesir yapmıştı ki Allah Resülü: İstemez misiniz herkes evine koyun keçi ve deveyle dönerken siz Resülullahla dönesiniz dediğinde bütün ensar sevinçten gözyaşlarını tutamamış ve ağlamıştı Onun bu korkunç müşkillerin altından rahatlıkla kalkması bir kısım sırlı mülahazalara değişik güç kaynaklarına havale edilmemelidir Zira O başka değil sadece bir nebiydi Burada müsaadenizle bir hususu tekrar etmek istiyorum: O fitneye nifaka şikaka açık bir cemaat içinde zuhur etmişti toplum problemli bir toplumdu ve Ona her gün bir sürü çözümü zor

problem geliyordu O da bütün bunları Bernard Shawun da itiraf ettiği gibi ayağını ayağının üstüne atıp kahve içme kolaylığı içinde bütün müşkilleri hallediyordu ve şu insafa açık olmayan bir ruhun şu insaflı sözüne bakın: İnsanlık üst üste problemlerin yığıldığı şu dönemde her zamankinden daha çok Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) ihtiyacı var Bernard Shaw bu ifadeleriyle Allah Resülü‘nün bütün problemleri nasıl rahatlıkla hallettiğine adeta büyülenmiştir O bu sözüyle bir hakikati itiraf ediyordu Bu kadarcık itirafının onun gözünü açmasını çok arzu ederdim Zira benim Efendime karşı o kadar olsun kadirşinaslık hissi içinde bulunmuştu Ebü Talib için dahi aynı şeyi düşündüğümüze göre bu mülayemetin mazur görüleceğini umarım

3 Hicret Problemi Hicret bir problemdir Bir vaka olarak günümüzde de hicretler yaşanmaktadır Devletin iki ayağının bir kaba nasıl sokulduğunu görüyorsunuz ben bu endişemi birçok sohbette arz ettim Bunlar dışta planlanan oyunların Türkiyede sahnelendirilmeleridir Yarın şarkta ayrı bir nifak kapısı garpta başka bir şikak kapısı cenupta farklı bir infilak kapısı ve şimalde koca bir iftirak kapısı açılabilir açılabilir; zira bir tarafta kafir ve zalimler diğer tarafta Asyanın münafıkları başımıza bin bir gaile açmak için hazır ve tetikte bekliyorlar Daha önce de böyle zayıf bir noktamızı yakalamış koskocaman bir Devleti Aliyeyi hem de devletler muvazenesinde muvazene unsuru bir Devleti Aliyeyi yerle bir etmişlerdi Millet mana kökünde gelen cevheri son olarak Çanakkalede İstiklal Mücadelesinde kullanmasaydı bugün bu millet yoktu sadece bu millet değil İslam Alemi de yoktu Zira bu milletin dışında devletler ve milletler muvazenesini elinde tutan ikinci bir Müslüman millet zaten olmamıştır Keza bu millet olmasaydı muvazene adına da bizim ümidimiz olmayacaktı Ama tarihten gelen o mana cevherleri ve kendisini ayakta tutan dinamikleri Çanakkale ve İstiklal Mücadelesinde bu şanlı şerefli son karakolun kahraman kurmayları fedaileri hasbileri diğergamları ve kudsiler ordusunun neferleri kullanmasını bildiler; Cenabı Hak da onlara yeniden var olma imkanlarını bahşetti Varız Allaha (celle celaluhu) binlerce hamd ve sena olsun Varız hem de farklı bir varlıkla varız Sofyada olmayacak şekilde farklı bir varlıkla varız Bulgaristanda bulunmayan farklı bir varlıkla varız Türkistanda Mengücistanda Özbekistanta bulunmayan farklı bir varlıkla varız ve buralardaki mazlumlar mağdurlar mahkümlar için sırf bağırmaçağırma adına dahi olsa bir miting tertip edebiliyor; inliyor boşalıyor haykırıyor bir şey yapmaya gücümüz yeter veya yetmez bütün hissiyatımızla gürlüyor ve onların içine inşirah salıyoruz İnşaallah onlar da bir gün boyunlarındaki zincirleri kıracaklar ve başkalarının esiri olmaktan kurtulacaklardır Zira Allah (celle celaluhu) buyurmaktadır Bugün onlara ikbal yarın başkalarına bugün talii idbara dönmüş olanlar çok yakın bir gelecekte ikbalin tebessümüyle karşı karşıya kalacaklar Evet hicret başlı başına zor ve müşkil bir problem bir parantez cümlesi içine sığıştırmaya çalıştığım bugünkü göç hadisesi karşısında düşünün ki 55 milyon nüfusa sahip bir millet ve bu milleti idare edenler şaşırmış kalmış ve ne yapacaklarını bilemiyorlar Halbuki o gün yaşanan hicret Medinede mevcut insanın nüfusuna denk bir oranda gerçekleşmişti Ne var ki Allah Resülü‘nün o engin fetaneti sayesinde ne Habeşistana ne de Medineye hicret edenler maddi hiçbir sıkıntıya maruz kalmadan muhaceretin dünyevi sıkıntılarını rahatlıkla atlatmış olmanın yanında büyük oluşumlar gerçekleştirmişlerdi Doğrusu cihan tarihinde hiçbir hicret ve göç İki Cihan Serverinin eliyle gerçekleştirilen bu hicretler kadar muvaffakiyetle neticelenmemişti Acaba Allah Resülü bu en büyük problemleri nasıl halletmişti Şimdi isterseniz fazla tafsile kaçmadan mevzuu biraz daha açalım: Medine küçük bir yerdi ahalisi de ziraatçılıkla uğraşıyordu Onun için Medine çarşı ve pazarı tamamen yahudilerin eline geçmişti Mekkeliler gerçi ticareti iyi bilirlerdi; fakat ellerindeki dar imkanlarla Yahudinin karşısında tutunmaları çok zordu Nerede ve nasıl ticaret yapacaklardı Bütün mal varlıklarını Mekkede bırakmış öyle gelmişlerdi Hem hicret edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor nüfus durmadan ve hızla kabarıyordu Her gün gelen bu insanlar nerelere yerleştirilecek ve ne yiyip ne içeceklerdi Medine halkı zaten fakirdi İşte bütün bunlar üst üste yığılmış problemlerdi ve hepsi de Allah Resülü‘nden çözüm bekliyordu Herkes Ona güvenle bakıyordu; O bu problemleri bir çırpıda çözecek ve halledecekti ve neticede öyle de oldu

Allah Resülü Medineye gelir gelmez ensar ve muhacirini birbiriyle kardeş yaptı Onların ruhlarına öyle bir kardeşlik üfledi ki aralarında gerçekleştirilen bu kardeşliği nesebi kardeşlikten daha ileri görüyorlardı hatta bir aralık aralarında veraset de cereyan etti Evet bu öyle bir kardeşlik anlayışıydı ki ensar her şeyini ikiye böldü ve bir bölümünü muhacir kardeşine verdi Ve işte bu esnada akıllara durgunluk verecek şu hadiseye şahit oluyoruz: Allah Resülü Sad b Rebi ile Abdurrahman b Avfı kardeş yapmıştı Bu kardeşlik o kadar içten ve derince idi ki cihanda bir benzerini daha göstermek mümkün değildir Sad b Rebi (radıyallahu anh) bir gün kardeşinin elinden tutar ve ona şöyle der: Kardeşim siz her şeyinizi Mekkede bırakıp öyle geldiniz Şu anda sen bekarsın benim ise iki hanımım var Allah (celle celaluhu) için söylüyorum: Sen bu hanımlarıma bak Hangisi hoşuna giderse ben onu boşayayım sen al Abdurrahman b Avf (radıyallahu anh) gözleri dolu dolu ona şu karşılığı verir: Kardeşim Allah (celle celaluhu) hanımını sana mübarek etsin Sen bana çarşının yolunu göster bu bana yeter Bir müddet sonra Abdurrahman b Avf (radıyallahu anh) evini geçindirecek hale gelir ve ilk işi de evlenmek olur Bu da evlerine girip çıktığı insanların hissiyatına karşı bir saygının ifadesi apayrı bir ruh inceliği ve nezaket örneğidir Bu kardeşliğin çözemeyeceği hiçbir problem yoktur Bu derece birbirine kenetlenmiş diğergamlar aynı zamanda dünyanın fethine namzet en seçkin insanlardır Medinede üfül üfül esen bu kardeşlik havası zamanla bütün dünyanın deminedamarına işleyecektir a İstiğna ve Civanmertlik Çatışması Allah Resülü tek başına oturuyordu Bir ara kapı aralandı ve içeriye muhacirinin ileri gelenleri girmeye başladı Aralarında ensardan hiç kimse yoktu ve manzara oldukça dikkat çekiciydi Acaba niçin sadece muhacirden insanlar gelmiş ve ensardan hiç kimseyi çağırmamışlardı Müsaade istediler ve Allah Resülü‘ne maruzatlarını şu şekilde arz ettiler: Ya Resülallah Biz buraya Allah (celle celaluhu) için hicret edip geldik Bütün düşüncemiz Allah yolunda seninle beraber olmaktı Halbuki ensar kardeşlerimiz bize öyle bir alaka gösterdiler ki korkarız ahiretin sevabını burada bitireceğiz Kardeşlerimiz müsaade etsinler artık biz kendi bakım ve görümümüzü kendimiz yapalım Onların bize ayırdıkları payları kendilerine iade edelim Minnet altında kalıyor ve çok mahcup oluyoruz Bunları söylerken de hepsi ağlıyordu Allah Resülü de gözyaşlarını tutamamıştı Belki de şu manzara gök sakinlerini de gözyaşına boğmuştu Bu bir cihetle istiğna ile diğergamlığın çarpışmasıydı O güne kadar yeryüzünde bu kadar güzel bir kavga hiç görülmemişti Çünkü biraz sonra Allah Resülü ensarı huzuruna çağırıp olanları anlatınca hepsi birden itiraz edecek ve bu istiğnaya karşı çıkacaklardı Onlar için böyle bir teklifi kabullenmek vücutlarının yarıdan biçilmesine razı olmaktan farksızdı Zira onlar kardeşleriyle öyle bütünleşmişlerdi ki ayrılmaları adeta ölümdü Biraz sonra hepsi de Resülullahın huzurundaydı ama ensar ağlıyor ve muhacirler ağlıyordu Aynı beldede oturmalarına ve günde beş defa en azındanmescitte beraber bulunmalarına rağmen paylaştıkları odadan ve sofradan ayrı kalmaları onlara giran geliyordu Evet bir taraf istiğnayı diğer taraf da mürüvvet ve diğergamlığı temsil ediyordu Taraflardan muhacirler söz alarak mealen: Ya Resülallah Biz Allah (celle celaluhu) için hicret ettik ve Medineye geldik Yurdumuzu yuvamızı Allah için terk ettik Dinin ilasından başka bir şey düşünmedik; fakat bu ensar kardeşlerimiz bize çok fazlasıyla sahip çıktı ve civanmertçe davrandılar korkuyoruz ahirete ait bütün kazançlarımızı yeyip bitirmekten Ya Resülallah ensar kardeşlerimize kabul ettiremedik ne olur namımıza lütfen onlara söyleyiniz bıraksınlar bizi kendi kendimize bir yerde kalalım artık kendi mahsüllerini bize getirmesinler yemek pişirip önümüze koymasınlar bize bakımı görümü düşünmesinler bu minnet yeter artık

Çok duygulanmışlardı çocuk gibi ağlıyorlardı Allah Resülü de duygulandı Ensarı kirama: Muhacir kardeşleriniz diyorlar ki: ‘Bunlar bize çok bakıyor bizi mahçup ediyorlar nerde kaldı Hakkın rızası karşılığını alacaksak yaptığımız şeylerin İşte Allah Resülü onların ruhlarına bu kardeşliği böyle üflemiş onları böyle büyülemiş böyle kaynaştırmış ve adeta bal mumu gibi yoğurmuş ve şekillendirmişti Tıpkı bir ceset gibi olmuşlardı Bu tarihi mülakatta taraflar şöyle bir mutabakata vardılar: Muhacirler ensarın tarlalarında ücretle çalışacak bahçelerini ücretle tımar edecek böylece kendi kazançlarıyla geçinecek kendi evlerinde oturacak ve minnet altında kalmayacaklardı Tabii ensarı kiram da bağ ve bahçelerinde onları çalıştırmak suretiyle onlara yardım elini uzatacak; onların ensarlığı berikilerinin de muhacirliği devam edecekti Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medinede tesis buyurduğu bu kardeşlik şuuruyla evvela göç meselesini önemli bir ölçüde halledivermişti İkinci mesele ticaretti Allah Resülü gördü ki Medinede ticari hayata Yahudi ve Hıristiyanlar hakim bu sultayı aşmak için emir verdi ve Müslümanların çarşıpazarını ayrı bir yerde kurdurdu Bundan böyle Müslümanlar alışverişlerini kendi çarşılarında kendi pazarlarında yapacaklardı Bu hem Müslümanların ticaretin içine girerek güçlenmelerini hem de onların kendi pazarlarını kurmalarını sağlayacaktı Bu arada gayrimüslimlerin pazar hakimiyetlerine de son verilecekti Yeni bir pazar kuruldu Ve Müslümanlar birbirinden alışveriş yapmaya başladılar Megazi yazarları şunu naklediyorlar: Çok az zaman sonra Yahudi Medine çarşı ve pazarında ticaret yapamaz oldu Evet Müslüman pazarında artık Müslümanlarla kimse rekabet edemiyordu Zaten Allahın istediği de bu idi Müslüman tabi olmayacak dahil olmayacaktı Evet bize başkaları emir verecek başkaları eviripçevirecek ve başkalarına sığınacak başkalarına dehalet edecek ve Benim şu meselemi hallet diyeceğiz; Allah (celle celaluhu) inananların böyle bir şahsiyetsizliğe düşmesine razı olmaz Mü‘min kendi olmalı kendi ayakları üzerinde durmalı kendi ayaklarıyla yürümeli kendi elleriyle tutmalı kendi gözleriyle görmeli kendi düşünceleriyle konuşmalıdır; kendi fikirlerine göre yaşamalı ve mutlaka kendi orijinini muhafaza etmelidir Medinede Allah Resülü de işte bunu tesis etmiştir b İlk Anayasa Efendimiz Medineye teşrif eder etmez bir beyanname neşrediyor Hukukçular Allah Resülü‘nün Medineye gider gitmez ayağının tozuyla hazırladığı bu beyannameye Allah Resülü‘nün Anayasası diyorlar Daha sonra İnsan Hakları Beyannamesinde ve hatta bizde Tanzimat Fermanı‘nda anlatılan şeylerin çoğu bu mukavelede mevcuttur Evet Hıristiyan ve Yahudilere tanıdığı haklarla Medineliler arasında öylesine bir bütünleşme yolu buldu ki onları kendine çekti ve ebedi hasmı olan Bizanslılardan Sasanilerden ve Kureyş‘den kopardı Böylece uzun zaman Yahudiler Müslümanların sıyaneti vesayeti altında huzur ve itminan içinde yaşadılar Medine döneminin büyük gailesi meşhur münafık Abdullah b Übey İbn Selül Kureyş karşısında bu endişelerini şöyle dile getirir: Bizim için Onun Medineye gelmesi dinini neşretmesi bir tehlike değildir Esas tehlike Hıristiyan ve Yahudileri putperestlik karşısında yanına almasıdır Ve asıl sizi tehdit edecek olan husus da budur Sulha açık bir sistem ve anayasa uzun zaman (bozulması bizden olmamak üzere bozulacağı zamana kadar) onlar için de Müslümanlar için de bir vesilei huzur oldu Yahudiler çok meselede Allah Resülü‘ne müracaat ediyor ve Onun hakemliğine sığınıyorlardı Evet hadis kitapları onların hırsızlık mevzuunda kısas mevzuunda zina mevzuunda Allah Resülü‘ne müracaat ettiklerini gösteriyor Bundan da anlıyoruz ki onların kendi meseleleri kendilerine bırakıldığı halde Müslümanı daha adil daha kabiliyetli bildiklerinden hele bu Allah Resülü olursaher meselede hakemliğimize müracaat ediyorlardı Gelecekte topyekün insanlığın

mercii olacak kudsi kaynak daha o günlerde bu merciiyyetini hissettirmeye başlamıştı Evet işte böylece bir el darbesiyle hicret meselesi de hallediliyor ve Müslümanlar hür huzur içinde dünyaya açılma yollarını araştırıyorlardı

4 Harp Problemi Harp ve hezimetler problemi vardı Evet harpler darpler zaferler sulhlar problemi (1974 senesinde Kıbrısta bir çıkartma yaptık ve henüz onunla alakalı problemleri halledemedik Ben orada düşmanla göğüs göğüse dövüşen Mehmetçikin alnından öperim; onun kahramanlığını hafife almak istemiyorum Fakat görüyorsunuz halledemiyoruz Hz Muaviye döneminde Kıbrıs adeta bir ikindi sonu aceleciliğiyle fethedilmişti Müslümanlar ellerinikollarını sallaya sallaya bir taraftan vurup öbür taraftan çıkmış ve arkada hiçbir problem de bırakmamışlardı Ama bakın durum bugün çok farklı Kıbrıs meselesini sadece bir misal olması açısından arz ettim Yoksa asıl maksadım problem çözmenin; hele harbe sulhe dair problemleri çözmenin zorluğuna işaret etmekti Balkan Harbi geçeli şu kadar sene oldu Daha bize ait meseleleri halledememişizdir) Allah Resülü de harp ve darp gördü Evet evvela kavim ve kabilesiyle ardından Medine ve civarındaki Yahudiyle daha sonra da Bizans ve Sasani gibi imparatorluklarla yakapaça oldu Onun etrafı düşmanlarla doluydu ve bu düşmanlar durmadan problem üretiyordu Fakat O her defasında yağdan kıl çeker gibi bunların içinden sıyrılıp çıkabiliyordu a Uhuddaki Taktik Bedrin zaferini değil Hendekdeki tabyeyi değil Mute kahramanlarının yazdığı destanı değil Yermuk şehsuvarlarının mücadelesini de değil; bir bakıma hezimet sayabileceğimiz Uhudla gelen meseleleri arz edecek ve Onun bu meseledeki dikkat teemmül ve isabetli kararlarına bir iki cümleyle işarette bulunacağım Uhud İslam saflarında ilk defa çatlakların başgösterdiği bir muharebedir Ben hakiki bir Müslümana mağlup oldu demekten Allaha (celle celaluhu) sığınırım Hezimete uğradı da demem Evvela Allahın (celle celaluhu) bir takdiri vardı orada çünkü Müslümanların karşısında Halid gibi Amr İbn As gibi askeri ve siyasi dahiler vardı İstikbalde bunlar nice düşman ordularını ters yüz edeceklerdi Gerçi o gün için müşriklerin safında bulunma bahtsızlığını paylaşıyorlardı Ama bunlar istikbalin sahabileriydi Evet istikbalin sahabileri halin sahabilerine galebe çalmışlardı İkinci mesele; okçular Allah Resülü‘nün o mevzuda tayin ve tespit buyurduğu stratejiye uygun hareket etmemişlerdi Hatta bazılarının içlerinde hafif ganimet arzusu da belirmişti ve maksadın aksiyle mukabele görmüşlerdi Vakıa Onun şanlı şerefli ashabının kritiğini yapmak bize düşmez ama yine de büyüklerin diyebileceği şeyler vardı Bir kere onlar mukarrabinden olmakla şereflendirilmişlerdi mukarrabinin ise kendine göre bir alışveriş seviyesi vardı Demek istiyorum ki melekmisal bu insanlar kendilerine yakışır tavrın gereklerine göre muameleye tabi tutuluyorlardı Yoksa bizim hasenatımız onların seyyiatı olduğunda şüphe yoktu evet eğer onların o gün yaptıklarını biz yapsaydık içtihadın hep sevaba açık iklimi itibarıyla sevap bile kazanmış olabilirdik Fakat onlar gibi hasbi diğergam Allah Resülü‘nün elini sıkmış dünya ve masivayı terke yemin etmiş ve mukarrabin meleklerini geride bırakan bu insanlar kendi ölçüleri içinde kurbete gölge düşürdüklerinden hezimet görünümlü hezimet gölgeli bir akıbete maruz kalmışlardı Ne olmuştu Birkaç yüz insandan ismini bilebildiğimiz 70 mü‘min şehit olmuştu Bir o kadar da yaralanmış ve hareket edemeyecek hale gelmişti Müşrikler son bir darbe daha indirebilirlerdi ama Müslümanların Uhud dağına sığındıklarını ve seslerinin gür çıktığını görünce

yeniden riske girmemek için meydanı hemen terk ettiler İlahi inayet olarak nasıl göründüler ve orada nasıl gürül gürül davrandılarsa hezimet kuşağında zafere erdi ve kafirlerin kalbine ürperten bir korku saldılar Onlar da başlarına iş açmamak için çekilip gittiler Daha sonra kendi aralarında: Gidelim dediler Hazır ezmişken Romalıların Kartacaya yaptıkları gibibir güzel Medineyi onların başına yıkalım bir tek fert kalmasın işlerini bitirelim Bir kişi bile kalsa çoğalırlar ileride başımıza dert olurlar Allah Resülü buna muttali oldu ve hemen şu fermanı verdi: Dün Uhudda bizimle beraber mecruh yaralı ve sıhhatli kim varsa yarın falan yerde toplansın düşmanı takibe çıkıyoruz Bir gün önce sıkılmış ve Uhudun eteğine çekilmiş bu insanlar bugün yeni bir hamle yapacaklardı ve bu yaralıların mecruhların hamlesiydi Zira böyle bir kuvvei maneviye gösterilmeliydi ki aşağıda arz edeceğimiz inkisarlar giderilebilsin Bu inkisarların birincisi mü‘minlerin kuvvei maneviyesi kırılmıştı ikincisi her taraftan kafirlerin iştihası kabarmaya başlamıştı üçüncüsü münafıklar yaygarayı basıyor ve mü‘minlerin kuvvei maneviyelerini sarsıyorlardı Müşriklerin de dedikleri gibi Üzerlerine yürüyelim bunların işini bütünüyle bitirelim düşüncesi sağda solda konuşulmaya başlamıştı Böylece Müslümanların başına öyle korkunç bir problem açılmıştı ki eğer Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) fetaneti olmasaydı bu problemin altından kalkmak mümkün değildi Evet o gün Müslümanlar Çanakkalede Mehmetçiğin döküldüğü gibi dökülmüştü Dökülmüştü ama derleniptoparlanmasını ve mukadder bir hezimeti Allahın inayetiylezafere çevirmesini bilmişti Evet bu topluluğa Allah Resülü; Toplanın der demez hemen toplanmaya başlamış ve yeni bir taarruza geçmişlerdi Kimisinin kolu kimisinin ayağı kopmuş kimisinin yürüyecek dermanı kalmamış ama çadırından çıkan toplantı yerine doğru koşuyordu Allah Resülü‘nün diriltici nefesi adeta onlara yeniden can getirmiş ve hepsi Allah Resülü‘nün davetine icabet yarışına girmişti Büsiri‘nin dediği gibi: Eğer Onun getirdiği mucizeler kendi kıymetine uygun olsaydı mübarek adı mezardaki ölmüş çürümüş kemikler üzerine okunduğunda ölüler dahi dirilirdi Evet dirilirdi Ve işte Uhudda Onun adını duyanlar bir bir diriliyordu Şimdi hadiseyi mealen bir sahabiden dinleyelim: Arkadaşımız vardı ki ayakta yürüyecek hali yoktu onu da omuzumuzda taşıyorduk: ‘Alın beni de taşıyın; Resülullahın ‘Yürüyün dediği cephede bulunmak savaşamasam ok atamasam bile elimde mızrağım orada bulunmak isterim alın beni sırtınıza ve götürün götürebildiğiniz yere kadar Yıkılırsam orada yıkılayım diyordu Bazısı bazısını sırtında taşıyor ve bazısı düşüp bayılıyordu Bazısını belki sedyelerle götürüyorlardı bazısını da daha başka şekilde Ve derken Hamrai Esed vadisine ulaştılar Kureyş‘in Müslümanların yanan ocaklarının dumanını görebilecekleri bir yerdi burası Tozduman içinde ve bin bir velvele ile oraya gittiklerinde Kureyş dün öldü zannettikleri insanları yeniden kabirden çıkmış gibi karşılarında görünce donakaldılar ve Başımıza iş açmayalım Bizim için şimdi kurtuluş Mekkeye kaçmaktadır diyerek evlerine döndüler Dikkat buyurursanız; harple gelen bunca problemi bir hamlede bir nefhada ve komplikasyonsuz bir el darbesiyle birden hallediverdi Kuranı Kerim bu nazik durumu şöyle hikaye eder: Bazı insanlar onlara: ‘Düşmanınız olan kimseler size karşı bir ordu terkip ettiler onlardan korkun dediler Bu onların imanını artırdı da: ‘Allah bize yeter O ne güzel vekildir dediler Evet Kureyş her şeyini bırakıp kaçmış Müslümanlar dünkü sarsıntılarını zaferle taçlamış ve sonra da Allahın (celle celaluhu) lütfuyla hiçbir zarar almadan geriye dönmüşlerdi

Bir kısım siyer ve megazi yazarları Uhudu bizim hesabımıza bir hezimet olarak kaydederler Evet Uhudun eğer bir hezimet yanı varsa o da önce Resüli Ekremi dinlemeyip sonra da Uhudun bağrında şehadet kanıyla yıkanarak ahirete tertemiz giden sahabenin bir kısmına aittir Aslında Uhudun bir zafer yanı vardır ki bence önemle üzerinde durulması gerekli olan da budurişte o da problem çözen Hz Muhammed Mustafaya (sallallahu aleyhi ve sellem) aittir Evet önemli olan şey hezimetin zafere dönüştürülmesidir Hani Türk Milleti için batının söylediği bir söz var ki: Her milletin müdafaadan ümidinin kesildiği yerde bu milletin taarruzu başlar derler Aslında bu söz hakiki Müslümanlar için söylenmiş ve her zaman geçerliliğini koruyan bir sözdür Her milletin müdafaadan ümidinin kesildiği yerde Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) taarruzu başlıyor ve taarruz üst üste birikmiş problemleri bertaraf ediyor; mü‘minlerin kalbine iman ve ümit saçıyor münafıkları da yeniden yeise gark ediyordu İştihası kabaranların iştahlarını kursaklarında bırakıyor kırık gönülleri ümitle şahlandırıyor ve evet işte bir kere daha Müslümanlar zaferyab olarak Medineye dönüyorlardı Müşkilküşa problem çözen Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) için ne dersiniz bunları duyduktan sonra Elbette Muhammedün Resülullah diyeceksiniz b Meşveret Allah Resülü karşılaştığı problemlerin bazılarını da meşveretle çözüyordu Aslında O meşveretle önemli bir esası temellendirmek istiyordu Kendisi meşverete muhtaç değildi; fakat kendisinden sonra İslam alemini temsil edecek kimseler her zaman meşverete ihtiyaç duyacaklardı Evet kendisi ilahi teyidat ile müeyyed bir insandı Cenabı Hak hiçbir meselede Onu yalnız bırakmamıştı Karnı ağrısa melek gelir bir deva ilham eder dişi ağrısa Cibril (aleyhisselam) hemen dermanını fısıldardı O meleküt alemiyle böyle iç içe yaşıyordu ancak O meşverete de çok ehemmiyet veriyordu Bu da Onun fetanetinin ayrı bir yönü ayrı bir buuduydu Kendisinden asırlar sonra şüra devlet idarelerinde kaçınılmaz bir sistem haline getirilecekti ve getirildi de İslami idare şüraya açık olduğundan dolayı o müthiş vüsati esnekliği ve çağları kucaklama evrenselliğiyle birbirinden farklı bütün devirleri aştı ve geldi günümüze ulaştı ba Meşveretten Bir Kesit İşte bazı misaller: 1 O hemen herkesin düşüncesine başvuruyor herkesin fikrini alıyor ve şüra düşüncesini toplum hayatına hakim kılmak istiyordu O Hz Ali (radıyallahu anh) ile istişare etmişti Gerçi Hz Ali: Perdei gayb açılsa yakinim artmayacak diyen insandı Ama yine de Allah Resülü‘nün ders halkasında bir çocuktu Ve işte Allah Resülü bu yaştaki Ali ile meşverette bulunuyordu Münafıklar Hz Aişe Validemize (radıyallahu anha) iftirada bulunmuşlardı evet o iffeti ayetle sabit anamıza en iğrenç iftirayı yapmışlardı ki buna İfk Hadisesi yani iftira vakası denir Bu çok yönlü hadise tarihe böyle geçmiştir Gerçi Allah Resülü vahyin bu işi halledeceğine katiyen inanıyordu ve Hz Aişe hakkında da en küçük endişesi yoktu ama yine de teker teker ashabıyla istişarede bulunmakta maslahat görüyordu Zira istişare daima kazandırır hiçbir zaman kaybettirmez Ve zaten O da hep kazandırmak için gelmişti Bu münasebetle bir zayıf rivayetle şu hadiseyi naklederler: Allah Resülü Hz Ömeri çağırır ve Hz Aişe (radıyallahu anha) hakkındaki fikrini sorar Ömer cevap verir: Ya Resülallah Aişe katiyen pak ve temizdir ona iftira atılmıştır Allah Resülü nereden bildiğini sorunca da şu cevabı verir: Ey Allahın Resülü sen bir gün namaz kılıyordun Sonradan öğreniyoruz haberin olmadan takunyanın bir kenarına biraz pislik sıçramış ve sen bu vaziyette namaza durunca hemen Cibril (aleyhisselam) gelip durumu sana haber veriyor ve ‘Takunyalarını çıkar diyor Şimdi senin takunyana sıçramış küçük bir pisliği Cenabı Hak sana haber verir seni ondan temizler de haşa

böyle bir cürüm işleyen kadını sana hiç mahrem eder mi Hayır ya Resülallah Muhakkak Cibril (aleyhisselam) gelecek ve Aişenin ne derece afif bir kadın olduğunu sana haber verecektir Evet Allah Resülü: İstişare eden pişman olmaz demiş Ömerle de istişare etmişti Böyle bir istişare Ona bir şey kaybettirmezdi ettirmedi de Kendisine bir şey kaybettirmediği gibi Ömeri de yeniden bir kere daha kazandırıyordu Evet Allah Resülü kendi çömezleri ile istişare ediyor ve onların fikirlerine müracaatta bulunuyordu Tabii ki kazanan yine kendileriyle istişare ettiği insanlar oluyordu; çünkü Allah Resülü bu haliyle de yine onlara bir ahlak dersi veriyordu Zaten bizzat kendisi: İstişare eden hüsrana uğramaz buyurmuyor mu 2 Bedire çıkılacağı zaman da hem ensar hem de muhacirlerle ayrı ayrı istişare etmiş ve onların görüşlerini almıştı Muhacirler adına konuşan Mikdad o gün nasıl da yiğitçe konuşmuştu: Sen atını sür Berki Gımada kadar; arkandayız ve bizden bir fert dahi geri kalmayacaktır Ancak Allah Resülü o ana kadar hissiyatlarını tam ortaya dökmeyen ensarın da ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu Sezgisi kuvvetli Sad b Muaz (radıyallahu anh) hemen ortaya atıldı Ya Resülallah Herhalde bizi düşünüyor ve bizden de bir cevap bekliyorsun Cevabımız hazırdır İşte malımız işte canımız hepsi senin yolunda fedadır İstediğini istediğin kadar al dağıt Ve istediğin kadar can senin yoluna ölmeye can atmaktadır Meşveret ediyor ve ittifak ruh haletini ortaya çıkarıyor Ensar ve muhacirin bir noktada ittifaka varıp ölüme azmetmişlerdir Evet karşılarında küme küme o gözü dönmüş düşman gayızla kılıçlarını kamalarını biledikleri oklarını zağladıkları yaylarını gerdikleri bir dönemde yapılacak şey işte budur Resülullah Hakkın hakikatın İslam haysiyetinin İslam milletinin müdafaası adına gerilmiş bir yay gibi düşmanlarına saldıracaktır; bu esnada meşveret ediyor ve meşverette yüce düşüncesini en geniş zemine yayıyor; en sağlam blokaja oturtuyor ve herkesin sahabet ve heyecanına emanet ediyordu Zaten Onun esas noktai nazarı bu idi Allah (celle celaluhu) çoktan Ona yolunu göstermişti O Allahın (celle celaluhu) irşadına rağmen arkasındakilerin fikrini alıp beraber bulunacağı o önemli çizgide aynı duygu aynı düşünceyi paylaşma adına onlarla bu meseleyi istişare ediyordu Gerçi onlar Onun her teklifine inkıyat edeceklerdi; zira Ona söz vermişlerdi ve bu söz iman demekti ki; O bir gün Kab İbn Malikin yakasından tutacak tatlıca sarsacak ve şöyle diyecekti: Sen Akabede söz vermedin mi Acı tatlı yanımda olacağına geceler bizi takip etse veya önümüzde gündüzler olsa benden ayrılmayacağına söz vermedin mi Söz verdiler; ölüme atıldılar Kendi düşünceleriydi Kendi fikirleriyle böyle bir hesaplaşmaya geldiler ve hesaplaşacaklardı Meşveretle Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) önemli bir davayı aleme mal ediyordu Herkes bir tabut taşır gibi onu taşımaya koşuyor ve gücü yettiğince o cevher hazinesine omuz veriyordu Evet herkes ona sahip çıkıyordu ve onu taşımayı hayatının gayesi biliyor ve Bu yolda şehadet bizim için en tatlı idealdir diyordu bb İç İçe Meşveretten Levhalar 1 Muharebe yeri mevzuunda gelip bir noktada aram eyledi O yeri baştan keşfetmiş ve kuyuların başını çoktan gözüne kestirmişti Nerede hangi tepeyi tutacağına karşısına hınçla gelen düşmanı nerede kıstıracağına çoktan karar vermişti Fakat orada yine meseleyi müzakereye arz etti Sahabe arasında adı çok da meşhur olmayan Hz Hubab b Münzir (radıyallahu anh) ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ya Resülallah Buraya yerleşmen vahiy ile midir Eğer vahiy ile ise biz ne bir adım geri ne de bir adım ileri atamayız Yoksa bu sizin strateji ve harp adına kendi görüşünüz müdür Allah Resülü: Kendi görüşümdür cevabını verince Hubab b Münzir (radıyallahu anh) sözüne şöyle devam etti: Ya Resülallah biz kuyuların bulunduğu yeri tutalım Diğer kuyuların hepsini de dolduralım Düşmanı susuz bırakalım Siz de ordugahınızı kuyunun başına kurun ve sizi tam ortamıza alalım

2 Selman (radıyallahu anh) İranlı bir köledir Önce Mecüsi sonra Hıristiyan daha sonra da Müslüman olan bir köle Müslüman olduğu zaman hiçbir şeyi ve hiçbir kimsesi yoktu O her şeyini Müslümanlığına borçludur ve bu durumunu en güzel şekilde vecizelendiren de yine kendi olmuştur Bir gün kendisine kim olduğu sorulur: Selman b İslam buyurur Evet o gerçek nesebini bulmuştur; İslamın oğlu Selman Ahzab denilen Hendek Savaşı‘nda Allah Resülü yine ashabıyla istişare eder Herkes bir şeyler söyler ve sonunda söz Selmana gelir Selman görüşlerini şöyle dile getirir: Ya Resülallah bizim memleketimizde bir adet vardı; düşman taarruz edecek olursa biz şehrin etrafına hendek kazar öyle müdafaada bulunurduk Eğer uygunsa Medinenin etrafına hendek kazalım ve düşmanın hücumuna öyle mani olalım Ve bu görüş Allah Resülü tarafından kabul görür sadece kabul görmekle de kalmaz kendisi de bizzat hendek kazanların arasında bulunur ve onları coşturur 3 O sadece erkeklerle değil aynı zamanda hanımlarla da istişare ederdi Nitekim Hudeybiyede hanımıyla istişare etmiş ve hanımının dediğini yapmakta da hiçbir beis görmemişti O hayatında hep böyle davranmış ve meşveretlerle aşılmaz gibi görülen problemleri aşmıştır ki biz devlet hayatımızda meşveretin ne denli önem kazandığını ancak şimdilerde anlayabiliyoruz Meşveretsiz müstebit idareciler arkada binler fiyasko bırakıp öyle gitmişlerdir Fikre düşünceye akla karşı en büyük hürmet ve en büyük saygıyı telkin etmiştir Zira aklın bir hikmeti vücudu dolayısıyla da muhakemenin insan düşüncesinin mevcudiyetinin de bir hikmeti vardır Vahiyle beslenen şahıslarda vahye müesses davalarda bile bunlara müracaat edilir ve bunlar onu yorumlamada önemli vazifeler görürler Nitekim aklı muhakemesi olmayanın mükellef olmayacağı da dinimizde bir esas kabul edilmiştir c Teklifler ve Tatbik Efendimize ait ayrı bir derinlik de Ondaki nazar ve kadem vahdetidir Gözü nereye ulaşmışsa nazarı nereye varmışsa ayağını oraya basabilmiş ve ortaya attığı düşünceleri hemen tatbik edebilmiştir Bu itibarla Allah Resülü‘ne tabi olanlar her zaman Onun dediklerini tatbike koyabilmiş tereddüt hayret ve şaşkınlığa düşmemişlerdir ca Plan İnsanı Plan günümüzde en önemli meselelerden biri haline gelmiştir Devletler milletler onu kalkınmada önemli bir esas kabul ederek her şeyde plan diyorlar Bizdeki Devlet Planlama Teşkilatı da bunun için kurulmuştur Yoksa ne büyüme olur ne de dengeli kalkınma evet toplumun nabzı yapılan planlarda atar Plan bir yönüyle de cemiyet bünyesini kontrolde tutabilmenin bir ön şartı gibidir Allah Resülü‘nün ne bilgisayarı ne kompüteri ne de planlama teşkilatı vardı O anında isabetli kararlar verir ve sonra da işin üzerine yürürdü Hem öyle meselelerde kararlar verirdi ki onlar yüz senelik iki yüz senelik üç yüz senelik dört yüz senelik bin dört yüz senelik iki bin senelik meselelerdi ve bu meselelerin hiçbirisinde O arkada herhangi bir problem bırakmazdı Yani kendisinden sonra hiç kimse Onun dediğinin aksine bir şey dememişti Ve diyememişti Oysaki daha evvel değişik bir zaviyeden arz ettiğim gibi Onun tebliğ gibi bir meselesi vardı Bu mevzuda öyle adım atmalı idi ki bir milim dahi olsa geriye dönmesi ve geriye çekilmesi olmamalıydı Ve işte çizgi çizgi Onun hizmet hayatı: Mekkede bir örümcek sabrı bir mercan ızdırabı içinde sürekli bekleyiş iş başında bekleyiş suların derinleşince durgunlaşması gibi sessiz aksiyon diyebileceğimiz bir görünüm içinde olma Bu dönemde sağasola hicret emri; zayıf ve mukavemetsizlerin belki seralarda korunmaya alınmasının yanıbaşında kuvvet dengesinin olmadığı bir dönemde tahrik edici görünümü dağıtma

endişelere meydan verecek derinlikleri sığlaştırma ve sesegürültüye sebebiyet vermesin diye bir hava boşaltma ameliyesidir Medinede ise hizmetimizin şekli vazifemizin gerekleri gücümüz karşı tarafın gücü nazarı itibara alınarak daha farklı bir yol takip edilmiştir Aslında MekkeMedine ve daha sonraki dönemlerde karşılaştığımız strateji farklılığı; büyüme oluşum değişikliğine uğrama vetiresinin (süreç) tabiatının icabıydı Kendi şartları icabı Mekkede öyle hareket edilmeli Medinede de böyle hareket edilmeliydi eğer Allah Resülü Mekkede de Medinede davrandığı gibi davransaydı nakiseden münezzeh o en büyük plan ve strateji insanı için bu büyük bir eksiklik olurdu Aman Allahım Mükemmil ve mütemmim eksikliği bu ne büyük garabet Evet Allah (celle celaluhu) Onu falso yapsın diye değil isabetli karar versin ve insanlığı şaşkınlıktan kurtarsın diye göndermişti cb Geri Adım Atmadı Evet Medinede Allah Resülü değişik bir yol tutup gitmişti ve öyle olması da icap ediyordu Her attığı adım bir sonraki adımın mukaddimesi tabii ondan sonraki adım da onun neticesi oluyordu O hayatında attığı adımların hiçbirinde geriye dönmemiştir Evet Uhud gibi hezimetten dahi zafer çıkaran Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl geriye adım atar ki Atmamış ve izleri ile hep Muhammedün Resülullah yazmıştır Onun hicret mevzuundaki tavrı davranışı bunun canlı misalidir Habeşistan hicreti de Medine hicreti de birer ihtida çağının bir fütühat döneminin sırlı kapısı olmuşlardır Günümüzün Muhtemel Problemi: Irk Meselesi Allah Resülü‘nün o gün hallettiği nice problemler var ki bugün henüz halledilmiş sayılmazlar Gelecek ve daha uzak gelecektekiler ise bütün bütün bir problem yumağı Mesela; uzak bir gelecekte insanlığın başına musallat olacak en büyük gailelerden biri zencibeyaz kavgasıdır Şu anda gergin bir yay üzerinde duran bir ok gibi vakti merhununu bekleyen bu büyük problem onu sezenlerin daha şimdiden korkulu rüyası olmuştur Neden mi Çünkü 21 asra girerken bile zenci hala insan yerine konulmuyor Güney Afrikada renginden dolayı insanlar mahküm ediliyor Amerikada zenciler hiçbir mühim mevkie getirilmiyor Fransa ve Almanyada zenciler tartaklanıyor ve haysiyetleriyle oynanıyor Halbuki Allah Resülü o yumuşaklardan yumuşak mesajıyla bu işin üzerine yürümüş ve onu çözmüştür Evet Onun getirdiği prensiplere göre insanlar bir tarağın dişleri gibidir Arabın Aceme Acemin Araba hiçbir üstünlüğü yoktur Başa geçen Habeşli bir köle bile olsa ona itaat edilecektir Efendimiz değişik beyannamelerin tumturaklı ifadelerine karşılık bu hususa öyle bir işlerlik kazandırmıştı ki siyahi köle Bilal (radıyallahu anh) bir efendi kabul ediliyor ve halife Ömer (radıyallahu anh) şöyle diyordu: Ebü Bekir (radıyallahu anh) bizim efendimizdir Efendimiz olan Bilali de o azat etmiştir Zeyd b Harise (radıyallahu anh) de bir siyahi idi Allah Resülü‘nün eline bir köle olarak geçmiş İki Cihan Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) onu hürriyete kavuşturmuş ve ardından da evlat edinmişti Bu o günün insanının havsalasının alamayacağı bir inkılap demekti İnsanlığın En Şereflisi bir siyahi köleyi evlat ediniyor ve kendini ona onu da kendine mirasçı yapıyordu Sonra da onun oğlunu içinde Ebü Bekirlerin Ömerlerin Alilerin ve daha nice asilzadelerin bulunduğu bir orduya kumandan tayin ediyordu Bundan da öte daha sonra bir peygamber hanımı olabilecek çapta soylulardan Zeynep binti Cahşı (radıyallahu anha) onunla evlendiriyordu Hem Zeyde hem de oğlu Üsameye öyle değer veriyordu ki bir gün halife Ömere (radıyallahu anh) oğlu Abdullah: Babacığım Üsameden benim ne eksik yanım veya onun benden ne fazlalığı var ki ona daha fazla maaş veriyorsun diye sorduğunda Hz Halife şöyle diyecekti: Oğlum onun senden fazla olan tarafını veya senin ondan eksik yanını bilmiyorum Ancak bildiğim bir şey var; o da Allah Resülü onun babasını senin babandan ve Üsameyi de senden daha çok seviyordu Ben de o sevginin hatırına Üsameyi (radıyallahu anh) senden üstün

tutuyorum Evet Kureyş‘in en soylu insanı Cafer b Ebi Talibin bulunduğu bir yerde Zeyd b Harisenin (radıyallahu anh) kumandan olması ve ordunun başına geçmesi ne müthiş bir hadiseydi Mühim olan meselenin edebiyatını yapmak değil o meseleyi bilfiil yaşamaktır Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz ve gelecekte bütün insanları tehdit edecek olan zenci meselesi ve onların muhtemel şiddetli saldırısına mukabil tek çare hiç vakit kaybetmeden onlara İslamın eşsiz prensiplerini öğretmektir Ok yaydan fırlamadan insanlık mutlaka bu çareyi denemelidir İnsanlar analarından hür olarak doğmuşlardır hiç kimsenin onları köleleştirmeye hak ve selahiyeti yoktur Üstünlük; renk ırk soy ve sopla değil; takva Allahtan (celle celaluhu) korkma ve iyi bir insan olma ile değerlendirilir Allah Resülü‘nün Getirdiği İklim Allah Resülü‘nün yarınları bugün gibi hatta avucunun içi gibi görmesi Ona has bir keyfiyetti Hudeybiyeden çıkardığımız o büyük ders de işte budur Allah Resülü öyle yeni taze düsturlar ortaya koymuştur ki zamanın yaşlanıp değişmesine mukabil bu düsturlar hep taze kalmakta hatta daha gençleşmektedir Allah Resülü Allah tarafından bir kısım dini disiplinler ve prensiplerle ortaya çıkmış ve kendi asrında bunları o asrın insanına tebliğ ve talim etmiştir Onlar da bize kadar bu meseleleri ulaştırmışlardır Bütün geçmişlerimizden Allah (celle celaluhu) ebeden razı olsun Bir kadirşinaslık ifadesi olarak bu mevzuda Kuran bize şunu talim eder: Allahım bizi mağfiret eyle Allahım bizden evvel bu işe omuz vermiş bu davayı göğüslemiş şimdiye kadar bu işi getirmiş ne kadar selefimiz ve geçmişimiz varsa hepsini de mağfiret eyle ve inananlara karşı kalblerimizi gıll ü giştan koru Ta sahabei kirama kadar dillerimizde bu bir kadirşinaslık ifadesidir Her mezarın başında durup Fatiha okuduğumuzda bu kadirşinaslığı ifade etmeye çalışırız Seleflerimiz bugüne kadar tahminlerin üstünde bir performans sergileyerek Allah Resülü‘nün arkasından birbirini takip eden bir sürü devlet kurmuşlardır Bir Batılı diyor ki: Hz Muhammed çok büyüktür Neden Çünkü ortaya attığı düstur prensip ve disiplinlerle yüze yakın devlet kurulmuş pek çok medeniyetin mimarı olunmuş dünyanın dört bir yanına ordular gönderilmiş ve bu ordular başlarındaki liyakatli insanlarla her gittikleri yerden başarıyla dönmüşlerdir Hatta bu yerlere sadece birer fatih olarak değil aynı zamanda birer ilim meşalesi gibi gitmişler ve dünyanın dört bir yanında ilim ocakları tüttürmüşlerdir İşte Bağdat işte Orta Asyada düşmanlarımızın yıkmalarına rağmen hala yıkıp bitiremedikleri mabedlerimiz külliyelerimiz şifahanelerimiz camilerimiz ve işte muhteşem Endülüs İlim ve sanat dahilerini hayretten hayrete sevkeden bütün kadim asarıyla kültürü ve sanatıyla ahlakı ve insanlığın müşterek değerlerine saygısıyla Beş yüz senelik gaddar bir zaman cenderesinde ufalana ufalana yok edilme kertesine geldikten sonra bile bu bakiyei mağdure karşısında ürpermemek kabil değil Bir de onlara sanatçı estetiğe vakıf münsif düşünürlerin gözleriyle bakılabilse Kim bilir ne harika şeyler sezilecek ve ne ledünni duygulara ulaşılacaktır Evet Ondan sonra ve Onun izleri üzerinde binlerce ilim yuvası kurulduğu yüzbinlerce ilim ve sanat adamı yetiştiği gibi Onun getirdiği sistemi temsil eden yüzlerce devlet kuruldu Emeviler Abbasiler Selçuklular Harzemiler Karahanlılar ve şanlı Osmanlı Devleti bunlardan sadece birkaçı İslam dini Hıristiyanlıkla mukayese edilmemelidir Hıristiyanlık hiçbir zaman kiliseyi aşamadı Devlet ya teokratik idare dediğimiz papazların kafalarından çıkan içtihatlarla veya materyalist insanların kafalarından çıkan dünyevi prensiplerle idare edildi Ama Hz Muhammedin

(sallallahu aleyhi ve sellem) mesajı ve dini öyle değildi O kitap ve Sünnetin canlı derin alemşümul içtihada açık tecdit derinlikli esasları üzerine kuruldu ve devam etti Onun ikliminde zaman değişiyor suret değişiyor mana ve muhteva baki kalıyordu Bu dünyada medeniyetlerin devletlerin biri batıyor arkadan bir başkası doğuyor ve devamlı güneşler kol geziyordu Evet mesela daha biri bitmeden öbürü hemen zuhur ediyor: Selçuklular kendi devirlerini fonksiyonlarını tamamlar tamamlamaz Allah (celle celaluhu) Söğütün bünyesinde ileride kelebek olup ışığa koşacak yeni bir Yusufçuk yetiştiriyordu İpek böceği kelebek oluyor kelebek üveyikleşiyor üveyik de tavuslaşıyor ve Muhammedi semalarda şehbal açıyor uçuyordu arızasız eksiksiz; tabiatın içinde varlıkla bütünleşerek yeryüzünde Allahın halifesi olma televvün ve derinlikleriyle Evet bu mana ve muhtevada büyük küçük yüzlerce devlet hep Onu temsil ettiler Senden medet alıyoruz medet ey Sultanı Rusül dediler Ve Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) o semavi sofrasından istifade etti Onunla şekillendi Onunla yapılandılar Hudeybiyenin Getirdikleri Size bir vakıayı arizamik anlatarak önemli bir hususun mukaddimesini hazırlamaya çalıştım ki o da Hudeybiyenin getirdikleriydi Ne getirdi Hudeybiye Allah Resülü bir sulh yapmıştı bu sulh Müslümanlara ne kazandırdı 1 İslama Koşanlar Evvela bu sulh döneminde İslamın Kılıcı Halid b Velid (radıyallahu anh) Müslüman oldu Halid b Velid harplerde dize getirilecek bir insan değildi olmamalıydı da İlerde İslami izzete dönüşecek gurur mevcudiyetini devam ettirdiği sürece kılıç zoruyla İslama girmesi imkansızdı Ayrıca istikbalin bu eşsiz kumandanını Cenabı Hak lütfuyla korumuş ve onun izzetiyle İslama girmesine zemin hazırlamıştı Eğer böyle bir sulh dönemi olmasaydı Halidin buzları nasıl eriyecekti Nitekim Mekkede yapacak iş kalmayınca Halid evet o kavgacı insan hiç olmazsa biraz düşünme fırsatı bulmuştu Hudeybiyede Müslümanların zahiren mağdur edilmeleri ve ikinci sene gelip yaptıkları umrenin hal ve keyfiyeti Halid ve Halid gibi düşünenleri derinden derine tesiri altına almıştı Evet sulh dönemi onun için de bir durulma dönemi oldu Ve bir müddet sonra da gelip Allah Resülü‘ne teslim olduğunu ilan etti Bu teslimiyet de onun Seyfullah olmasını netice verdi Ve zaten Allah Resülü bu neticeyi beklemekteydi Amr İbn As (radıyallahu anh) da bu dönemde Müslüman olanlardandır Hudeybiye musalahasıyla gelen bu monoton bu ülfet dolu hayat bu yiğitleri bu kahramanları ve harp meydanlarının küheylanlarını bıktırdı bıktırdı; gelip aksiyon cephesini seçtiler ve Allah Resülü‘nün tarafına geçtiler Osman b Talha (radıyallahu anh) da bu dönemde kazanılan büyüklerdendir Osman b Talha (radıyallahu anh) hayatı boyunca Beytullahın anahtarını taşımış ve daha sonra da Allah Resülü o anahtarları yine ona vermişti İsimleri geçen bu şahıslar askeri ve siyasi dehalarıyla ordular bozan insanlardı İşte bu insanlar sulh döneminin yumuşak ikliminde ancak kendilerini idrak edebilmişlerdi 2 Kabe Kimsenin Tekelinde Olamaz İkincisi: O güne kadar Kureyş her şeye tepeden bakıyordu: Beytullah bizim diyor ve hiç kimseyi yanına sokmuyorlardı Gelen herkes bac ödüyor ve Kabeyi öyle ziyaret edebiliyordu Aksi halde Beytullahı ziyaretleri mümkün değildi Halbuki Allah Resülü‘yle yapılan anlaşmada böyle bir şart ileri sürülmemişti ki bu da Kureyş adına çok büyük bir hata ve çok büyük bir atlamaydı Müslümanlar ertesi yıl Kabeyi bac ödemeden tavaf edince diğer kavim ve kabilelerde bir uyanma oldu Demek ki Kureyş Kabenin yegane sahibi değildi Öyle olsaydı Medineden gelen Müslümanlar vergi ödemeden Kabeyi nasıl ziyaret edebilirlerdi O halde kendileri niçin böyle bir hakka sahip olmasınlardı ki

İşte herkeste bu fikir uyanmış ve Kureyşlilerin resmen Kabenin tek hakimi olmadıkları ortaya çıkmış oluyordu Böylece daha sonraki yıllarda herkes herhangi bir şeye takılmadan gelip Kabeyi ziyaret edecek ve şeairi haykırabilecekti

3 Hizmet Sulh Atmosferinde Olur Üçüncüsü: Sulh ile Kureyş gailesinin olmayacağı on sene garanti altına alınmış oluyordu Bu on senelik zaman dilimi Müslümanlar için çok mühimdi Allah Resülü bu dönemde yetiştirdiği irşad ekiplerini çeşitli yerlere gönderme fırsatını buldu ki bu da bütün Arap Yarımadası‘nda İslamın sesinin duyulması demekti Evet artık her yerde Kuran sesi yükseliyor ve herkes İslam dinine koşuyordu Kuranı Kerimin: Fevç fevç Allahın dinine girerler diye müjdelediği an işte bu andı 10 sene yeni bir neslin yetişmesi demekti Kureyş Müslümanlara nasıl bir fırsat verdiğinin farkında değildi Farkında olsalardı böyle bir anlaşmaya asla yanaşmazlardı Bu zaman diliminde Müslümanlar hem keyfiyet hem de kemmiyet planında epey mesafe katettiler İslama yeni dehaletler bir taraftan ümidi diğer taraftan da askeri gücü artırıyordu İşte bu güç ile Müslümanlar bir gün Mekkenin kapısına dayanınca Kureyş‘in yapacak hiçbir şeyi kalmayacaktı 4 Sulhta İslamla Tanıştılar Dördüncüsü: Bu sulhün kazandırdığı ayrı bir avantaj da Hudeybiye anlaşmasına kadar iki taraftan birbirine gidip gelme olmuyordu Karşılaşmalar hep kılıçların konuştuğu meydanlarda vuku buluyordu Harp psikolojisi içinde İslami hakikatleri karşı tarafa anlatmak da mümkün değildi Sulh sebebiyle gidip gelmeler oldu O güne kadar İslama ait güzelliklerden habersiz yaşayanlar gidip gördüklerinde bu güzellikler karşısında hayranlıklarını gizleyemiyorlardı Medinede yaşanan hayat Cennet hayatından farksızdı ve onu gören büyüleniyordu Abdest ezan cemaatle kılınan namaz ve o insanların namazdaki huşü ve hudüları Mekkelilerin gönlünü baş döndürücü bir cazibeyle kendine çekiyordu Hudeybiye sulhü sayesinde içine İslamın sesinin soluğunun ve Kuran mesajının girmediği hemen hiçbir ev kalmamıştı Ebü Cehilin evinde bile eğer o güne kadar yaşasaydı tek başına sadece kendisi kalacaktı Onun için Hudeybiye Mekke fethinden evvel bir fetihti Evet Allah Resülü bir adım atarken nasıl attığını çok iyi biliyordu Nazarının ulaştığı yere ayağını da koyuyordu Nazar ve ayak bütünlüğü içinde hadiselerin üstesinden geliyor ve problemleri bir bir çözüyordu 5 İslam Resmen Tanınmaya Başlandı Beşincisi: Bütün kavim ve kabileler bu sulh sebebiyle Efendimiz ve Onun temsil ettiği site devletinin sağlasolla mukavele ve anlaşma yapabilecek bir devlet hüviyetinde olduğunu kabullenmeye başlamışlardı Günümüzde nasıl yeni kurulan veya bağımsızlığını ilan eden devletler diğer devletlerin onları devlet olarak tanımalarıyla meşruiyet kazanıyor ve bunu devletlerarası münasebetlerinde bir referans olarak kullanıyor; öyle de Allah Resülü onlarla böyle bir mukavele akdettiğinden dolayı tanınmış oluyordu Onu Kureyş tanıyınca Taifli niye tanımayacaktı ki Evet tanımalar birbirini takip etti İşte Allah Resülü Hudeybiye gibi en ağır şartlar altında imza attığı bir anlaşmadan böyle iç içe fetihler çıkaran harika bir insandı Hiç düşünmeden hemen karar vermek zorunda kaldığı bir atmosfer içinde hiç akla ve hayale gelmeyen böylesi bir fethin zeminini hazırlayabilme hiç şüphesiz beşer düşünce sınırlarını aşan ve mucize diyebileceğimiz bir muvaffakiyetti ki bu da Onun hak peygamber olduğuna en canlı bir şahittir Zira hiçbir beşerin ne kadar dahi de olsa böyle zahiren hezimet gibi görülen bir anlaşmadan bu şekilde bir fethe ulaşabilmesi görülmemiştir

Çünkü böyle bir başarı beşer takatini aşan bir güç bir irade ve bir ilme vabestedir 6 Arkasında Allah Vardı Evet Onun çözdüğü problemlere bakınca Onun arkasında bütün varlığa hükmeden Sonsuz Kudreti görmemek mümkün değildir Ayrıca Onun bu Kafdağı‘ndan ağır meselelerin altından rahatlıkla kalkmasının arkasında Kudret Elini Onun sıyanetini riayetini hıfzını himayesini ve Onu korumasını Bu benim Peygamberimdir demesini görüyor ve bütün benliğimizle coşarak Muhammedün Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) diye haykırıyoruz Evet Allah Resülü karar verirken çok hızlı karar veriyor bu hızlı karar için de işin içine girebiliyor ve içine girdiği her işin de üstesinden gelebiliyor Evet nasıl oluyor da Onun hayatında siyer şahitbir kerecik olsun tamir isteyen bir davranışa rastlamıyoruz hatta başkalarına göre hezimet mağlubiyet sarsıntı durumlarında bile işin bir kenarından tutartutmaz o hezimetten bir zafer çıkarabiliyor ve kendi hesabına idbarları ikbal yapabiliyor Evet mağlubiyetler Onun elinde muvaffakiyete inkılap ediyor hezimetler de zafere dönüşüyor ve bozgunlar Onun sayesinde fütühat şeklinde arzı endam etmeye başlıyordu O adeta eşyanın akışına tabiatına fıtratına zıt ayrı bir akış ayrı bir tabiat ayrı bir fıtrat meydana getiriyordu Oysaki bunlar Allaha (celle celaluhu) ait şeylerdi: Sizi de sizin işinizi de yaratan Allahtır Allah (celle celaluhu) en ekmel en eşref en efdal mahlukunun eliyle kendi işlerini yaratıyor Niçin yaratıyor: Bu benim kulum bu benim peygamberim bilesiniz demek için ve: Bilesiniz ki Ben her şeyde Onu destekliyorum Siz milyonlar milyarlar olsanız; O Benim biricik kulum da bir tane olsa yine hepinize galebe çalacaktır Neden Çünkü Ben Onu nezdimdeki bütün kuvvet hazineleriyle destekliyorum Onun arkasında Ben varım ve hiç kimse unutmamalıdır ki arkasında Allahın (celle celaluhu) bulunduğu Zata karşı ilanı harp etmek Allaha (celle celaluhu) karşı ilanı harp etmek demektir Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mağlup olmadı mağlup olmayacak Onu mağlup etme sevdasında olanlar akıllarıyla zıtlaşıyor kalbleriyle de ters düşüyorlar demektir Daha doğrusu kendilerini olmazların kuruntularına salmış bahtsızlardır Böylelerini Allah ırgalar sinyaller verir ikaz eder Kendinize gelin ey haddini bilmezler der bütün bunlardan bir şey anlamayınca da derdest eder ve işlerini bitirir Evet Hz Muhammedle (sallallahu aleyhi ve sellem) muharebe yapılmaz Ona karşı çıkılmaz Müeyyidi Allahtır (celle celaluhu) Onun Hatta bir yerde Onun biricik Hamisi zevcelerinin dahi küçük bir tavır almalarına karşı Onu teselli sadedinde mealen buyuruyor ki Allah senin arkandadır melekler senin arkandadır Yani semavatın bütün ruhani sekenesi seni teyit etmektedir Senin orduların bunlar olunca artık milyonlarla milyarlarla sana karşı çıkılmaz ki Karşı çıkan kafasını sert bir yere çarpıp kendi kafasını parçalamış olur Evet Allah (celle celaluhu) belki imhal eder ötede herhangi bir itiraz ve mazeretleri kalmasın diye onlara on defa yirmi defa otuz defa mehil verebilir ve adeta onlara şöyle der: Görün anlayın doğru yola gelin ahirette itirazınız kalmasın Ama hadisin ifadesiyle Bir kere de yakaladı mı artık iflah etmez Onun İkliminde Yetişen Dahiler Allah Resülü vahiyle müeyyed ufkuyla devleti ayakta tutacak dinamikleri çok iyi tespit etmiş ve bunları israf etmeden yerli yerinde kullanmıştır O büyük erkanı harpler yetiştiren ilim düşüncesini coşturan ruha ve manaya giden yollar açan sanatkar düşüncelere yüksek gayeler belirleyen iç içe bir derinlikler menşurudur O kendi döneminde bir sürü erkanı harp yetiştirmiştir Kendinden sonra cihanın fethine uzanan yolda Halidden Ukbeye Ukbeden Ahnefe ondan Tarıka ve ondan da Muhammed b Kasıma kadar nice büyük erkanı harpler yetişmiştir ki münhasıran bu zaviyeden o büyük

oluşumun kaynak ve mimarına baktığınız zaman Onu yalnız askerlikle iştigal etmiş sanırsınız Günümüzdeki Akkad gibi pek çok araştırmacı saadet asrını dehaya açık istidatların harmanı gibi görürler Evet Hz Muhammed Medresesi istidatları alabildiğince yükseltebilen ve yükseltmiş olan biricik medresedir O medreseye uğrayan herkes tabiatının müsaadesi ölçüsünde akli kalbi ruhi bütün melekelerini geliştirebilmiş ve dehalaşmıştır Hz Ebü Bekir askeri idari ve ilmi bir dahi Hz Ömer Osman Ali (radıyallahu anhüm) birer böyle dahi Halid Sad Ebü Ubeyde AlaulHadrami Kaka birer askeri dahi Ve daha yüzlercesiyle o ışık çağı adeta bir deha çağı görünümündedir Daha doğrusu o çağ insandaki istidat ve kabiliyet sermayesinin zerresi dahi heder edilmeden değerlendirildiği nemalandırıldığı bir altın çağdır ve yüzlerce dahi ile mamurdur Afrikayı bir solukta baştan başa İslam hakimiyeti altına alan Ukbe b Nafi dahi değilse kim dahi Ukbe on beş yaşında at sırtına sıçrar ve değişik halifeler döneminde büyük sorumluluklar yüklenir Atlas okyanusuna kadar bütün Afrikayı zabt u rabt altına alır ve meşhurdur atını Arabın Karanlık Deniz dediği okyanusa sürer; sonra da: Allahım bu deniz önüme çıktı çıkmasa idi Senin ismi şerifini denizler aşırı ta ötelere götürecektim der Yine o medreseden yetişen Berberi bir köle Tarık b Ziyad da dahi bir erkanı harptir Doksanyüz bin kişilik İspanya ordusunu on iki bin kişilik ordusuyla bir öğleden sonra altından vurur üstünden çıkar ve Toledoda kralın saraylarına ulaşır O da bir dahidir AlaulHadrami o da büyük bir dahidir ve Hz Ömer (radıyallahu anh) devrinde Bu kadar çok dahiyi kullanacak zeminimiz yok denmiştir Bahreynde tevakkuf ve savaştan men azabına çarptırılmış bu dahinin ibret dolu bir hayat hikayesi vardır Tarih yazarları derler ki: Halidi al Ala‘nın yerine koy Ala‘yı al onun yerine koy herhangi bir boşluk olmayacaktır Nasıl olur Nasıl bir devirde bu kadar dahi birden zuhur eder Sad b Ebi Vakkas bir dahidir; İrandaki izlerini takip etsen bunu sen de anlayacaksın Ebü Ubeyde bir dahidir Şurahbil b Hasene bir dahidir Yezid İbn Ebi Süfyan bir dahidir Ve Allah Resülü‘nün arkasından daha niceleriyle bir deha silsilesi Başka türlü çöl aşılamaz Öküz Nehrine Sindabada Çin seddine Cebeli Tarıka ulaşılamaz çeyrek asır gibi kısa bir zaman diliminde buralarda hakimiyet tesis edilemez idare ve asayiş sağlanamaz sağlansa devam ettirilemez Hele geçmiş dinlerin dini teşkilatların iğfal tadlil tahkir ve tecavüzlerine karşı konamazdı ve bütün dünyaya rağmen bu sistem bunca badirelere rağmen 12 asır zirvede kalamazdı Evet onlardaki nübüvvet kaynaklı bu deha idi ki uzun asırlar cihanın peygamberane idaresine muvaffak olunabilmişti Evet sanki Allah Resülü gurub ederken o güneşler güneşi parçalanıyor ve arkadan gelenlere taksim ediliyordu Ve herkes o Muhammedi fetanetle dünya çapındaki bu büyük işleri temsil ediyordu Bilmemki böyle bir dönemin eşini tahayyül ve tasavvur etmek mümkün mü Görmek demiyorum tasavvur etmek hayallerde onu bulmak hatta rüyalarda öyle bir şey misafir etmek mümkün mü Size bir çırpıda nakletmeye çalıştığım bu isimler ve işaret ettiğim onların misyonları başlı başına değişik araştırmalara esas teşkil edecek mahiyette muhtevalı konulardır Biz İslamın yetiştirdiği bu askeri ve idari dehalardan sadece ilk aklımıza gelen ve ilklerden sadece birkaçını zikrettik Bütününü anlatmak ciltler istiabında bir çalışma ister ki bizim bu mini fasılda o konuya ve o çapta yer ayırmamız zaten mümkün değildir Biz bu konulara dolayısıyla girmiş olduk ve sadece Allah Resülü‘nün risaletiyle irtibatlandıracağımız hususlar üzerinde durduk Beklentim ve ümidim erbabı tarafından bu konuların genişce ele alınıp incelenmesidir İşte o zaman Peygamber Medresesi birkaç buuduyla daha iyi ortaya çıkacak ve o sahaların lisanıyla Muhammedün Resülullah dedirtecektir 1 O Medresenin İlim Dahileri

Devlet adamı idareci erkanı harp kadar ilme de açık o medrese dünya kadar ilim adamı düşünce insanı hukukçu müçtehit ve mücedditler yetiştirmiştir Raşit halifelerle başlayıp ilk üç asırda hep kıvrım kıvrım zirvelerde dolaşan bu ışıktan yolun yolcularını sayıp dökme hem bu kitabın hacmini hem de bizi aşar Sadece bir dönemde Mekkede çobanlık yapan İbn Mesuda bakmak yeter zannederim Küfe Onunla bir ilim merkezi haline gelmiş ve Onun ilim irfan ikliminde Alkameler Esved b Yezidler İbrahim Nehailer Hammadlar Ebü Hanifeler gibi fıkıhta hadiste kelamda yüzlerce binlerce devasa kamet yetişmiştir ki hepsi de her şeyi ile o kudsi mehaze medyun ve Onun boynu tasmalı kapıkullarıdır Biz bu büyük gerçeği görmezlikten gelsek de ilim tarihi bunları değerlendirip kaydetmiştir Kaydedecektir ve bir kısım inatçı ruhlara rağmen çok yakın bir gelecekte bir kere daha gürül gürül kainatı velveleye verecektir a Fıkıh Sahasında Diğer bütün büyük ruhlar sinelerimizdeki ihtiramla muhat yerlerinde kalsın ve bizi bağışlasınlar Misal olarak içlerinden birini alıp kısaca onun üzerinde duracak ve işte böyleydiler diyerek diğerlerine de atıfta bulunacağız Ebü Hanife kimdir Ebü Hanife bizim mezhep imamımız Türkiyede büyük çoğunluğun mezhep imamı ilmin kültürün vicahi intikal döneminde etrafına topladığı dev adamlara düşüncelerini takrir ve dikte eden ders halkasında ilk dönemlerin aydınlık topluluğuna Şeyhülislamlık yapan İmam Ebü Yusufları İmam Muhammedleri İmam Hasan Şeybanileri İmam Züferleri ve Hz Şafii‘nin üstadı Vekileri yetiştiren bir üstadlar üstadıydı çağlara imzasını atıyor kendinden sonraki asırlara sesleniyor ve yüz milyonların imamı olma mevkiine yükseliyor onun ilk talebelerine ve hususiyle de İmam Muhammede dikte ettirdiği notları daha sonra Şemsüleimme Serahsi otuz ciltlik meşhur Mebsütuyla şerhetmiş hem de bir kuyunun bir sarnıcın dibinde her gün talebeleri sarnıcın etrafında kümelenir o takrir eder talebeleri de tespit Latifdir Serahsi‘ye bir gün talebeleri: İmam Şafii üç yüz dosya hadisi hıfzına almış derler Bunun üzerine koca imam gayet mütevazi bir eda ile şöyle mırıldanır: Demek benim hafızamdaki hadisin zekatıymış Ne anlarsanız anlayın İmam Şafii de kendi başına ayrı bir dahi Everest Tepesi İmam Malik öyle bir zirve Ahmed b Hanbel de öyle bir şahika idi Şimdi bir kere daha soralım: Ebü Hanife kimdi Ebü Hanife Allah Resülü‘nün ashabından İbn Mesudun (radıyallahu anh) Alkamenin Yezidin Esvedin talebesi mi Hayır talebesinin talebesi Yani Hammad İbn Ebi Süleymanın talebesi Gerçi Hammad da ayrı bir fıkıh dahisi bir hukuk dahisi idi ama Allah Resülü‘nün talebesinin talebesiydi Evet alemin karanlıklar içinde yüzdüğü cihanın doğusunda batısında yalancı şafağın dahi olmadığı bir dönemde insanlığı ve cihanları aydınlatacak bu ilim adamları birer birer Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) medresesinde yetişmişlerdi Cihanları aydınlatacak ilim irfan ve varidatlarıyla kıymetlerüstü kıymet ifade eden bu insanlar mebzuliyetlerine rağmen kıymetli idiler Kıymetleri nedretten kaynaklanmıyordu Sadece Ebü Hanife döneminde Küfede belki o çapta elli tane dahi saymak mümkündür Toprak ne münbittir zaman ne mübarektir Daha doğrusu bütün bunlar Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) nurunun feyezanı ve irfan deryasının dalgalanmasındandır Evet Onun sayesindedir ki bedevi bir cemaatten insanlığı on dört asır aydınlatan ve kıyamete kadar da inşaallahaydınlatacak olan bir ilim kadrosu fışkırmış ve dünyaları nura gark etmiştir b Tefsir Sahasında Tefsir bize göre başlı başına bir derya ve Onun deryasına nisbeten de damla o deryayı gösteren bir damla Hz Aliden İbn Abbasa ondan Mücahid ve Said İbn Cübeyre ondan da ta İbn

Cerir Fahreddin Razi İbn Kesir ve günümüzün allame müfessirlerine kadar öyle bir dahiler arenasıdır ki Efendimizin insanlığın efendisi olduğuna dair başka delil olmasa şahit olarak bu zatların Ona intisapları yeter Mesela bunlardan İbn Cerir başlı başına bir harikadır Bakarsınız tefsirinde o ayetleri ve hadisleri zamanüstü yorumlarıyla semanın yedi kat oluşundan bahseder; arzın ve semanın bir zamanlar bütün olduğuna ve sonra mevsimi geldiğinde infilak ettiğine dikkati çeker yağmurların rüzgarların temel prensiplerini ve bin sene sonra anlaşılabilecek şeylerden dem vuran bir müfessir ve başlı başına bir dahidir İlmi araştırmalar İbn Ceririn hayatının her gününe 15 sayfa düşecek şekilde eser telif ettiğinden bahsederler Şimdi o dahi değil de ya kim dahidir Evet tefsir sahasında da İbn Cerirden Fahreddin Razi‘ye ondan yüzlerce tefsiri tarayıp kocaman kitaplar hazırlayan İmam Süyüti‘ye ve devrimizin allamelerine kadar Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebinde tefsir sahasında yetişen öyle insanlar vardır ki eğer bir dönemde batıda bunlardan biri zuhur etseydi ona büyük bir abide yapar ve onu bütün cihana ilan ederlerdi Bizim bir İmam Gazzali‘miz vardır ki pek çok ilim dalında eşimenendi yoktur Batılı çok az insaflı olabilmiştir Bununla beraber bir insaflı anında Gibb onu elinde asasıyla insanları büyüleyen bir harika ruh olarak resmeder İmam Gazzali‘den İmam Rabbani‘ye ve ondan da Bediüzzamana uzanan çizgide Efendimizin talebelerinden yüzlercesiyle karşılaşmak mümkündür c Hadis Sahasında Hadis sahasının devleri ise apayrı birer ilim ve fazilet abideleridir İmam Buhari İmam Müslim Ebü Davüd Tirmizi Nesai İbn Mace İmam Ahmed b Hanbel Darekutni Beyhaki Darimi evet bütün bunların hepsi tek başına kendi sahasında dünyaya yetecek insanlardır Tabii ki teker teker bu şahısların üzerinde durmamız ve onların ilmi yapılarını tahlil etmemiz hele hedeflediğimiz şeyin hususiyetleri itibarıyla katiyen mümkün değildir Sadece şu kadar söyleyeyim ki bunlardan İmam Buhari 600 bin hadisi hafızasına aldıktan sonra bunlardan sadece 4 bine yakınını Sahihine almıştır Almada gösterdiği titizlik ise başlı başına bir destan Her hadis için abdest alıp iki rekat namaz kılar daha sonra ruhen Hz Ruhu SeyyidilEnamla münasebete geçer ve cevabı savap alınca o hadisi kitabına dercedermiş İşte böyle bir dev imam da Efendimizin herhangi bir talebesidir ve Onun ders halkasında yetişmiştir Günlerce yol katettikten sonra kendisinden hadis rivayet edecek olduğu şahsı atına boş külahını gösterip içinde arpa varmış gibi davrandığını görünce hiçbir şey sormadan geriye döner niçin böyle yaptığını soranlara da: Hayvanı aldatan bir insanın beni de aldatıp aldatmayacağından emin değilim cevabını verir ve kim bilir bütün hayatını böyle titizlikle geçiren daha nice dahi hadis imamları vardır İşte dinin zebercet konağı işte onun altın kanatlı hameleleri ve işte hiç yanıltmayan gümüşten yolumuz d İlmin Dünya Buudu Eskiyeni ilim tarihi adına taraflı tarafsız ve mukayeseli o kadar muhteşem eserler yazıldı ki bunları okuyup da muhteşem geçmişimize hayranlık duymamak kabil değildir Müslümanların altın çağı sayılan bir dönemde tıp matematik hendese ve bütün tabii ilim dalları fıkıhla tefsirle hadisle ve kelamla atbaşıydı elCabirden (cebirin mürşidi) İbn Sina‘ya ondan İbn Batüta ve Harizmi‘ye ve ondan on asır yazdığı tıp kitapları Avrupada tedris edilen cerrahinin üstadı Zehravi‘ye kadar ki bir bilim mecmuası bu zatı anlatırken On Asır Yaşayan İlim Adamı diye başlık koydubunların hepsi yüzlercesi ve binlercesiyle Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebinin çıraklarıdır Bizde niçin acaba bu büyük insanlar görülüp bilinmemiş ve bugün de çokları tarafından hala tanınmıyor Görülmemesi bir galatı histir Batıda bunlar gözden kaçmaz; zira bunlar orada düz ovalara nisbet ara sıra yükselen tepeler gibidirler Çok yüksek olmasalar da göze çarpabilirler

Buna karşılık bizdeki zirveler ise mütemadidirler bütündürler ölçülememezlikleri bilinmezliklerini doğurmuş Yani onlar zirvelerin yan yana gelmesi gibidirler Çukuru yoktur ki; bilinebilsinler Bize gelince biz vefasızlık ettik ve bu hale geldik Biz o asarı değerlendiremedik Batı onunla rönesansını tahakkuk ettirirken biz bir kısım kuruntulardan sıyrılamadık Kabahat bizde ilklerde değil sonraki mirasyedilerde kabahat deryanın içinde oldukları halde deryanın kıymetini bilmeyenlerde O mahiler ki deryada yaşar deryayı bilmezler 2 Ruh Dünyasının Kahramanları Onun ikinci derecede bir buudu vilayet vilayet adına Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) öyle insanlar yetiştirmiş ve açtığı kapı ile öylelerini evci kemalatı insaniyeye yükseltmiştir ki kimileri Perdei gayb açılsa yakinim artmayacaktır der Kimileri yerde iken Arşı Azamı seyreder kimileri Hz Cebrailin o muhteşem heykelini (varlığını) müşahede ile kendinden geçer kimileri Kuran ve Sünnetin sır buudlarını didik didik eder ve işaretlerden dantelalar örer işte Celcelütiye işte Nehculbelaga işte Mesnevi işte Fütühulgayb işte Füsüs ve Fütühat Kadirşinaslığının depreştiği bir gün Edison şöyle der: Ben elektriğe giden yolu Muhyiddin İbn Arabi‘nin Fütühatı Mekkiyesinde buldum O sırlı beyanlarıyla Fütühatı Mekkiye bugün de elimizde Kuranın bir sırlı ifadesinden elektriği elektronları ampülü istinbat etmek bazı noktalardan tenkit görse de tevili çıkmış bir hadisenin kritiğini yapmak bir bencillik gayreti olsa gerek İnsan pek çok hakikati hem böyle vilayet rampasıyla hem de laboratuvarlarla araştırma merkezleriyle ulaşabilir Biz ulaşamamışsak ulaşamıyorsak o düşünce tutarsızlığında muhakeme fakirliğinde; kalb zaafında irade ve azim yetersizliğinde aranmalıdır İbn Arabi Mevlana İmam Rabbani ve Bediüzzaman gibi çağlarını aşmış insanları anlamak şöyle dursun onların keşfettikleri şeylere akıl erdirmek bile çok zordur Bir Şahı Nakşibend Hazretlerini bir Marufu Kerhi‘yi bir Şazili‘yi bir Şahı Geylani‘yi bir Ahmed Bedevi‘yi bir ŞeyhulHarrani‘yi nasıl anlayacağız ki İşte bütün bunlar Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebinin sadece çırakları ve tilmizleridirler Bize göre dahi insanlardır ama Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebine ve medresesine göre sadece bir düzine çıraklardır O çıraklara ruhum feda olsun ve hep o şemaya pervane olmuş Onun etrafında dönmüş ışık aşıklarıdırlar Gözleri gayba açılmışsa (İmam Süyüti gibi: Ben uykuda değil; uyanıkken hayatımda 70 defa Hz Muhammedle (sallallahu aleyhi ve sellem) görüştüm diyor) yine Allah Resülü‘nden öğrendikleriyle açılmıştır ışığa koşmuşlarsa Onun cazibesiyle olmuştur Bizler derdest üç boyutlu mekanın hapisleri ve onun itibari bir buudu olan zamanda esirleriyiz Onlar ise zaman ve mekanı aşarak bir değişik buuda belki her gün Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) ile yüz yüze ve diz dize yaşıyorlar Hatta onlardan biri şöyle diyor: Eğer bir lahza Onunla görüşmesem mahvolurum Çünkü bütün varlığımı Ona borçluyum günebakanın (ayçiçeğinin) açılıp kapanmasının güneşe programlandığı gibi ben de hayatımı Onu takip ve müşahedeye borçluyum O gönlümde battığı zaman ben de bittim demektir Bunlar Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebinin talebeleridir ve gelecekte de aynı kaynaktan yeni oluşumlar inşaallahfışkıracaktır Velilik benim saham değil Ben veliler bezminde olsam olsam onların kitmiri olabilirim veya o alemin sadece hayranı İnşaallah bir gün içinizdeki hususi uyanmalar sayesinde pek çok kimsenin hakaika gözleri açılacak ve beni tasdik edeceklerdir Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ne muhteşem bir mürşiddir ki bugün mistisizm dünyasında yogizm dünyasında Onun çırakları boşluğun lafazan mürşit taslaklarını öyle bir silip geçmişlerdir ki muhalif bir rüzgar esmezse daha şimdiden Geleceğin dünyası Hazreti Muhammedindir (sallallahu aleyhi ve sellem) diyebiliriz Evet Muhyiddin İbn Arabi

bugün batılıyı öyle büyülemiştir ki Almanyada hem de Alman ırkından binlerce Müslüman Muhyiddin ve emsalinin neşrettiği nurlar sayesinde Hz Muhammed demektedir Eğer bir yerde Abdülkadir Geylani Mevlana Muhyiddin İmam Rabbani ve Bediüzzaman kalblere girip gönülleri Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) çevirebiliyorlarsa bu tamamen onların üstadlarına ait bir kuvvei kudsiyyedir Hz Mevlana bir dev insandır (Bazılarının onu değişik bir zaviyeden ele almaları hatta ve hatta Peygamber Efendimizin yerine koymaya çalışmaları şubu peygamberidir demeleri bir yana) Hz Mevlana namütenahiliğe yelken açmış büyük kametlerden ve meleküta açık hikmet erlerindendir Aşkın ızdırabın heyecanın samimiyetin eşsiz temsilcisi ve teşbihlerle temsillerle hakikati uzma‘ya mutlak hakikata ulaşmanın en büyük kaşiflerinden birisidir Ve Hz Mevlana Celaleddin Rümi aynı zamanda bir söz üstadıdır Erbabına göre bir sihirli asa da onun elinde vardır ve iklimine giren mutlaka büyülenir 3 Ve Dil Erbabı Allah Resülü Arap söz sultanlarının şahı Acem bülegasının da şehinşahıdır Bu sahada da Onun dünya kadar şahidi vardır Hassan b Sabitden Kab b Malike Abdullah b Revahadan Kab b Züheyr b Ebi Sülma‘ya Lebidden Hansa binti Züheyre ve ondan da bütün Abbasi Emevi Selçuki ediplerine kadar gelmişgeçmiş ne kadar söz üstadı varsa en değerli beyanlarını Onunla Onun mesajıyla ve Onun sözleriye alakalı ifade etmiş ve o üstadlarına karşı tazimde kusur etmemişlerdir Ve hele İran şairleri Goethenin bir gün Prens Müllere şöyle dediğini Haydar Bammad naklediyor: İslam tarihinde özellikle Selçukluların Abbasilerin ve İranlıların yaşadığı İranda çeşitli devirlerde dev şairler yetişmiştir Fakat İslam dünyasında bunların sadece dördü beşi kabul edilir Goethe gibi Almanyada dile yeniden haysiyetini kazandıran ve onu yeniden keşfeden bilhassa Faustu ile edebiyatta yeni çığır açan bu adam diyor ki: Bu ülkede çeşitli devirlerde dev insanlar yetişmiştir fakat İslam dünyası bunların beşini alır; Mevlana Celaleddin Rümi Hafız Firdevsi Enveri Nizami Bunun dışında hepsini atarlar yani diğerlerini şair saymazlar Edip değil diye attıkları arasında öyleleri vardır ki (Goethenin sözü) ben onların ellerine su dökemem Şaşkınlığımızla kalalım Kimleri şişiriyor balonlaştırıyoruz ve kimlere karşı alakasız ve biganeyiz Bilmiyorsak bilelim Hafızı taklit etmeyen Batılı yoktur Osmanlı edebiyatı da büyük ölçüde Hafızın dünyasıyla içli dışlıdır Evet işte İranisiyle Turanisiyle bütün bunlar Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) mektebinin çırakları ve Onun bıraktığı malzemeyi kullanan mimarlardır Benim size arz etmeyi planladığım daha pek çok şey olabilirdi ama tasdi etmemek için kesiyorum; zira Onunla alakalı anlatmayı düşündüğüm daha pek çok şey var ve tabii bu arada Onun askerlik yanı Erkanı Harp Peygamberi Cihad ve Hedefleri Belki bir süre Allah Ona maddi cihad kapılarını kapalı tutmuştu İşin tabiatı icabı veya her şeyin bir vakti merhünu olması hesabıyla uzun seneler bu hep böyle devam etmişti Neden sonra onlara Allah (celle celaluhu) meşru mücadele muharebe ve kuvvet kullanma kapıları açmış ve: Sen de artık hakkını hukukunu müdafaa edebilirsin demişti Bu ariz ve amik bahse girmeden evvel bir kısım kimselerin zihinlerinde bazı istifhamlara esas teşkil edebilecek bir iki hususu basitleştirip arz etmek istiyorum: Efendimizin fetanetinden fetanetin sevkü‘lceyş buudundan bahis açmadan evvel Onun ne zaman ve hangi dönemde cihada memur edildiğinin üzerinde durulmasında yarar var Bir taraftan umumi manada cihadın anlaşılması diğer taraftan da maddi cihadın başlama tarihinin bilinmesi

çok önemlidir Din düşmanları cihadın manasını çarpıtarak vefasız dostlar da zaman ve mevsimleri birbirine karıştırarak sürekli zihin bulandırıyorlar; her iki cepheye de bazı şeylerin doğru anlatılmasının lazım geldiğine inanıyorum Efendimiz bütün hayatı boyunca İslamın getirdiği prensiplerden kıl kadar dahi inhiraf etmemiştir Zaten Onun bütün hayatı İslamın pratiğe dökülme ameliyesinden başka bir şey değildir Bu durum cihad ve harp mevzuunda da diğer sahalarda da böyledir a Müdafaa Evvela; İslam bir millet veya ferdin kendi varlığını tehdit eden onu yok etmeye öldürmeye çalışan mukabil güce karşı nefis müdafaasını karşı koymayı meşru kılar hatta bazı durumlarda onu emreder Biri sizin varlığınızı malınızı canınızı dininizi ırzınızı tehdit ediyorsa onunla göğüs göğüse gelir bu işin kavgasını verir ve kendisiyle hesaplaşırsınız Mesela diyelim ki: Hasım bir ülke kendisiyle sizin aranızdaki hudutları deldi ve içeriye girdi ne yaparsınız Ülkenizdeki bazı kimseleri yılançıyan haline getirip üzerinize saldırtsa ne düşünürsünüz Bir yerde soydaşlarınız gadre uğratıldığı zaman nasıl davranırsınız Herhalde bu sorulara Hiç deyip geçemezsiniz İşte bu noktadan hareketle Allah Resülü tam 14 asır evvel kuvvet kullanmayı da bir disiplin olarak kabul etmiş ve Müslümanın Müslümanca yaşayabilmesi için hikmetin yanında kuvvetin irşadın yanında caydırıcı gücün bulunması zaruretine de parmak basmış ve onurlu haysiyetli yaşama yollarını göstermiştir Evet kuvvetli olacak kuvveti hakkın emrine verecek sözünüzü dinletecek ve kesilmesi gerekli olan sesleri keseceksiniz ki yeryüzünde dünya muvazenesinin temsilcisi olabilesiniz b Zulmü Durdurmak Saniyen; dünyada mazlumlar mağdurlar vardır Bugün biz bunları himayemize almakla veya politika platformunda bazı başarılarla meseleyi halledebileceğimizi düşünüyoruz bir ölçüde bu makul de olabilir Evet soydaşlarımıza dindaşlarımıza bağrımızı açıyor ve civanmertliğimizle bir kısım problemleri çözmeye çalışıyoruz; ama bununla bilmem ki problemin kaçta kaçını hallediyoruz Yanı başımızda bir buçukiki milyon gadre uğrayan insan ki mesanesinin ucundan bir parçacık derinin kesilmesine müsaade edilmeyen ismi değiştirilen Müslümanca merasimlerine müdahale edilen evet işte bu bir buçuk milyonun yarım milyonuna bağrımızı açsak bile bir milyonu orada inleyip duracaktır Bir küçük devlete karşı çok küçük bir problemi halledemeyince bizi yakından alakadar eden bunca dünya meselesinin altından nasıl kalkabileceğiz ki Öyle ise dünyada öyle bir devlet olmalı ki kaşını çattığı veya az öfkelendiği zaman başkaları hizaya gelmeli ve hadlerini bilmelidirler İşte böyle büyük bir caydırıcı gücü sürekli elde tutmak mazlumun mağdurun imdadına koşmak ve ihkakı hak etmek için mutlak lazımdır Bu da o büyük güç ve aktivitenin yer yer bizzat gösterilmesiyle kolaylaşacak ve mümkün olacaktır Ve geçmişte de öyle olmuştur Biz dünya muvazenesinde bize düşen vazifeyi temsil ettiğimiz günlerde Batılılar zulmen Hindistanı işgale yeltendiğinde: Donanmayı Hümayün şimdi Hind Denizine açılıyor dediğimizde tıpkı çapulcular gibi hemen kaçıyorlardı Evet o dönemde dünya muvazenesinde bu kadar ağırlığımız vardı Vardı ve Fransadan Hindistana kadar koskocaman bir dünyada o müthiş hakemlik konumumuzla mazlumlar mağdurlar bize koşuyor ve hak istirdadını ihkakı hakkı bizim kapımızda arıyorlardı Evet İslamda mazlumun mağdurun mahkümun sahipsiz ve garibin imdadına koşmak için harp meşru kılınmıştır Zaten mü‘minler imdada koşmazlarsa başka kim koşacak Allah (celle celaluhu) bizi yeryüzünde ihkakı hakla vazifelendirmiştir O noktayı tutmayı varlığımızın gayesi bilmeli ve elde etmeye çalışmalıyız Yoksa zulümler devam edecektir c İrşad Hürriyeti Salisen; İslamda harp ve cihad hak ve hakikati doğruluk ve istikameti neşretme hürriyeti

engelleniyorsa o hürriyeti muhafaza etmek ve sağlama almak için yapılır Dikkat ediniz; hak ve hakikati neşretmek için muharebe yapılmaz Hak ve hakikati neşretme hürriyeti engelleniyorsa onun için muharebe yapılır Dünyanın dört bir yanında sizin irfana açık erleriniz varsa mürşitleriniz harekete geçecek ve herkese İslam mesajını ulaştıracaksınız Şayet bunu başkaları engellerse o zaman da engelleri ortadan kaldırmaya çalışacaksınız Çünkü onların böyle bir davranışları insanların hür iradeleriyle Cennete gitmelerine manidir Siz düşünce hürriyetini korumak ve muhafaza etmek için çalışacak ve sertliklerin karşı koymaların bertaraf edildiği ölçüde dininizi neşredeceksiniz Bunu yaparken de İsterseniz bunu dördüncü bir esas da sayabilirsiniz insanlık şeref ve haysiyetini rencide etmeyecek çoluk çocuğa dokunmayacak kadınlara ilişmeyecek mabedlere çekilen ve kendisini ibadet ü taate veren insanlara zarar vermeyecek harp etmeyenlerle de harp etmeyeceksiniz Günümüzde henüz bu noktanın ne kadar gerisinde olduğumuz malumu alemdir Bilmem ki meskun sahalarda NBC kullananların halini gerisinde olma sözü ifade edebilir mi Zannetmiyorum Evet daha dün denecek kadar yakın bir tarihte Hiroşima ve Nagasakide 80 bin insanı birdenbire bir atom fırtınası önüne kattı götürüverdi arkada 80 binlerce de alil hasta ve sakat bıraktı Hem de bunu medeni bir dünya yaptı Şimdi bir de bize bakın Her halife ve tabii başta Allah Resülü olmak üzere etrafa asker gönderirken: Yaşlılara kadınlara çocuklara kendisini ibadet ü taate vermiş ruhbanlara ve mabedlere ilişmeyiniz Ağaçları yakmayınız Hayvanlara dokunmayınız Ve servetleri heder etmeyiniz diye emirler veriyorlardı Bombaların canavarca kullanılışlarını onaylayan kimselerin bilmem ki bu disiplinlere riayet etmesi mümkün mü Şimdi muvazenede inanmış insanların bulunmamasının nasıl bir boşluk meydana getirdiğini bir kere daha müşahede edin; sonra ister ağlayın ister inleyin Keşke süper güçlerin birinin yerine biz olabilseydik Herhalde o zaman bunca zulüm ve işkence olmazdı Şimdi size soruyorum: Sadece bu netice için dahi olsa cihad yapmak gerekmez mi Evet bunlar için yola da çıkılır cihad da yapılır ki; Allah Resülü de bundan dolayı hep o yolda idi Bu ariz ve amik mevzuu cihad konusunu müstakillen işlediğimiz bir kitapçıkta tahlil etmiştik ona havale edip geçiyorum Efendimiz Mekke döneminde katiyen maddi mukabele ve maddi mücadelede bulunmamıştı Etrafını alan insanlara hep sükünet temkin ve sabır tavsiye buyurdu Bu dönemde sadece Kuranın elmas düsturlarını kullandı 14 sene sinelere girip gönülleri fethetmeye çalıştı Evet Efendimiz o kömürü elmas taşı toprağı altın yapan mübarek sözleri ile tam 13 sene Dövene elsiz sövene dilsiz ve İslam yolunda gönülsüz gerek dedi Kandan irinden deryaları geçmeye çalıştı Gözünün önünde insanlar öldürülüyor dövülüyor tartaklanıyor O kendi büyük sıkıntılarıyla beraber bunları da sinesine çekiyordu Mesela; Ali Yasir mezbahada kesilir gibi kesilip biçilirken yanlarından geçiyor sadece Ey Ali Yasir sabır Neticede varacağınız yer Cennettir diyebiliyordu O bu kadar sabırlı ve kararlıydı ama kafir bir türlü hıncını alamıyordu ve ondan sonra da yapmayı planladığı şeyler vardı: Mü‘minleri bütün bütün Mekkeden uzaklaştıracak ve göçe zorlayacaklardı Evet doğup büyüdükleri aziz ve şerif olarak yaşadıkları rahat ve huzur içinde hayatlarını sürdürdükleri yuvalarından çocuklarından koparılıp başka yerlere hicret ettirileceklerdi ve nihayet bütün Müslümanlar hicret etmeye başladı Hz Ömere kadar ilkler bütünüyle hicret ediyordu Hz Ömer (radıyallahu anh) de göç ediyordu Ama bu öyle acı bir göç idi ki yanında hanımı da yoktu çocukları da; tek başınaydı bu çileli yolculukta Zira ancak bu şekilde hicrete fırsat bulabilmişti Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) göç ederken fedakarlığa bakın kiyanında her zaman Anamız deyip şerefle yad edeceğimiz Aişe Validemiz (radıyallahu anha) yoktu Oysa ki o henüz 78 yaşında bir çocuktu pekala neredeydi Bilmiyoruz; zira göç ancak bu

şekilde gerçekleşebiliyordu ve başka şekilde gitmelerine de imkan yoktu Evet yurt yuva terk ediliyor ve herkes göçe zorlanıyordu Bir gün Utbe b Rebia Abbas b Abdülmuttalip ve Ebü Cehil İbn Cahşın binasının damına çıkmış evin bu boş ve harap halini görünce Utbenin gözleri dolmuş Ebü Cehil ise şöyle demişti: Senin yeğenin getirdi bütün bunları başımıza Hayır; bunları O yapmamıştı; zalimler gaddarlar hazımsızlar onları doğup büyüdükleri yerlerden uzaklaştırıyor ve onların hayvanlarına bile zulmediyorlardı Kafirin gözyaşları kendi zulmünün üzerine akıyordu Müslümanlar 500 kmlik bir yolu zadsız zahiresiz ve çölün sıcağında katetme mecburiyetinde idiler: O devirde böyle bir yolu katetmek bir ay sürerdi Bir ay sırtlarındaki elbiselerle çölde yatıp kalkacaklardı haydi elbise ne ise ne yiyip ne içecekleri belli değildi Medineye hicret ettikten sonra da hep onuruyla yaşamış bu insanlar adeta Medinenin Ensar dediğimiz topluluğuna sığınacaklardı Bakın azab üstüne azaba Ne var ki o kudsiler topluluğu hepsine hem de seslerini çıkarmadan katlanacaklardı Niçin Söz Sultanı onlara diyor ki: Sesinizi çıkarmayın sabredin zira neticede varacağınız yer Cennettir Efendimiz Allahın (celle celaluhu) emirleriyle hareket ediyor ve hissiliğin zerresine dahi yer vermiyordu ama gel gör ki karşı tarafın hıncı bir türlü yatışmıyordu Evet Müslümanları yurtlarından yuvalarından ettikten ve o kadar insanı boğazladıktan tehcire tabi tuttuktan sonra dahi bir türlü hınçlarını alamamışlardı Bir gün aralarında daha vahşice bir karara vardılar: Onların mallarına mülklerine el koyalım ve tarlalarını aramızda taksim edelim O kadar ki 89 sene sonra Allah Resülü Mekkei Mükerremeye hem de muzaffer olarak teşrif buyurduğunda Hz Üsame soruyor: Ya Resülallah hangi hanede ikamet buyuracaksınız O gözleri dolu dolu şöyle cevap veriyor: Akil bize ev mi bıraktı ki gidip orada oturalım Yani Allah Resülü‘nün doğup büyüdüğü bugün kütüphane olarak kullanılan o mübarek evinin bir köşesinde aram buyuracağı bir yer bırakılmamıştı Akil neden sonra gözünü İslamiyete açacak olan Ebü Talibin büyük oğlu o güne kadar Allah Resülü‘yle mücadele etmiş bir insan sonra da gelip Allah Resülü‘nün varisi gibi Onun malının üstüne oturmuş vefaya kapalı bir ruh Herkesin malı taksim ediliyordu Evet Mekkede İbn Übey münafığı bunu değerlendirecek ve bir gün bin vaveylayla Medinenin içinde bağırıp diyecektir ki: Müslümanlar siz burada oturuyorsunuz ama menkulgayrimenkul mallarınız taksim ediliyor pazarda piyasada peyleniyor Bir gün ne orada ne de burada hiçbir mamelekiniz kalmayacak Bu da ayrı bir zulümdü Hatta bu zulüm içinde şunu görmek mümkün (Mevsimi gelince onu Allah Resülü‘nün seriyelerinin hikmetlerine dikkat çekeceğim noktada dikkatinizi istirham edeceğim) Bir gün bütün bunlar yetmiyor gibi Müslümanların mallarını taşıyan kervan Şama giderken Medinenin kenarından geçiyor ve adeta Bakın da yüreğiniz erisin diyorlardı Bu arada Müslümanların deve ve koyunlarını da önlerine katıp götürmeyi ihmal etmiyorlardı İşte küfür çapulçuluğu ve işte ettikleri Aslında günümüzde yapılanlar da bunlardan farklı değil Mehmet Akif: Tarihe tekerrürden ibaret diyorlar ibret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi diyor Ve işte yine zulüm zulüm üstüne mü‘min gadre uğruyor mü‘mine destek olan zulme uğruyor yurdundan yuvasından ve hayat hakkından mahrum ediliyor varlığına ve bekasına imkan tanınmıyor Şimdi müsaade ederseniz bir kere daha sorayım: Siz olsaydınız ne yapardınız Düşünün ki binlerce sahabi aynı hisle meşbu aynı şeylerle mecruh bulunuyordu Hep yaralanmış ve her gün kalbinden ayrı bir hançer yemiş ve sürekli inim inim yaşamışlardı Eğer onların bu ızdıraplarına karşı sema daha da mehil deseydi inkisara düşerlerdi Onun için rahmet ihtizaza geldi ve konuştu

yani Allahın (celle celaluhu) beyanı imdatlarına yetişti * Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin de karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir Onlar haksız yere ve ‘Rabbimiz Allahtır dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardı (Hac süresi 22/3940) Evet zulmün muzaafını yapmış ve onları yaşama hakkından mahrum etmişlerdi Şimdi de kendilerine karşı hep baskı uygulanan her fırsatta hırpalanan ve öldürülmek istenen o insanlara hesaplaşma izni veriliyordu evet hüküm menatlandırılarak Rabbimiz Allah dediklerinden dolayı haksız olarak yurtlarından yuvalarından çıkarıldılar yani binbir mahrumiyete maruz bırakıldılar Zevceleri çocukları geride kaldı geride kalanlar da zincire vuruldu Pek çok insan hayatlarının 78 senesini orada zincir içinde geçirdiler İşte bu mazlumların mağdurların mahkümların kimsesizlerin hakkını korumak için bu kadar ızdırap görmüş bu kadar sinesinden hançer yemiş Müslümanlara hesaplaşmak üzere izin veriliyordu Aynı zamanda bu emirle Efendimiz cihada memur ediliyordu İnsafsız bir kısım kefere ve fecerenin tarif ettiği gibi Müslümanlık bir kılıç ve kan dini değildi Vakıa Efendimiz kılıç kullandı ve Onun böyle gönderileceği daha O gelmeden geçmiş peygamberler tarafından haber verilmişti: Hz Mesih İncilde Onu anlatırken şöyle der: Onun elinde sopası kılıcı vardır İcabında hak edenlerle yaka paça olacak ve savaşacaktır Ondan evvel bir başka peygamber de: Kudsilerin bayrakları önlerindedir diyordu Zira onlar dünyanın dört bir yanında o bayrağı dalgalandıracak altına toplanacak hak ve hakikatin mücadelesini vereceklerdi Evet sizin bayrağınıza kadar temadi eden o mübarek ruh o mukaddes mana onların elinde o devirde dünyanın dört bir yanında bayraklaşacaktı Bu şartlar altında Allah Resülü cihada memur ediliyor ve hasımlarıyla da bu şartlar altında hesaplaşıyordu Adeta O muannit muasırlarına: Düşünce ve fikir hürriyetini engelleyemezsiniz; insanlığa giden yolları tıkayamazsınız diyordu Bin bir vahşet ve dalaletler tablosu olan Fransız ihtilali kebirini hürriyete açılmış bir kapı diye hala alkışlarız Halbuki içinde bin bir vahşet kol gezmiş ve her gün giyotinle binlerce insanın kellesi alınmıştır Ve ihtilal adeta kendi kendini yiyip bitirmiştir Öyleki bir gün Dantonu astıran Robes Piyer Dantona sorar: Son arzun nedir Dantonun cevabı: Bir arzum yok nasıl olsa sepette kellelerimiz bir araya gelecek der Ve işte hürriyet kapılarını açan ihtilalin içyüzü ve işte kol gezen vahşet Kesmedikleri insan kalmadı Evvela kral ve taraftarlarını sonra da başkalarını Oysaki tam 14 asır evvel Allah Resülü‘nün karanlıkları yırtan o aydınlık ve ışıktan eliyle zulüm ve istibdat bertaraf ediliyor hürriyet de getirilip insanlığın önüne seriliyordu Mazluma mağdura yardım edeceksiniz Onlar orada inlerken siz burada oturup o iniltileri ney gibi dinleyemezsiniz Bu tıkanıklığı kuvvet sökecekse hakkaniyet duyguları içinde onu da kullanacaksınız Fakat biz bugün bunu yapamıyoruz Allah Resülü yapma imkanı elde ettiği zaman oturdu ve hesaplaştı Bununla beraber öyle makul öyle mantıki hesaplaşmalar oldu ki Allah Resülü döneminde İslami cephede ölen insanların sayısı sadece 100 küsurdu Dikkat ediyor musunuz sadece İkinci Cihan Harbinde iki vahşet birbiriyle boğuşurken 40 milyonu aşkın insan ölmüştü Rusyada gayri insani batıl bir sistemin oturması için bir çırpıda yüz küsur milyon insan öldürülmüştü Onların kanları üzerinde adeta gemiler yürütüldü enkazlarından binalar yapıldı ve bu binaya da yeni sistem denmek istendi ki bu sistemin adı komünizm idi Yamyamları geçmişti beşer yırtıcılıkta Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi Batsın yerin dibine beşeri heveslere dayanan sistemler Zaten batıyor ve batacak Fıtri olmayan tabii olmayan hakka dayanmayan içinde hak düşüncesine neşv ü nema hakkı vermeyen bütün sistemler batacak

Evet 10 senelik Allah Resülü döneminde dünya kadar hakikatleri gerçekleştirmek için karşı tarafla yaka paça olunuyor ve İslami cepheden Diğer cepheyi bilmiyorum sadece 100 küsur insan vefat ediyor Halbuki yukarıda da söylediğimiz gibi İkinci Dünya Savaşında öldürülen insanların sayısı 40 milyonu aşkındı Bu rakam içinde yaralanan sakat kalan ve sonra ölenler yoktur Saadet Asrı insanlık duygusunun düşüncesinin insana saygı ve hürmetin geliştirildiği bir dönemdir ve günümüzde hümanizma bu noktaya henüz ulaşamamıştır Ulaşması da mümkün değildir Çünkü bu çığırı açan Hz Muhammeddir (sallallahu aleyhi ve sellem) Onun dünyasında mü‘min harp eder Harp eder ama hiçbir zaman sulh esintileri kesilmez ve insani değerler tezyife uğramaz Boş yere insan öldürülmez ülkeler işgal edilmez ve başka milletler sömürülmez d İslamda Sulh Esastır Büyük çoğunluğu itibarıyla Batı ne dün ne de bugün bu ilahi değerleri tanımadı Ülkeleri istila etti O ülkenin yeraltıyerüstü servetlerine el koydu insanları köleleştirdi ve müstemlekeler kurdu Bunlar için harp etti bunlar için kan döktü ve Balkan Harbinin Birinci Cihan Harbinin İkinci Cihan Harbinin Körfez işgalinin Somali çıkartmasının arkasında hep bunlar vardır İslamda harp ise yüce bir dava uğruna fikir hürriyeti düşünce hürriyeti adına insanlığa giden yolları açma uğrunda yapılmıştır Bununla beraber gerektiğinde sulha gitmeyi de ihmal etmemişlerdir Çünkü sulh esas harp ise talidir Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allaha güven O şüphesiz işitir bilir (Enfal süresi 8/61) Ey iman edenler Hep birden barışa girin şeytana ayak uydurmayın o sizin apaçık düşmanınızdır (Bakara süresi 2/208) Evet işte bu ve benzeri ayetler Müslümanları sulh ve barışa davet etmiş onlara harp halinde dahi itidal ve istikameti göstermiştir Onun dışındaki sistemler ise harpleri canavarlık üstüne canavarlık sulhları da harpten farklı olmamıştır Adları ne olursa olsun bu sistemler insanlığı idlal adına ortaya attığı sistem kılıklı kargaşa düzeninden şeytan nizamından başka bir şey değildir O şeytan bunları allarpullar ve taraftarlarını aldatır Çünkü o insanın apaçık bir düşmanıdır Bunu sizi kendi özünüzden mananızdan tarih şuurunuzdan tarih felsefenizden uzaklaştırmak için de yapabilir Evet harp ederken dahi sulh bazen mü‘minler de mü‘minlerle savaşabilirler yine sulh yine sulh Eğer mü‘minlerden iki topluluk birbiriyle savaşırsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa saldırganlarla Allahın emrine dönecekleri ana kadar savaşınız; eğer hizaya gelirlerse aralarını adaletle bulunuz adil davranınız Şüphesiz Allah adil davrananları sever (Hucurat süresi 49/9) İki cemaat birbiriyle yaka paça olur olur da vatan millet parçalanma durumuna gelir ve iç kargaşa başlarsa işte o zaman vuruşanlar mü‘min de olsa İslam vahdeti için onların yakasından tutulup hesabı sorulmalı ve ne pahasına olursa olsun vatan ve milletin bölünmezliği temin edilmelidir Bunu Kuran anlatıyor anlatıyor ama acaba biz ne yapıyoruz Yakın geçmişimiz itibarıyla durumumuzun çok da iç açıcı olduğu söylenemez Yeis manii her kemaldir Ona düşen bir daha belini doğrultamaz ve bir bataklıktır ona takılan mutlaka boğulur ama bunca esbabı iftirak karşısında herkesin ümitvar olması da bir hayli zor Evet mü‘minler yeryüzünde Allahın şahitleri milletlerarası muvazenenin denge unsuru ve umumi ahengin de garantisidirler Bu itibarla da hak ve adalet istikametinde her şeye ve herkese müdahale edebilme mevkiindedirler Kendi ülkelerinde veya başka bir devlette işler bütün bütün

şirazeden çıkmışsa; yani müdahale edilecek kerteye gelmişse müdahaleye de gücümüz yetiyorsa orada yeniden ahengi temin edip huzuru sağlamak bizim vazifemizdir Bir kere de müdahale ve muharebeye karar verdi mi artık hedef netleşip istikamet de belirlenmiştir Allaha tevekkül edip doğru bildiğin yolda yürüyeceksin Zaten Cenabı Hak da Uhudun o hazin sonu münasebetiyle diyerek bunu emretmiyor mu Yani: Bir kere de karar verdin mi artık Allaha tevekkül et (Ali İmran süresi 3/159) Evet şartlar ve hadiseler sizi maddi cihada çekerse yani siz dininizi neşrederken neşretme hürriyeti engellenir veya yeryüzünde mazlumların mağdurların mahkümların iniltilerini durduracak kimse olmazsa yahut siz hakkı neşretmek isterken birileri buna karşı güç kullanırsa ya da sizin vatan ve toprağınıza tecavüz ve hayatınızı tehdit ederlerse işte o zaman meydana çıkıp onlarla yakapaça olma zamanı gelmiştir İyi Hazırlanma Meydana çıkılacağı zaman da o duruma göre en uygun şekilde hazırlanmak bir vecibedir Ve tabii en başta da moral gücü bakımından hazırlanmak gelir Askerlik ilminin mütehassısları harpte moralin ne demek olduğunu çok iyi bilirler bilir ve hassasiyetle üzerinde dururlar Morale dayelik ve kaynaklık yapacak olan da hiç şüphesiz imandır İmanı olmayan bir insanın muharebe meydanında ciddi bir performans göstermesi düşünülemez a Moral Gücü Ve işte mü‘minin moral gücünü takviye edip onu ruh ve fiziki yönüyle muharebeye hazır hale getirmeyi hedefleyen nurefşan birkaç beyan: O halde dünya hayatı yerine ahireti iştira edip alanlar Allah yolunda savaşsınlar Kim Allah yolunda savaşır öldürülür veya galip gelirse Biz ona büyük bir ecir vereceğiz (Nisa süresi 4/74) Ey Nebi Mü‘minleri savaşa teşvik et Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiye galebe çalar Sizin yüz kişiniz inkar edenlerden bin kişiyi yener çünkü onlar aklı ermeyen bir güruhtur (Enfal süresi 8/65) Nice az topluluk vardır ki Allahın izniyle çoklara galebe çalmıştır (Bakara süresi 2/249) Gevşemeyin tasalanmayın siz üstünsünüz eğer mü‘min iseniz (Ali İmran süresi 3/139) Akıbet ve netice Allahtan korkanlarındır (Araf süresi 7/128) Ve bu ayetlerden süzülen sarsılmaz bir prensip: Hak daima galiptir Ona galebe çalınamaz Mü‘min mücadele ederken bu duygu bu düşünce ile kanatlıdır ve surları aşılamayan bir iman kalasına tahassun etmiştir İşte Efendimiz ordular hazırlarken evvela asker ve leventlerine bu iman bu itminan bu güven ve bu morali veriyordu İşte bu leventlerdi ki karşı tarafın ölümden kaçtığı kadar ölümü kovalıyor her yerde onu arıyor hatta onu Cennet kapısını açan bir sırlı anahtar biliyor ve Acaba nerede şehadet kanıyla abdest alacağım alacağım da Rabbime kavuşacağım diyor ve muharebe meydanlarında adeta şehadet rüyaları görüyorlardı İşte her levendin gönül ve vicdanı bu duyguların buhurdanlığı gibi kaynıyordu Şimdi hiç ölümü böylesine tahkir edenlerin önünde durulur mu Zaten düşman da bunu yapıyor ve onları

görünce tabana kuvvet kaçıyordu b Caydırıcı Güç Olma İkinci önemli husus ise Hz Muhammed Aleyhisselamın kendi ümmetini devletler arası muvazenede en yüksek ve caydırıcı bir güç haline getirme azmiydi Zira siz kendi güç ve kuvvetinizi bu hale getirmezseniz başkaları saçınızlasakalınızla oynar tavır ve davranışlarıyla sizinle alay eder sizi hesaba katmadan size rağmen sizin dışınızda kararlar alır ve sizi de bu kararları tatbik etme mecburiyetinde bırakır Bunun önemli bir sebebi sizin süper güçler karşısında ve devletler muvazenesinde ağırlığınızın olmamasıdır Halbuki Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: Allah katiyen kafirlerin mü‘minler üzerinde sulta kurmalarına yol vermez (Nisa süresi 4/141) Yani yol yoktur ki kafir mü‘minden üstün olsun mü‘minin üstünde olsun Bir hıristiyan bir yahudi veya bir hıristiyan ve yahudi topluluğu bir putperest topluluğu bir ateist ve komünist topluluğu bir kapitalist topluluğu asla Müslümanlara hakim olmamalıdırlar gerçek Müslümanlara zaten olamamışlardır Zira Allah (celle celaluhu) buna katiyen razı değildir Sanki Cenabı Hak: Ben onlara bu kapıları kapadım demektedir Mü‘min başkasının baskısı altında yaşayamaz Allahtan (celle celaluhu) başkasına dayanarak sarmaşık gibi hayat sürdüremez Zaten mü‘mine başkasının payandasıyla ayakta durmak yakışmaz Mü‘min zulüm kedilerinin elinde bir fare haline getirilemez Evet ferden olsun topluluk ve milletler halinde olsun mü‘minler üstün hususiyetleri olan kimselerdir ve onlar hep üstte kalmalıdırlar İşte Resülullah ümmetine bu hedefi göstermiş ve: Sizin için yükselmenin sınırı yoktur tutacağınız zirve de işte budur demiştir Yeryüzünde bu ölçüde gücü elinizde tutmadığınız zaman sizi ezerler Ebü Davüd ve Ahmed b Hanbelin naklettiği hadisin ifadesiyle: Başınıza üşüşür ağzınızdaki lokmayı alır ve sizin sofranıza iştirak ederler Yani sofraya üşüşüyor gibi Allahın (celle celaluhu) size bahşettiği nimetlere üşüşürler İsterseniz günümüz itibarıyla Kerkükteki Dağıstandaki Suriyedeki Libyadaki Mısırdaki petrol ve başka cevherlere konmak için dört bir yandan üzerinize üşüşürler diyebilirsiniz Devleti Aliye oraları gül gibi idare ediyordu Kimsenin burnu kanamıyordu O türlü idare ancak göklerde olabilirdi Ama elinizdeki nimetlere göz diken ve sofranıza üşüşen kefere ve fecere ağzınızdan size ait lokmayı aldı ve sizin sofranızı kendi aralarında paylaştılar O kadar ki bir dönemde onlardan biri herhangi bir yerde bir okul açınca Ne olur ne olmaz çıkarlarımız adına biz de orada bir okul açmalıyız diye bir başka devletin de iştihası kabarırdı Şarkta bilmem nerede hatta en küçük bir vilayette dahi üç tane ayrı ayrı devlete ait yabancı dilde tedrisat yapan okul ve Türkiyede üç yüzün üstünde böyle kültür emperyalizminin keşif kolları böyle değilse bunlar Türkiyede ne arıyorlardı Biz kendi kendimizi yetiştirecek idrake dirayete kiyasete sahip değil miydik Ve neydi acaba sürekli kan damarlarımızın içinde virüsler gibi dolaşmalarının gerçek sebebi idaremizle içlidışlı olmaları ve eğitim seferberlikleri Herhalde bu kadar içlidışlı olmak istemeleri bizi candan sevdikleri için değildi Hayır onlar bizim ruh dünyamızı kemirmek ve törpülemek için gelmişlerdi ve çok defa da bunda başarılı oldular Balkan Harbinde gelip üzerimize çullandılar Cihan Harbinde başımıza gaile oldular İkinci Cihan Harbini aleyhimizde değerlendirmek istediler ama Allah (celle celaluhu) korudu kolladı ve derken bu milleti bugünlere kadar getirdi Evet niçindir bu başa gelenler Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) gösterdiği hedefin milletçe yakalanması için gerekli olan performans gösterilmediği için Cenabı Hak tenbih sadedinde şöyle buyuruyor: Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın (Enfal süresi 8/60) İlk Müslümanlar bunu çok iyi anladılar Mevlana Şibli Hz Ömerin (radıyallahu anh) hayatını tahlil ederken: Dört bir cephede hasımlarla hesaplaşılırken onca at ve onca devenin harbe

iştirak etmesine karşılık harbe iştirak etmeyen atlar da vardı der Mesela Medine civarında bir çiftlik vardı ki hiç harbe iştirak etmeyen asil Arap atlarından tam 4 bin tane Suriye civarında da aynı şekilde 4 bin at besleniyor ve yedekte tutuluyordu evet bunlar harbe iştirak etmiyor ne olur ne olmaz diye ihtiyatta bulunduruluyordu O gün Allahın (celle celaluhu) verdiği imkanlarla ve o imkanlar ölçüsünde işte böyle bir hazırlık vardı Aslında ayette geçen ribattan böyle hazırlıklı ve ihtiyatlı olma manasını anlamak da mümkündür Çünkü ribat daha has bir mana ile ister insan ister hayvan bazı elemanların bir yere adanması bağlanması tahsis edilmesi demektir İşte Kuran bize böyle bir hedef gösteriyor ve adeta şöyle diyor: Din dil şeref namus haysiyet vatan ve bütün mukaddesatınızı onlara kem gözle bakmak isteyen düşmanlarınıza karşı koruyun kollayın ve bu işi gerçekleştirebileceğiniz gücü hazır bulundurmakta kusur etmeyiniz Düşmana fırsat imkan vermeyiniz Vermeyiniz ki alaya alınan ve başkalarının elinde oyuncak haline gelen bir millet olma durumuna düşmeyesiniz c Gerektiğinde Kılıca Başvurma Kuran yeryüzü muvazenesi adına hikmeti kuvvetle payandaladığı gibi icabında Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de harp emriyle gelmiş bir nebidir Tevrat ve İncil Onun hakkında: Elinde silahı olan der evet O hakkı neşreder ancak hak ve hakikatin neşrine engel olunursa kılıcı da kullanır O aynı zamanda kılıç peygamberidir O kılıç peygamberi olduğu içindir ki Allah (celle celaluhu) Ona Kuranın diliyle harp teknik ve stratejisini talim buyurmuştur Bir ayet Ona şöyle demektedir: Şüphesiz Allah Kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever (Saf süresi 61/4) Birbiriyle kaynaşmış bütünleşmiş böyle bir saf tertibi düşmanın yarıp geçmesine karşı en metanetli bir siper ve o güne göre en mükemmel bir sıralanış şeklidir Evet fertler birbirine bu denli kenetlenmelidir ki birlik ve beraberlikleri düşmana ayrı bir korku kaynağı olabilsin İşte Efendimiz bu şekildeki harp tekniğini bizzat Cenabı Haktan öğrenmiş ve birçok muharebede bu tekniği kullanmış ve başarıya ulaşmıştır Bu husus üzerinde Kuran ve Sünnet o kadar hassasiyetle durur ki bu mevzuda her gevşeklik gösteren mutlaka hırpalanır Evet eğer bize cephede düşmanlarla hesaplaşma görünüyorsa gevşeklik olmamalıdır: Ey iman edenler Size ne oldu ki ‘Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yere kakılıp kaldınız Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz Oysa dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir Ona bir şey de yapamazsınız Allah her şeye kadirdir Eğer Ona (Muhammede) yardım etmezseniz bilin ki inkar edenler Onu Mekkeden çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah Ona yardım etmişti Arkadaşına (Ebü Bekire) ‘Üzülme Allah bizimledir diyordu Allah da Ona güven vermiş görmediğiniz ordularla Onu desteklemiş inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı Ancak Allahın sözü yücedir Allah Azizdir Hakimdir (Tevbe süresi 9/3840) Evet nasıl ki siz yardım etmediğiniz bir zamanda Allah (celle celaluhu) Nebisini

bırakmamış ve bütün şerir güçlerin karşısında Ona yardımda bulunmuştu öyle de sadakat ve samimiyetiniz ölçüsünde size de yardım edecektir Allah Resülü Kuranın ışığı altında sürekli cemaatine bu yolu gösteriyordu ki böyle bir cemaatin altta kalması ezilmesi düşünülemezdi nitekim kalmadı ve ezilmedi de Öyle ise yeryüzündeki muvazene garantörlüğü adına Müslümanlar her zaman hazırlıklı tetikte gerektiğinde ve çağrı vuku bulduğunda mutlaka cephede olmalıdırlar Aksi davranış günahtır; tevbe ve istiğfar ister İşte saadet çağındaki misali: Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini habire ha sıkıştırıp Allahtan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan o tevbeleri geri bırakılmış üç kişinin tevbesini de kabul etti Allah tevbe etmeleri için onlara teveccüh buyurmuştu Çünkü o tevbeleri kabul eden ve merhametli olandır (Tevbe süresi 9/118) İtaat Şuuru İtaat çok önemlidir Ondan daha önemli olanı da bedevi bir toplum içinde o itaat şuurunu geliştirmektir Evet o cahili toplumda kimse kimseyi dinlemez ve kimse kimseyi kabullenemezdi Ama O deneye deneye onları öyle bir itaate alıştırdı ki bir gün on sekiz yaşındaki bir çocuğu içinde Ebü Bekirlerin Ömerlerin Osmanların Alilerin ve daha nicelerinin bulunduğu bir ordunun başına kumandan tayin ettiğinde bir iki sesin dışında kimse sesini çıkarmamıştı Ey iman edenler Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya ulaşabilmeniz için Allahı çok anın Allaha ve Peygamberine itaat edin Çekişmeyin yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz Sabredin; doğrusu Allah sabredenlerle baraberdir (Enfal süresi 8/4546) Ey iman edenler Allaha itaat edin Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara da itaat edin (Nisa süresi 4/59) Sahabe arasında itaat öylesine gelişmişti ki Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) halife olmasına rağmen Hz Ömeri (radıyallahu anh) vezir olarak yanına almak için genç serdar Üsamenin yanına sokularak ona şöyle demişti: Ey Allahın Peygamberinin tayin ettiği kumandan serdarı azam Müsaade edersen Ömeri yanıma alıp devlet işlerinde çalıştırmak istiyorum Halife izin alıyordu Niçin Çünkü Allah Resülü onu kumandan tayin etmişti artık ona itaat edilirdi hem de ölesiye Allah Resülü hayatı boyunca itaat üzerinde durdu ve söz dinlememeyi kargaşaya anarşiye açılan bir kapı kabul etti Ve hiç kimseye nasip olmayacak şekilde bunda muvaffak da oldu öyle ki bir gün Abdullah b Hüzafetü‘sSehmi‘nin ordusunda komutanın: Kendinizi ateşe atın direktifi duyulunca kendini ateşe atmaya teşebbüs edenler oldu Oysaki bu bir intihardı Neyse ki bunlardan bazıları: Allah Resülü bize böyle bir emirde bulunmadı Çünkü bu intihardır dolayısıyla Cehenneme girmektir Oysa ki biz ateşten kurtulmak için yani Cehenneme girmeyelim diye dine girdik Bunu bir Resülullaha soralım soralım ki emre bu hususta da itaat edecek miyiz Evet itaat bu denli derinleşti Üstten emir geleceği ana kadar kılıç darbeleri başına inip kalkıyor ve sen kütükte doğranan et gibi doğranıyorsun ama gözünü kırpmıyorsun; zira komutandan henüz geriye çekilme emri gelmemiştir Aksi halde herkes kendi kafasına göre hareket ederse birlik ve beraberlik bozulur; baş ayak ayak da baş olur diyor Kuranı Kerim mealen: Nizaa düşmeyiniz cedelleşmeyiniz; yoksa işiniz fiyasko ile neticelenir kuvvetiniz dağılır gider siz de ayaklar altında payimal olursunuz (Enfal süresi 8/46)

Asker Nebi ve Farklı Taktikler Allah Resülü iyi bir asker olarak daima değişik taktikler uygulamıştı Bir defasında uyguladığı taktiği adeta bir başka defa uygulamıyordu Onun için hasımları Onun karşısında daimi bir şaşkınlık yaşıyorlardı Günümüzde çok kullanılan fakat o zamanlarda fazla bilinmeyen kerr u ferr ki hücum etme saldırma geriye çekilme düşmana beklenmedik baskınlar yapma Kureyş‘in kafasını allakbullak etmişti Allah Resülü Bedirde düşmanlarını böyle karşılamıştı Doğrusu müşrikler neyle karşılaşacaklarını bilmediklerinden daha işin başında şaşkına dönmüşlerdi Hem de tam tekmil ordularıyla atlarıyla develeriyle malzemeleriyle hazır bulunmalarına rağmen Müslümanlarınsa bizim tespitimize göre o gün sadece iki veya üç tane atları vardır Ve herkese bir mızrak ve birkaç ok ya düşüyor veya düşmüyordu Zira onlar farklı bir mülahaza ile Bedire kadar gelmişlerdi Bununla beraber düşman strateji adına o güne kadar yapageldiği şeylerin hiçbirinin tatbik edilmediğini görünce paniğe kapıldı ve artık takdir çizgisinde esbap onları adım adım kovalıyor ve Allaha eşortak koşulmanın tokatları olup suratlarına iniyordu Ve yine bir taktik Cephede cemaatle namaz kılıyor düşmana karşı bir fütursuzluk sergiliyor ve etrafa güven dağıtıyordu Karşı taraf bunu bir fırsat olarak değerlendirmeyi düşünebilirdi Ancak durum hiç de onların umdukları gibi değildi Çünkü Cenabı Hak cephede kılınacak namazı Habibine şöyle talim etmişti: Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın zaman bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar Sen namaza durduğun zaman arkanda bir kısım cemaat seninle namaza dursun Bir diğer cemaat karşı tarafta pusuya yatsın mevzilensin onlar bir rekat kıldıktan sonra onlar mevzilensin bu defa da ilk mevzilenenler gelip namaza dursun (Nisa süresi 4/102) Düşman onları uzaktan gözetliyor; kılıçları kalkanları okdanlıkları yanlarında öyle namaz kılıyorlar Tam hücum etmeyi düşündükleri zaman bir de bakıyorlar ki namazın içinde bile strateji Mevzidekiler namaza namazdakiler mevziye gidip geliyor Allah Resülü Rabbinin emriyle namaz içinde dahi taarruz müdafaa ve düşmanın içine korku salma planları yapıyor a Kitmanilik: Sezdirmeden Hareket Etme Hitler askerlik mesleği adına: Sezilmeme sırrını ben keşfettim dedi Oysaki eskilerin ifade ettiği şekliyle Kitmanilik Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından ortaya atıldı ve insanlık Onun sayesinde kitmaniliği tanıdı Ne taarruz ne de müdafaada Onun hedef ve stratejisini kimsenin bilmesi mümkün değildi Yolun bir bölümünü katetmeden evvel şuraya buraya gidiyorum demezdi Mekkeye bir konak mesafe kalıncaya kadar ne müşriklerin ne de kendi ordusunun net olarak hedeften haberi yoktu On bin yerde tam on bin tane ateş yakınca Kureyş‘in içini bir korku sardı Ne var ki artık çare yoktu O kadar burunlarının dibine sokulmuşlardı ki bir şey yapmaları mümkün değildi b Haber Ağları Bu arada o güne kadar duyulup bilinmedik öyle bir haber ağı kurmuştu ki haberler merkeze anında ulaşıyor ve vakti vaktine değerlendiriliyordu Allah Resülü‘ne ait haberlerin düşmana ulaştığına dair tarih hiçbir şey kaydetmiyor Hatıb b Ebi Beltea bir aralık küçük bir yanlışlık yapıp Onun Mekkeye doğru hareketini Mekkelilere haber vermek istemişti ama ulakla yolda yakalanmıştı Tabii ona da bir şey dememişlerdi hem meseleyi hallettikten sonra niye desin ki O zaafını ifade etmiş belli bir boşluğunu konuşmuştu gerçi bu zat Bedirde bulunmuştu ama belli bir boşluğu vardı o da muvakkaten o boşluğa takılmıştı Boşluğu olmayan Zat ise (sallallahu

aleyhi ve sellem) onu bağışlamıştı Evet Allah Resülü kendi hesabına bir haber ağı kurmuştu ama Ona ait sırları elde edecek haber ağlarına fırsat ve malzeme vermemişti Onda öyle bir kitmanilik vardı Sezilmemeye dair kim ne söylerse söylesin 14 asır evvel her şeyi Ona talim eden Zat bunu da Ona talim etmiş ve insanlık gerçek kitmaniliği Hz Muhammed Mustafayla (sallallahu aleyhi ve sellem) tanımıştır Bir devenin bütün hızıyla koşup 48 saatte ulaşabileceği bir noktaya Efendimiz çok daha az bir zaman zarfında haber ulaştırabiliyordu Düşünün ki Efendimiz Medinede duruyor orduları ise ta Suriye önlerinde savaşıyorlardı Bu uzak mesafeyi katetmek için durmadan gidilirse 10 gün gerekiyordu Ama bu 10 günlük mesafeye Efendimizin habercileri 8 günde haber ulaştırabiliyorlardı İşte böyle müthiş ve baş döndürücü bir haber ağı kurmuştu Niye olmasın ki Allah (celle celaluhu) Ona yol gösteriyordu O da hep Allahın (celle celaluhu) gösterdiği yolda yürüyordu İlk ulak bir konak mesafelik bir yere kadar gidiyor ve orada istirahata çekiliyordu Haberi ikinci ulak alıyor ve bir konak ilerde duran üçüncü ulağa haberi ulaştırıyordu Üçüncü ulak dördüncüye o da beşinciye derken haber en dinç bineklerle en dinç ulaklarla en kısa zamanda ulaşması gereken yere ulaşıyordu Başka türlü Mekkede durup da Fizandan haber almanın yolu var mı O günün şartları ve imkanları içinde muhteşem fetanet her referansıyla ayrı bir huzur ayrı bir itminan ayrı bir inşirah veren televvünler gösteriyor ve bize kendi risaletini ilan ve itiraf ettiriyor Bütün bunların yanında O çok iyi bir asker olarak sulh iktiza ettiği zaman hemen sulha yöneliyor ki yukarıda bu hususa bir nebze temas etmiştik Burada tamamlama kabilinden şunları da ilave etmemizde yarar olacak: Kuran Ona şöyle diyordu: Eğer onlar sulha yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allaha tevekkül et (Enfal süresi 8/61) Yani esbaba riayet et ama Allaha (celle celaluhu) tevekkülde de kusur etme Esbaba riayet etmeden tevekkül tembelliğin şuursuzluğun idraksizliğin; esbaba riayetten sonra tevekkül ise teslimiyetin inkıyadın Allaha (celle celaluhu) bağlılığın şeriatı fıtriye ve ayatı tekviniye prensiplerini kanunlarını bilmenin ve onlara riayet etmenin ifadesidir c Tebliğde Devreler Bir devre de Cenabı Hakkın Ona emri şu idi: Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir O doğru yolda olanları da en iyi bilir (Nahl süresi 16/125) Kim sapıklıkta kim hidayette Allah (celle celaluhu) onu çok iyi bilir Sen sadece vazifeni yap ve gerisine karışma Bu ayet bir bakıma Onu ve cemaatini adeta mağarada şarj olmaya gerilim kazanmaya davet ediyordu Arkadan bir devir geldi ki Efendimiz Allahtan (celle celaluhu) aldığı şu emirlerle tebliğini açıktan ve sert bir dille yapmaya başladı Cenabı Hak bu ayetle de Ona şöyle diyordu: Önce en yakın hısımlarını uyar (Şuara süresi 26/214) Artık Sana emrolunanı başları çatlatırcasına anlat ve müşriklerden yüz çevir (Hicr süresi 15/94) Hayatından Kısa Kesitler İslam açığa vurulunca baskılar arttı ve bunun üzerine şehit olanlar da oldu Sümeyye gibi Yasir gibi ve daha niceleri Kimisi açlıktan kimisi işkenceden kimisi sinesinden yediği bir mızrak bir oktan ve derken hicretler başladı Habeşistana hicret kendi kentlerine geriye dönüş ve ileride gerçekleşecek olan Medineye hicret ve hüzün senesi; Hz Haticei Kübra ve Ebü Talibin birden vefat etmesi ve esbab açısından Allah Resülü‘nün bütün bütün desteksiz kalması Aslında Allah (celle celaluhu) sebepler adına Onun dayanabileceği her şeyi koparıp Onun elinden alıyor Ona sürekli

Müsebbibü‘lEsbaba teveccüh yollarını açıyordu Zira sebepler bütün bütün sukut etmezse fıtrat ve tabiat kanunları için mukarrabin ölçüsünde Müsebbibü‘lEsbaba teveccüh tahakkuk etmez Sebebler bütünüyle yok edilmeli ki insan o esnada fıtri meyillerinin yanında ızdırari ve cebri olarak da Allaha yönelip tevhid nurunun sırlarını sezebilsin sezebilsin de vicdanında sırrı ehadiyet zuhur etsin tıpkı Yunus b Metta‘da olduğu gibi sonra da Ona yaptığı gibi sahili selamete çıkarsın ve şecerei yaktin altında ona görmesi gerekli olan nuru azamı göstersin Evet Ebü Talibi alırken Onun bir dayanağını alıyor Hz Haticei Kübra‘yı (radıyallahu anha) alırken ayrı bir dayanağını alıyor böylece arkadan gelenlere en büyük dersi vermek üzere Onun nazarında sebepleri birer birer yok ediyor Onu Müsebbibü‘lEsbaba çeviriyor ve sanki Ona şöyle diyor: Sen daima ‘Allah (celle celaluhu) demeye namzet birisin; görmüyor musun ki daha dünyaya gelmeden babanı geldikten az sonra ananı daha sonra dedeni evet seni kim himaye ettiyse birer birer elinden alarak daima sana şunu ihtar etti: Habibi Zişanım sakın ha gözlerinin içine başka hayal girmesin Her zaman Beni ara Beni gör Beni duy Beni bil ve kainatta her çaldığın kapının arkasında Benim sesimi duymaya çalış Allahın Onu yaşamaya zorladığı bu yol; ağır çetin zor tahammülfersa idi ama Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) götüremeyeceği bir yük değildi; çünkü O Allahın (celle celaluhu) gücüyle çok güçlü Allahın (celle celaluhu) kuvvetiyle çok kuvvetli acz u fakriyle kanatlı yenilmez bir insandı Zahiri sebeplerin vefasızlık ettiği yerlerden biri de Taifti Allah Resülü mesajını sunacak temiz sineler bulma ümidiyle gitmiş ve başından vücudundan ayaklarından şakır şakır kanlar akarak geriye dönmüştü sonra Akabede ilk altı (bir rivayette yedi) kişiyle karşılaşma bunlar Esad b Zürare ve arkadaşlarıydı Allah Resülü‘nün elini sıkıyor sonra dönüp Medineye gidiyor ve ertesi sene on iki kişi bir sonraki sene ise ikisi kadın olmak üzere yetmiş iki kişi olarak biat etmek üzere Allah Resülü‘ne geliyorlar Bunların içinde kadın olarak Nesibetü‘lMaziniye (İslam Tarihinin daima şerefle kendisini yad edeceği Ümmü Umare künyesiyle andığımız büyük kadın) ve bir de Esma binti Amr var Bu büyük kadınlar o günden sonra seferdehazerde Allah Resülü‘nden ayrılmadılar Hatta irtidat hadiselerinde Ümmü Ümare oğlu Habibin şehit olduğu Yemamede bizzat yine elinde kılıcı ve Uhuddakine denk kahramanlığıyla sözünde ve vazifesinin başındaydı Medinenin bu ilkleri tarafından Allah Resülü Medinei Münevvereye davet edilir ve kumandan ordusunun başındaydı artık O güne kadar kimsenin burnunu kanatmamış kimseye bir şey dememişti Hatta O birine bıçağı verirken dahi onun keskin tarafını kendine doğru tutar sapıyla uzatırdı Çünkü adam ürperebilir korkabilirdi Evet O böylesine incelerden inceydi ve o güne kadar hayatında hiç kimseyi incitmemişti Ne var ki hak ve hakikatin intişarı ve Kuranın dört bir yanda şehbal açması karşısında rahatsız olan rahatsız olup engellemeye çalışan yarasalara karşı elbette O Sahibü‘lkadib kılıcını kullanacak ve: Ey yarasalar Artık nurun önünü alamazsınız Size gece yaşamak düşer savulun gündüzün ışık ordusunun ve ışık süvarilerinin önünde durmayın diyecekti ve dedi de Lider tebasıyla iç içe ve kumandan ordusunun başında idi Önce içtimai meseleleri halletti Ashabı kiramı kardeş yaptı Ehli Kitabı kendi saflarına çekti onlarla sulh oldu ve bir anayasa hazırlayarak herkese emniyet ve güven telkin etti Daha sonra askerliğe yöneldi ve küçük müfrezeler teşkil etti derken etrafa keşif kolları çıkarmaya başladı Keşif kollarının sayı itibarıyla on kişi ve daha az olanları ekseriyetle istihbarat ağırlıklı vazife görüyorlardı Bunlar etrafı gözetiyor muttali oldukları haberleri gelip Allah Resülü‘ne ulaştırıyorlardı Bir de sayı itibarıyla daha fazla olan müfrezeler vardı Bunlar silahlıydılar eğitimli idiler Her an

vazifeye hazır bulunurlardı Bunlara bugünkü ifadesiyle vurucu timler diyebiliriz Allah Resülü‘nün timleri yer yer keşif vazifesi de yaparlardı Ama iktiza ederse vuruşmasını da çok iyi bilirlerdi Kendileri de dört defa bunların başında bulundu Bazen sayıları iki yüz kişiye varan keşif kolları da olurdu Bunlar daha çok düşmanı sindirme içlerinde panik hasıl etme gibi vazifeler görürlerdi Seriyyelerdeki Hedefleri Müslümanlar hesaplaşmanın her çeşidine hazır idiler Müşrikler de var güçleriyle onları böyle bir hesaplaşmaya zorluyorlardı Vahiy geleli on üç sene hatta içine girilen sene itibarıyla on dört sene oluyordu Işıktan rahatsız olan insanlar durmadan ışığı söndürmeye çalışıyor ve her yerde iman ve Kuran hizmetinin üzerine yürüyor fırsat buldukça birer birer Müslümanları derdest ediyor ve canlarına kıyıyorlardı Bugün Bulgar mezalimi Moskof mezalimi Hindu mezalimi diyoruz; diyoruz da hiç olmazsa bugün bu tür zulmü kınayanlar var o gün Müslümanlara yapılan şeyleri kınayan bile yok kimse sesini çıkarmıyor Kureyş ne yaparsa yapsın makul görülüyor ve vahşetin en utandırıcısı dahi tabii kabul ediliyordu Çünkü Kureyş Mekkenin efendisiydi ne isterse yapabilirdi Onun bu despotizmasını yıkmak da yine Efendimize düşüyordu Onun için seriyyeler hazırladı ve dört bir yana saldı O bu keşif kolları ve vurucu timlerle belli hedeflere varmak istiyordu Bu cümleden olarak: a Müslüman Varlığını Hissettirmek Çevrede kendi mevcudiyetini hissettirerek müşriklerin Müslümanları Mekkeden kovmakla İslam nurunu söndüremediklerini göstermekti Onlar Allahın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlardı Bilmiyorlardı ki Allah durmadan nurunu tamamlıyor (Saf süresi 61/8) Çölün o karanlıklı vahşeti ve birinci cahiliye içinde bile Allah nurunun söndürülemeyeceğini Allah Resülü onlara bu şekilde göstermek istiyordu b Kuvvetin Hakka Ait Olduğunu Göstermek Hem ispat ediyordu ki hüküm sadece Mekke müşriklerine ve Kureyş‘e ait değil hakkı temsil edenlerin de bir hissesi bir payları var ve bir gün gelecek kuvvet elindeki bütün silahlarıyla Hakka teslim olacaktır İşte o gün yeryüzünde söz sadece ve sadece hakkın eline geçecek ve işte o zaman hukukun üstünlüğü tam olarak günyüzüne çıkacak Allah Resülü Kureyş‘in haklı olmadığını; fakat kuvveti ellerinde tuttuklarından dolayı yer yer ve muvakkaten hakka galebe çaldıklarını biliyordu Bunun için de Allah Resülüne hakkın kuvvetinin ilan edilmesi lazım geliyordu ki işte O da tertip ve teşkil buyurduğu bu seriyyeleri ile çevresine bunu anlatıyordu yani Ebü Süfyanların Ebü Cehillerin Utbelerin Şeybelerin İbn Ebi Muaytlerin Velidlerin insanlık üzerinde herhangi bir haklarının olmadığını aksine onların insanlığın haklarını gasbetmiş istismarcılar olduğunu fiilen ortaya koyuyordu c İrşada Zemin Hazırlamak Bu seriyyeler irşad yolunun önündeki engelleri açmaya matufdu Evet O çölde bu keşif kollarıyla zabıta kuvvetini ele geçirecek kendi mürşidlerinin mübelliğlerinin köy kent her yerde gezmelerini temin edecek yolları emniyet ve güven altına alacak mürşidlerine çalışma atmosferi hazırlayacaktı Bu mülahazalarla Allah Resülü hiç durmadan çevreye seriyyeler çıkartıyordu Hicretten sonra Bedirde hasımlarıyla hesaplaşacağı güne kadar tam on yedi defa etrafa yıldırım birlikleri gönderdi O birkaç ayda varılabilecek yerlere hatta Mekkenin önlerine kadar on yedi defa yıldırım hareketi tertip ederek düşmana ruhaniler melekler gibi göründü ve içlerine korku saldı Onları yavaş yavaş Bedri Kübra‘ya çekerken tam felç etmiş olarak çekiyordu

d Emniyeti Temin Etmek O günlerde çölde çapulculuk hakimdi Kim kuvvetli ise o haklıydı ve mazlumun hakkı hayatı yoktu kim kuvvetli ise o sürekli eziyordu Bunun karşısında Efendimiz şunu planlıyordu; her yerde askeri müfrezeler gezecekti ama kimsenin kılına dokunmayacak malına el sürmeyecek ırza namusa ilişilmeyecek evet; silahlı insanlar milletin kapısının önünden geçecek ama onlar emniyet ve güvenin bekçiliğini yapacak kimsenin burnunu kanatmayacak ve herkese göstereceklerdi ki çölde çapulculuktan başka şeyler de oluyormuş Bunu temsil etse etse ancak ta baştan çapulculuğa karşı ilanı harp eden Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) temsil edebilirdi Bu arada herkes şunu çok iyi duymuş anlamış ve bilmiş olacak ki çöl sadece Mekke müşriğinin değil Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) de onda bir hakkı var ve bu hak zamanla inkişaf edecek nurun yayıldığı gibi yayılacak her evde her hanede her vicdanda her zihinde kendisini hissettirecek ve ettirdi de Seriyyeler a İlk Seriyye ve Hz Hamza (radıyallahu anh) İşte bütün bu maksatları tahakkuk ettirmek için Allah Resülü daha hicret buyurur buyurmaz ilk yıldırım harekatı emrini yanına yüz kişi de katarak Hz Hamzaya (radıyallahu anh) vermişti O günlerde Allah Resülü çölde öyle bir haber ağı kurmuştu ki kuş uçsa Onun haberi olurdu O günlerde içinde pek çok muhacir malının da bulunduğu bir kervan yeni Medinelilerin gözünün içine baka baka yakın bir yerden geçiyordu Seyyidina Hz Hamza (radıyallahu anh) düşmanın gözüne bilinenden çok farklı göründü kimsenin burnunu kanatmadı ama düşmanın kalbine korku saldı ve onları felç etti öyle ki arkalarına bakmadan kaçtılar onlar çölde kaçadursunlar köylükentli herkes onlara bakıyor şöyle düşünüyordu: Demek Mekkeliler artık değişik bir kuvveti bir gücü de kabulleniyorlar Bu ruh haletinin insanların gönlünde nasıl bir tesir yapacağı tariften varestedir Mekkeli bu hareketlerin hemen hepsinde çareyi kaçmada buluyordu Mekkeli kaçarken Müslüman da onu kovalarken etraf da mütehayyir şaşkın hayret içinde ne yapacağını bilemeyen ve kaderdenk çizgisinde bulunan kimselerin bulundukları kefeye Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) yumruğunu bütün şiddetiyle indiriyor ve o kombinezonu kendi hesabına değerlendiriyordu Halkta yaygın kanaat şu merkezde idi: Demek ki müşriklere bundan sonra kaçmak düşüyor Evet Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) iyi bir erkanı harp olarak hasımlarını kovalıyor ve bu mana bu ruh ortadakileri büyülüyor ve tesiri altına alıyordu Her gün gönüller İslamiyete karşı daha da yumuşuyor ve değişik kabilelerden fevç fevç İslama dehalet oluyordu Yollar artık emniyet altına alınmış İslam güç ve kuvvetini göstermiş hak temsil edilirken ihtiyaç duyulan güç ortaya çıkmış ve herkes şimdi biraz daha farklı düşünüyordu b İkinci Seriyye Arkadan hemen ikinci seriyyeyi tertip buyurdu Ve bunda da kimsenin burnu kanamayacaktı; çünkü maksat bir çıkartma veya indirmeydi Her şeyde kuvveti esas alanlar kuvvetlerinin ve kuvvet fendinin bozulduğunu görsünler kuvvetin bir şeye yarasa da her şeye yaramadığını anlasınlar isteniyordu ve kuvvete hak buudlu kuvvetle mukabele ediliyordu Evet kuvveti elinde tuttuğu halde zulme cebre gadre haksızlığa girmeme; aksine güçlü olmakla beraber adil ve merhametli olma hem o kadar ki; şayet yabancı birinin koyunundan süt içecek olsalar Bunun hakkını verelim de sizin koyununuzdan bir süt içelim demeye kadar ukba referanslı Müslümanlar bu hal ve davranışlarıyla öyle bir imaj hasıl ettiler ki bunlar çöl insanının bilmediği şeylerdi Bunları hayret içinde seyrediyor ve ihtimal Acaba gökten İbrahimin dediği melekler mi indi zannına kapılıyorlardı Ne tatlı zan ne tatlı bir düşünceydi bu

c Ubeyde b Haris Seriyyesi Ubeyde İbn Haris (radıyallahu anh) Allah Resülü‘nün amcası Harisin oğlu ve Abdulmuttalibin de torunuydu Bedirde dizleri kesilmiş kanlar içinde Allah Resülü‘nün huzuruna götürüldüğünde henüz ölmemişti: Ya Resülallah cephede savaşırken ölmedim söyle bana Allah aşkına ben şehit miyim diyen yüreği tir tir titreyen Ubeyde İbn Haris (radıyallahu anh) O da Rabığ vadisinde düşmana bir korku saldı bir dehşet ve bir velvele verdi Sonra da geriye döndü ki bu da Kureyş için bir felç ve ikinci bir şoktu Kureyş‘in de Kureyş kervanlarını idare edenlerin de çölde Kureyş‘e gözcülük yapanların da bu şokların tesirinden senelerce kurtulmaları mümkün değildi d Başta O Vardı Yıldırım hareketleri birbirini takip ediyordu Bu seriyyelerden sonra doğrudan doğruya Allah Resülü iki yüz kişilik bir kuvvetin başına geçerek Şama giden Kureyş kervanını tehdit edecekti İş o kadar mükemmel planlanmış ve öylesine yollar kontrol altına alınmıştı ki; eğer Allah Resülü: Geçin gidin demeseydi kervanın geçip gitmesine imkan yoktu Bu öyle bir tehdit idi ki Kureyş‘in yürekleri ağızlarına gelecek ödleri patlayacaktı Allah Resülü bizzat işin başında bir nara atıyor ortalığı velveleye veriyor ormandaki aslanların ödünü koparıyor ve yine hiç kimseye ilişmeden kimsenin kılına dokunmadan geriye dönüyordu Benzeri bir mülahaza ile yine Allah Resülü az bir kuvvetin başında Buvatta düşmanlarıyla karşılaşıyor onlara gözdağı veriyor ve geriye dönüyor Aynı çizgide Veddanda düşmanlarıyla karşılaşıyor yine yüreklerine korku salıyor ve herkese çapulculuğa karşı çöl emniyetinin garantörü olduğunu hatırlatıyor ve geriye dönüyor e Abdullah b Cahş Seriyyesi En son Abdullah b Cahş ki bu da halasının oğluydu ve vazifelendirdiği kimseleri hep yakınlarından seçmiş idi ilk emirleri de yakınlarından seçmiş ve dini karabeti cibilli karabetle tahkim etmişti Zira o güne kadar Müslümanlar silah kullanarak hasımlarıyla hesaplaşmamışlardı Akrabalarıyla kavga etmek akrabalarını öldürmek ise çölü de çölün kanunlarını da altüst etmek demekti Bu itibarla Bedri Kübra çok önemliydi Bedre giden yol da bu seriyyelerden geçiyordu Bedri Kübra‘ya giden bu yolda o seriyyelerin başına Hz Hamza Ubeyde İbn Haris Sad İbn Ebi Vakkas ve Abdullah b Cahş gibi yakın akrabalarını seçmiş ve bu çetin çöl mantığına ters ağır sorumluluğu yakınlarına yüklemişti Bu arada üçdört seriyyede de bizzat kendileri bulunmuşlardı Abdullah b Cahş Allah Resülü‘nün halazadesiydi Uhudun dillere destan bu büyük bahadırı günümüzde bilinen şekliyle hipermetrop mu yoksa ağır bir miyop mu nasılsa gözleri görmüyordu ve herhalde sadece karartıları hissediyordu Buna rağmen hiçbir harpten geriye kalmamıştı ve Bedirde kıyasıya savaşmıştı Uhudda bozgunu görünce bunu bir türlü hazmedememiş ve sağdasolda ölüm peylercesine savaşmıştı Sad İbn Ebi Vakkas diyor ki: Bir aralık gözü dönmüş bir vaziyette bir kayanın dibinde; aniden karşıma dikildi Bana dedi ki Gel tam sırası şurada sen dua et ben ‘Amin diyeyim ben dua edeyim sen ‘Amin de (Tam Allah Resülü‘ne yakışır bir halazade Ruhun şad olsun ve makamın da firdevs Sen bize yürünmesi gerekli olan yolu gösterdin Sen bize zilletle yaşamaktansa izzetle ölmeyi öğrettin Sen Resülullahın şehit edilmesi bahis mevzuu edildiği bir yerde yaşamanın abes olduğunu canını vererek anlattın Ruhun şad olsun) Gözü dönmüştü Ukba ve Allaha ulaşmaktan başka bir şey düşünmüyordu Azdan gözünü kesmiş çoğa teveccüh etmiş halktan Hakka yüz çevirmiş ve kesretten vahdete yönelmişti Yönelmiş de: Gel sen dua et ben ‘Amin diyeyim ben de dua edeyim sen ‘Amin de demişti Siyer kitapları ittifak ile naklediyorlar Oturduk diyor Sad b Ebi Vakkas (radıyallahu anh) Tam muharebenin kızıştığı ve Resülullahın vefat ettiği şayiasının yayıldığı bir anda o dua edecek ben ‘Amin diyeceğim ben dua edeceğim o ‘Amin diyecek Ben dua ettim ve şöyle dedim:

‘Allahım hasımlarımızla hesaplaşıyoruz en güçlü hasımları karşıma gönder onunla kıyasıya yakapaça olayım ve sonra haklarından geleyim sonra da gazi olarak Allah Resülü‘ne döneyim O benim bu içten gelen duama ‘Amin dedi Sonra o şehit namzeti başlamıştı dua etmeye ve şöyle diyordu: ‘Allahım bana çalımlı bir hasım gönder savaşın tam hakkını vereyim ben onu hırpalayayım; ama sonra o beni öldürsün (çünkü benim için artık hayatın manası yok Zira Resülullah şayet şehit oldu ise burada artık benim için yaşamak abestir) Sonra benim burnumu dudağımı birer birer kessin Sonra ben yüzümden kulağımdan burnumdan dudağımdan gözlerimden akan kanlarla Senin huzuruna geleyim Sen bana de ki ‘Abdullah Burnunu dudağını kulağını ne yaptın Ben de Sana diyeyim ki; ‘Allahım ben utandım günah işlemiş uzuvlarımı Sana getirmeye Habibinin yolunda kavga ederken döktüm geldim Dua müthişti ben bu müthiş adamın müthiş duasına ‘Amin dedim Allaha (celle celaluhu) yemin ederim ki Uhud bittikten sonra Allah Resülü halazadesini arattırdı buldu ne dudağı vardı ne burnu vardı Karnında da mızraklar dönüp durmuş ve bağırsakları da deşilmiş vaziyette idi Gözleri hakikate açıldıkdan sonra; varsın dünyayı tam görmesin varlığı buğulu buğulu seyretsin ne çıkar İşte Nahle seriyyesinin başında bu Abdullah b Cahş vardı Allah Resülü onu on iki arkadaşıyla beraber Medineye tam 500 kmlik mesafede bulunan Nahle denilen yere göndermişti Nahle Mekkenin burnunun dibinde bir yerdi Oraya kadar gidip gelecek ve oradan Mekkelilerin durumunu tarassut edecekti Ölümü birkaç kere göze almayan bir insanın böyle bir vazifeyi omuzlaması düşünülemezdi Onun için Allah Resülü o insan seçimindeki fetanetini göstermiş ve seriyyenin başına tam adamını bulup koymuştu Oraya hayatı istihkar eden ve durmadan ölüm kovalayan bir yiğit gerekliydi ve Abdullah tam bu işin eriydi İki Cihan Serveri ona bir mektup verdi Mektupta bu seriyyenin yapacağı işler yazılıydı Ancak mektup hedefe varıldıktan sonra açılıp okunacaktı Ayrıca ona şu tenbihte de bulundu: Sakın oraya götürmek için kimseyi zorlama Adamlarını hep gönüllülerden seç Daha önceden işi kabullenenlerden biri mesele gönüle bırakılınca mazeret beyan edip vazgeçmişti Diğerleri denileni tatbik etti ve Nahle denilen yere kadar gittiler Emirnameyi orada açtı Allah Resülü‘nün emirlerini bir bir yerine getirdi Derken hiç beklenmedik bir hadisede bir müşrik öldürüldü Kaçanların ganimetleri de alınıp Allah Resülü‘ne getirildi Bu seriyyede yapılanlar beklenmedik şekilde olmuştu ve katiyen Allah Resülü‘nün emri dahilinde yapılmamıştı Aniden zuhur eden bir hadisede istenmediği halde böyle bir şey olmuştu Mekkeliler bunu büyüttü ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) haram aylarında adam öldürüyor dediler Daha sonra bu mevzu ile ilgili ayetler nazil oldu ve onların çıkardığı fitnenin haram ayda adam öldürmekten daha şiddetli olduğunu beyan buyurdu Seriyyelerin Neticeleri a Çölde Hakimiyet Ele Geçmişti Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medineye teşrif buyurduktan az sonra başlayarak

bu minval üzere yıldırım hareketleri tertip ediyor düşmanlarını sindiriyor onların içlerine korku salıyor; iktisadi hayatlarını tehdit ediyor onları mali ve iktisadi bunalımlara itiyor ve hadiseleri Bedri Kübra‘ya doğru çekiyordu Bütün bunları yaparken de öyle bir haberleşme ağı kurmuş idi ki o gün Kureyş Resülullahın kurduğu bu haber ağıyla evlerinin içinde olan şeylerden dahi haberdar olduğu paniği içindeydiler Her yerde görüşülüp konuşulan şey şu idi: Bir insan böyle bir haber ağı ile kuş değil sinek dahi uçurtmaz hasımlarının yaptığı şeyleri bilir İş böyle olunca paniğin buudlarını tahmin etmek oldukça zordur Bize askerde derlerdi ki muharebe muhabere demektir İyi bir muhabere teşkilatınız varsa ve iletişim mükemmel ise bir ölçüde zaferin yarısı garantilenmiş sayılır Hasımlarınıza haber sızdırmayacaksınız ve onlardan günübirlik sürekli haber elde edeceksiniz merkezi de dakikası dakikasına olanlardan haberdar edeceksiniz Günümüzde teknik bu kadar ilerlemiş olmasına rağmen karşı cepheye sızdırmadan haber ulaştırma oldukça zor ve hele onlardan haber sızdırmak Halbuki o ibtidai şartlarda Allah Resülü nasıl bir haber ağı kurmuş idiyse haberler çok seri hem de fevkalade bir güvenlik içinde intikal ediyordu Kendisine vahiy nasıl güvenle Cibril gibi Orada kendisine itaat edilir O emindir (Tekvir süresi 81/21) ile serfiraz bir melek vasıtasıyla getiriliyordu kurduğu haber ağı da adeta aynı güven ve aynı hassasiyet içinde işliyordu Allah Resülü güvenirlilik adına bu mükemmel haber ağıyla başarılı bir iletişim içindeydi Hiçbir haber sızmıyor düşman hiçbir şeyden haberdar olmuyor; Onun ise kaçırdığı tek haber bulunmuyordu Batının deha çapında kabul ettiği kumandanlar vardır Sezar Anibal Napolyon ve Hitleri bunlar arasında sayabiliriz Ancak tarih şahittir ki bunların hiçbiri Allah Resülü‘nün kurduğu haber ağını kuramamış ve düşmanı yakın takibe almada Allah Resülü‘nün topuğuna ulaşamamıştır Allah Resülü‘nün haberlerinden dışarıya sızan bir tek vaka bilmiyoruz Yoksa bir avuç insanla o kadar kefere ve fecerenin hakkından gelinmesi mümkün değildi Esbap dairesi içinde inayet ve tevfik; temkin ve tedbirin inayet sahibinin inayeti ölçüsündederin bir buududur; kudret dairesi içinde de temkin ü tedbir ilahi tevfikin sığ bir vesilesidir O bizim rehberimiz olma mevkiinde esbap dairesine göre hareket ediyordu Sadede dönüyoruz: Cihan harplerinde gördük ki bir ülkenin limanlarını ithalat ve ihracatını tehdit altında bulundurmak onları iktisadi ambargo içine almak o ülke insanının iki ayağını bir kaba sokmak yarınlarına karşı onları güvensiz hale getirmek çok önemlidir Evet sizin kanınıza ekmek doğrayıp yemek isteyen hasımlarınızla yakapaça olmaya doğru giderken veya onları buna doğru çekerken elbetteki önce onları felç etmeniz gerekecek İşte Allah Resülü de bu yıldırım hareketleriyle hasımlarını böyle felç ediyordu Artık Mekkenin güvenliği kalmamıştı ve çöldeki şaşkın adam şöyle düşünüyordu: Bundan böyle Mekkeli müşrik bizi koruyamaz Bizim için güvenlik kaynağı olamaz Öyle anlaşılıyor ki insanlığın kaderi başkalarının eline geçti Öyle ise bizim onlara dehalet etmemiz ve uymamız daha uygun olacaktır Evet böyle düşünüyor ve fevç fevç Allah Resülü‘ne dehalet ediyorlardı Kimsenin burnu kanamasa bile kervanlar daima tehdit altındaydı Evet bütün bu hareketler esnasında arz ettiğim gibiNahlede bir talisizin Müslüman oklarına hedef olmasının dışında herhangi bir insanın kılına dokunulmamıştı b Artık Çöl Emindi Allah Resülü bu seriyyeleriyle hedeflediği şeylerin hepsini birer birer elde etmiş bulunuyordu Artık çölde bir değişik güç ve kuvvetle kendisini hissetirmeye başlamıştı Mütegallip Kureyş karşısında bir Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) vardı ve bir Hz Muhammed cemaati vardı Ne var ki; sağda solda kuvveti temsil ettiği çapulcu kuvvetleri bozguna uğrattığı halde hiçbir zaman kuvveti bir zulüm aracı olarak kullanmıyordu Karşı tarafın elinde ise kuvvet

Ben haklıyım diyor herkesin hukukuna tecavüz ediyor gece baskınları yapıyor mazlumu zayıfı eziyor inletiyor ve iniltileri de ney gibi dinliyordu Bu yeni kuvvet ise başka bir kuvvetti Bu adeta gökten inmiş bir kuvvet gibiydi; elinde kuvveti tutuyordu ama hak karşısında da temenna duruyordu Hukuka fevkalade saygılıydı Evet hak insanlık tarihinde bu seviyede bir kere böyle saygı ve ihtiram görüyordu O da Hz Muhammed Mustafanın (sallallahu aleyhi ve sellem) eliyle oluyordu Aksine başka zamanlarda her gece gelen kendine göre kanunlar koydu ve Bu hukuktur dedi Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahın (celle celaluhu) vazettiği hukukun üstünlüğüne daima saygılı oldu saygılı oldu ve parmağını haramın mahzurlunun en küçüğüne dahi uzatmadı İşte bütün bunları çöl çöl insanı onun çoraklaşmış düşüncesi herkes ve her şey gördü Badiye bunu gördü karanlıklar bunu gördü çadırların çardakların önlerinden o müthiş timler geçiyor ama ne kadına kıza ilişiyor ne elin alemin kazandığı şeylere el uzatıyor ne de haksızlığın en küçüğünü irtikap ediyordu O bunları göstermeyi hedeflemişti ve şimdi de gösteriyordu Artık güven yavaş yavaş Mekkeden Medineye doğru kayıyor ve Onun ufuklarında tülleniyordu Çünkü Emin oradaydı Emin bir zamanlar Mekkenin kadrini bilemediği elEmin ve bizim Muhammedün Resülullah esSadıkulvadilEmin dediğimiz Emin artık Medinede idi Emniyet eminin yanında olur Çöl insanı böyle düşünüyor ve Medineye doğru kayıyordu Hususiyle son zamanlarda Kureyş bütün bütün gücünü yitirmiş onlara hiçbir güven veremiyordu Başkalarına güven vermek şöyle dursun kendi kervanları bile tehdit altındaydı Bu mülahazalar müşrik çevrede sürekli çözülmeler meydana getiriyordu Bunları gördükçe Mekkeliler öfkeden patlayacak hale geliyorlardı c Vaktinden Önce Yakalamak Önemliydi Düşmanı kızdırmak canını sıkmak vakitsiz erken harekete sevketmek için önemli bir meseledir Size yeni olmuş bir hadiseyi arz edeyim: Bana birkaç defa sordular Türkistan Özbekistan Gürcistan Dağıstan gibi ülkelerde hareket var Kırımda bir ölçüde yine hareketler var Bu hareketler nebilerin vaadinde velilerin yadında güvercinin kanadında ve ahir zamanda beklediğimiz o mutlu günler midir acaba Ona doğru mu gidiliyor Yani esir milletler hürriyetlerini hak ve hukuklarını elde edebilecekler mi Doğru ona doğru gidiliyor fakat şu andaki hareketlerin bazılarını senarize edip sahneye koyan hasımlarımızdır Evet oralarda bizim soydaşlarımıza bizim dindaşlarımıza bizim eski kardeşlerimize ait hareketler hep başkaları tarafından planlanıyor Çünkü biz henüz oralarda yumurtanın içinde civciv veya tavuğun altında yumurta gibiyiz Üçbeş tane çapulcuyu tahrik ederek sokak hareketine zorlayacaklar ve arkadan da mekanize birliklerini üzerimize sürecekler ve daha yavru iken başımızı ezecekler Zira Gürcistandan üçbeş sergerdan Bulgaristana gitti Şumnuda göründü Sofyada göründü ve şöyle dediler: Biz Rusyada başkaldırdık ve bir kısım haklar kopardık başkaldırın hak koparın Bu önemli bir meseledir Vakitsiz belli bir sahaya çekme ve iflahımızı kesme gayretidir Ama bilmiyorlar: Hak daima galebe çalacak ve ezilmeyecektir Ve o hep üstte olacaktır ve onun üstünde olunamayacaktır Ve inşaallah kendi oyunları kendi başlarına dolanacaktır Hile komplo kim müstehaksa onun başına dolanır (Fatır süresi 35/43) Evet Allah Resülü bir bakıma sindirme hareketleriyle hasımlarını tahrik ediyordu Kervanlarımız tehlikede iktisadi hayatımız tehdit ediliyor çöl adım adım Ona doğru kayıyor öyle ise çıkıp Bedirde hesabını görelim diyorlardı Evet o devirde cahiliyenin şeytanı Ebü Cehil onlara işte

bunları söylüyordu Hatta çokları yarı yoldan döneceklerdi ama o: Hayır bu işi burada bitirelim bitirelim zira biz Onun işini bitiremezsek O bizim işimizi bitirecek diyor ve tahriklerini devam ettiriyordu Allah Resülü‘nün hedefi de buydu Kuran da Ona bunu talim ediyordu: Karşılaştığınızda olacak işi oldurmak için onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu Bütün işler dönüp Allaha varır (Enfal süresi 8/44) Allah (celle celaluhu) onlara sizi sizi de onlara az gösterdi ki ummadığınız bir yerde bir tablo bir hadise ve bir vaka meydana geliversin Zaten Allah (celle celaluhu) hükmünü vermişti ve Onun verdiği hüküm de kaza olacaktı Bu itibarla başlarına gelecek akıbet muhakkaktı; bundan kaçamazlardı Allah hasımlarını Ona doğru çekiyordu ve bir gün Bedri Kübra‘da vakitsiz olarak kendilerini Müslümanların karşısında bulacaklardı Allah Resülü‘nün harp stratejisini bilmiyorlardı Kovmuşlar içlerinden atmışlardı işte şimdi de tir tir Onun karşısında idiler Bir seneden beri ihkakı hak etmek onların aldıkları hakkı istirdat etmek ve onların kuvvei maneviyelerini kırmak için seriyyeler tertip eden bu insanın nasıl bir erkanı harp olduğunu belki birkaç saat sonra anlayacaklardı ama bunun hiçbir yararı olmayacaktı Evet Bedirde öyle bir erkanı harple karşılaştılar ve hiç bilmedikleri bir harp stratejisi ile mukabele gördüler Derken darman duman oldular d Bütün Hadiseler Bedire Hazırlıktı Evet Bedri Kübra‘ya gelinmişti ama bu geliş basit insanların hatta sıradan erkanı harplerin gelişi gibi değildi O nereye gittiğini çok iyi bilerek Bedre gidiyorum düşmanlarımla yakapaça olacağım şuuruyla oraya gelmiş gelinceye kadar da tam 17 defa değişik yıldırım hareketleriyle düşmanın yüreğini ağzına getirmiş ve her evde her ocakta her bucakta şok tesiri yapabilecek güç ve hareket gösterisiyle ruhen onları felç etmiş kendi güçleri hakkında onları şüpheye düşürmüştü Hatta Mekke ve Mekke civarında (Ümmü‘lKura‘da) artık emniyet ve güven yok dedirtmiş böylece çölü efkarının yanına çekmiştir ki artık emniyetin Emin insanın yanında olduğunu herkes kabulleniyordu Zaten cahiliye de Ona Muhammedü‘lEmin deyip Onu emniyetin biricik temsilcisi olarak görmüyor muydu O gökte de Emindi yerde de lisanı nezihinde bir gün hem bir ihtar hem de tahdisi nimet olarak şu inkisaramiz sözler dökülmüştü: Ben de emin olamazsam kim emin olur ki Ben gökte emin yerde de eminim Artık çöl emin kim emniyet nerede bunu ayan beyan görüyordu Evet Emin şimdi beledi emin olan Medinede oturuyor ve efendilik de Kureyş‘in elinden Medinedeki Kureyş‘in efendisinin eline geçiyordu O Kureyş‘in de efendisiydi Beni Haşimin de topyekün insanlığın da bütün bir varlığın da Onun yaratılışı varlığın illei gayesiydi Ve Olmasaydın kainatı yaratmazdım yüksek payesiyle taçlanmıştı Hadis kriterlerine takılan bu söz o noktada vize alamasa da mananın vakıa mutabakatı cevazıyla her zaman beyan iklimlerinde serbest dolaşabilir Evet O olmasaydı kainatın manası anlaşılmayacaktı Eşyanın hakikatine nüfuz edemeyecektik Dünya nedir ukba nedir bilinemeyecek vicdan nedir insan nedir anlaşılamayacak ve dünya bir matemhaneden farksız olacaktı Her ölen bizi ağlatacak ve her ızdırablı hadise bir tortu gibi sinelerimize çökecekti Biz karanlıklardan kurtulup aydınlıklara uyanmayı Onun sayesinde öğrendik Şu kendi özüne bakan yönleriyle Cehennem Cehennem üstüne dünyayı Onun vasıtası ile Cennetler gibi gördük İmanın dünyada dahi bir Cennet hayatı vaadettiğini Onun nurlu beyanlarıyla öğrendik İman eden herkesin kalbinde Cennet nüvesi taşıdığını ve Cennetlere uyanmak suretiyle dünyayı dahi Cennet haline getireceğini hep Ondan öğrendik Öğrendik ve huzura erdik zikirlerle Allahı (celle celaluhu) anmakla kalblerin itminana kavuşacağına Onunla uyandık ve Biliniz ki kalbler ancak Allahı anmakla itminana ulaşır (Rad süresi 13/28) gerçeğine ulaştık evet maddi refahla değil para bolluğuyla değil hanla apartmanla

değil yazlıkkışlık villalarla değil; imanla vicdan huzuruyla insani değerlere karşı saygılı yaşamakla itminanla kalbler oturaklaşır arzular biter istekler diner Yoksa bütün dünya bir insana verilse yine gamı kederi dinmez Bu hususların bütününde biricik muallimimiz Odur Medyün Ona cemiyeti medyün Ona ferdi Medyündur O masuma bütün bir beşeriyet Ya Rabb mahşerde bizi bu ikrar ile haşret M Akif Bedire giderken ashabının kalbinde buğu buğu Cennet tütüyor ve gözlerinde de Cennet yamaçları tülleniyordu Çok iyi hazırlanmış ve huzur içinde oraya ulaşmışlardı Vicdanlar Ona yönelmiş ve artık yollar ister Medineden Mekkeye ister Mekkeden Medineye gitsin bundan böyle insanlığın önünde Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) vardı Artık Eminin emniyet ve güven dönemi başlamıştı Bir gün Adiy İbn Hatime şöyle demişti: Gün gelecek (şimdi vahşetten soygunculuktan eşkıyanın ortalığı kasıpkavurmasından şikayet ediyorsunuz) Hadremüttan Hireden tek başına bir kadın kalkacak Mekkeye Medineye kadar gelecek ve hiçbir şeye takılmayacak İşte o dönem şimdiden başlamıştı bile Çöldeki bu 20ye yakın emniyet buudlu hareketleri hem Bedrin temellerini atmış hem de bütün vahşetzedelere emniyet fısıldamıştı 20ye yakın bu hareketlerde hiç kimsenin burnu kanamamıştı ve hiç kimseye emniyetsizlik telkin edilmemişti Onun timleri yıldırım gibi her yerde kendilerini hissettiriyor; ancak geçip gittikten sonra semadan yıldırımı müteakip yağan yağmur gibi rahmet olup iniyor ve sinelerde itminan hasıl ediyorlardı Zira geçenler artık çölün çapulcuları değildi Onlar Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) emin askerleriydi evet bunlar güven timleriydi Şekavete karşı eşkiyaya karşı anarşiye karşı kargaşaya karşı huzursuzluğa karşı ve güvensizliğe karşı güven timleriydi Geçtikleri her yer onlardan sonra buğu buğu rahmet kokuyor ve herkes Bu rahmet de nereden diyordu Bu rahmet bütün varlığa rahmet olarak gönderilen Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hakikatinin semasındaki bulutlardan akıp geliyordu Bu timler de Onun gök gürültüsü Onun şimşekleri Onun yıldırımlarıydı ve çıkardıkları ışıklar Onun adını yazıyorlardı Bedir ve Bedirin Sebepleri Ve işte böyle semavi bir ihtişamla Bedire gelindi ve artık ilayı kelimetullah yaparken yani Allahın (celle celaluhu) yüce adını en masum duygu ve düşüncelerle etrafta neşrederken Onu engellemeye çalışan insanlara karşı son darbesini vuracaktı ve diyecekti ki: Bundan böyle Allah adının dört bir yanda anılmasını engelleyemeyecek ve Ona açık sineleri baskı altına alamayacaksınız Evet Onun Namı Celili bir yere takılıp kalmamalı bütün sinelere girmeli ve bütün gönülleri huzura kavuşturmalı Bütün engelleri bertaraf etmek için ilayı kelimetullah maksadıyla ilayı kelimetullahı esaret altında kalmaktan kurtarmak onun yapılmasını bütün insanlıkça prensip olarak kabul etmek fikir ve düşünce hürriyetine giden yolları açmak için Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine Mekkede insanca yaşama hakkı tanımayan o gözü dönmüş kafirlere son darbesini indirecekti Ayrıca Müslümanların o güne kadar kazandıkları bütün mal ve menalleri ellerinden gitmişti Zira Allah Resülü ve arkadaşları Mekkeden uzaklaştırılırken beraberlerinde fazla bir şey götürememiş mallarını mülklerini servetlerini Mekkei Mükerremede bırakmış öyle hicret etmişlerdi Ve Mekkeliler Müslümanların gözlerinin önünde bu malları develerin sırtlarına yükleyip Şama Yemene götürüyor ve satıyorlardı Şimdi Medine civarından geçecek olan kervandaki mallar onlarındı ve bunu mutlaka almalıydılar Bir de sağda solda Müslümanların önlerini kesen onları tehdit eden Müslüman olan herkese akıkarayı seçtiren kimilerinin mızraklarla göğüslerini delen ve ciğerlerini dışarı çıkaran

kimilerini yurtlarından yuvalarından eden düşmanlar mutlaka sindirilmeliydi Evet onlara son darbeyi vurmak suretiyle diyecekti ki; kuvvet onların elinde değil kuvvet hakkın elindedir ve kim hakka teslim oluyorsa Allah (celle celaluhu) onu kuvvetli kılacaktır Bugün olmasa da yarın bütün kuvvetler güçler hakkın eline geçecektir ve bir gün gelecektir ki sözü hak söylecek gönüllere hak düşüncesi hakim olacak; insana ve insanla gelen yüce manaya herkes temenna duracak ve saygı gösterecektir Ve işte Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) bunun kavgasını veriyordu Bu arada kavim ve kabilelerden mütehayyir ortada kalmış olanlar vardı Bunlardan bazıları İslama girmek istiyorlardı ama Kureyş‘in zulüm ve işkencesinden korkuyorlardı Bu mütehayyir ve müteredditler ayaklarını kaldırıyor fakat adımlarını atamıyorlardı İşte bunlara adım attırma sırası gelmişti Kuvvetin Allahın (celle celaluhu) elinde olduğunu ve kuvvet dengesinin Medine lehinde değiştiğini gösterecek ve onlara itminan verecekti Korkmayın tasalanmayın inanıyorsanız yani mü‘min iseniz Allah (celle celaluhu) er geç size fereç ve mahreç ihsan edecek; kapıları pencereleri sonuna kadar açacak ve siz huzura saadete mutluluğa uyanacaksınız diyordu O böyle diyordu müteredditler de Bedri Kübra sonunda anlayacaklardı ki artık kuvvetler yer değiştiriyor Mekkedeki küfür yobazlarının bize yapacağı bir şey kalmadı diyecek ve Medineye medeniyetin başkentine medeniyet düşüncesiyle gelen O yüce insan Hz Muhammed Mustafaya (sallallahu aleyhi ve sellem) yönelecek ve La ilahe illallah Muhammedün Resülullah hakikatiyle yeni bir anlayışa uyanacaklardı

1 Bedirdeki Kuvvetler Allah Resülü sahih megazi ve siyer kitaplarının nakline göre Bedre 305 insanla çıktı Bulunup bulunmadıkları ihtilaflı olanlarla bu rakam 313e ulaşıyor Bazı kitaplar bu rakamı Hz Davüdun arkasında Calütla savaşan askerin sayısına denk tutarlar Evet bu iki dönemde de insanlığın kaderini değiştirme operasyonu yapılmakta karanlığa karşı ışık ordusuyla gidilmekte haniflik gerçeğinde İshak zirvesiyle İsmail zirvesi temsil edilmekte olduğundan her iki ordunun sayısı da 313 olabilir Evet Muhyiddin İbn Arabi‘nin Füsüsunda anlattığı gibi birinin başında hilafeti temsil eden Hz Davüd diğerinin başında ferdiyet ve gavsiyeti temsil eden makamı ferdiyetin sahibi ferdi ferid Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) vardı Bedir ordusunun 2 adet süvarisi 3040 adet de devesi vardı Müslümanların bu kadar az imkanlarına ve iki atlarına mukabil karşı tarafın tam 200 atı bulunuyordu Bir ata karşılık 100 at Bir süvariye karşılık 100 süvari kavga edecektir Müslümanların 310 askerine mukabil karşı tarafın asker sayısı 1000e yakındı Bu her insanın 34 insanla yaka paça olması demektir Kureyş o güne kadar askerlik sanatı adına bilebildiği şeylerle donattığı bir orduyla yani o günün şartlarına göre tam tekmil ve musallah bir ordu nasıl olursa işte o şekilde silahlandırılmış olarak gelmişti Allah Resülü ve ordusu ise oraya kadar o beşon devenin sırtında nöbetleşe gelmişlerdi hem de 200 kmlik bir mesafe katederek Bunları bilmekte fayda var; zira çöl yaz sıcak Ramazan ayı halk oruçlu ve 200 kmlik bir mesafenin aşılması Çöl nedir Bedir nerededir Hacca gidenler bunu az çok bilirler Bugün o yollarda benzin istasyonları var Onları ve bazı vahamsı yerleri yok farz etseniz ki bunlar çok yeni şeylergözünüzün kestiği kadar kum göreceksiniz Yer yer fırtınalar uğuldayacak sizi tehdit edecek ve siz bu arada iki aylık yolu birkaç güne sıkıştırmaya çalışacaksınız Hem de yürüyerek İşin bir diğer yanı da Müslümanlar Kureyş kervanını tehdit gayesiyle yola çıkmışlardı Ne

var ki muradı ilahi başkaydı ve onlar istemeyerek bu noktaya sevk olunmuşlardı Allah (celle celaluhu) Enfal süresinde kendi muradını şöyle anlatır: * Allah iki taifeden birini size vaad etmişti; siz kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz Oysa suçluların hoşuna gitmese de hakkı ortaya çıkarmak ve batılı tepelemek için Allah sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kesmek istiyordu (Enfal süresi 8/78) 2 Buluşma Noktasına Doğru Allah (celle celaluhu) bunu murad ettiği için Müslümanların arzusu niyeti başka olsa bile evirip çevirdi ve onları kervanla değil de muharip birlikle karşı karşıya getirdi Müslümanlar kervanı takip edip kıstırıp mallarını geri almak niyetindeydiler; halbuki Cenabı Hak onlara bir daha ebedi olarak mallarını başkalarına kaptırmama yollarını açıyordu Evet Müslümanlar kafirin başına öyle bir yumruk indireceklerdi ki kafir bir daha kendine gelemeyecek sürekli sendeleyip duracaktı Artık bundan böyle işte fehvasınca Hak galebe çalacak ve hiçbir şey Hakkın üzerine çıkamayacaktı Allah bunu murad ediyordu Kim ne murad ederse etsin Allah neyi murad ediyorsa o olur Allahın olmasını murad etmediği de olmaz; Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz esaslarına göre Allah (celle celaluhu) Bedire gidilmeyi murad buyurmuştu Onun Habibi Edibi de bunu seziyordu Gökler bir başka türlü bakıyordu o mübarek Ramazanda adım adım Kadir Gecesine doğru gidilirken zemin bir başka türlü tebessüm ediyordu Hatta Bedre vardıkları zaman orada kendi sınırları dahilinde sekine yağmurunun yağması başka bir mana ifade ediyordu Toz toprak yatışmış kuyular su ile dolmuş ve yağmur damlalarıyla beraber adeta melekler de inmişti vakıa melekler de inmiş ve mü‘minlerin nişanlarını takıp size benzemek için böyle yaptık demişlerdi Ve o gün mü‘minlerin parolası Ehad Ehaddı Herkes Allah bir deyip kükreyecekti Urbaları bembeyaz tıpkı kefenler gibi Çünkü oraya gelirken; Nerede düşmanla karşılaşırız nerede onunla yakapaça oluruz ne olur ne olmaz bizi biraz ötede huri ve gılmanlar karşılayacak deyip Arafatta hacıların elbiseleri gibi bembeyaz urbalar giymiş öyle geliyorlardı Öyle bir geliyorlardı ki görmeye değerdi Bu mübeccel sefere iştirak edememe burukluğunu yaşayanlar da vardı Rüyasında bile Resüli Ekremin yanından ayrılmayı düşünmeyen Enes b Nadr da bunlardandı Bulunamamış ve bir sene bu hicranla yanıp tutuşmuştu Hicran ki en müessir duadır İsterseniz ben de sizlere ızdırap ve hicran talebinde masiva ile alakalı hicran talebinde bulunayım: (Allah (celle celaluhu) ızdırabı çileyi hicranı zihinlerinize kalblerinize saçsın ve uykularınızı kaçırsın) Evet perişan milletimiz ve sizin gibi düşünen perişan milletler için ızdırap içinde yatıp kalkma ızdırapla inleyip durma öyle müthiş bir duadır ki bin rekat namaz kılsanız hatta bu namazı Kabede eda etseniz bin defa tavafta bulunsanız sonra da el açıp yalvarsanız yine ızdırap duasının ve muzdaribin duasının seviyesini tutturamazsınız Evet ızdırapta ağzınızı açıp Ya Rabbi demediniz ama ızdırabınız size uyumayı haram kıldı Sabaha kadar fasılasız düşünüp durdunuz Ah benim Türkistandaki kardeşlerim ah benim Afganistandaki kardeşlerim Kim bilir yine hangi bacımın baş örtüsüne el uzatıldı Kim bilir nerede hangi anam kıstırıldı ve ırzına tecavüz edilmek istendi Cumabala‘daki kardeşlerim Gümülcinedeki kardeşlerim Sofyadaki kardeşlerim İskeçedeki kardeşlerim Ve camilerin izi bile kalmayan o koca sultanların camilerle donattığı Kavaladaki kardeşlerim Ve daha neredekiler neredekiler Evet ızdırap öyle müthiş bir duadır ki bu dua Allaha doğru teveccüh ederken bütün gök ehli Amin der Izdırap mü‘minin kıymetler üstü kıymete ulaştığı bir andır Ve o an mutlak duayla daha da verimleştirilmelidir O an ki insanın şakakları zonklar kasıklarına sancı girer ve ellerini

kasıklarına koyup ızdırapla döner Çünkü o anda din kardeşleriyle ve kendi gibi düşünenlerle beraberdir Zaten biz de bunu gerçekleştirmek için varız Bunu yapamayacaksak bizim için yerin altı da birdir üstü de birdir Zilletle yaşamaktansa; yani benim insanımın benim milletimin hakkına tecavüz edilecek de benim elimden bir şey gelmeyecekse bizim için yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır Sahabe de Bedire işte bu anlayışla güle oynaya gelmişlerdi Çünkü önlerinde Cennet vardı ebediyet vardı ve Allah hoşnutluğu vardı Melekler o gün onların o tavırlarını öyle beğenmişlerdi ki onlar Ehad Ehad dedikçe adeta semalar deliniyor ve aşağıya tabur tabur melek iniyordu Sanki daha Bedir başlamadan Bedirin zaferini kutlamak ve o zafer adına bir şehrayin bir donanma gecesi tertip etmek için melekler yeryüzüne iniyorlardı Gören görüyordu; başlarında beyaz sarıklar ve sırtlarında beyaz urbalar Niçin beyaz urbalar Çünkü sahabe Bedire gelirken beyaz urbalarla gelmişti Dillerinde parola Ehad Ehad Evet böyle karşılıyorlardı oraya gelirken ruhları gibi simsiyah elbiseler içinde gelen Mekke müşriklerini ve kocamış küfür babalarını Bedire güle oynaya gelen sahabenin biri güle oynaya bir ağacın başına çıkmış hurma yiyordu Allah Resülü‘nün: Bugün kim Allaha iman ederek ve sevabını Allahtan (celle celaluhu) bekleyerek burada savaşıp ölürse Cennete girer bişaretini duyunca dakika fevt etmeden elindeki hurmaları savurdu ve: Bunların eliyle ölmekle Cennete gireceksem bu cana minnet dedi sonra da düşman saflarına dalıverdi O gün bu sahabi Bedirde muradına ermişti Esasen bu arzu onların müşterek duygu ve düşünceleriydi Onun için oraya şevk u tarab içinde gelmişlerdi Bu öyle önemli bir dinamiktir ki hiçbir gücün bunu aşması mümkün değildir ve işte bu asker bu ruh bu şuur içinde hazırlanmıştır Böyle güle güle ölüme giden askerle savaş edilmez Çünkü o adeta elinde iki can taşıyor yani dünyayı da ukbayı da hakir görüyor ve sadece Allah diyor yollara düşüyor Başa çıkılmaz bu ihlas ve rıza topluluğuyla

3 Sistemli Ordu Bedir sayesinde çöl aynı zamanda sistemli bir ordu görüyordu Bu ordu sayesinde çapulculuk tarihe karışacak ve dünya bir yeni sistemle tanışacaktı Zira bu ordunun başında insanlığa sistem getiren nizam getiren ahenk getiren insan vardı * * gibi ayetlerle insana bakan onu anlatan bir sürede üç defa mizanın dengenin ahengin ehemmiyetini anlatan Allah (celle celaluhu) mizan emrini mizan disiplinini en güzel şekilde temsil eden Hz Muhammed Mustafayı (sallallahu aleyhi ve sellem) bir mizan ve denge insanı olarak düzenli bir ordunun başında Bedre göndermesinden daha tabii ne olabilirdi Keşif kolları vardı ve cahiliye bunu bilmiyordu Bu keşif kolları doğrudan doğruya hayatın içinde öylesine pişmiş yetişmiş kimselerdi ki böyle ikinci bir kadro göstermek mümkün değildi Bu keşif kolları 20ye yakın seferiyle çölü didik didik etmiş ve sırf bir tatbikat olsun diye değil doğrudan doğruya hadiselerle boğuşa boğuşa yetişmişlerdi Hasımları ile karşılaşma onlarla yüz yüze gelme açıktan açığa onlarla hesaplaşma ve yer yer en mahrem noktalara kadar sokulma en has toplantı yerlerinde velvele olup inleme evet bütün bunların hepsi onları öyle yetiştirmiş ve öyle bilemişti ki aynı eğitimden geçmeyen birinin onlarla baş etmesi mümkün değildi Düşman nerededir Düşman haberlerini ulaştıran ulaklar nerededir Kervan nerededir Yol emniyeti nasıl temin edilir Bütün bunları çok iyi biliyorlardı İlk defa çölde hatta belki de insanlık tarihinde böyle yıldırım hızı ile hareket eden keşif kolları Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) sayesinde gün yüzüne çıktı

Nasıl mı Bakın askerlik ve istihbaratla iştigal etmemiş o Zat bir ordu tertip ve teşkil ediyor Yol emniyeti sağlanıyor 200 kmlik bir mesafeyi yaya ve deve yürüyüşü ile katediyor Ve bununla beraber yolda herhangi bir engelle karşı karşıya kalmıyor; çünkü Onun o yıldırım timleri o ana kadar çölü 20 defa taramışlar Rota şurasıdır güvenli yol burasıdırşurasıdır tespitini yapmışlar ve bu sayede bir yabancı kuşa kendilerine ters bakan bir kartala dahi rastlamadan Bedire kadar emniyet içinde gelmişlerdir Ve bu çok önemli bir meseledir 4 Kuyuların Bulunduğu Noktaya Doğru Ordunun aram edeceği yer Bedir kuyularının başıdır Düşman da orayı yakalamak isteyecektir Düşman iki yüz atlısı ile hızla oraya doğru gelmektedir Ama firaset ve akıl almaz hız mü‘minleri onların önüne geçirmiştir O havalide Bedir suyun bulunduğu tek yerdir Ve bu suyun başı Müslümanlar tarafından tutulmuştur Böylece Kureyş bir kere daha felç edilmiş oluyordu Bu esnada keşif kolları kervan nerede onu da iyi takip ediyorlar Burada işi hallederlerse onun hakkından da gelmeyi düşünecekler; zira o kervanda Mekkede bıraktıkları mallar var Onu mutlaka istirdat etmelidirler İşin hukuki gereği olarak mallarını gasbedenlerin ellerinden geriye almalıdırlar Mü‘minler bu mülahaza ile planlar yapıyorlardı ama Allah (celle celaluhu) başka bir şey murad etmişti Küfür bütünüyle sindirilecek ve bir daha başkaldıramayacaktı Allah Resülü ordusunu sağsolmerkez birliklerine ayırmıştı ve bu o güne kadar bilinen şeylerden de değildi Bunlardan merkez muhacirin ve ensarın ileri gelenlerinden teşkil edilmişti ki bunlar Allah Resülü‘ne ölümüne biat etmiş kimselerdi Tek başlarına da kalsalar verdikleri sözden dönmeleri mümkün değildi İşte merkez kuvvetine böyle insanlar yerleştirilmişti Bu insanların başına da yine birçok defa rüşdünü ispat etmiş Hz Ali ve Sad b Muaz (radıyallahu anhüma) getiriliyordu Bunlardan biri muhacirinin diğeri de ensarın başına getirilmişti Hz Ali ki hususi faziletle sahabenin en büyüğü idi Umumi fazilette ilk üç halifenin ondan üstün olduğuna dair umumi kanaat ve ittifak vardır Fakat hususi durumu Allah Resülü‘ne cibilli yakınlığı o haneye ait bazı esrara vuküfiyeti Allah Resülü‘nün neslinin ondan devam etmesi ve bütün evliyanın sertacı ibtihacı olması evet bütün bu durumlarda onun bir eşi daha yoktu Yedi yaşında Müslüman olmuştu Küfrün tozu toprağı onun eteklerine asla bulaşmamıştı 9 yaşlarındaydı ki Allah Resülü Kureyş‘in ileri gelenlerine: Bana içinizde yardımcı olacak kim var dediğinde elindeki su testisini bırakıp eliyle göğsüne vuran ve: Ben varım ya Resülallah sözleriyle kükreyen bir yiğitti Yaşı 17ye ulaştığında ve Allah Resülü hicret edeceği zaman ona kendi yerine yatmayı yani ölmeyi teklif etmişti etmişti de bu çiçeği burnunda delikanlı bu teklifi Cennete davet gibi sevinerek kabul etmişti Evet Hz Ali hayatında hiç tereddüt soluklamamış bir insandı ve bu koçyiğit Bedirde muhacirinin başında bulunuyordu İsabetine kurban olayım Allah Resülü nasıl da adam seçmesini biliyordu Sad b Muaza (radıyallahu anh) gelince o da ayrı bir fazilet abidesiydi Sadakati herkesçe müsellemdi Ve daha sonra aldığı yara sebebiyle ölüm yatağına düşünce söylediği sözler bunun en güzel şahidiydi O gün şöyle demişti: Allahım eğer Senin uğrunda bir savaşa daha iştirak edeceksem beni yaşat Yoksa beni hemen huzuruna al Ve o hastalığında vefat etmişti Cenazesi teşyi edilirken Allah Resülü parmaklarının ucuna basa basa yürüyordu Niye ya Resülallah diye soranlara da: Bütün gök ehli bu cenazeyi teşyi için indi yere basmaya utanıyorum cevabını veriyordu Bu ne seçme bu ne yerinde intihapdır Ve işte bunlar merkezi tutuyorlardı Kumandan zilletle yaşamaktansa izzetle ölümü tercih edecek insan olursa asker kaçar mı Onun kellesini verdiği yerde asker vermez mi Zaten asker de şehitlik arayarak gelmişti oraya kadar Allah Resülü de bu merkezin içinde yani bu etten kemikten

kalede muhat bulunuyordu Onun kılına bile dokundurmazlardı vallahi Çevresindeki bu ölüm idealli insanlar bütünüyle bertaraf edilmeden Ona ulaşmak mümkün değildi İşte O böyle bir merkezin başında bulunuyordu Merkezin umumi bayrağını Musab b Umeyr taşıyor Bu ne müthiş manzara bu nasıl seçmedir (Uhudda inen bir kılıç sağ kolunu götürüyor sancağı sol eliyle tutuyor Bir kılıç da o kolunu götürünce Allah Resülü‘ne karşı tek kalkanım kaldı vur bir de boynuma vur diyen ukbaya göre programlanmış bir ruh Musab (radıyallahu anh) elinde bembeyaz bayrakla merkezde duruyor Sağ cenah sol cenah güzelce tabiyelenmiş ve az ileride öncü kuvvetler yerlerini almış emir bekliyorlar Arkadan da redif takımlar geliyor Başlarında Kays İbn Ebi Sad (radıyallahu anh) teker teker tırnaklarını sökseniz Of demeyecek kadar mukavim ve kararlı bir insan Öyle bir sistemle geliniyor ki o güne kadar o günün erkanı harpleri böylesini ne görmüşler ne de biliyorlar Zaten Kureyş‘in belini kıran hususlar da işte bunlardı Allah Resülü‘nün oraya değişik bir sistemle gelmesi daha baştan onların köhne sistemlerinin hiçbir işe yaramadığını ilan ediyordu Allah Resülü farklı bir sistemle; onlar ise darmadağınıklık ve eski usullere mukayyet idiler Ayrıca Allah Resülü ordusunun içinde bulunuyordu ki bu da Müslümanlar için ayrı bir güç ayrı bir dinamizm kaynağıydı Zaten: Ölürsek beraber ölürüz Kanım kanınızın; canım da canınızın önündedir demişlerdi İmamın raiyetine emniyet ve güven telkin etmesi çok önemlidir Ve Allah Resülü bunu en iyi şekilde yapmıştı: Canım canınızın önünde; kanım kanınızın önünde size ilişirlerse bana ilişmiş sayılırlar demişti diyordu ve bu sözler onların kulaklarında çınlarken O da onların aralarında dolaşıyor ve aralarında yürüyordu Zaten oraya kadar develere nöbetleşe binerek gelmişlerdi (Canım çıksın keşke ayağını başımıza bassaydı) iki kişi de Onun bindiği deveye binerek oraya ulaşmıştı Bu zatlar fevkalade üzülüyor ve: Senin namına biz yürüyebiliriz Sen bin diyorlardı; ama Allah Resülü onlara şöyle cevap veriyordu: Siz kuvvet bakımından Benden daha kavi değilsiniz Ecr ü sevaba ihtiyaç bakımından da ben sizden daha müstağni değilim Evet bunu zaman ve mekanın Efendisi söylüyordu: Siz benden daha kavi değilsiniz Ecr ü sevaba ve Cennet ihtiyacına karşı ben de sizden daha müstağni değilim Bu Emirler Emiri öyle insanlar içinde insanlardan bir insan olmuştu ki onlarla oturup kalkıyor ve yanlarından hiç ayrılmıyordu Onlarla aynı sofraya oturuyor aynı yemeğe kaşık çalıyor ve aynı yeri paylaşıyordu Eşitlik ve müsavat Fransız ihtilalinden beri insanların dillerine pelesenk ettikleri bir kelime Acaba o günden beri eşitlik denen müsavat denen şeyi hiç gören var mı Onu sadece Saadet Asrı‘nın insanı tanıdı hem de Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtası ile Hayatının en sıkıntılı döneminde gökler bütün kapılarını Ona açtı ve Onu bağrına bastı Evet O miraca çıktı Cennet hürileri teşrifatçı gibi yollara döküldü melekler başlarını kaldırım taşları gibi ayaklarının altına koydular ve Nizami‘nin dediği gibi: Yarım hilal atının ayakları altında nal haline geldi Cennet: Kal gitme dedi; fakat O yine de dönüp insanların arasına geldi Büyük veli Abdülkuddüs bu hadiseyi zikreder ve yeminle şöyle der: Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) kimsenin ulaşamadığı yerlere ulaştı Allaha yemin ediyorum ki ben oralara çıksa idim bir daha geriye dönmezdim Ve bunu bir başka veli değerlendiriyor: İşte nebi ile veli arasındaki aşılmaz büyük mesafe Nasıl aşacaksın ki O Hz Muhammed Mustafadır (sallallahu aleyhi ve sellem) Evet O Allah katında bu durumda görüldüğü gibi kendisini insanlardan bir insan saymakta ve her halinde insanlarla beraber olmaktadır İnsanlık müsavatı Onunla gördü Ve bir gün bulacaksa yine Onunla bulacaktır Bu beklenti hukukun kendi özünden kaynaklanıp gelişen kaçınılmaz bir realitedir Ve işte çöl bu orduyu çok önemli bu yanıyla da görüyor Çöl için bu büyük şeref o gün çölün etekleri mücevherlerle doluyor

ve bu çöl o gün Cennet bahçeleri kadar izzet ve şerefe ulaşıyordu Allah Resülü orduyu bizzat kendisi tanzim edip mevzilerine yerleştirdi Ardından merkezde büyükçe bir kuyu kazdırdı Bu kuyuya harp müddetince yetecek kadar su dolduruldu Daha sonra da diğer kuyuların hepsi körletildi Düşman kuyulara güvenip hazırlıksız gelecek ve kuyuların durumunu görünce de tamamen kolukanadı kırılacaktı ve öyle de oldu Ordunun tanzim şekli mükemmel olduğu gibi hareket tarzı da fevkaladeydi Askerler nerede ok nerede mızrak ve nerede kılıç kullanacaklarını çok iyi biliyorlardı Sağ cenah ne zaman sol cenah ne zaman harekete geçecek arka kuvvetler ne zaman müdahalede bulunacaklar hepsi zamanlama açısından çok güzel ayarlanmıştı Hele Efendimizin kendi otağını kurduğu yer o kadar üstün bir firasetle seçilmişti ki en büyük erkanı harp ki bu Oyduancak bu kadar isabetli bir yer seçebilirdi Bütünüyle harp sahasına hakim bir yere otağını kurdurdu Sağ cenah sol cenah arka kuvvet olduğu gibi görünüyordu Ayrıca göndereceği haberler ve askerlere ulaşması gereken taktikler anında duyurulabilecekti Artık her şey tamam az sonra harp başlayacak ve müşriklerin o musallah kuvveti karşısında 510 şehitle kendilerinden 34 kat daha fazla düşmanı hak ile yeksan edip geçecek Daha önce de işaret edildiği gibi Efendimiz o gün askerlerine parola da vermişti Herkes Allah bir manasına Ehad Ehad diyecekti Ehad Allahın (celle celaluhu) ismidir Allahtan (celle celaluhu) başkasına Ehad denmez Ehad zatında birdir ki tevhidi ulühiyet ve tevhidi rubübiyeti ifade eden bu mübarek sürede: De ki Allah birdir (İhlas süresi 112/1) denilmektedir O öyle birdir ki ikincisi yoktur Vahidin ikincisi İsneyndir Ama Ehadin ikincisi yoktur Ehad rakamlar içinde tektir İkincisi üçüncüsü olmaz Yani Allah isneyniyeti muhal birdir O gün parola Ehad Ehaddır Ve onlar Ehad Ehad dedikçe sanki veraların verasından bir ses onlara; Lebbeyk kullarım demektedir Ehad isminin parola olarak seçilişinde bir hikmeti bu ise; İkincisi de parola Mekkeli tarafından o güne kadar bilinmeyen bir husustu Mü‘minler bu sayede hem birbirleriyle irtibat sağlıyor hem de hep bir ağızdan ve tek ses halinde öyle gür bir sada çıkarıyorlardı ki müşriklerin kalbi korkuyla çarpıyordu Zaten hepsinin üzerinde kefen bezleri gibi beyaz elbiseler onlara ayrı bir dehşet salıyordu Hak cephesi ise Ölümü hangi köşede yakalayabiliriz düşüncesi içinde idiler Evet mü‘minler sadece bunun hesabını yapıyorlardı 5 İlk Mübareze Genel tanzim mahfuz teker teker her strateji için anında kararlar veriliyor ve Allah Resülü tarafından tatbike sunuluyor ve bunlarda hiçbir falso olmuyordu Önce üç mübariz çıkardı Allah Resülü Ensardan olan bu üç mübariz çok önemli kimselerdi Ölüme susamış ve durmadan şehadet arayan bu insanlar değil o anda karşılarına çıkacak müşriklerle Herküllerle Gılgamışlarla bile savaşabilirlerdi Fakat Kureyşliler gururla: Biz Medinenin rençberleriyle çobanlarıyla savaşmayız deyip kendilerini helak edecek kibre sığındılar Allah Resülü‘nün beklediği de buydu Bilemeyiz belki taktiği de oydu Bunu siyer yazmıyor ama zihninde hazırlamış olduğunda şüphe yok O Kalk ya Hamza Kalk ya Ubeyde Kalk ya Ali diyecektir Bu ordular kadar büyük üç insanın ikisi amca çocuğu birisi de amcası Ölüme ilk gönderdiği insanlar kendisine neseben en yakın olanlar Karşı taraftan da üç mübariz çıkmıştır: Utbe Şeybe ve Utbenin oğlu Velid Ve düşman son şokla karşı karşıyadır Bu en güçlü kabile reisi iki kardeş ve oğulları Bedrin ortasında kılıçtan geçirilince düşmanda moral kalmayacak ve bozguna sürükleneceklerdi ve mübareze esnasında öyle de oldu Karşı tarafın üç mübarizi de birer bozgun imzası gibi Bedrin ortasında cansız yatıyorlardı Müslümanlar şehit namzedi Ubeydeyi moral bozma mevkiinden alıp amcazadesi Cennet Rehberinin huzuruna getirmişlerdi Düşmanın morali bozulmuş; dövüşmeden daha çok dövünüyor harp edeceğine çapulculuk

yapıyordu Bir kere aralarında Utbenin Şeybenin ve Velidin gayretiyle harekete geçen insanlar vardı bunların ölmesi diğerlerini paniğe ve öfkeye sevk etmişti Hedefler farklıydı Her ağızdan bir ses çıkmaya başlamış ve orduda ahenk tamamen bozulmuştu bu ise onları Müslümanların ok ve mızraklarına sonra da kılıçlarına hedef olmaya doğru sürüklüyordu Allah Resülü onlara şuurlarını alt üst edecek şekilde öyle bir darbe vurdu ki şaşkın şaşkın sağasola koşuyor ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı zaten oraya gelirken de bir mefküreleri yoktu Kitle ruh haleti değerlendirilmiş ve kinin nefretin öfkenin önünde sürüklene sürüklene oraya gelmişlerdi Allah Resülü ise Bedre yüksek bir mefküre yüksek bir gayeyi takiben gelmişti: İ‘layı kelimetullah Evet mefküre çok önemlidir Ebü Cehilin Şeybenin Utbenin İbn Ebi Muaytın Umeyye İbn Halefin niçin savaştıkları belli değildi Onlar bir hınçla orada insan öldürmeye gelmişlerdi Yapacakları bu şeyle Kabenin izzeti yükselmeyecek çevrelerindeki insanlar arasında itibarları artmayacaktı Eskiye göre hiçbir kazançları yoktu olamazdı da zira oraya bir kinle bir nefretle bir gayzla gelmişlerdi Mü‘minler ise yüksek bir gayeyi tahakkuk ettirmek için oradaydılar: Evet Allahın (celle celaluhu) yüce adını cihanın dört bir yanında bayraklaştırma düşüncesi onların varlık gayesiydi Herkesin kalbi bu duygu ile atıyordu ve böyle bir dava için ölünse idi değerdi Çünkü Allah (celle celaluhu) için ölüyorlardı Allah (celle celaluhu) için ölünce de gidip Allaha (celle celaluhu) ulaşacaklardı Allahı (celle celaluhu) bulan hiçbir şey kaybetmemiş aksine pek çok şey kazanmıştır İşte her mü‘min böyle bir düşünce ve böyle bir mefküre ile savaşıyor ve bu mefküre ile hayatı istihkar edip hafife alabiliyordu Karşı taraf ise hayatı en önemli şey sayıyor ve adeta yaşamak için yaşıyordu Şayet Bedir onlar için zafer olsaydı Ebü Cehil yemin etmişti: İçki içecek kadın oynatacak ve eğlenecekti Oysa Müslümanlar orada namaz kıldı dua etti Allaha (celle celaluhu) kurbiyet yollarını araştırdılar İşte iki topluluk arasındaki fark biri adeta semalarda ve huzur içinde diğeri ise çukurların en derininde ve ızdırapla kıvrım kıvrım 6 Ümmetin Firavunu Yıkılıyor Abdurrahman b Avf (radıyallahu anh) anlatıyor: Bedrin tam kızıştığı andı Allah Resülü‘nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve Yüzleri kararsın buyurduğu anda adeta kelle alınıyor kelle veriliyor ve her şey kelleler üzerinde dönüyordu Tam o sırada yanıma sülün gibi iki delikanlı süzülüverdi Belki de boyları tutsun diye Bedre gelirken parmaklarının uçlarına dikilenlerdi 1516 yaşında iki delikanlı biri sağımdan sokuldu ve bana şöyle dedi; ‘Bana Ebü Cehili gösterir misin amcacığım Sordum: ‘Ne yapacaksın Cevap verdi: ‘Allaha (celle celaluhu) söz verdim Allah Resülü‘nün bu düşmanını görürsem öldüreceğim (Şimdiye kadar imanın iman nurunun önünü engelleyen Kuran nurunun neşredilmesine mani olan bu karanlık ruhu yemin ettim vallahi görürsem öldüreceğim) Öbürü ondan saklıyordu durumunu sol kulağıma eğildi O da ‘Amca Bana Ebü Cehili gösterir misin diye soruyordu Ona da aynı soruyu sordum ondan da aynı cevabı aldım Derken bir aralık Ebü Cehili gördüm Parmağımla işaret ettim Elimi daha indirmemiştim ki bir küheylan gibi Ebü Cehilin yanında bitivermişlerdi az sonra da birkaç kılıç darbesi ile onu yere indirmişlerdi İçlerinden biri ciddi yaralanmıştı Koca yiğit yaralanmıştı ama insanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Resülü‘nün Bu ümmetin firavunudur dediği en büyük kafir de yıkılmıştı Bu yiğitler Avf İbn Haris Muavviz İbn Haris ki iki kardeşti Daha net tanımak isterseniz bunlar Uhud vakasında oğullarını kocasını kardeşini şehit verdikten sonra Allah Resülü‘nün

cübbesine dudaklarını koyup da Senden sonra bütün musibetler çok hafiftir diyen Sümeyranın (radıyallahu anha) oğullarıydı Ana oydu oğullar da bunlar Bir cehalet tepesini aşmış öbür tarafa geçmişlerdi Uhudda umduklarını bulmuş ve Allaha (celle celaluhu) gidip ulaşmışlardı Aslında onlar Bedre gelirken de işte bu yüksek idealle gelmişlerdi Sözün özü: Allah Resülü kendisine bütün bir hayat boyu kötülük yapan insanlığa hakikate ilme ve irfana bunlardan öte iman ve İslama karşı tavır alan işte bu küfür yobazlarına karşı ilanı harp ediyor ve onlarla hesaplaşıyordu Ama hesaplaşmada son sözü söyleyeceği ana kadar adımlarını öyle isabetli öyle dengeli atıyordu ki ne bir arıza ne bir kusur ne bir falso ne de fiyasko Sanki Bedre 50 defa gidilmiş; düşmanla 50 defa karşılaşılmış ve sanki o tatbikat o stratejiler 50 defa tatbik edilmiş gibiydi Evet hiçbir yanlışlık yapılmamıştı Gül bahçesinde yürüyor gibi oraya kadar gelinmiş Allahın (celle celaluhu) inayet ve keremiyle de zaferyab olunmuştu Zafer ayrı bir zaferi doğurur Zira salih daire içine girilmiştir (Bu tabir bazıları tarafından yadırganabilir Herkesçe bilinen fasit daire tabiridir Şimdi de ona kısır döngü diyorlar İsterseniz biz de bunun zıddına olarak salih daireye velüd döngü diyelim) Salih daire iyiliğin iyilik doğurması fasit daire ise kötülüğün kötülük doğurmasıdır Yaptığımız bir yanlışlık karşımıza değişik komplikasyonlar ve yeni yanlışlıklar çıkaracak o da bir başka komplikasyon bir başka yanlışlık o da daha bir başka komplikasyon başka yanlışlık derken sürüp gidecek Evet silahlar çok iyi hazırlanmış iyi tabyelenmiş ise karşınıza hep iyi şeyler çıkaracaktır İyilikler yine iyi şeyler doğurur hikmeti Allah Resülü‘nün ifadesidir Bedir zaferi bir iyiliktir Ruhta gönülde düşüncede iz bırakacak müthiş bir iyilik ve bir hayırdır Bu yolda can pazarında canını pazara çıkarıp mücadele edenlerin Allah (celle celaluhu) önlerine bin hayır yolunu birden açtı Sanki onlara: İstediğinizden yürüyün Yürüdüğünüz her yoldan zafere gideceksiniz diyordu ve öyle de oldu 7 Ve Hezimet Müşrikler yedikleri bu darbeyle artık belleri kırılmış ve Allah Resülü her an adeta bir balyoz gibi tepelerinde idi Uzun zaman bu korku onlara yetti Eğer bazı Ebü Cehil taraftarları yoğun bir tahrik ve propagandaya girmemiş olsalardı Uhudda Müslümanların karşısına çıkmaya hiç kimsenin ne cesareti ne de isteği vardı Kureyş‘in Uhud hareketi bir intikam bir hınç çıkışıydı Ya devlet başa ya kuzgun leşe Ne olursa olsun bunlarla bir kere daha savaşalım diyorlardı Hindin Ebü Süfyanı tahrikleri bunun en çarpıcı örneğidir O şöyle diyordu: Benim babam öldü amcam öldü kardeşim Velid öldü Sen böyle avrat gibi içeride oturuyorsun; bir avratla beraber oturacağıma gider annemle otururum Kadınlar her gün ağlıyor elbiselerini yırtıyor avurtlarına bıçak atıyor yüzlerinden kan akıtıyor ve erkekleri tahrik ediyorlardı Bir senelik bu tahrik gözü dönmüş bir sürü müşriki tahrik etti ve Uhudda Müslümanların karşısına çıktılar O fasla ayrıca döneceğiz Evet Allah Resülü Bedirde öyle bir balyoz indirmişti ki kafalarına bir daha Müslümanlarla karşılaşmayı hiç mi hiç düşünmüyorlardı ama içlerinde öyle bir kin bir nefret hasıl olmuştu ki hiçbir şey onu yatıştıramıyordu Vakıa Allah Resülü Bedrin sonunda onlara bir cemilede bulunmuş onların kırılan gururlarını rencide edilen onurlarını tamir etmek istemişti Mesela; bütün esirler zincirler içinde Allah Resülü‘nün huzuruna getirildiğinde o güne kadar Müslümanlara kötülük yapmış bu insanların hepsi kılıçtan geçirilebilirdi Oysaki Efendimiz o derin şefkatiyle bunları affetmeyi yeğlemiş ve Bunları bağışlayalım demiştir Vakıa Cenabı Hak esirlerin bağışlanmasındansa bedelle bırakılmalarını tavsiye edecekti; ama Resülullahın tavrı böyle incelerden inceydi O gün bir kısım esirler de okumayazma bilmeyen on Medineliye okumayazma öğretip salıverileceklerdi Allah Resülü‘nün bu davranışı da neticesiz kalmayacaktı 8 Esirlerin Bağışlanmasındaki Hedefler

Evet bu bir cemileydi Bir kere ölüm bekleyen bu insanlara fidye teklifi onları seve seve fidye vermeye sevk etmişti Zaten verdikleri; bir zaman Müslümanların Mekkede kalan mallarından alıpçaldıkları şeylerin karşılığıydı İkincisi: O güne kadar Medinede okumayazma oranı çok düşüktü Halbuki bu insanlar ilmin ve dinin neşrine namzettiler Onun için okumayazma öğrenmeye herkesten daha çok ihtiyaçları vardı Ayrıca Mekkeli ile Medineli arasındaki kültür farkı bu sayede Medinelilerin lehine değişecekti Üçüncüsü: Medinede okumayazma öğretmek için kalan bu insanlar İslamiyeti yakından görüp inceleme fırsatını bulacaklardı ve Mekkeye döndüklerinde de hepsi Allah Resülü adına kendi hanelerini fethedebileceklerdi Zira Allah Resülü o müthiş civanmertliğiyle onların hepsinin gönlüne girmiş sayılırdı Düşünün ki Ebü Cehilin kardeşi İbn Hişam Müslüman olacağı güne kadar bir daha Allah Resulü‘ne karşı hiçbir muharebeye iştirak etmedi O Efendimizden öyle bir mürüvvet ve insanlık görmüştü ki artık Onun karşısına çıkmaktan utanıyordu Ve bu durum hemen hepsinde müşterek bir duyguydu Dördüncüsü: Bu esirlerin yakınları ve akrabaları her gün hayatlarından endişe edip durdukları bu insanları kıllarına dahi dokunulmadan birdenbire karşılarında görünce onların gönüllerinde de ılık bir muhabbet havası esmeye başlamıştı Çünkü kendileri Müslümanlara neler yapmış ve neler yapmak istemişlerdi ama işte O şimdi küfür babalarına böyle davranıyordu Bir Mekkeli bunu kendi öz evladına dahi göstermemişti ve gösteremezdi de Bu civanmertlik hem Mekkelileri hem de civardaki müttefikleri iyiden iyiye büyülemiş ve eritmişti Gönüller öyle fethedilmişti ki eğer Bedirden sonra Ebü Cehil kalsaydı Beni Mahzümda Ebü Cehil hanesinde kafir olarak sadece o kalacaktı Zira o hane içinde bile herkesin sinesi yumuşayıvermişti Beni Ümeyyenin sert siması Ebü Süfyan bile artık yumuşak davranıyordu Hind gibi babasını amcasını ve kardeşini kaybetmiş bir hanımı olmasına rağmen bu akıllı ve zeki adam Uhudda kararlaştırılan ikinci Bedre çıkmamıştı Eğer bir yumuşama söz konusu olmasaydı daha ciddi kötülükler söz konusu olabilirdi Evet Allah Resülü Bedirle bir salih yola girmiş bulunuyordu Zira o gün zalim zalimdi Hakim olduğu kuvvetin hakkını eda etme noktasını yakaladığı zaman beyinleri eziyor ciğerleri de dişleri arasında çiğniyordu Nitekim böyle bir fırsatı yakaladığı zaman Hind Hz Hamzanın (radıyallahu anh) ciğerlerini yamyam gibi çiğnemişti Fırsat bulsaydı Bedirde de aynı şeyi yapardı Ama Müslümanın eline böyle bir fırsat geçince Müslümanca davranıyor ve yüksek insanlık örnekleri veriyordu Herkesin nefret ve antipati toplayacağı bir yerde o sempati topluyordu Bu bir Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) fetanetiydi Ve biz zaten cephelerde Onun iyi bir erkanı harp olmasını yine bu fetanetinin bir buudu olarak ele alıyoruz

9 Zaferi Getiren Sebepler Sebepler açısından Allah Resülü‘nün Bedir zaferini şu sebeplerle irtibatlandırıp inceleyebiliriz: Bir kere Allah Resülü askerlik adına çok iyi tabyelenmişti Tek kumandanın emri altında beraber ve müşterek hareket eden tek ağıza bakan tek komutla harekete geçen bir orduyla Bedire gelmişti Bu orduda fevkalade bir moral ve müthiş bir iman gücü vardı Bu iman gücüyle Cennet yamaçlarını açıkça dünyada bile görüyorlardı Hatta bu asker Bedrin tepelerinde gezerken adımını Cennetin yamacına mı atıyor yoksa Bedrin yamacına mı bunun farkında değillerdi Bedire işte böyle bir iman ve moral gücüyle gelinmişti Ayrıca bu askerlerin hepsi de emre

itaatteki inceliği kavrama şuuruyla dopdoluydular Bazılarının kelleleri gitse bile bu şehitlerin yanındaki insan emir almadan o mevzuda bir şey yapmayacaktı Herkes Allah Resülü‘nün emirlerine kulak kesilecek ve dikkat edecekti Evet emrin bir merkezden çıkması muharebenin gelişme seyri içinde çok önemlidir Bunun için Allah Resülü gerekli olan şeyi yapmış ve bu merkezi otoriteyi çok sağlam bir blokaj üzerine oturtmuştu Ayrıca çok mükemmel bir haber ağı kurmuştu Otağını kurduğu yerden her tarafı rahatlıkla gözetliyor yer yer iniyor askerlerinin arasında dolaşıyor ve cephede kendine göre gevşeklik gördüğü yerlerde bizzat bulunuyordu ki bunu Hz Ali (radıyallahu anh) * Biz Resülullaha sığınıyorduk; O düşmana en yakın idi sözüyle anlatmaktadır Ama hele bir Ona dokunmaya görsünler etten kemikten bu kaleye toslar ve dağılır giderlerdi Evet O hep onların arasında bulunuyor ve onlara moral veriyordu Aralarında geziyor ve: Allah (celle celaluhu) sizinle beraberdir ve sizi teyit edecektir diyordu Bu moral gücüyle bu itaat ve inkıyat anlayışıyla herkes dimdikti Cennete gidiyor gibiydiler Zaten o günün şartlarına göre tam bir askeri düzen vardı İyi tabyelenme sağ cenah nedir sol cenah nedir merkez nedir merkez kuvveti nedir ihtiyat kuvveti nedir Bunlara verilecek cevap askerliğin ta kendisidir Ve o gün Allah Resülü bütün bu unsurları yerli yerince yönlendirmiş bir askerdi Mesela; askerlik itaattir; bütün acemi eğitimi süresince askeri itaate alıştırırlar Evet emre itaatteki incelik çok önemlidir Yat yatacaksın Kalk kalkacaksın Allah Resülü askerlerini oraya gelinceye kadar zaten itaate alıştırmıştı Orada da komutan otağı hümayünu Bedrin bir tepesine yerleştirmiş her şeyi oradan gözetliyordu O emir veriyor ve onlar da emre itaat ediyorlardı Zaten askerini oraya kadar öyle bir imanla yetiştirmiş ki adeta bu savaş hayatı istihkar edenlerle hayata talip olanlar arasında yapılmaktaydı Birileri gül bahçesinden gül koparmak istiyor öbürü de kanını döküp gül büyütmek gül yetiştirmek istiyor Biri: Hayatın şu yükünü sırtımda taşıdığım yeter açılsa da Cennet kapıları girsem ve onun yasemenliklerinde reftare yürüsem Öbürü de: Ah bir sapasağlam geriye dönebilsem bir içki içsem bir rakkaselere raksettirsem ve hayattan kam alsam diyordu evet burada hayatı istihkar edenlerle hayatın kulları savaşıyordu Bu cemaat karşısında darmadağınık yığınların savaşıydı ve savaşın neticesi daha baştan belliydi Çünkü burada nizamlanizamsızlık savaşıyordu Arz ettiğim gibi ordunun içinde bir gedik açılır ya da bir yerde bir diş kırılır veya bir yaralanma olursa Allah Resülü hemen orayı takviye buyurur ve askerler Allah Resülü‘nü önlerinde görünce daha bir civanmerdane savaşırlar ve o gedik hemen kapanıverirdi Zaten sürekli taktik farklılığı kudsilerin en belirgin vasfı Öyle ki Bedre gelirken de çok farklı taktikle gelinmişti O bunları çok fazla yazıya da dökmüyordu; zira yazıya dökülen taktiklerin karşı tarafça elde edilmesi her zaman muhtemeldi Allah Resülü kafasında olanları öyle planlıyordu ki en hassas ölçüleri dahi nazardan kaçırmıyordu Bugün haritalar üzerinde yazılıp çizilen ve taslak planlarla ancak ifadesi mümkün olan manevraları O hep kafasında kuruyor anı ve zamanı gelince de kafasında kurup planladığı hususları takbik ediyordu Bedre öyle bir strateji ile gelmişti ki düşman düşünüyor taşınıyor 50 tane casus gönderiyor ve bir şey koparamıyordu Harbin sonuna kadar Allah Resülü nasıl hareket edecek ne yapacak nasıl davranacak sırdaşları ve has kumandanları müstesna kimsenin bundan haberi yoktu Oysaki düşman hep karambole savaşıyordu Allah Resülü‘nün ordusu ise gözü açık nereye ok atacak mızrağı nereye salacak her hususta bilerek hareket ediyordu Evet strateji çok önemlidir ve ben günümüze ait bazı hususlar istisna edilecek olursa bunca ilerlemiş olmamıza rağmen henüz bu seviyede bir stratejiye vakıf olduğumuz kanaatinde değilim 10 Cepheden Ayrılma Mü‘minin İşi Değildir

Önemli bir diğer husus da kendisinden emir geleceği ana kadar fertlerin hissi hareket etmemeleri ve ölesiye oldukları yerde kalmalarıydı Hatta bozgun mukadder olsa bile Kuzgun leşe deyip yerlerinden ayrılmamalarıydı Zaten Kuran da onlara: Ey iman edenler Savaş için ilerlerken inkar edenlerle toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanızı dönüp kaçmayın (Enfal süresi 8/15) demiyor muydu Bir tek kişi bile kalınsa kaçılmayacaktı Ben ne zaman Viyana bozgununu hatırlasam yüreğim sızlar ve kendi kendime şöyle derim: Keşke Merzifonlunun etrafındakiler son neferine kadar orada ölseydi de hiçbirisi kaçmasaydı Kim bilir belki de orada idbar ikbale dönebilirdi Kızıl elma tarih boyunca alınamadı; belki de alınabilirdi Ama hayat tatlı görülünce ve ölüm de endişe edilen bir husus haline getirilince hatta Cennet ve iman mü‘minin nazarında ikinci üçüncü mesele haline gelince; dahası dünya mü‘minin gözünde büyüyünce Allah (celle celaluhu) mü‘minin mehabetini aldı mü‘min mehabetsiz kalınca da kafir gelip galebe çaldı Artık mü‘mini görseler dahi ondan korkmuyorlar gözünün içine baka baka onu aldatıyor ve onunla alay ediyorlar Mü‘mine harp meydanından kaçmak yakışmaz O orada doğranabilir ama yine kaçmaz Tarih bunun binlerce misaliyle doludur Ve hepsi de bu civanmertliği ve gözüpekliği adeta Bedrin aslanlarından öğrenmişlerdir Bu savaş ileride geleceklere de örnek olması bakımından çok önemlidir Yermukte 20 bin kahraman 200 bin Bizanslıya karşı savaşmıştı O da Bedir gibidir Tabii ki bu zafer aynı ruh ve şuuru paylaşan insanların omuzunda bayraklaşmıştı Düşünün ki o gün Yermukte binlercesi gibi oldukça farklı bir kahraman daha vardır Adı Hunaş b Kays Öğle vakti ayağı bir kılıç darbesiyle kopar da bundan hiç haberi olmaz İkindi vaktine doğru zafer mü‘minlerin lehinde neticelenmiştir ve bu bahadır attan inmek istemektedir Her zaman olduğu gibi ayağını yere doğru atarken boşluğa gider ve yere yuvarlanır Ne olduğunu anlamak için doğrulup ayağa kalkmak isteyince işi anlar; o gün ayağı kendinden önce Cennete gitmiştir Öyle savaşıyorlardı ki ne dünya ne de ukba umurlarında değildi Onlar Yunusun diliyle Bana Seni gerek Seni diyor her yerde Onu solukluyorlardı Savaşta kaçmak büyük bir cürümdür Bu mevzuda Cenabı Hak bir ölçü getirmiş ve geri çekilmeler ancak bu ölçü çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutularak tecviz edilmiştir Ve hiç kimse bu ölçüyü kendi heva heves ve düşüncesine göre yoruma tabi tutamaz Ölçü şu ayetle çerçevelenmiştir: Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında o gün arkasını dönüp kaçan kimse Allahtan bir gazaba uğramış olur Onun varacağı yer de Cehennemdir Bu ne kötü bir dönüştür (Enfal süresi 8/16) Mutenin kahramanları geriye döndüklerinde Allah Resülü‘nün huzuruna çıkamamışlardı Hepsi de hicap içindeydi Kendilerini harp kaçağı şeklinde mütalaa ediyor ve saklanıyorlardı Efendimiz ise onları bağrına bastı ve yukarıdaki ayetle onlara teselli verdi Siz kaçmadınız Bana dehalet ettiniz Toparlanıp yine gideceksiniz dedi Evet eğer geriye çekilme olacaksa komutanın emriyle ve bu mülahaza içinde olacaktı Burada diğer önemli hususlardan biri de kumandanın her an askerinin başında olmasıdır Tarih şahittir ki ne zaman İslami bir devletin başındakiler ordularının başında bulunmuşlarsa ekseriyetle hep muzaffer olmuşlardır Ve belli bir dönemde Osmanlılarda olduğu gibi ne zaman da padişahlar sarayda oturmaya başlamışlarsa gerileme gevşeme ve çözülme baş göstermiştir Kanuni 46 senelik saltanatını hep at sırtında ve cepheden cepheye koşarak geçirmiştir Devleti zirvede tutabilmesinin en büyük sırrı da Allahın inayetiyleişte budur

Yukarıdan beri arz etmeye çalıştıklarımızla gördük ki Bedir de diğer zaferlerimiz gibi Allah yolunda Allaha güvenilerek ve şartlarına riayet edilerek yani sebeplere tutunarak elde edilmiş bir zaferdir Evet Allah Resülü bütün fiili duaya ait hususları tamamladıktan sonra orada da ellerini açmış ve Rabbine dua dua yalvarmıştı Bu iki dua birleşince de Cenabı Hak mü‘minlere parlak bir zafer nasip etmişti Ariz ve amik olmasa da siyer ve megazinin bize intikal ettirdiği ölçüde size Bedri intikal ettirmeye çalıştım O mükemmel bir askerdi Bu mükemmel asker bir avuç serdengeçtisiyle falsosuz fiyaskosuz Rabbinin takdir buyurduğu noktaları tutuyor ve biz Onun başarılarının alnında hep: Muhammedün Resülullah gerçeğini okuyoruz evet O niçin başarılıdır Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahın (celle celaluhu) Resülü‘dür O Cenabı Hakkın talimiyle terbiyesiyle ve Allahın iyi bir asker kılmasıyla iyi bir askerdi Evet O dersini Allahtan (celle celaluhu) alıyordu Çünkü O bir vazifeliydi Bu mevzuda Ona bahşedilen en büyük mazhariyetlerden biri Allahtan (celle celaluhu) gelen emirleri bütün incelikleriyle anlayıp değerlendirebilecek olan Fetaneti Azamdı Bu akıllara durgunluk veren akıl; (Cerbeze yapan kendine göre bir yol tutup giden değil) ilahi maksatları Allahın (celle celaluhu) emir ve isteklerini arızasız kusursuz anlayan akıl demekti Evet İnsanlığın İftihar Tablosu fermanı ilahi olan Kuranla kainat kitabındaki gerçekleri telife muvaffak olan tek insandır Evet Kuran ne diyorsa daha evvel Allahın (celle celaluhu) ilim pergeline göre işlenmiş kudret ve irade ile ortaya konmuş meşieti ilahi ile meydana getirilmiş kainat kitabı da aynı şeyleri anlatmaktadır Bu iki kitabı tevfik etmede daha doğrusu bu tevfiki kavrayıp ifade etme ve hayata geçirmede Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) tektir müstesnadır ve eşimenendi yoktur Sarp Yokuş Uhud Şimdi de Allahın (celle celaluhu) inayetiyle Uhuda dönerek bir de Uhud zaviyesinden O muhteşem asker O Büyük İnsan ve O menendi olmayan Nebinin Uhudda ortaya koyduğu firaset ve fetaneti beraber takip etmeye çalışalım Mü‘minin münafıktan ayrıldığı Uhud vefalının vefasızdan ayrıldığı Uhud yiğidin kalleşten ve korkaktan ayrıldığı Uhud Nebiye gerçekten bağlı olanın yüreğinde zaaf olandan ayrıldığı Uhud O hep ürpertilerle anılacaktır Allah Resülü bir gün Uhudun eteklerinden geçerken uzun uzadıya bu dağa bakmış ve Uhud öyle bir dağdır ki o bizi sever biz de onu buyurmuştu Yukarıda da arz ettiğim gibi bu söz 14 asır öteden Uhuda karşı kalbinde bir küskünlük duyabileceklere sanki Uhudun müdafaası gibidir Allah Resülü bir yanlış anlayışla Uhuda vefasızlık ve uğursuzluk isnadında bulunulmasın diye gönüllere su serpmiş ve rencide olan Müslüman onura başka sebep ve saiklerin bulunduğuna işarette bulunmuştur Evet Asrı Saadette Müslümanların onuru Uhudda olduğu kadar başka hiçbir karşılaşmada kırılmamıştır Bu doğrudur; fakat sebep Uhud değildir Hatta Uhud Müslümanların paniğe kapıldığı saatlerde onları himaye bile etmiştir Esbap planında ona sığınmışlar ve mutlak bir mağlubiyetten kurtulmuşlardır Netice itibarıyla Allah Resulü‘nün bir başka derinliğini ortaya çıkaran hezimet görüntülü muvakkat sarsıntıda asıl sebep bazı münafıkların işin başında ordudan ayrılarak Müslümanları arkadan vurmaları ve yine daha işin başında Müslümanların kuvvei maneviyelerini sarsmaları bu arada ashabın kendi seviyelerine denk emre itaatteki inceliği tam kavrayamamış olmaları meşru da olsa bazılarında ganimet arzusu belirmesi gibi şeyler sıralanabilir Her ne sebebe bağlı olursa olsun Uhudda küçük bir sarsıntı geçirildiği muhakkaktır Ve bunu Uhuda bağlamak hiç de doğru değildir Onun içindir ki Allah Resülü Uhudu sevdiğini ifade buyurmuş ve bu vehmi zihinlerden silmiştir Şimdi evvela Uhuda nasıl gelindi Uhud savaşına sebep olan saikler nelerdi Bundan

kaçınılması mümkün değil miydi Söze buradan başlayarak önce Uhudun bir tahlilini yapmaya çalışalım ki bu mağlubiyet gibi görünen savaşta dahi Allah Resülü eşsiz bir erkanı harp ve nazirsiz bir askeri deha Onun için bu tabiri kullanma caizseolduğu ortaya çıksın Bedir hezimeti Mekke müşriklerinin gayz ve kinini iyice körüklemişti Bilhassa Bedirde yakınları ölenler durmadan Mekkelileri harbe kışkırtıyor ve tahrik ediyorlardı Bu tahrikler; Mekkelilere de münhasır kalmadı Kab b Eşref vasıtasıyla Medine içinde de fitne ateşi tutuşturulmaya çalışılıyordu Kab b Eşref şiirleriyle Müslüman kadınlara iftiralar atan ve mü‘minleri birbirine düşüren tipik bir yahudiydi Hatta o yılan dilini Allah Resülü‘ne bile uzatmaktan çekinmezdi Tabii Müslümanlar bu durumdan çok rahatsız olurlardı ama her defasında Resülullahın tedbir temkin ve sabrına takılırlardı Seriyye tertibini onlar da öğrenmişti Yaptıkları saldırı ve yağmalarla Medine halkının kuvvei maneviyesini kırmaya çalışır ve yer yer bunda muvaffak da olurlardı İşte Bedirden sonra bir sene boyunca hep böyle tahribat yapıldı Vücuda musallat zararlı mikroplar gibi Mekkeliler de artık Medineye musallat olmuşlardı O emin ve medeniyetin beşiği olmaya namzet beldenin bütün zararlı mikroplardan korunması gerekiyordu ve Allah Resülü de işte bunu yaptı İslamın en azılı düşmanı Ka‘b b Eşref bu dönemde öldürüldü Çünkü O büyük bir ihanet şebekesinin başındaydı Öldürülmesi mutlak bir zaruret haline gelmişti Muhammed b Mesleme bu zarureti yerine getirdi Beni Kaynuka yahudileri gemi azıya almış sürekli serkeşlik yapıyorlardı Bu arada bir Müslüman kadına sarkıntılık yaptılar; sonra çıkan kavgada karşılıklı adam öldürmeler oldu Bu da yetmiyormuş gibi kalelerine güvenip Allah Resülü‘ne meydan bile okudular Küstahça Sen harp bilmeyen Kureyşlilerle savaştın eğer bizimle savaşırsan harbin ne olduğunu o zaman görürsün dediler Allah Resülü de her zaman Müslümanlara saldıran ve daha büyük saldırılar planlayan bu namertlerin üzerine yürüdü Yaptıklarına pişmanlık duyup teslim oldular ama güven vaat etmediklerinden Allah Resülü de onları Medineden sürdü Medine artık yavaş yavaş Emin Belde haline geliyordu Bu arada Mekke bütün şiddetiyle kaynamaya devam ediyordu Ebü Süfyan Müslümanlardan intikam alıncaya kadar yıkanmayacağına yemin etmişti Hatta bir ara Beni Nadir yahudilerinin bulunduğu mıntıkaya kadar gelmiş Müslümanlara ait bir iki yeri de kundaklamıştı Müslümanların geldiğini duyunca da Mekkeye kaçmıştı Allah Resülü‘nün kurduğu haber ağı kesintisiz işliyor ve bütün olup bitenleri saati saatine merkeze ulaştırıyordu Bu arada bir haber daha geldi Kureyş çolukçocuk kadınerkek kim varsa hepsini hatta bazı kabilelerden yandaşlarını da alarak Medineye doğru ilerlemekteler Allah Resülü kurultayını toplayarak istişare etti Kendi düşüncesi Medinede kalıp müdafaa harbi yapma merkezindeydi Çünkü Bedirde nasıl Kureyş hiç beklemediği bir strateji ile karşılaşmıştı şimdi de öyle olacaktı Kureyş Bedirdeki tecrübeleriyle kendini bir meydan muharebesine hazırlayarak geliyordu Eğer Medinede kalınıp müdafaa yapılsaydı durumları uzun süre muhasaraya müsait olmayan Kureyş ümitsiz bir bekleyişten sonra geldiği yere dönüp gidecekti Allah Resülü bu düşüncelerini yaklaşık olarak şöyle izah buyurdu: Çocuk ve kadınları emniyet içinde kalabilecekleri yerlere yerleştirelim Sonra da Medinenin kenar mahallelerinde Kureyş‘e karşı müdafaada bulunalım Efendimiz bu strateji ve taktik ile şu hususları düşünüyordu: a Müslümanların esas gaye ve hedefi harp değildir Onlar emniyetin temsilcileridir b Ancak hak ve hakikati neşretmelerine mani olmak istendiğinde onlar bu maniayı ortadan kaldırmak için her şeyi göze alır ve harp ederler

c Müslümanlar saldırıya uğradıklarında dini vatanı ırzı namusu müdafaa için savaşırlar ve gerekirse bunun için can verir ve can alırlar Bu da onların en meşru haklarıdır Etrafta mütehayyir hadiseleri izleyen insanlara verilecek bu tür imajlar çok mühimdir ve Allah Resülü bu imajı yerleştirmek için müdafaa harbini tercih etmekte idi 1 Uhud Öncesi Meşveret Allah Resülü müdafaa harbi yapacaktı düşünceler bu noktada temerküz ediyordu Bu arada bir de rüya görmüşlerdi: O Kendi zırhının içine girmiş ve bir kısım sığırlar boğazlanıyor mübarek kılıcının ağzı bir diş atıyor Bu rüyayı kelimesi kelimesine şöyle tabir buyurdular: Bu zırh bizim için Medinenin içidir müdafaa harbi yapalım Onlar saldırsınlar biz onları burada karşılayalım O boğazlananlar benim ashabımdır Oraya gitmeyelim Kılıcımın ağzından bir parçanın kopması ve diş atması yakınlarımdan birisinin ölmesi demektir Evet Allah (celle celaluhu) göstermiş tenbihte bulunmuş ve Habibine bir sinyal vererek adeta; Onlara müdafaa harbi yapın demiştir Rüyada Resülullahın kılıcının ağzından bir parça kopmuştu ki bu Hz Hamzanın şehadetine işaretti Evet Allahın Aslanı Hamza bu muharebede şehit olacaktı Bu sırada Bedirde bulunmayanlar da vardı ki bunlar da şehit olmak için hep dua ediyorlardı Allah (celle celaluhu) onların dualarını da kabul buyuracaktı Mesela Enes b Nadr Allah beni müşriklerle bir karşılaştırırsa diyor ve şehitlik arıyordu Yani Enes ve emsali: O hangi gündür o günün adı nedir ki ben o gün şehit olur şehadet kanı ile abdest alır ve bu halimle Allahın huzuruna çıkarım mülahazası içindeydi ve onlar bunu ciddi bir istek ve önü alınmaz bir arzu ile bekliyordu Bütün bir sene hep bunu heceleyip durmuşlardı Elbet böyle bir dua reddolunmazdı ve olmadı Kim bilir daha niceleri aynı arzu ve istekle yanıp tutuşuyor ve dua dua Allaha (celle celaluhu) yalvarıp bir meydan muharabesi talep ediyordu ki Ona da şehitlik kapısı açılsın Abdullah b Cahş Amr İbn Cemüh Sad İbn Rebi hepsi de şehitlik bekleyen ukba buudlu insanlardandı Keza Sümeyra Hanımın (radıyallahu anha) çocukları da şehitlik bekleyen kimseler arasındaydı Şehitlik onların her gece rüyaları ve hülyaları olmuştu O gün bunlar orada meşverette ağır bastılar Allah Resülü meşveretle meseleleri topluma mal ediyordu O öyle davranacaktı ki harekete iştirak eden her fert fikren o işe sahip çıksın Böylece her fert içinde kendi düşünce ve görüşü de olan meseleye daha çok omuz verecekti Çünkü o da fikren o düşünce örfanesine iştirak etmiş oluyordu Gerçi Allah Resülü vahiyle müeyyetti Ama bazı kimseler daha sonra kadere taş atmasın Şöyle olsaydı böyle olsaydı demesinler diye evvela meşveret ediyor sonra meşverette kendi içtihatlarını da ortaya koyuyordu Gençler: Ya Resülallah Bedirde olduğu gibi yapalım: Dışarı çıkalım ‘Hodri meydan diyelim yüz yüze göğüs göğüse vuruşalım Bizi bu şerefli mücadeleden mahrum etme diyorlardı Evet bunlar Bedri örnek alıyor ve böyle harp etmek istiyorlardı Halbuki Allah Resülü tatbik ettiği bir stratejiyi ikinci muharebede tatbik etmeye taraftar değildi Düşman daima sürprizlerle karşılaşmalıydı Ne var ki gençler alternatif düşüncede ısrar ediyorlardı Büyükler meseleye muttali olduklarında ise Allah Resülü çoktan zırhını giymiş kılıcını kuşanmış bulunuyordu Bunların gelip gençlerin ısrarlarından vazgeçtiklerini bildirmeleri meseleyi artık değiştiremezdi Zira o zaman da bir kısım fikir ayrılıkları ve değişik mahzurlar doğuracaktı Evvela karar verdikten sonra karardan dönülmesi başka kimselere de baskı yapma ve fikirleri istikametinde zorlama düşüncesi verecekti ki bu da fasit bir daire içine girilme demekti Halbuki verilen karardan dönmek ve fertlerin duygu ve düşüncelerine göre durmadan karar değiştirmek sıradan bir liderin dahi yapmayacağı bir yanlışlıktı Elbetteki liderler lideri İki Cihan Serveri böyle bir yanlıştan müberra ve münezzehti müberra ve münezzeh kalacaktı

İkincisi: Eğer müdafaa harbi yapılır ve ezkaza bazı arızalar zuhur ederse baştan bu işe gönüllü olmayanlardan çeşitli uygunsuz sözler duymak en azından böyle bir düşünce her zaman ihtimal dahilindeydi Üçüncüsü: Yapılacak müdafaa harbinde elde edilecek her türlü ganimet kazanılacak şeref ve izzet de dahilhiçbir zaman bir meydan muharebesindeki kadar olmazdı olamazdı da Bu da yine gayri memnunların çıkış yapmalarına sebep olabilirdi İşte bütün bu ve benzeri sebeplerden dolayı Allah Resülü şöyle buyurdu: Bir nebi zırhını giydikten sonra Allah onunla düşmanları arasında hükmünü vermedikçe ona zırhını çıkarmak yakışmaz Çünkü Allah Ona: İstişare ile karar verip azmettiğinde Allaha güven ve Ona tevekkül et (Ali İmran süresi 3/159) buyurarak kararlılığı emrediyordu Evet yoldaki her tereddüt arkadakilerin kalbine korku ve tereddüt salar Her yeni hareket halkı değişik fikirlere sevk eder ve teşettütü ara (görüş dağınıklığı) olur Bu da dağılıp çözülmelere yol açardı Gerçi Allah Resülü Medinede kalıp müdafaa harbi yapmak istiyordu Fakat meşverette meydan muharebesi yapma fikri ağır basınca istişare istikametinde karar verdi ve bir daha da kararından dönmedi Bunun akıbeti ne olursa olsun dönmezdi de Zira millet ve devlet hayatında meşveret gibi çok önemli bir esasın tespit edilmesi uğrunda 70 değil 70 bin şehit de olsaydı Allah Resülü o yolda yürüyecekti Bedir doğrudan doğruya bir fetihti Uhud da en az Bedir kadar fetihtir 2 Uhuda Doğru Allah Resülü derhal Uhuda doğru hareket emri verir Asker Uhudu tutacak ve böylece düşmanın Medineye taarruzu önlenecekti Kadın ve çocuklar emin yerlere yerleştirildi Eğer düşman Medineye girmiş olursa arkadan kıskaca alınacak ve böylece düşman hareketsiz hale getirilecekti Anında karar verilmişti ama alternatif stratejiler de vardı Uhudun eteğine varıldığında harp vaziyeti alındı Müslümanlar bütünüyle 700 kişiydi Daha önce orduya iştirak etmesine rağmen Abdullah b Übey b Selül 300 adamını alarak kendi dediğinin olmadığını ileri sürmüş ve ordudan ayrılmıştı Müslümanların arasında zırhlıların sayısı 100 kadardı Sancak yine Musab b Umeyre (radıyallahu anh) verilmişti Süvarilerin başında ise Zübeyr b Avvam (radıyallahu anh) vardır Zırhsız askerlerin başında da Hz Hamza (radıyallahu anh) bulunuyordu Ve okçular Düşmanın arkadan gelmesine mani olmak üzere önemli bir yere yerleştirilen bu okçuların başında Abdullah b Cübeyr (radıyallahu anh) vardı Allah Resülü o gün okçulara ısrarla şöyle demişti: Siz bizim arkamızı koruyun ve zinhar yerinizden ayrılmayın Bizi ganimet paylaşıyor görseniz bile yerinizi terk etmeyin Ve yine bizim cenazelerimizi kartallar kapıp götürüyor olsa bile bulunduğunuz yerde kalın Allah Resülü tam tekmil kendisine düşen şeyleri yapmıştı Bu defa saf şeklinde değil de değişik bir tatkik uygulayacaktı Ordusunu Uhudun bağrına çekecek düşmanı kıskaç içine alacak ve onları okçularla kıstıracaktı Sonra bir kısım ölüm fedailerini; İbn Cahşları ölüm arayan Musab İbn Umeyrleri Ebü Dücaneleri ve aslanlar aslanı seyyidina Hz Hamzaları düşmanın bağrına salacaktı Bedirde parola Ehad Ehadtı Uhudda ise Öldür öldür manasına Emit Emitdi Burada taktik de parola da değişmişti; Müslümanlar Allah ve Resülü aşkına kendilerini koruyacak ve düşmanı öldüreceklerdi Savaş planı düşünüldüğü gibi hazırlanmış ve Allah Resülü elinde tuttuğu kılıcı göstererek: Hakkını vermek şartıyla bu kılıcı isteyen var mı buyurmuşlardı Bütün sahabe coşmuş ve herkes bu kılıcın kendisine verilmesini istemişti ama herkesi herkesten daha iyi tanıyan Allah Resülü gözleriyle kılıcın asıl sahibini arıyordu Derken kılıcın asıl sahibi Ebü Dücane sordu: Ya

Resülallah Bu kılıcın hakkı nedir Allah Resülü: Eğilip bükülünceye kadar harp etmektir buyurdu O da: Hakkını vermek üzere bu kılıcı bana ver ya Resülallah dedi ve artık kılıçla gerçek sahibi buluşmuştu Ölüm sarığını başına sardı ve düşman saflarına daldı Ensar Ebü Dücaneyi (radıyallahu anh) çok iyi bilirlerdi O al renkli sarığı sardığı zaman artık ölüme gidiyor demekti ve bu esnada kimse Ebü Dücanenin (radıyallahu anh) karşısında bulunmak istemezdi ve bulunamadı da Biz yukarıda geçen konuşmayı sadece Ebü Dücane (radıyallahu anh) ile Allah Resülü arasında geçmiş bir konuşma olarak biliyoruz Halbuki Uhudun sonunda görülecekti ki Ebü Dücane (radıyallahu anh) gibi daha niceleri var Abdullah b Cahş (radıyallahu anh) kendisini öldürecek bir hasımla karşılaşmak için Allaha (celle celaluhu) dua etmektedir Aman Allahım bu nasıl ukba ve ebediyet mülahazasıdır Hamzanın (radıyallahu anh) kükreyişleri aslanların ödünü koparacak gibidir Ve bu ölüm fedailerini düşmanın bağrına salmak hiç beklenmedik bir stratejiydi ki Ebü Süfyan Bedir hesapları yaparken yeni bir şaşkınlık yaşıyordu Evet Uhudda karşılaştıkları hiç de Bedirdekilere benzemiyordu Hele Ölüm Ölüm naraları Kureyşlileri sıtmalılar gibi tir tir titretiyordu Evet müşrikler böyle bir şey beklemiyorlardı Beklemedikleri için de birdenbire bozguna uğramışlardı ki işte Uhudun birinci safhası buydu Bu birinci safhada Allah Resülü Medine ile Uhud arasında sırtını Uhuda vererek okçularını uygun bir yere yerleştirmiş onlara: Sakın yerinizden kıpırdamayın demiş sonra da aslanlarını düşman ordusu üzerine salmış ve düşmanı bozguna uğratmıştı hem öyle bir bozguna uğratmıştı ki kaçanlar kendilerini bir anda kadınların çadırlarında buldular Bu arada Ebü Dücane (radıyallahu anh) ta merkezde korunan Ebü Süfyanın hanımı Hindin yanına kadar gidip ulaştı; hatta kılıcını kaldırıp tam başına indireceği zaman Allah Resülü‘nün kılıcını bir kadının kanı ile kirletmeyeyim mülahazasıyla geriye döndü Bütün sahabe bu kadar başarı ile kendilerine verilen rolü çok iyi oynamış vazifesini bihakkın yerine getirmiş ve mücadele etmenin hakkını vermişlerdi (Allah (celle celaluhu) ebeden onlardan razı olsun) Ali İmran süresi sanki Uhudda mücadele veren bu insanları destanlaştırmaktadır Geçmiş peygamberlerden misallerle onların etrafını alan yiğitler tablolaştırılıp tasvir edilirken Allah Resülü‘nün etrafındaki bu bahadırlara da telmihler yapılmış ve şöyle denmiştir: *

*

Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş savaşan rabbaniler vardır ki Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdir Allah sabredenleri sever Onların dedikleri ancak şu idi: ‘Rabbimiz Günahlarımızı işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla sebatımızı artır inkarcı topluluğa karşı bize yardım et Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasıyla verdi Allah işlerini iyi yapanları sever (Ali İmran süresi 3/146148) Ayet rabbanileri anlatıyordu Ama tarihi tekerrürler zaviyesinden anlatılanlar Uhudda kavga veren insanlardı Zaten bu ayetler Uhud münasebetiyle nazil olmuştu 3 Uhudun Safhaları Uhudda üç ayrı tablo vardır: a Birinci tablo: Allah Resülü‘nün alelacele verdiği kararların başarı ve muvaffakiyetle neticelenmesi tablosudur Gerçi bu bölümde de birkaç şehit verilmişti Ama Seyyidina Hz Hamza Ebü Dücane İbn Cahş (radıyallahu anhüm) düşmanı ekin biçer gibi biçip geçmişlerdi Ve açık bir zafer kazanılmış düşman da bozguna uğratılmıştı Bu esnada kadınlar yollarda kaçışanların ayaklarından tutup kaçmayı önlemeye çalışmış ve Bu size yakışmaz diye yalvarmışlardı ama

kaçmaya yüz tutmuş Mekke ordusunu durdurmak mümkün değildi Bu karşılaşmada Müslümanların sayısının münafıklar ayrıldıktan sonra 700 kişi kadar olduğunu mevsuk tarihler söylüyor Karşı tarafın gücü ise üç bine yakındı Bu da takriben Müslümanların beş katı demekti Yani her fert beş insanla savaşmak zorundaydı Kureyş kadınlarını çocuklarını da getirmişti Bunlar def çalıyor ve askeri coşturuyorlardı Müşrik ordusu tam tahkim edilmiş hazırlıklı idi ama Müslümanın fendi karşısında Bedirde olduğu gibi burada da yine bozguna uğramışlardı İşte tam bu esnada emir dinlememe gibi bir talisizlik oldu ki biz buna zelle diyoruz Zira onlar mukarrabin yani Allaha (celle celaluhu) çok yakın ve sanki Onu görüyor olma mevkiinde bulunuyorlardı Bizler İslam ve iman mevkiinin insanlarıyız İman ediyor İslamı yaşıyor ve ötesinde daha derinliklere akıl erdiremiyoruz Onlar ise Allahı (celle celaluhu) görüyor gibi ibadet etme mevkiinde bulunuyor ve her şeyi bizden çok farklı görüyorlar; hatta çok defa kemmiyetsiz keyfiyetsiz lahüti derinlikler müşahede ediyorlardı Bu kadar yakın olduklarından dolayı kalblerinden ve kafalarından geçecek şeylerden dahi muaheze olabilirlerdi İşte orada hafif bir çözülme ve Allah Resülü‘nün hezimette zafer çıkarma stratejisine giden yoldaki sarsıntı bir mukarrabin okşanmasıydı Evet zaferden sonra da Allah Resülü Uhudda başarılıdır Bir kısım tarihlerin yazdığı gibi Uhud hezimet değildir Ben şahsen burada hezimet tabirini çok ağır buluyorum Ruhen bu kelimeden rahatsız oluyor ve onun yerine Uhudda bir aralık sarsıntı oldu diyorum b İkinci tablo: Düşman hezimete uğramıştı Kaçan kaçana bir bozgun vardı Müslümanlar ister istemez Bedri hatırladılar O zaman da düşman ordusu böyle kaçmıştı Derken işin bittiğine hükmettiler Sıra ganimetleri toplamaya gelmişti İşte şurada develer atlar sığırlar onları bekliyordu Düşman bütün mal varlığını bırakıp öyle kaçmıştı ki zahiren gidip ganimet toplamada hiçbir mahzur görülmüyordu Bu itibarla da ganimet toplamaya okçular da iştirak etmişlerdi Her ne kadar Abdullah b Cübeyr (radıyallahu anh) onlara Allah Resülü‘nün emrini hatırlatmış idiyse de emrin son sınırındaki espriyi kavrayamamışlardı Zira ayrılanlar bu emri Savaşın sonuna kadar sebat edin şeklinde yorumlamışlardı ve işte savaş sona ermişti Ayrıca onlara göre böyle bozguna uğramış bir ordunun toparlanıp geri dönmesi muhaldi İşte Uhudun ikinci tablosu c Üçüncü tabloya gelince: Okçuların yerlerinden ayrılması cephede bir gedik açmak demekti ki hayatında hiç yenilgi görmemiş askeri deha Halidin bunu değerlendirmemesi düşünülemezdi Ve şimdi fırsat onun eline geçmişti Bu esnada Müslümanlar kılıçlarını kınlarına sokmuş toplanan ganimetlerle meşguldüler Kimisi de çadırlarına çekilmiş istirahat ediyorlardı ki; Halid yıldırım gibi ilerledi ve kalan birkaç okçuyu da şehit ederek arkadan saldırdı Müslümanlar tamamen hazırlıksız yakalanmışlardı Hatta onlar harbi bitti kabul ettiklerinden harp esnasında olması gereken gerilimlerini kaybetmişlerdi Bu da yine Halidin işine yarayacaktı Fırsatı değerlendirdi ve o müthiş taarruzunu gerçekleştirdi Burada bir noktaya daha temas etmekte fayda var Esasen Uhuda gelinirken bir gedikle geliniyordu Efendimiz Medinede kalalım demişti onlar dinlememiş ve dışarıya çıkmada ısrar etmişlerdi Bu onlar adına bir fasit daireye girmek demekti Şimdi bu fasit daire başka bir fasit daire daha doğurmuştu Allah Resülü Şurada sebat edin ayrılmayın demişken onlar yerlerini terk etmişlerdi ki bu da onlar için yeni bir zelle ve bir sürçmeydi Bu sürçmeleri Kuran şöyle ele alıyor: Yaptıkları bazı şeylerden dolayı şeytan onların ayağını kaydırdı (Ali İmran süresi 3/155) Yani işin başında onlara Kalın dendi onlar: Medine dışına çıkıp harp edelim dediler Harp esnasında onlara Yerinizden ayrılmayın dendi Onlar ise yerlerinden ayrılıp ganimet toplamaya

daha doğrusu bu mevzuda diğerlerine yardım etmeye koyuldular Birinci söz dinlemeyiş onlar için bir fasit daireye girişti Birinci fasit daire ikincisini doğurdu Eğer Cenabı Hak rahmetiyle bu fasit dairelerin devam etmesine mani olmasaydı yanlışlıklar birbirini takip edip gidecekti Rahmetin gazaba sebkat edişi bir kere daha ayanbeyan zuhur etmiş ve o mukarrabin topluluğuna kanat açmıştı Bir de orada harp bitti diye ganimet toplamaya koyuldular Gerçi bu harbe iştirak eden ve muvaffak da olan muharipler için gayet normal bir hareketti Ancak mukarrabin için bu dahi bir kayma sayılırdı Nitekim Cenabı Hak Bedirde elde edilen ganimetler sebebiyle Habibini dahi ikaz etmişti Hatta Allah Resülü ve Ebü Bekir (radıyallahu anh) bu ikaz karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamış ve Hz Ömer (radıyallahu anh) onları ağlar görünce o da aynı şekilde gözyaşı dökmeye başlamıştı Onlar dünyaya meyledemezdi aksine ona karşı tavır belirlemeleri lazımdı Ganimeti alalım götürelim düşüncesi bize göre mahzursuz olsa bile o cephede o meydanda şehitlerin kanları ile yıkanmış o zeminde mukarrabinin buna tenezzül etmesi daha sonra onları vicdanlarında yakıp bitireceğinden Allah tedibi acilesiyle bu acı akıbetten onları sıyanet buyurdu Ama bir gedik daha açılmıştı Musibet musibeti unutturur gerçeği çizgisinde her yeni musibet bir öncekini unutturacak kadar adeta katlanarak geliyordu Mesela; en sonunda bütün musibetleri unutturacak olan Efendimizin kuşatıldığı hatta şehit edildiği şayiası onlara her şeyi unutturmaya yetti bereket versin tam Efendimizin bulunduğu yere kadar ulaşıldığı esnada Efendimiz etrafında sesini duyurabileceği kimselere sesini duyurmuş ve o ilk tahşidat ile çevresinde etten kemikten bir kale teşekkül etmişti Nice kadınlar ellerinde sargılar bellerinde mataralar yaralılara su vermek ve yaralarını sarmak için oraya gelmişlerdi tabii başlarında da Ümmü Umare (radıyallahu anha) tarihin şerefle yad edeceği büyük kadın beyini ve oğullarını göndermişti onlar savaşacaklardı Kendisi de belinde matara elinde sargılar yaralıları tedavi için orada bulunuyordu Gördüğü manzara dehşet vericiydi Allah Resülü‘nün etrafında etten kemikten bu kale parça parça olup devriliyor ve hain eller adım adım Ona doğru yaklaşıyorlardı Aslında bütününü doğramadan hatta onları kütükte doğranan bir et haline getirmeden Allah Resülü‘nün semtine sokulmaları mümkün değildi Orada artık her gayz ile bilenen kılıç Onun için bileniyor her nefretle atılan ok Onun için atılıyor her kalkan mızrak Ona doğru kalkıyor ama bütün bunlar gidip bir mü‘minin bağrına saplanıyordu Bir an gelmişti ki kırılmadık kol kesilmedik baş kalmamıştı Tam bu esnada Allah Resülü üzerine gelmekte olan bir grup gözü dönmüşü göstererek: Bunlara karşı kim çıkacak deyince Nesibe (radıyallahu anha) elindeki sargıları belindeki matarayı atarak: Ben ya Resülallah cevabını vermiş ve müdafaa hattında yerini almıştı Artık şimdi o bir dişi aslan gibi elindeki kılıçla sağa sola saldırıyor ve Resülullaha yaklaşanları biçip geçiyordu Oraya sargı sarmak yaralıları tedavi etmek için gelmişti ama iş başa düşünce adeta aslan kesilmişti O Allah Resülü‘nün önünde mücadelesini devam ettirirken oğlunun kolunun bir kılıç darbesiyle kesildiğini görür koşar onu sargı ile sarar ve elini sırtına vurarak: Git Resülullahın önünde savaş evladım der ve savaş mevkiine döner O kadar yakın savaşıyordu ki adeta Allah Resülü‘nün fısıltılarını duyuyordu Sırtında elin içine girip saklanacağı kadar derin bir yara açılmış kanlar içinde O Allah Resülü‘nün fısıltılarını Allah Resülü de Onun fısıltılarını duyacak kadar birbirlerine yakınlar O çocuğunu savaşa gönderdikten sonra Allah Resülü ona şöyle buyuruyor: Senin şu yaptığına kim takat getirebilir ki kim dayanabilir ki Bunu yakalayan (duyan) büyük kadın: Allaha dua et beni Cennette seninle beraber eylesin der Ve Allah Resülü ellerini kaldırarak yüzünden sırtından kolundan kanlar akan bu kadına dua eder:

Allahım Cennette onu benimle beraber kıl Şerefli kadın bu duayı işitince: Gayri kıyamete kadar Onun önünde savaşabilirim der Bütün hayatı şeref tablolarıyla adeta bir danteladır: Akabede Efendimize biat edip Medineye davet etmesi bütün aile efradıyla İslamın emrine girmesi Peygamberimizin önünde Uhudu göğüslemesi; en babayiğitlerin önünde bir performans sergilemesi tesettür ayeti nazil olunca fiilen cihada iştirak edememe üzüntüsüyle sarsılması yalancı peygamberler döneminde yeniden sahneye çıkıp Yemamede savaşması; savaşıp kolunu ve oğlunu orada bırakıp geriye dönmesi gibi bir kadın mukavemetini aşan çok televvünlü ve dolu dolu bir hayat yaşamıştır Uhuddaki ölüm fedailerinden biri de Enes b Nadrdı Enes b Malikin amcası Enes b Nadr (radıyallahu anh) hem savaşıyor hem de Allah Resülü‘nün öldüğü yerde siz ne diye ölmüyorsunuz diye haykırıyordu İlk tahşidat burada olmuştu ve düşman ordusu da burada bozguna uğratılacaktı Artık sarsıntı durmuş ve Allah Resülü emre itaatteki inceliği anlayamayan arkadaşlarına her şeye rağmen yeni emirler veriyor yeni stratejiler sunuyordu Bu arada Sad İbn Rebi (radıyallahu anh) Uhudun bir köşesinde ölümünü beklerken yanına giden sahabiye şöyle gürlüyordu: Allah Resülü‘ne selam götürün Uhudun arkasından buram buram Cennet kokularının geldiğini duyuyorum Ve cemaatime de selam götürün nefes alıp verdikleri sürece Allah Resülü‘ne bir şey olursa Allah (celle celaluhu) huzurunda yakalarını kurtaramazlar Ve tabii şehitlik için dua edenlerin duası da kabul olmuştu: Enes b Nadr dua etmiş İbn Cahş dua etmiş Hamza dua etmiş ve bunların duaları kabul olunmuş olunmuş da kanatlanıp göklere uçmuşlardı Uçan uçup gitmiş kalanlar kan seylapları önünde sürüm sürüm ve sanki Uhud da herkes gibi ağlıyor; ama kan ağlıyordu bir de yüreklerin kan ağlaması vardı ki o da Allah Resulü‘nün vefatı şayiasıyla feverana başladı; başladı ve çoklarının kuvvei maneviyesini sarstı ve işte bu esnada Müslümanlardan bir kısmı Medineye gelip yeni bir tabye planlamak kimi başka mülahazalarla sağasola koşuşup durmaya başlamışlardı ve tam manasıyla panik içindeydiler ki; tam bu esnada Kab b Malikin o gürül gürül sesi duyuldu: Ey Müslümanlar Size müjdeler olsun işte Resülullah (hayattadır) Uhud bu sesle; yeniden bir basü badelmevte uyanır gibi cana geldi ve herkes Ona doğru koşmaya başladı İkinci tahşidat Resülullahın içinde bulunduğu çukurun etrafında yapıldı Yeniden ettenkemikten bir sur teşekkül etmişti Kimisi Onun etrafında pervane gibi dönüyor kimisi mübarek yüzüne saplanmış miğfer parçalarını çıkarmaya çalışıyor ve kimisi de halkın orada toplanmasını temine çalışıyordu Ama hepsi de Onun üzerine tir tir titriyordu Zaten Onun bir tek dişine zarar gelmemesi için canını vermeyecek tek bir sahabe yoktu İşte bu Allah Resülü‘nün etrafındaki ikinci tahşidattı Bir kere daha ölmeye söz verecek ve Ondan ayrılmayacaklardı İnsanlığın İftihar Tablosu büyük asker yeniden zimamı eline aldı Artık okçuların yerlerini terk etmesi başkalarının gidip uzak cephelerde savaşması Onun yeni harp stratejilerine mani olmayacaktı Etrafında toplananlarla O sessizce Uhudun arkasına çekilmiş orada tekrar bir güç olma planları hazırlıyordu Yani Allah Resülü muvaffakiyetle neticelenecek olan üçüncü tabloyu hazırlamaktaydı

4 Hezimetten Zafere Bu üçüncü tablodaki yine mutlak bir zaferdi zaferdi zira düşman ricat etmiş Müslümanlar da onları kovalamışlardı Vakıa Ebü Süfyan yeni bir taarruza niyetlenmişti ama Safvan b Ümeyye: Ya Eba Süfyan geri dönelim Zira Muhammede onların hepsini öldürmeden ulaşmamız mümkün değildir Şimdi bir zafer kazandık Bunu hezimete çevirmeyelim diyerek onu bu akıbeti şüpheli

hareketten vazgeçirmişti Aslında o da aynı kanaatte idi Ve Mekkeye doğru yola koyuldular Mağlubiyet gibi görünen bir durumdan sonra Allah Resülü adeta yeniden parlak bir zafer kazanmıştı Bununla da kader sanki sahabeye şöyle bir ders veriyordu: Allah (celle celaluhu) Habibine doğrudan doğruya kendi inayet ve keremiyle muvaffakiyetler bahşetmektedir Sizin kılıçlarınız sadece birer sebeptir ve zevahir açısından vardır Yoksa Resülü‘nü zaferden zafere ulaştıran sadece ve sadece Allahtır (celle celaluhu) İşte Uhudun hem başında ve hem de neticesinde elde edilen zaferler Efendimize verilsin diye arada öyle muvakkat bir sarsıntı yaşanmıştı Fakat Allah (celle celaluhu) bu en zor şartlarda dahi Efendimizi yalnız bırakmamış ve Ona vaad ettiği nusreti vermiştir ki ayet bu hususu şöyle dile getirmektedir: * Andolsun ki Allah size verdiği sözde durdu Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta nizaa düştünüz ve isyan ettiniz sizden kimi dünyayı kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı Andolsun ki O sizi bağışladı Allahın mü‘minlere nimeti boldur Peygamber arkanızdan sizi çağırırken kimseye bakmadan kaçıyordunuz Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye Allah sizi kederden kedere uğrattı Allah işlediklerinizden haberdardır (Ali İmran süresi 3/152153) Allah ile sizin aranızda mukavele vardır O: Siz Bana verdiğiniz sözde durun Ben de sözümü yerine getireyim (Bakara süresi 2/40) buyurmaktadır Bu mukavele asla Allah (celle celaluhu) tarafından bozulmaz Şayet siz bu mukaveleyi bozarsanız Allah da bozar ve deniyor ki; Uhudda da Allah size verdiği sözünü tuttu Onun emri izni ve meşieti ile işin başında kafirleri biçip geçiyordunuz Sonra hiç beklenmedik bir anda ve yok yere fiyaskoya girdiniz Beş dakika sonra gelmeniz gerekirken ganimete beş dakika evvel geldiniz ve emri beklemediniz Evet Sultanlar Sultanı kumandanlık otağında emir vereceği anı bekliyordu Fakat siz acele ettiniz derken aranıza niza girdi Evet cephe bozulup da bir tabyede tutunamayınca niza çıkar Zaten her yeni karar teşettütü ara‘ya sebebiyet verir ve düşünce farklılıkları meydana getirir ve her düşüncenin saliki olur derken birlik ve vahdet bozulur Allah (celle celaluhu) size gösterdiği şeyi gösterdikten sonra baş kaldırdınız siz mukarrabinsiniz Bu başkalarına göre günah olmayabilir; ama siz huzuru risaletpenahiye mazhariyet cihetiyle insibağa mazhardınız Sürekli vahiy ile Allah Resülü‘nün ilhamlarıyla ve Onun sohbeti ile boyanıyordunuz Siz daha önceden baştan ayağa Allahın (celle celaluhu) memnun olacağı hüviyeti kesbetmiştiniz Sevdiğiniz bir kısım şeyleri görünce Dünya idi bu ve çok önemli değildi Olsa da olurdu olmasa da olurduAllah (celle celaluhu) onu da sizin elinizden aldı Arzuladığınız o şeyden de sizi mahrum etti Çünkü siz ukbaya talip olsaydınız dünya nasıl olsa arkadan gelecekti Bir ölçüde dünyaya talip oldunuz Halbuki dünya talebi için sarfedilen enerji kadar bir enerjiyle ukba talep edilemez Ukba daha himmetlice dünya daha aşağıdan takip edilmeliydi Ayrıca siz ukbayı talep etseydiniz dünya koşa koşa arkanızdan gelecekti Unutmayın kasem olsun Allah (celle celaluhu) sizi affetti Allah Resülü o korkunç sarsıntıdan sonra bir bakıma yeni bir zafer elde etmişti Ebü Süfyan ordusu Mekkeye Allah Resülü de onların içine ciddi bir korku saldıktan sonra Medineye döndüler Hamraü‘lEsede Doğru

Tam Medineye geldikleri an Nuaym İbn Mesud ki o esnada henüz yolunu bulamamış henüz şikarına okunu atamamış henüz ışığa gündüze uyanamamış bir talisizdir Onu tanıyanlar ona şeytan derlerdi Evet öyle bir dehaya sahipti Uhudda da bu şeytaniyetini bütün derinlikleriyle kullandı Allah Resülü‘ne geldi ve: Ebü Süfyan yeniden kuvvetler tertip etmiş geliyor Beyhude savaşmayın teslim olun dedi Ne var ki hiçbir mü‘min buna pabuç bırakmadı Allah Resülü Medinenin içine henüz girmiş ve yaralı olanlar yaralarına sargı sarma fırsatı dahi bulamamışlardı ki Ebü Süfyanın ordusuyla dönüp geriye geldiği haberini aldılar Oysa ki pek çoklarının ölümü bekleniyordu Çünkü aralarında yürüyemeyecek derecede yaralı insanlar vardı Buna rağmen hepsi kalktılar ve Hamraü‘lEsede doğru yola çıktılar Bu da Allah Resülü ve Müslümanlar adına yeniden bir sindirme hareketi olacaktı Buyuracaktılar ki: Dün Uhudda bizimle kim var idiyse yarın yine falan yerde toplansın Kureyş ordusunu takipe çıkacağız Üzerlerinde örtüler ölümleri intizar edilen o insanlar birdenbire mezardan diriliyor gibi hepsi dirildi ve denilen yerde toplanıverdiler Evet Allah Resülü‘nün hayatbahş olan mübarek sesi ile ölüler bir kere daha diriliyordu Yaralıların Onun sesiyle dirilmesi de bir şey mi Büsiri‘nin dediği gibi: Eğer getirdiği mucizeler Onun yüce şahsı kadar büyük olsa idi/Mübarek adı çürümüş kemikler üzerine okunduğu an o kemikler bile dirilirdi Artık her yanda Resülullahın yadı cemili duyuluyordu duyuluyor ve dört bir yan velveleyle sarsılıyordu Sanki İsrafil süra üflemiş ve herkes mezardan kalkıp koşuyor gibiydi Bu hadise münasebetiyle tarih bize bir tek insanın dahi arkada kaldığından bahsetmiyor Aralarında kolu kopanlar bacağını sürüye sürüye yürüyenler vardı ama geriye kalan yoktu Hatta Abdurrahman b Avf diyor ki: Öyleleri vardı ki yürüyemiyordu da sırtımızda taşıyorduk Kılıç tutmaya takati olmayanlar da vardı ve bu ordu gidip hedefine ulaştı Haber hareketin önündeydi ve Kureyş sarsım sarsımdı Asker etrafta panik hasıl etmeyedursun daha haber ulaşır ulaşmaz Ebü Süfyan kurtuluşu kaçmakta buldu İslam ordusu zahiren hezimet gibi görünen bir durumdan sonra adeta zafer naralarıyla Hamraü‘lEsede kadar gitti Orada bir gün kaldı dinlendi ve maddimanevi yaraları sarılmış olarak geriye döndü Bu son yürüyüşte hiç kimsenin burnu dahi kanamamıştı Halbuki Ebü Süfyan sözde bir zafer elde etmiş gibiydi ama Allah Resülü‘nün ordusuyla gelmekte olduğunu duyunca paniğe kapılıp geriye dönmüş ve kimsede ümit bırakmamıştı Şimdi soruyorum: Uhudda kim galip kim mağlup Kaçan Kureyşliler mi kovalayan İslam ordusu mu İşte böyle kritik bir anda mutlak bir mağlubiyeti eşi görülmemiş bir galibiyete çeviren ikinci bir erkanı harp göstermek herhalde mümkün değildir Ve bu galibiyette Allah Resülü‘nün inayet buudlu muhteşem fetanetinin mührü ve damgası vardır Değerli okur Belli bir çizgide Bedir ve Uhudu Allah Resülü‘nün stratejisi adına değerlendirmeye çalıştım Bir avam insanın avamca ifadeleriyle bir erkanı harbe düşen vazifeyi anlatma mecburiyetinde kaldığımdan dolayı kulak tırmalayacak muhakemelerinize takılacak ve ruhen sizi rencide edebilecek ifadeler kullanmış olabilirim Allah (celle celaluhu) beni affetsin siz de bağışlayın 1 Devamlı Değişen Strateji Şimdi de Allah Resülü‘nün Bedirdeki durumunu ve Uhuddaki başı zafer sonu zafer ortadaki sarsıntı ve bu sarsıntılara götüren hususları gayet kısa ve ana başlıklar halinde arz etmeye çalışacağım: Allah Resülü Bedirde başka bir strateji Uhudda başka bir strateji Hendekte başka bir strateji diğer bulundukları seferlerde de başka başka stratejiler uygulayarak daima düşmanlarını

yanıltmış şaşırtmış ve cephesi hesabına zayiat vermeden (Bütün Saadet Asrında kendi cephesinde 100 küsur insan şehit ve kurban verildiğini düşünün) o mübarek devreyi bahtiyarlık ve mutlulukla kapamış eşiemsali olmayan bir liderdir Düşünün ki hasım koca bir dünyaya karşı amcasından sarı ırka ondan siyah ırka kadar ilanı harp ettiği halde O bu kadarcık az zayiatla çok önemli işler başarmış ve çağlara imzasını atmıştır Evet Uhudda ayrı bir strateji Bedirde ayrı bir strateji uyguladılar Uhud da hususi fedailer seçip önemli sorumluluklar yüklediler bir yere okçular yerleştirip düşman taarruzunu önlediler Ve bizzat safların arasına girip safları kendi elleri ile tanzim buyurdular Teşvikte bulundular müsabaka hissini coşturdular Yani bazı sahabeyi gıptaya sevk edebilecek davranışlara çektiler Mesela Ebü Dücaneye (radıyallahu anh) bir kılıç verip şahlandırdılar Hatta latifdir Ebü Dücanenin (radıyallahu anh) çalımlı çalımlı yürüyüşünü görünce buyurdular ki: Senin bu yürüyüşünden Allah hoşlanmaz hoşlanmaz ama burada düşmana karşı böyle yürünür Hatta bu düşünceden hareketle bazı fukaha harpte palabıyık bırakmayı cephede düşmana karşı mehib görünme bakımından tasvip etmişler ve İnsan cephede ne kadar çalımlı ve ölümü istihkar ediyor havası içinde görünürse o kadar makbuldür demişlerdir Allah Resülü Bedirde kullanmadığı bu taktiği Uhudda kullanmış ve sahabeyi yarışa sevk etmiştir Elinde gösterdiği kılıca herkes talip olmuş; ama O bu kılıcı Ebü Dücaneye (radıyallahu anh) vermiştir Kılıç ona verilince diğer bütün fedailer birer Ebü Dücane (radıyallahu anh) kesilmiş ve onun gibi yiğitlikler göstermişlerdir Bedirde kullanılmayıp da Uhudda kullanılan bir taktik de Uhudda kadınların da bulunmuş olmasıdır Nesibenin (radıyallahu anha) nasıl kahramanca savaştığına az da olsa yukarıda temas etmiştik Hz Fatıma Validemiz (radıyallahu anha) bizzat savaşa iştirak etmiş miydi bilemiyoruz Ne var ki savaşın sonunda Babasının yüzündeki kanı elleriyle sildiği ve kanı durdurmak için hasır yakıp yaralanan yere bastırdığını muteber kitaplar kaydediyor Demek ki yaralılara yardım onların kuvvei maneviyelerini takviye ve askerleri teşvik gibi maslahatlar gözetilerek Allah Resülü Uhuda kadınları da götürmüştü 2 Uhuddaki Muvakkat Mağlubiyetin Sebepleri Uhudda iki zafer tablosu arasında bazı çatlaklıklar olduğu kabul edilmelidir Buna sebep olarak da şu hususları zikredebiliriz: Birincisi: Allah Resülü daha işin başında dışarıya çıkmayıp müdafaa harbi yapmak niyetine ve olumlu bir strateji uygulama teklifine karşılık sahabenin heyecanı onların emre itaatteki bu inceliği kavramalarına mani olmasıydı ki; böyle bir hususta onlara düşen mutlak itaatti Harp esnasında okçular için de aynı değerlendirmeyi yapmak mümkündür Bu muhalefet geçici de olsa böyle bir mağlubiyete vesile sayılabilir İkincisi: Dünyaya karşı meyil ve muhabbetleri olmayan ve bunu hicret esnasında her şeylerini bırakıp Medineye göç etmeleriyle ispat eden bu insanlar kendi fıtrat ve ruh dünyalarıyla bir zıtlaşma ve çatışmaya girmişlerdi Ahirete en yakın oldukları o hengamede ganimet ve dünya malıyla meşgul olmaları mukarrabine göre gaflet sayıldığından Cenabı Hak da O akrabulmukarrabinin cismani taraflarını darbelemekle bir nevi cezalandırdı Ne var ki bu sahabe seviyesini yakalamış insanlara has bir cezaydı Evet bizim gibiler için bazen sevap sayılabilecek durumlar onlar için günah sayılabilir ve bundan dolayı da muaheze görebilirler Hasenatı ebrar seyyiatı mukarrabindir Üçüncüsü: Karşı cephede Halid gibi bir askeri dehanın mevcudiyeti de sarsıntı sebeplerinin mühimlerinden sayılabilir İleride büyük hizmetler yapacak olan Halidin yenilmezlik unvanını Cenabı Hak Uhudda da korumuş ve muhafaza etmiştir ki bu da onun hasenatı acilesine bir mükafatı acile demektir Çünkü Halid ileride bu unvanın verdiği cesaret ve sapasağlam

moraliyle hem Bizansın hem de Sasanilerin başına bir balyoz gibi inecekti Eğer Halid iştirak ettiği bu ilk savaşta mağlup olsaydı ihtimal o yüksek moralle İslama altın sayfalar yazdıramazdı Dördüncüsü: Bedire iştirak edemeyenlerin yana yakıla yaptıkları dualar vardı Bunlar hep şehit olmak için Cenabı Hakka dua dua yalvarıyorlardı ve işte bu dualar Allah (celle celaluhu) tarafından kabul edilmişti ki Allah pek çoğunu o köprüden geçirmişti Uhudda geçirilen sarsıntı esnasında Enes b Nadr gözlerini semaya dikmiş ve panik içinde bulunanları göstererek: Allahım bunların yaptıklarından özür diliyorum demiş sonra da en gür sesiyle: Allah Resülü‘nün öldüğü yerde siz niye yaşıyorsunuz sitemleriyle kendini düşman saflarına çalıp vefat ettiğini zannettiği Efendimize kestirmeden kavuşma yollarını araştırıyordu Evet şehit namzetlerinin yaptıkları duaların hemen hepsi kabul olmuştu Zaten insan onu istemiş de ne zaman mahrum kalmıştır ki İşte aradan onca asır geçtikten sonra Murad Hüdavendigar Hazretleri: Allahım ümmeti Muhammedi aziz beni de şehit eyle Sırpsındığı hem onun duasının hem de şehadetinin şahidi Müslümanlar zafer kazanır aziz olurlar Biraz sonra ölüler arasında dolaşırken Miloşun hançeriyle o büyük insan da duasının ikinci şıkkına mazhariyetle şehit olur ve Rabbine kavuşur Canu gönülden yapılan bu duaları Cenabı Hak kabul buyurmaktadır İşte sahabenin şehit olmak için yaptıkları bunca dua Uhudun ortasında kabul olmuş ve bunca insanın şehadeti de zahiren mağlubiyet gibi görünmüştür Beşincisi: Uhudda savaşanlar bir büyük zatın dediği gibi ekseriyetle halin sahabileri ile istikbalin sahabileriydi Yani Uhudda bizzat sahabe olanlarla ileride sahabe olacak olan Amr b Aslar İkrimeler Halid b Velidler İbn Hişamlar savaşıyorlardı İşte istikbalde İslam fütuhatının mühim bir rüknü olmaya namzet ve fıtraten mağlubiyete tahammülleri mümkün olmayan bu insanlar onurları rencide olmadan İslama girsinler diye Uhudda geçici bir mağlubiyet yaşanmıştır Altıncısı: Uhudda meydana gelen o sarsıntıda aynı zamanda bir tevhid dersi vardır Bedirdeki muvaffakiyet bazılarında belki sebep buudunu havalandırmış olabilir gerçi düşmana karşı aziz ve onurlu olma masum bir duygudur ama yukarıda da ısrarla arz ettiğimiz gibi böyle bir duygunun anlık dahi olsaonların içinden geçmesi onların ölçüsünde bir kurbiyeti paylaşanlar için bir seyyie ve bir günah sayılabilir Galibiyet ve mağlubiyet tamamen Allahın (celle celaluhu) hükmü altındadır Bedirde galip eden Odur Eğer Onun kaza ve hükmü düşünülmeden fertler kendilerine bir galibiyet isnad ederlerse bu gizli bir şirk olabilir Onlar şirkin en hafifinden de fersah fersah uzaktırlar Düşünce planında ve fikir bazında bunu herkes böyle kabul etmekle beraber müşahhas bir misalle Cenabı Hak sahabenin bu hususta hakkalyakin ölçüsünde bir imana ermesini murad etmiş ve Uhudun ortasında mutlak bir zaferden sonra Müslümanları geçici de olsa mağlup duruma düşürmüştür Sonra da hiç beklemedikleri bir anda onlara zafer bahşetmiş ve yine kendi meşiet ve hakimiyetini hatırlatmıştır De ki ey Allahım mülk sahibi Sensin İstediğine verir istediğinden alırsın İstediğini aziz ve istediğini zelil edersin Hayır bütünüyle Senin elindedir Sen her şeye kadirsin mealindeki ayet Uhudda bütünüyle tezahür etmiş ve Müslümanlar bu ilahi icraatı gözleriyle bizzat görüp bizzat yaşamışlardı Belki zahiren küçük zararları olmuştu ama iman adına kazanılan bu nuru tevhid ve onun içinde hissedilen sırrı ehadiyet o zararları hiçe indirmiştir Elbette kılıcın da tabyelenmenin de bir hakkı vardır ve bunlar muvaffakiyete götürücü sebeplerdir Fakat esas olan ancak ve ancak Cenabı Hakkın irade ve meşietidir Çünkü her şeye kadir olan sadece Odur Evet sanki Cenabı Hak Uhuddaki geçici bozgunun diliyle mü‘minlere şöyle demekteydi: Allahın (celle celaluhu) gücünü hesaba katmadan hiçbir yere varamazsınız İşte görüyorsunuz ki

mutlak bir zaferden sonra insanlar mağlup da olabiliyor Öyle ise Allah (celle celaluhu) dilemedikçe zafer elde edilemeyeceği gibi mağlubiyetten kurtulmak da mümkün değildir Esasen her mü‘minin pratikten böyle bir tevhid dersi almaya ne kadar da çok ihtiyacı var Belki de sahabe bize verilmek istenen bu büyük dersin temsilcileri oldular Ayrıca Allah Resülü‘ne muhalefete verilen bu geçici ceza ile mü‘minler tam bir teyakkuza geçmiş ve bundan böyle Efendimize karşı fikir beyan ederlerken dahi kılı kırk yaran bir inceliğe ulaşmışlardı Onların elde ettiği bu edep de elbette az bir kazanç değildi O gün ve daha sonra günler Allahın (celle celaluhu) kudret elinde evrilip çevrilmektedir Ancak netice hemen her zaman inananlar lehinde olagelmiştir ve olagelecektir Onun içindir ki Kuranı Kerim: Güzel netice müttakilerindir diyerek bu türlü durumlarda bizi halin kaoslarından kurtararak geleceğin ferahfeza iklimlerinde dolaştırmaktadır Nitekim Uhudda bu durum aynen yaşanmış ve netice yine mü‘minlerin zafer ve galebesiyle noktalanmıştır Evet çeşitli hikmetlere mebni küçük bir arıza söz konusu olsa bile Uhud katiyen bir yenilgi değildir Hayır Uhud çok yönlü gizli bir zaferdir 3 Mağlubiyet Psikolojisinin Giderilmesi Uhuddan dönen Allah Resülü ordusuna yaptırdığı bu son manevra ile de onları eski moral gücüne kavuşturmuş olduğu halde Medineye avdet etmişti Artık Müslümanlar eskisinden daha tecrübeli ve Allah Resülü‘nün sözlerindeki inceliği anlamakta daha titizdiler Ancak harp esnasındaki geçici mağlubiyet civarda hemen duyulmuş hatta bazı Arap ve Yahudi kabilelerin iştahlarını bile kabartmıştı Uhudda rencide olan onurun derhal giderilmesi; ve Müslümaların esas güç ve kuvvetlerinin hissettirilmesi kaçınılmaz bir zaruretti ve bu işin gecikmeye de tahammülü yoktu Hicri 4 sene Allah Resülü Mekke müşrikleriyle işbirliği yapan Nadiroğulları üzerine yürüdü Bu Yahudi kabilesi Allah Resülü‘ne karşı çok küstahlaşmış ve iki defa da onu öldürme teşebbüsünde bulunmuşlardı Münafıkların ve Mekke müşriklerinin yardım talebine kanan ve Allah Resülü‘ne harp ilan eden Nadiroğulları muhkem surların arkasına gizlenmekle her şeyi halledeceklerini zannediyorlardı Halbuki 15 günlük bir muhasaradan sonra derhal teslim oldular Teslim oldu ve taşınabilir mallarını yanlarında götürmek şartıyla yurt ve yuvalarını terk edip başka yerlere göç etmeye razı oldular Ölümden kurtuldukları için bayram yapıyorlardı Giderken yaptıkları şenlik Medinede misli görülmemiş bir şenlikti Bu nasıl bir zillet idi ki yuvalarından ayrılırken üzülme yerine gülüp oynuyorlardı Bedri Suğra Ebü Süfyan Uhuddan ayrılırken: Bir sene sonra Bedirde buluşalım deyip meydan okumuş ve Allah Resülü de onun bu teklifini kabul etmişti Ve ertesi sene tam vaktinde ordusuyla Bedre geldi Fakat müşriklerden hiçbir ses yoktu Efendimiz orada bir iki gün bekledi ve ardından Medineye döndü ki; buna İslam tarihinde Bedri Suğra denir Daha önceki Bedre benzer küçük bir zafer kazanılmış ve müşriklerin kalbine korku salınmıştı Nuaym b Mesud Allah Resülü‘ne gelip Kureyş‘in büyük bir ordu toparlayıp Bedre doğru gelmekte olduğunu söyleyerek Müslümanları korkutmak istemişti Halbuki onun verdiği bu haber sadece mü‘minlerin imanını artırmıştı Kuranı Kerim bu hadiseden bahsederken şöyle der: İnsanlar onlara: ‘Düşmanınız olan kimseler size karşı bir ordu topladılar onlardan korkun dediler Bu onların imanını artırdı da: ‘Allah bize yeter O ne güzel vekildir dediler Bu ikinci Bedirden de gayet itminan içinde dönmüşlerdi ve çölde tekrar emniyet esintileri duyuluyordu Artık bir kere daha iyiden iyiye bütün kabilelerde Allah Resülü‘nün emniyet atmosferi duyulmaya başlamıştı

ZaturRika ve Müreysi Hicretin 4 senesinde de bu tür manevralar devam etti Bu arada Enmar ve Salebe kabileleri Medineye taarruza karar vermişlerdi ki hadiseden haberdar olan Allah Resülü yanına aldığı 400 kişiyle Zatü‘rRika denilen yere geldi Ancak Enmar ve Salebe kabileleri Müslümanların geldiğini duyunca kaçıp inlerine sığınmışlardı dolayısıyla da harp olmamıştı Ancak bu da Müslümanlar adına zafer hanesine işlenen gazalardan biriydi Hemen bu hadiseden sonra Müreysi veya Mustalikoğulları Gazası vukü buldu Müreysi Medineye 9 konak mesafede bir yerin adıdır Burada oturan müşrikler Mekke müşriklerinin iğfaline kapılarak Medineye hücum etmeye karar vermişlerdi Allah Resülü Büreyde b Husayb ile haberin doğruluk derecesini tetkik etti Gelen haber Büreyde tarafından da tasdik edildi Bunun üzerine Efendimiz bunların üzerine bir sefer düzenledi Müşrikler Müslümanların gelişinden haberdar olunca kaçtılar Sadece bir kısmı toparlanarak Allah Resülü‘nün karşısına çıktı ve yapılan savaşta Müslümanlar tarafından mağlup edildiler Bu karşılaşmada bir kişi dışında Müslümanlardan kimseye bir şey olmamış karşı taraftan ise 10 kişi ölmüştü Medineye dönülürken de 600 esir 2000 deve ve 5000 küçükbaş hayvanla dönülüyordu Böylece Allah Resülü zaferler zincirine birini daha eklemişti Bu gazadan dönüşte bazı münafıklar hem ganimetten istifade etmek hem de Müslümanların arasına nifak sokmak için Müslümanların içine sızdılar Hatta bir kuyudan devesini önce sulamak hakkı kendisine ait olduğunu iddia eden ensar ve muhacirinden iki kişi arasında çıkan küçük bir kavgadan istifade etme yolunu bile denemek istediler Ve yine bu münafıklar iffeti ayet ile sabit ve huriler kadar afife Aişe Anamıza (radıyallahu anha) malum iftirayı bu gazadan dönerken attılar Ve yine bu gazadan dönerken Abdullah b Übey b Selül ki münafıkların reisidir Medineye döndüğümüzde azizler zelilleri oradan çıkaracak demiş kendisini aziz Efendimizi ve Müslümanları ise haşa zelil olarak vasıflandırmıştı Ancak bu münafığın oğlu büyük sahabi Abdullah (radıyallahu anh) tam Medineye girileceği zaman Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) aziz ben ise zelilim demedikçe seni Medineye sokmam demiş babasına Efendimizin izzetini ikrar ettireceği ana kadar onu Medineye sokmamıştı Seferlerde Gece Faktörü Allah Resülü bütün seferlerine gece çıkıyordu Gecede ayrı bir sır vardı Zaten Kuranı Kerim de dolaylı yollarla Ona hep gece yolculuğunu tavsiye etmiyor mu Hz Musa (aleyhisselam) inananları geceleyin alıp götürmüştü Cenabı Hak Ona: Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız buyurmuştu Hz Luta (aleyhisselam) da aynı emir verilmiş ve: Geceleyin bir ara ailenle beraber yola çık denmişti Nebiler Sultanı Cibrili çok geride bırakan o semavi seyahatini de gece yapmış ve miraca gece çıkmıştı İşte bu gök yolculuğunu anlatan ayet: Kulu Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gece Mescidi Haramdan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa‘ya götüren Allahın şanı ne yücedir Muhakkak O Semi‘dir Basirdir Hemen her peygamberin bir gece yolculuğu vardır Zira menziller geceleri katedilir Rabbe vasıl olma geceleri olur Cenabı Hak birçok ayetinde gece üzerine yemin eder Karanlığın bağrında yapılan aydınlık işler geceleri gündüzlerden daha nurlu kılmıştır Hz Hakkı: Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde der Mesafe alan gece alır alnı geceleri seccade ile tanışan ve seccadesi gözyaşıyla ıslanan talili geceleri adeta mesafelerle yarışır Evinin duvarları onun ahına aşina olan geceleri merdiven

merdiven yükselir ve mesafeler üstü alemlere ulaşır Alanlar mesafeyi gece aldılar; gece yatanlar ise hep yolda kaldılar Berzah azabından kurtulmayı düşünüyorsanız gecelerinizi teheccütsüz bırakmayınız Bırakmayınız; zira Allah Resülü hiç bırakmamıştı Doktor İkbal diyor ki: 20 sene Londrada o sisli dünyada kaldım bir gece olsun teheccüdü terk ettiğimi hatırlamıyorum Evet Kuranın ifadesiyle hiçbir sesin olmadığı söylediğiniz her sözün vicdanınızda makes bulduğu gecelerin sessizliğini değerlendiren mesafe alır Allah Resülü maddimanevi mesafeleri geceleri yumak gibi sarıyor ve mesafe üstüne mesafe alıyordu Evet O seferlerini geceleri yapıyor gündüzleri de dinleniyordu Böylece birdenbire Onu karşısında gören herkes şaşırıyor ve ne yapacağını bilemiyordu ayeti bu ürperten görünüşten bir kesidi resmediyor Evet onlar bir cemaatin sahasına alanına meydanına kondu mu yani o ordusunu getirip bir yere kurdu mu artık onların işleri bitikti Onlar için çirkin ve üzücü bir sabah vardı Ayrıca Allah Resülü hücumlarını da hep fecir vakti yapıyordu Fecir vakti namazlarıyla ezanlarıyla o yer ahalisinin düşüncesini ortaya çıkarıyordu ve fecir vakti badı tecellinin estiği zamanlardı Yine Hz Hakkı der: Seherlerde eser badı tecelli Uyan ey gözlerim vakti seherde Badı tecellinin estiği mü‘minin metafizik gerilime geçtiği ve sabah namazına kalkmaya alışan bir mü‘min için seher vakti çok önemlidir Bu itibarla o hep fecri kollardı Düşman esneye esneye yatağından kalktığı dakikalarda birdenbire mü‘mini bütün gerilimiyle karşısında bulurdu Resülullahın yolu büyük ölçüde buydu Hayber surlarının dibinde: Allahu Ekber Hayber harab oldu dediği zaman Hayber Kalesi sarsılıyordu ama kimsenin bu ordunun oraya kadar geldiğinden haberi yoktu Tabii O bütün bu seferlerini yıldırım hareketiyle yapıyordu O fevkalade seri ve askeri tabirle muttasıl yürüyordu Öyle bir yürüyordu ki hecin deveyle dahi Ona yetişmek mümkün değildi Mustalikoğulları Seferi bu seri seferlerden biriydi Seferden dönüşte nifak çıkmıştı ki bu nifağın yayılmasına meydan vermemenin yolunu fetaneti azam muttasıl yürüyüşte buldu ve seri yürüyüş emri verdi Hiç durmadan öyle yüründü ki münafıklar durup fitneyi büyütme fırsatı bulamadılar Übey İbn Selül içinden kurup duruyordu ama içinde kurup durduğu şeyleri oturup olgunlaştırma fırsatını bulamıyordu Adeta herkes koşa koşa yürüyordu Gidiş de öyle oldu geliş de ve öyle bir yoruldular ki dinlenme izni verilince de yatıp kaldılar O gün güneş doğuncaya kadar uyumuşlardı Ve belki de ilk defa sabah namazını kuşluk vaktinde kılıyorlardı Hicretin 5 senesine kadar hep böyle gelindi Allah Resülü karşısında teker teker tutunamayacaklarını anlayan kavim ve kabileler bir araya gelip yek vücut olmaya karar verdiler Bu defa bütün güçleri bir merkezde toplayacak ve Medineye öyle hücum edeceklerdi Hendek Daha önce sürgün edilen Nadiroğulları Haybere yerleşmiş ve Hayberlileri sürekli Allah Resülü‘ne karşı kışkırtıyorlardı İleri gelenlerinden bazılarını Kureyş‘e bazılarını da Gatafan kabilesine gönderdiler Her iki taraf da zaten Müslümanları yok etme planına teklif kimden gelirse gelsin teşne ve hazır bulunuyorlardı Bunlara Esed ve Selimoğulları da iştirak edince manzara aynen Çanakkaleyi andırıyor ve Akifin: Kimi Hindü kimi yamyam kimi bilmem ne bela mısraını hatırlatıyordu Bütün yahudi ve müşrik kabileler adeta Allah Resülü ve ashabını imha etmede ittifak içindeydiler Nihayet karşı cephe 24000 askeriyle Medineye yürümeye karar verdiler Efendimiz o müthiş haber alma sistemiyle durumdan çoktan haberdar olmuştu Ashabını topladı harp tekniği hakkında onlarla istişare etti Herkesin değişik teklifleri yanında Selmanı Farisi‘nin teklifi ashabca

hüsnü kabul gördü Düşmanın taarruz etmesi muhtemel yerlere hendekler kazılacak ve hendek içinde müdafaa harbi yapılacaktı Bu taktik o güne kadar hiç görülmemiş bir taktikti Kureyş ve müttefikleri Uhud veya Bedir gibi bir muharebe bekliyorlardı Oysaki bu defa onları yine hiç düşünmedikleri bir sürpriz ve farklı bir strateji bekliyordu Efendimizin etrafa yerleştirdiği askerlerle yapılan bu işlemden çevredekilerin haberdar olması önlenmiş oldu Zira askerler Medine ve civarında kuş uçurtmuyordu Hendek kazımı dikkatli bir gizlilik içinde yerine getirildi Nitekim küffar ordusu Medineye gelip de karşılarında böyle bir hendek görünce şaşırıp kalmışlardı Efendimiz yanına 3000 insan almış kendisi de bizzat işin içinde olmak üzere bu 3000 insanla hendek kazmaya başlamıştı Kişi başına bir arşın hendek kazılacaktı Onları onar onar gruplara ayırmış ve böylece yine meseleye bir yarış havası vermişti Derinlik atıyla oraya düşen bir insanın bir daha çıkamayacağı şekilde ayarlanacaktı Genişlik ise en mahir süvarinin dahi geçemeyeceği ölçüde planlanmıştı Günümüzde bu hendek tamamen kapanmış durumda İçinde bizzat Allah Resülü‘nün de kazma sallayıp manivela kullandığı bu hendeği asli hüviyetle görmeyi ne kadar arzu ederdik Bugün hendeğin izleri olarak gösterilen yerler ne derece doğrudur bilemeyeceğim Ancak bir erkanı harp buraları inceler ve gösterilen yere Evet burası olabilir derse hendek diye gösterilen yerlerin üzerinde durulmaya değer Evet Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) hendek kazımında bizzat çalıştı ve Onun bu davranışı askerlere apayrı bir güç kaynağı oldu Bazen onları yarışa sevk ediyor bazen de hem ensara hem de muhacirine iltifatta bulunuyordu Asker açtı Herkes karnına taş bağlamıştı Allah Resülü ise onların önünde iki taşla bu açlığı aşmaya çalışıyordu Aslında ne açlık ne de susuzluk onların azim ve gayretine hiç mi hiç tesir edemiyordu Coştukça coşuyorlar ve hep bir ağızdan şunları mırıldanıyorlardı: Bizler o kimseleriz ki Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) biat ettik Hayatta kaldığımız sürece cihad edeceğiz ve arkasından da: Allahım kasem olsun Sen olmasaydın Biz asla hidayete eremezdik tasadduk edemez namaz kılamazdık Sekine indir üzerimize Ve eğer düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl Efendimiz de onların bu sözlerine bazen iştirak ediyor ve şöyle diyordu: Allahım ahiret hayatından başka hayat yoktur Sen ensar ve muhacirine mağfiret eyle Resüli Ekrem safları tanzim ederken Sel tepesini arkasına almış kadınları da sağlam sığınaklara göndermişti Ben asker değilim ama anladığım kadarıyla Efendimizin bu taktiği bizzat yerinde ve uzun uzun tetkik edildiğinde en isabetli kararın Onun sırtını Sel tepesine vermede olduğu görülecektir Bütün bu kararları Allah Resulü çok ani ve hiç beklemeden vermişti vermişti ve hepsi yerli yerindeydi Medineyi müdafaa ile alakalı bu tedbirler alınırken Kureyzaoğulları‘nın; muhtemel saldırısı da göz önünde tutulmuştu O cepheyi de başlarında Seleme b Eslem bir grup sahabe ile koruma altına almıştı Evet bütün ihtimaller nazara alınıyor ve hiçbir hadise tesadüfe bırakılmıyordu Hendeğin dar bir yeri vardı Usta bir binici ve iyi bir at buradan zor da olsa atlayıp karşıya geçebilirdi İlk bakışta bu bir ihmal gibi görülebilirdi; halbuki orada da yine Allah Resülü‘nün

akıllara durgunluk veren fetanetine bir geçit vardı Zira en güçlü ve en kuvvetli olan müşrikler bu dar yerden atlamayı deneyecekler ve teker teker Müslümanların ortasına düşeceklerdi Bu da bir yoldu ama mevsimi geleceği ana kadar bunu kimse fark etmeyecekti Derken hadiseler döndü dolaştı sonunda gelip Resülullahın dediğine ulaştı Evet hadiseler aynen Allah Resülü‘nün düşündüğü şekilde cereyan etti Civarın en meşhur muharipleri şanslarını denemeye başladılar ve bir bir telef oldular Hendeği ilk geçen Amr b Abdivüdd oldu Çok yaşlı olmasına rağmen 100 muharibe denk kabul ediliyordu Bir mübariz talep etti Karşısına Hz Ali (radıyallahu anh) çıktı Amr karşısında bir çocuk görünce onunla istihza etti Ona karşı at üzerinde savaşmayı gururuna yediremediği için de atından indi ve bir kılıç darbesiyle atını yere serdi sonra da Hz Alinin karşısına dikildi İlk darbeyi Amr yaptı Darbenin şiddetinden Hz Alinin (radıyallahu anh) kalkanı parçalandı ve kılıcın ucu yüzünü hafif yaraladı Hz Ali mukabele etti Salladığı kılıç Amrın tam omuzuna isabet etmişti Bu esnada Hz Ali (radıyallahu anh) tekbir getirince Müslümanlar da bir ağızdan tekbir getirmişlerdi Eğer Amr kılıç darbesiyle ölmeseydi zaten bu tekbir seslerinin şiddetinden yine ölecekti Amrın ölümü müşrikler arasında müthiş bir sarsıntı meydana getirdi Mü‘minler ise o nispette sevinmiş ve moral kazanmışlardı Amrla beraber hendeği geçen Dırar ve Hübeyre isimli muharipler onun öldürüldüğünü görünce korkup kaçmışlardı Son olarak da Nevfel b Abdillah hendeği atlayıp karşıya geçmeyi başarmıştı Onu da Hz Zübeyr (radıyallahu anh) karşıladı Hz Zübeyrin darbesiyle hendeğe yuvarlandı Ardından da Müslümanlar attıkları taşlarla işini bitirivermişlerdi Nevfel: Beni şerefli bir ölümle öldürün diye yalvardı Hz Ali (radıyallahu anh) indi ve kılıçla onun da işini bitirdi Muhasaranın en şiddetli günü de buydu Bir ay kadar süren muhasara artık eski şiddetini kaybetmeye yüz tutmuş; kimsede onu devam ettirme arzu ve isteği kalmamıştı Zaten 24000 insana bakmak da pek kolay değildi Kureyzaoğulları müşriklerin hendeği geçemediğini geçenlerin de bir bir öldürüldüğünü görünce kadınların bulunduğu sığınağa hücum etmeyi kararlaştırdılar Taarruzdan evvel de içlerinden birini casus olarak gönderdiler Hz Safiyye (radıyallahu anha) sığınağın etrafında dolaşan yahudiye ansızın hücum etti ve onu orada yere serdi ve silahlarını alıp sığınağa getirdi Yahudiler gönderdikleri adamın öldürüldüğünü anlayınca orada bir askeri birlik var zehabına kapıldılar ve saldırı düşüncelerinden vazgeçtiler İslam düşmanları bu harbe kendilerinden gayet emin olarak gelmişlerdi Hemen birkaç gün içinde Müslümanların işini bitirip döneceklerdi Ancak tahminlerinde çok yanılmışlardı ve bunu anladıkları zaman da artık bozgun içinde geriye dönüyorlardı Bu muhasarada şartlar hep kafirlerin aleyhine işlemişti Kış bastırmak üzereydi Mekke insanı Medinenin kışına dayanamazdı Zaten kış için de hiçbir hazırlıkları yoktu Günlerden beri esip duran rüzgar rüzgar olmaktan çıkmış çadırları söküp götürecek şiddette bir kasırga haline gelmişti Müşriklerin daha fazla dayanmaları mümkün değildi Nitekim öyle de oldu Bir müddet sonra Ebü Süfyan istemeye istemeye ricat emri verdi 1 Kuranda Hendek Günü Kuranı Kerim Hendek savaşından tafsilatıyla bahseder İsterseniz şimdi de onun satır aralarından muharebeyi takip edelim Daha sonra da Efendimizin Hendek savaşında gösterdiği askeri dehaya bir işarette bulunalım: Bu hadise münasebetiyle Kuran: Ey iman edenler Allahın size olan nimetini hatırlayın Üzerinize ordular gelmişti Biz de onların üzerine kasırga ve göremediğiniz ordular göndermiştik Allah yaptığınız her şeyi görüyordu

Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi Gözler dönmüş yürekler de ağızlara gelmişti Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz İşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar: ‘Allah (celle celaluhu) ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerde bulundular diyorlardı İçlerinden birtakımı da: ‘Ey Medineliler Tutunacak dalınız yok geri dönün demişti Bir diğerleri de peygamberden: ‘Evlerimiz düşmana açıktır diyerek izin istemişlerdi Oysa evleri açık değildi kaçmak istiyorlardı Eğer Medinenin etrafından üzerlerine varılmış olsa sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen buna teşebbüs eder ve derhal yapmaktan geri kalmazlardı Andolsun ki daha önce sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allaha söz vermişlerdi Allaha verilen ahd sorulacaktır (Ahzab süresi 33/915) Mü‘minlerin moral ve iman gücü de aynı sürede şu şekilde anlatılır: Mü‘minler düşman birliklerini gördükleri zaman: ‘İşte bu Allah ve Peygamberinin bize vaad ettiğidir Allah ve peygamberi doğru söylemiştir dediler Bu onların ancak iman ve teslimiyetlerini artırdı (Ahzab süresi 33/22) Prensip olarak siyere ait tafsilata girmeyeceğim Zaten bu türlü mevzulara temasımız dolayısıyla oluyor Bizim esas hedefimiz naklettiğimiz hususlarda Efendimizin risalet yönünü görüp gösterebilmektedir O öyle bir fetanete sahiptir ki bu fetanetinin çeşitli buudları vardır Ve bu buudlardan birisi de Onun erkanı harpleri aşan bir erkanı harp olma buududur Nasıl ki Bedir ve Uhud muharebelerinde Allah Resülü‘nün eşsiz bir erkanı harp olduğunu tabii bizim sınırlı malumatımız çerçevesinde ve işin ehli olmadığımızı da itiraf ederekisbata çalıştık Hendek harbinde de aynı ölçüde birkaç söz söylemeye gayret edeceğiz Evet O eşsiz bir kumandandır Ve Hendek savaşı da bizim bu hükmümüzü tasdik edip doğrulamaktadır Hendek savaşı en zor şartlar altında kazanılmış muhteşem bir zaferdir Bu zaferi hazırlayan şartlar bizzat Cenabı Hakkın Allah Resülü‘ne talim ettiği çerçevede gelişmiş ve o müthiş fetanet Cenabı Hakkın kendisine vahiy ve ilham yoluyla talim buyurduğu bu şartları anlamış anladıklarını tatbike koymuş ve işte bu zafer de böyle gerçekleşmişti Evet beşeri sınırlar içinde o kadar çetin ve aleyhte şartlar altında böyle bir muvaffakiyete ermek çok zordu Hatta imkansızdı Şimdi biz teker teker Efendimizin bu muharebede kullandığı taktikleri görmeye çalışalım ki bir kere daha Hendek bize Muhammedün Resülullah dedirtsin 2 Hendekin Perde Arkası 1 Düşman ordusu 24000 Müslümanlar ise 3000 kadardı Yani düşman Müslümanların tam sekiz misliydi ve her Müslüman 8 kişiyle yakapaça olacaktı Böyle bir muharebenin meydan savaşı değil de bir müdafaa harbi olarak tatbike konulması evvela müthiş bir fetanet ifadesiydi Yukarıda da söylediğimiz gibi Allah Resülü düşmanlarının karşısına çıkmış ve tatbik ettiği bir taktiği bir daha kullanmamıştı İşte Hendekte gördüğümüz de budur 2 O gün için hendek düşmanı durdurmada önemli bir faktördü Zira ne Kureyş ne de

müttefikleri böyle bir tablo ile karşılaşmayı hayallerinden bile geçirmemişlerdi Karşılaştıkları bu sürpriz bir kere daha onları şaşkına çevirmişti 3 Hendeğin küçük bir yerinin mahir süvarilerin geçebileceği kadar dar bırakılması da apayrı bir deha örneğidir Böylece en güçlü ve kuvvetliler teker teker ele geçirilip öldürülecek ve bu durum düşman cephede büyük bir inkisar kaynağı mü‘minlerde ise ümit ve inşirah vesilesi olacaktı 4 Hendek kazımında Allah Resülü bizzat çalışmış ve mü‘minlerin arasında bulunmuştu Bu da sahabe için ayrı bir moral kaynağı oluyordu Ayrıca bu esnada kırılamayan bir taş Efendimize müracaat mevzuu olunca İki Cihan Serveri gelmiş elindeki manivela ile taşa vurmuş ve birinci vuruşta etrafı aydınlatacak kadar kıvılcımlar çıkmış ardından da Allah Resülü tekbir getirerek etrafındakilere İrana ait saltanatın yıkılıp mülkün kendisine verildiği müjdesini duyurmuştu İkinci vuruşta da aynı şekilde kıvılcımlar çıkmış bu sefer de Allah Resülü yine tekbir getirerek Roma saltanatının yıkılacağını haber vermişti O esnada söylediği bu sözler askere öyle moral kazandırıyordu ki değil sadece 24000 insan bütün dünya üzerlerine gelse gözlerini kırpmadan savaşabilecek bir kuvvei maneviye ile şahlanıyorlardı 5 Hendeği atlayan muhariplere karşı Hz Alinin (radıyallahu anh) hem de gönüllü olarak (emirle değil) seçilmesindeki isabet de şayanı dikkattir Böylece Allah Resülü kimi nerede ve nasıl kullanacağını mucize çapında bir firasetle bildiğini cihana bir kere daha göstermiştir 6 Bu arada ordu içindeki münafıkları göz açtırmayacak şekilde kontrol altında tutması ve istemelerine rağmen hiçbir kötülüğe muvaffak olamamaları fetanetin engelleyici ayrı bir buudu 7 Efendimiz muharebeyi elinden geldiği kadar uzatma yanlısı idi Bunda muvaffak da oldu Muharebeyi uzatması pek çok yarar sağlamıştı ki; birkaçını sıralayabiliriz: Birincisi: Mevsim olarak kışa giriliyordu Kureyş ve müttefikler kışa karşı hazırlıksız gelmişlerdi az daha kalsalardı kış işlerini bitirecekti muhasarayı kaldırıp gidince de yıkılmış olarak gideceklerdi İkincisi: Her gün 24000 insana bakmak mecburiyetinde olan düşman sürenin uzamasıyla mali kriz içine giriyordu Açlık ve susuzluk bir de soğukla birleşince artık çekilmez olmuştu Üçüncüsü: Düşman cephesinde meydana getirilen suni ittifakın uzun ömürlü olması düşünülemezdi Çünkü onların bu dostlukları Allah Resülü‘ne olan düşmanlıklarından kaynaklanıyordu Geçen her zaman dilimi bu dostluğu aşındırıyor ve yıpranmasına sebep oluyordu Halbuki İslam cephesi gün geçtikçe birbirlerine daha çok kenetleniyorlardı Dördüncüsü: Düşman cephede birçok lider vardı Bunların hiçbiri diğerinin emrine girecek durumda değildi Adeta haçlı çapulcularını andırıyorlardı Sözde bütün orduya Ebü Süfyan kumanda ediyordu; ama bu sadece görünüşte böyleydi zaman geçtikçe misiller arasında uzaklaşma baş gösteriyor nizalar oluyor ve tearuzların tesakutların ağında adeta eriyorlardı 8 Nuaym b Mesud (radıyallahu anh) gizlice Müslüman olmuştu Allah Resülü ona bir müddet daha Müslümanlığını gizlemesini söylemiş ve onu bu muhasara esnasında çok mühim işlerde kullanmıştı Nuaym hem Kureyş‘in hem de Yahudilerin itimat ve hürmet ettikleri bir insandı Efendimiz ona harbin bir taktik olduğunu söylemiş ve idarei kelam etmesine de izin vermişti Nuaym bu ruhsat üzerine Yahudilere giderek: Kureyş sizi terkedecek ve Muhammedle (sallallahu aleyhi ve sellem) baş başa bırakacak Düşünün o zaman haliniz nice olur Eğer bu durumda kalmak istemiyorsanız onların ileri gelenlerinden birkaçını rehin olarak yanınızda alıkoyun dedi Onlar Nuayma olan itimatlarından dolayı bu sözlere kesin olarak inandılar Nuaym daha sonra Kureyş‘e gitti Onlara da: Yahudiler Muhammedle (sallallahu aleyhi ve sellem) gizlice anlaştılar Sizin ileri gelenlerinizden birkaçını rehin edip ona teslim edecekler O da onlara ilişmeyecek Sakın sizden böyle bir talepte bulunurlarsa onların dediğini yapmayın dedi

Kureyşliler de Nuayma itimat ettiklerinden onun bu tekliflerinden zerre kadar şüphelenmediler Kureyş ileri gelenleriyle Yahudi liderleri bir gün bir araya geldiler Her iki taraf ta birbirinden şüpheleniyordu Evvela Yahudiler sözü açtı ve: Siz başınız sıkışınca çekip gidecek ve bizi bu adamla baş başa bırakacaksınız Teminat için bize birkaç rehin vermezseniz biz savaşı bırakacağız dediler Kureyş zaten böyle bir teklif bekliyordu Nuaymın sözünü hatırladılar ve tabii bu teklifi reddettiler Onların reddi Yahudilere de Nuaymı tasdik ettirdi Böylece ittifak bozulmuş oldu ve Yahudiler harp sahnesinden çekilmeye başladılar Nuaym Müslüman olalı birkaç gün olmuştu Allah Resülü‘nün insanları tanımadaki isabetine bakın ki hemen Nuaymın becerebileceği bir işi ona teklif etmiş o da arızasız bu işi yerine getirivermişti 9 Fırtına ve kasırga karşı tarafı kasıp kavuruyordu Bu arada acaba Kureyş ne durumdaydı Allah Resülü onlardan bir haber almak üzere Huzeyfeyi (radıyallahu anh) karşı tarafa gönderdi Bu iş için de Huzeyfe seçilmişti O Allah Resülü‘nün sır kaynağıydı Aynı zamanda emir dinlemedeki nezaketi çok iyi bilenlerdendi Allah Resülü onu gönderirken Sakın orda bir iş çıkarma sadece durumlarını öğren ve gel demişti Huzeyfe karşı tarafa geçti Bir ara sırtı ona dönük duran Ebü Süfyanı görüverdi Aklından bir okla onun işini bitirmek geçti ama Allah Resülü ona Bir iş çıkarma demişti O da böyle bir hareketten vazgeçti Ebü Süfyan durmadan erRahil erRahil diye bağırıyordu Belli ki artık Kureyş hüsran içinde geriye dönüyordu Kuranı Kerim onların bu elim hazin durumlarını şu ayetiyle hulasa eder: Allah inkar edenleri kinleriyle geri çevirdi bir hayra ulaşamadılar; savaşta inananlara Allahın yardımı yetti Allah Kavi‘dir Azizdir (Ahzab süresi 33/25) Huzeyfe orada gördüklerini anlatmak üzere geri dönüyordu ki beyaz sarıklı beyaz elbiseli süvariler gördü Bunlar küffar ordusu arasında gidipgeliyorlardı Onlardan birisi Huzeyfeye yanaştı ve: Sahibine selam söyle düşmanın hakkından geldik dedi Huzeyfe bu hadiseyi Allah Resülü‘ne nakledince: Onlar meleklerdir Orada olan şeylere nezaret etmektedirler cevabını aldı 10 Allah Resülü kumandayı daima elinde tuttu ve muhasara müddetince bir saatliğine dahi cepheden ayrılmadı İnsanlardan bir insan gibi davrandı ve her sıkıntıda ordusuyla beraber oldu Bu da Onun kumandanlık seviyesinin nasıl zirveler üstü bir zirvede olduğunu göstermektedir 11 Bu kadar çetin muharebede verilen şehit sayısı sadece altıydı 12 Efendimiz muharebenin sonunda şöyle buyurmuştu: Artık bundan böyle biz onların üzerine gideceğiz onlar gelemeyecekler Zaman ve hadiseler Onun verdiği bu haberde Onu doğrulamıştır Hendek savaşı denince zikredilmeden geçilmeyecek iki mühim hadise daha var: Bunlardan biri bu savaş esnasında Allah Resülü‘nün dört vakit namazının kazaya kalması hadisesidir İkincisi ise ensarın efendisi şerefli sahabi Sad b Muazın (radıyallahu anh) vefatı Bu vakada Sad b Muaz (radıyallahu anh) kolundan yaralanmıştı Durmadan kan kaybediyordu Allah Resülü onunla bizzat meşgul oluyor ve mescidin içinde kurdurduğu çadıra gelipgidip onu ziyaret ediyordu Hatta herkes de ziyaret edip yakınında bulunabiliyordu Zaten O İslama girdikten sonra hep Allah Resülü‘nün yakınında olmuştu ve Onun nazarında müstesna bir simaydı Bir kere Sad b Muaz meclisten geçerken İki Cihan Serveri: Efendiniz için ayağa kalkın demiş ve orada bulunanları Sad b Muaza (radıyallahu anh) hürmeten ayağa kaldırmıştı O da Allah Resülü‘ne karşı sadakat ve vefada hiç kusur etmedi sadakat içinde yaşadı ve öyle öldü

Nasıl bir gün Allah Resülü‘ne hitaben; Ya Resülallah işte malımız istediğin kadar al İşte canımız istediğini kurban et demişti Öyle de son demlerinde Cenabı Hakka şöyle dua edip yalvarmıştı: Allahım eğer bir daha Resülullahın safında yer alıp savaşmam mukadder ise beni yaşat yoksa emanetini benden al Ve Hendek savaşında aldığı bir yara ile şehit olmuştu Harbe iştirak için acele etmiş giydiği zırh vücuduna küçük geldiğinden ötürü de omuzu açıkta kalmıştı Ve oraya isabet eden bir talisiz okla yaralanmış ve sinelerimizde bu yara ile de Rabbisine yürümüştü Savaş henüz sona ermiş ve Allah Resülü hanei saadetlerine adımını atmıştı ki Cibril geldi ve Efendimize hitaben: Ya Resülallah Siz silahınızı bıraktınız mı Halbuki biz melekler henüz bırakmadık Şimdi hemen Kureyzaoğullarının üzerine yürüyün dedi Bunun üzerine Efendimiz derhal hareket emri verdi İkindiyi ancak orada kılın diyerek de bu gidişin ne kadar süratli olması gerektiğini ifade buyurdu Kureyzaoğulları bilhassa Hendek vakası esnasında ihanet etmiş ve Müslümanları arkadan vurmak istemişlerdi Müslüman kadınların bulundukları yeri tespit edip onlara saldırmak istemişlerdi ama bunu gerçekleştirme fırsatını bulamamışlardı Halbuki daha önce Allah Resülü‘yle anlaşma yapmışlardı İkinci olarak bu anlaşmayı çiğnemiş ve Müslümanlarla açıktan harbe girmişlerdi Suçları bu kadarla da kalmıyordu; siyasi sürgün Huyey b Ahtab ve benzeri İslam düşmanlarına bağırlarını açmış ve onlara resmen siyasi sığınma hakkı tanımışlardı Halbuki anlaşmaları gereği bu yaptıkları anlaşmayı bozmak demekti Bütün bunlara rağmen Allah Resülü üzerlerine yürüdüğünde hüsnü kabul gösterip af dileselerdi affolunabilirlerdi Zira Allah Resülü onlarla hep iyi geçinme taraftarıydı Ne var ki kötülüğe programlanmış bu ruhlar Müslümanlara karşı açık tavır aldılar ve Efendimize karşı da mukavemete kalkıştılar Ancak burunları kırılınca teslim oldular ve tek şartları vardı: Hakem Sad b Muaz (radıyallahu anh) olsun istiyorlardı Efendimiz de bu şartı kabul etti Sad b Muaz (radıyallahu anh) hasta yatağından kalktı bir merkebe binerek olay yerine geldi ve hükmünü Tevrata göre verdi Eli silah tutan erkekler öldürülecek kadın ve çocuklar esir edilecek bütün malları da ganimet sayılacaktı Her iki taraf da verilen bu hükme razı oldu Ve böylece Medine bir fitneden daha kurtuldu Evet yavaş yavaş Medine civarıyla beraber Emin Belde haline geliyordu Gazveler Hudeybiyeyi incelerken Allah Resülü‘nün üstün idareciliği faslında müşkilleri nasıl çözdüğünü bir ölçüde tahlil etmiştik Hudeybiyede bir harp olması muhakkaktı Ancak Allah Resülü kuvvet dengesi olmadığı bir yerde ki karşı tarafta on bin müsellah (silahlı) insan başında Halidler İkrimeler ve daha gözü dönmüş bir sürü insan beri tarafta da sahabenin rivayet ettiğine göre bin altı yüz silahsız insan sırtlarında ihram umre düşüncesiyle oraya kadar gelmişlerAllah Resülü bir tek insanın burnunu kanatmadan hezimet muhakkak olan böyle bir karşılaşmayı Cenabı Hakkın inayet ve keremiyle zaferle ve muvaffakiyetle noktalamıştı Hudeybiye Hicreti Seniyyenin tam altıncı senesi Sıla hasreti sahabenin içini yakıyor Bilali Habeşi Mekkeli değildi Habeşistandan gelmişti ama Mekkeyle öylesine bütünleşmişti ki Medinei Münevvereye hicret edip biraz da hummayla hırpalanınca: Ah Mekke Acaba sana bir kere daha kavuşabilecek miyim Ah Nur dağı Seni bir daha seyredebilecek miyim diye yanıp inlemişti Hz Ebü Bekir gibi büyük bir irade bile sarsılmış kendisini Mekkeden atan ve uzaklaştıran insanlara beddua etmişti Aşağıyukarı daussıla herkesin içini yakıyordu Yerin göbeği Mekke onunla göbek bağı olanlar yerin göbeğine ne zaman seyahat yapacaklarının rüyasını görüyorlardı Altı sene geçmişti aradan Kabeyi tavaf edememişlerdi Oysaki Kabeyi en son onların babaları Hz İbrahim

(aleyhisselam) onarmış ve tamir etmişti Doğrusu insanlar için konulan ilk mabet elbette ki Mekkede bulunan o çok mübarek ve bütün alemlere hidayet rehberi olan evdir (Ali İmran süresi 3/96) ayeti kerimesiyle anlatılan Kabe Hz Ademin (aleyhisselam) eliyle yapılan yeryüzünde ilk binaydı İlk peygamberin yaptığı ve Halilurrahmanın onardığı bu binadan evet işte bu binadan Onun en şerefli evladı Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) sökülüp atılıyor ve altı sene gibi uzun bir süre içinde gelip orayı ziyaret edemiyordu İşte O da sıla hasreti ile yanıp kavruluyordu Önlerine düşüp ashabına İslama göre bir tavaf yaptırmak istiyordu O gün Kabe putlarla doluydu Kabenin etrafında da bir sürü put vardı O güne kadar Kabeyi tavaf edenler tavaf yerine maskaralık yapıyorlardı Onların yaptıklarına tavaf denmezdi Onların Kabe etrafındaki tavaflarına Kuranı Kerim büka ve tasdiye diyor Islık çalıyor ve ellerini çırpıyorlardı Bilhassa geceleri günahkar elbiselerle Kabe tavaf edilmez diye kadınlar bütün urbalarını atıyor ve Kabenin çevresinde öyle dolaşıyorlardı Kadınıylaerkeğiyle bir değişik dönemin değişik esaslarına bağlı olarak bir değişik tavaftı ki anlamak izah etmek çok zordu İşte Allah Resülü Kabe nasıl tavaf edilir umre nasıl yapılır bunu göstermek istiyordu ve birinci maksadı bu idi İkinci olarak da gösterecekti ki Kabe sadece Mekkelilerin veya Kureyşlilerin değil onlar kadar onda başkalarının da hakkı var Hele Kabeye şerefini şanını iade edecek Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Onun kudsi cemaatinin herkesten ziyade hakkı vardı Aslında Kabe çoktan minberinden ayrılmış bir mihrap gibiydi Allah Resülü Medinede kurduğu minberini mihrabın yanına çekmek istiyordu Kabe bizim ebedlere kadar mihrabımızdır ve başta da Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) mihrabıydı İçinde putlar olduğu için muvakkaten o Mescidi Aksa‘ya dönüp bir süre öyle namaz kılmıştı Kılmıştı ama gözleri daima semadaydı ve Kabeden yüzünü dahi çevirmeye tahammül edememişti Allah (celle celaluhu): Yüzünü semaya çevirip durduğunu görüyoruz Yakında seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz (Bakara süresi 2/144) diyor ve Onu teselli ediyordu Mescidi Aksa‘ya doğru namaz kıldığı süre Onun için hep hicran oldu O hatibin mihrabı Kabe; minberi de Medine idi Medine yalnızdı Mihrabın yanına götürülünce imamın imamlığı tamam olacaktı Esasen Onun imamlığı tamdı Ancak pratikte de böyle olması için; mutlaka Kabenin mü‘minlerin elinde olması lazımdı Bu kapıyı da ilk defa bir umre ile zorlayacaktı Onun için; Hele bir umre yapalım diyordu İslam esaslarına İslam düşüncesine İslam anlayışına ve İslam ruhuna göre bir umre Henüz hac farz kılınmamıştı Hac Onun hayatında ilk ve son bir kere oldu Evet Efendimiz farz olarak hayatında bir defa hac yaptı Ve ona Kuranı Kerim Haccı Ekber dedi Umreye de Haccı Asgar Avam halk arasında Haccı Ekber Arafatın cumaya rastlamasına denmektedir Ama aslında böyle bir anlayış daha çok halk kaynaklıdır Mübarektir güzeldir Arafatın cuma gününe rastlaması ama Haccı Ekber haccın hac mevsiminde yapılanına; Haccı asgar da (küçük hac) umreye denir Üçüncü olarak da bütün kabilelere kudsiler ordusunu götürüp gösterecekti Böyle bir birlik geçerken kimsenin burnu kanamayacak kimsenin bir gülüne dokunulmayacak kimsenin bağ ve bahçesine girilmeyecek ve çapulculuk yapılmayacaktı Evet bu ordunun böyle şeylerden uzak olduğu herkese gösterilecekti Halbuki o güne kadar çölden böyle bir güçle geçenler hep çapulculuk yapmışlardı Onlar ise sekine ve itminan ordusu olarak gelipgeçeceklerdi Bu hac hac içinde İslamı temsil ve bu temsilin bütün Araplara gösterilmesi evet bunun temin edilmesi çok mühimdi Bu aynı zamanda İslama ait bir mesaj manasını da taşıyordu Zira onları görenler şöyle diyeceklerdi: Biz yeryüzünde şimdiye kadar böyle insanlar görmedik olsa olsa bunlar melek olabilirler İşte Efendimiz bu mülahaza ile yollara dökülmüştü; başka düşüncesi de yoktu Onun için

sahabe sadece kılıçlarını almış bu yolculuğa öyle çıkmışlardı Hudeybiye mevkiine kadar da hiçbir engele raslamamışlardı Hudeybiyeye gelip ulaşınca Kureyş‘in hazırlıklarından haberdar olan bazı kimseler dediler ki: Kureyş bütün güç ve kuvvetiyle size karşı koyacak ve sizi engelleyecek Sükünet ve sekine insanı vuruşmak çatışmak istemiyordu Zaten vuruşmak ve çatışmak için de gelmemişti Karşılaştığı şeyden ötürü fevkalade mahzundu Zira ashabına verdiği söz vardı: Size umre yaptıracağım demişti Onlar da İslami ölçüler içinde yapılacak bu yeni ve orijinal umreyi hem de Allah Resülü‘yle beraber yapmanın müjdesiyle coşmuş ve buraya kadar o duygu ve düşüncelerle gelmişlerdi O güne kadar yaptıkları ne hac ne de tavaf İslam esaslarına göre vahiyden kaynaklanarak sistemleştirilmiş bir umre yapacaklardı hem de bunu Allah Resülü yaptırtacaktı Böylece hem onlar hem de herkes umrenin nasıl yapıldığını görüp öğrenecekti Allah Resülü Hudeybiyede mecburi duruş yaptı ve sahabeyi de durdurdu Ashabına ve kendisine inananlara; kendi cesaretine kendi müthiş imanına rağmen bunu yapıyordu Biliyordu ki Rabbine sığınarak bir kavgaya girse yine onları mağlup edecektir Ancak O bunu yapmayıp bekleyecekti Engelleme belirgin hale gelince ashabıyla biat yenilemesi yaptı İslam uğrunda ölmeye kadar her şeylerini feda etmek üzere biat aldı Ve işte bu biata yüce dergahtan hoşnutluk sesi: * Allah inananlardan ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken and olsun ki hoşnut olmuştur Gönüllerinde olanı da bilmiş onlara güvenlik vermiş onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir Allah güçlü olandır Hakim olandır (Fetih süresi 48/1819) Andolsun ki Allah (celle celaluhu) mü‘minlerden razı oldu Ki onlar ağaç altında Peygambere biat ettiler Biatlar üstü bir biatOnların kalblerinden geçenleri Allah (celle celaluhu) çok iyi biliyordu ve kalblerinden şu geçiyordu: Allah Resülü Öl derse öleceğiz Kal derse kalacağız bize Yürüyün Kabeyi tavaf edin derse tavaf edeceğiz Silahınız yok ama şu çelik orduya kendinizi çarpın derse çarpacağız Duygu yumakları bu olabilir ve daha fazlasını söylemek de bizi aşar Bu arada Allah (celle celaluhu) onlara sekine inzal buyurdu ve onların bu civanmertliğine mukabil çok yakın bir gelecekte O da onlara apaçık bir fetih ihsan vaadetti Evet Cenabı Hak onlara Kuranda bunu vaadediyordu Hudeybiyede Allah Resülü‘nün düşündüklerinden sadece bir tanesi olmamıştı O da bir sene sonra olacaktı ve oldu: Geldiler İslami ölçülere göre Kabeyi tavaf edip Hacerü‘lEsvede yüz sürdüler Bunun dışında düşünülenlerin hemen hepsi olmuştu Gösterdiler ve çöl gördü ki çölün çapulcularından başka ona emniyet getirecek orada emniyet ve güveni temsil edecek bir kudsiler ordusu var ki geçtiği her yere emniyet tohumları ekmektedir ve 23 sene sonra da bunlar duygularda yeşerip çimlenecek Evet işte bu görünümü sergileye sergileye ta Medineden Mekkeye kadar gelmişler; köye kasabaya çadıra hasılı badiyede her yere uğramışlar çeşitli kimselerle görüşmüş ve çeşitli kimselerle karşılaşmışlardı Bu uğrayıpgörüp geçtiği yerlerdeki insanların hemen hepsi 23 sene sonra gelip Ona iltihak edecek ve Kabenin fethi için Onunla beraber yerin göbeğine doğru sefer yapacaklardı Keza Kureyş‘le beraber bütün müşrikler de anlamışlardı ki Kabe sadece Kureyş‘in değil Onda bütün insanların hakkı vardır Hususiyle de insanlığın iftihar tablosu Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Onun cemaatinin Aslında Kureyş böyle bir hakkı Hudeybiyedeki muahedede kabullenmiş ve Allah Resülü‘nün imza attığı kağıda onlar da imza atmışlardı Siz de Kabeyi ziyaret edebilirsiniz Bu

sene bize ait gelecek sene size ait Bundan sonraki yıllarda her sene gelir Kabeyi tavaf edersiniz demişlerdi Bu aynı zamanda Müslümanların mevcudiyetini kabul etmek demekti Oysaki o güne kadar yapılan propaganda Mekke ve Kabenin sadece müşriklere ve bilhassa Kureyş‘e ait olduğu şeklindeydi ve bir ölçüde başkaları da bunu kabullenmiş bulunuyordu Herkes orada müşriklerin göstereceği töre ve sisteme uyardı Kimse hususi bir merasim icat edemezdi Oysaki Hudeybiyede kabullenilen muahede şartlarına göre Mekkeye gelecek ve kendi töreleriyle Kabeyi tavaf edeceklerdi Allah Resülü on binlik bir ordunun karşısında silah olarak sadece kılıcı bulunan 1600 kişi ile böyle bir zafer elde ediyordu kendini herkese kabul ettirme ve kalblerin kapılarını aralama zaferi Mesela Urve İbn Mesud Süheyl İbn Amr murahhas olarak oraya kadar gelmiş Allah Resülü ile görüşmüşler ashabın Ona bağlılıklarına şahit olmuş ve Allah Resülü‘nün davranışlarından Ondaki Allaha (celle celaluhu) imanın Ondaki mehafetullahın ve Onun üzerindeki peygamberane hallerin çok tesirinde kalmışlardı Derken içlerindeki buzlar erimiş bakış zaviyeleri başkalaşmıştı Ve bu insanlar çok yakın bir gelecekte inanıp İslamiyete girmeye namzet idiler Hatta daha o zaman bile Mekkeye döndüklerinde oradaki sertlikleri kırmış ve Müslümanların lehine havayı yumuşatmışlardı Bu arada Müslümanlıktaki yumuşatıcılık ve müşriklerdeki sertlik yer değiştirmelere bile sebep olabiliyordu ve bunun canlı misalleri de vardı Evet mütereddit ve mütehayyirler bir bir Allah Resülü‘nün safına geçiyorlardı Belki zahiren Hudeybiye bir geriye dönüştü ama pek çok ganimeti olan bir gerilim dönüşüydü Ayrıca bunun ötesinde Kureyş‘ten de emin olunacaktı Artık arkadan saldırmayacaklardı Tabii bu arada bir de pakt teşekkül etmişti: Beni Bekirle Kureyş Beni Huzaa ile de Müslümanlar ayrı ayrı birer pakt kurmuşlardı Ve bunlar birbirlerine saldırmayacaktı Bundan dolayı Allah Resülü çok seviniyordu Zira tam 10 sene çölde birçok kabileye İslamın sesini soluğunu duyurabilecekti 1 Çıban Başı Hayber Hudeybiye dönüşünde Allah Resülü bir çıban başı olan Hayberin üzerine yürüdü Yahudiler burada daima fitne kaynatıyorlardı Bazen Katafanla kafa kafaya veriyor bazen Beni Nadirle anlaşıyor bazen de Kureyş‘e çanak tutuyor; ama mutlaka ve her zaman Müslümanların aleyhine oyunlar planlıyorlardı Zaten Kureyş‘i tahrik eden ve onlara cesaret veren de bunlardı Bedirde Uhudda ve Hendekte hep onların kışkırtması vardı Artık onları tedip etme vakti de gelmişti Allah Resülü yine bir yıldırım harekatı düzenledi Hudeybiyeye gelenler umre yapamamışlardı ama cihad yapıp umrenin boşluğunu doldurabileceklerdi Efendimiz sahabeden bir kısmını Katafan üzerine gönderdi Çünkü Katafan Hayberin dostuydu Bu durumda Katafan esas hedefin kendileri olduğunu zannederek kendi başlarının derdine düştüler ve böylece Hayberle olan irtibatlarında bir kopukluk oldu Oysaki Allah Resülü‘nün hedefi Hayberdi Onlar Ha geldilerha gelecekler diye korkulu rüyalar göredursunlar Allah Resülü yine bir gece yürüyüşü ile kimseye hissettirmeden Haybere ulaştı Hayberliler için bugünün diğer günlerden hiçbir farkı yoktu herkes mutat işine gitmek üzere ellerinde ziraat aletleriyle bağ bahçe ve tarlalarına gideceklerdi Ancak kaleden adımlarını dışarıya atar atmaz donakaldılar Karşılarında müsellah bir ordu ve başlarında da Allah Resülü Yeniden gerisin geriye kaçmaya başladılar O esnada Müslümanlar da en gür sada ile Allahu Ekber Hayber harab oldu diye haykırıyorlardı Artık Hayberin işi bitikti yollar teslim olmaya doğru kayıyordu Ne var ki Haybere yine de bir Haydarı Kerrar lazımdı lazımdı ki Hayber kalesinin kapısını alsın ve bir kalkan gibi kullansın kullansın ve İslam ordusunu şahlandırsın Öyle de oldu; Hayber Hz Alinin (radıyallahu anh) eliyle fethedildi O gün sancak ona verilmiş ve Allah Resülü onun hem sevilen hem de seven olduğunu müjdelemişti ki; bu Allah ve

Resülü tarafından sevilen Allah ve Resülü‘nü seven ondan başkası değildi Ve Hayber en kısa zamanda en az zayiatla İslamın yedi beyzasına teslim oluyordu Hayberde esir alınanlar arasında Hz Safiyye Validemiz (radıyallahu anha) de vardı Allah Resülü‘nün nikahı altına girme bahtiyarlığına eren bu büyük kadının ayrı bir megazi buudu vardır Bu büyük kadınla Allah Resülü bir de Hayberi içinden fetheder Çünkü Safiyye Validemiz bundan böyle bütün nüfuzunu Hayberde İslam adına kullanacaktır 2 Mute Destanı Efendimizin yokluğuna terettüp eden boşluklarla beraber kendi içinde dolu dolu bir destan Evet kendisi iştirak edememekle beraber İslamın afakı aleme yayılmasına sebep olan Mute destanını zikretmeden geçemeyeceğiz O Mute ki orada Allah Resülü‘nün en çok sevdiği insanlar şehit düşmüş ve orada gömülmüşlerdi Zeyd b Harise (radıyallahu anh) ardından Cafer b Ebü Talib ve onun da ardından Abdullah b Revaha (radıyallahu anh) Cennete Muteden uçmuşlardı ve Mute aynı zamanda bir askeri dehanın günyüzüne çıkmasının da destanıdır Allahın (celle celaluhu) kılıcı Halid ilk defa İslam saflarında kendini Mutede ispatlamıştır Sulh esnasında Allah Resülü dünya hükümdarlarını İslama davet etmiş bunlardan bazılarından müspet cevap alırken; bazıları da red cevabı vermiş hem de bütün bütün edep sınırlarını çiğneyerek ve kendi karakterlerini sergileyerek küstahça davranmış ve küstahça cevaplar vermişlerdi Busra Emiri Şurahbil de bu son gruba dahildi Şurahbil b Amr esasen Arap olmasına rağmen Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bu yeni dinine olan taassubunu da gelen elçi Haris b Umeyri öldürtmekle göstermişti Allah Resülü‘nün gönderdiği elçinin öldürülmesi affedilecek gibi değildi Ayrıca diğer hükümdarlara fikir vermesi açısından da tahribi oldukça büyük sayılırdı Efendimiz derhal 3000 kişilik bir ordu hazırladı ve başlarına da azatlı kölesi manevi evladı ki İslam sonradan böyle evlat edinmeyi kaldırmıştırZeyd b Hariseyi (radıyallahu anh) geçirdi Ardından da: Zeyde bir şey olursa kumandayı Cafer ona da bir şey olursa Abdullah b Revaha alsın ferman etti ve: Eğer ona da bir şey olursa kumandayı Allah kılıçlarından bir kılıç alsın buyurdu İsim zikredilmemişti ama hadiseler onun Halid olduğunu ortaya çıkaracaktı İslam ordusu Muteye vardığında 200000 kişilik beklenmedik bir orduyla karşılaştı İki sayı arasında ürperten bir farklılık vardı: İkiyüzbine karşı üçbin insan Buna rağmen Zafer elde edemesek de şehitlik elde ederiz deyip savaşmaya karar verdiler ve ilk üç kumandan birbiri ardınca şehit oldu Derken o ana kadar değişik yiğitlerin göğsünde taşınan sancak sonunda gelip Halide ulaştı O gün Halidin elinde tam 9 kılıç kırılmıştı Halid (radıyallahu anh) bir taraftan savaşırken diğer yandan da bir kısım ustaca manevralarla zayiat vermeden orduyu Medineye götürebilmenin yollarını araştırıyordu ki harp tekniği açısından bu büyük bir başarıydı Gerçi geriye çekilmeye kapalı sahabi ruhu bundan çok rahatsız olacaktı ama Kuranın ölçüleri içinde bunun böyle olmasında zaruret vardı Buhari ve Ahmed b Hanbel baştan sona vakayı şöyle naklederler: Allah Resülü ashabı arasında oturuyor ve Mutede cereyan eden hadiseyi aynen anlatıyordu: İşte bayrağı Zeyd İbn Harise (radıyallahu anh) aldı atını sürdü adeta budadılar ve düştü şehit oldu işte şimdi sancağı Cafer İbn Ebi Talib (radıyallahu anh) aldı işte onu da şehit ettiler işte Abdullah İbn Revaha (radıyallahu anh) aldı ve o da Cennete uçtu Ve şimdi de Allah (celle celaluhu) kılıçlarından bir kılıç aldı idbar ikbale dönüyor Ve bir başka kaynağa göre biraz sonra da şöyle buyuracaklardır: Ben üç şehidi Cennette yürürken gördüm İkisinin boynunda bukağı vardı Başlarını sağa sola döndürmelerine mani oluyordu Caferin (radıyallahu anh) boynunda bir şey yoktu ve o dümdüzdü Çünkü o düşmana karşı saldırırken gözünü kırpmadan başını sağa sola çevirmeden dümdüz gitmişti Sahabe dahi olsa bazılarında ölüm endişesi olabilir ve onlarınki hiçbir zaman mahzur

buudlarına ulaşmaz Tabii Allah Resülü‘nün gördüğü berzah alemine ve misal alemine ait tablolardı Beni Asfarın gözü korkmuştu Evet üç bin kişilik bir ordu Halid (radıyallahu anh) usta manevralarıyla kimsenin burnunu kanatmadan Medineye kadar gelebilmişti İbn Hişamın rivayetine göre bu muharebede verilen şehit sayısı 12dir Mutenin neticesinde etrafa İslamın varlığı kabul ettirilmiş ve artık Beni Asfarda İslamın adından bahseder olmuştu Onlar arasında da Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) yadı cemili dillerdeydi İnansınlar inanmasınlar herkes Muhammed Allahın resülüdür tabirini kullanıyorlardı Bu umumi manadaki hazırlıklar yapıldıktan sonra rüyanın gerçekleşme zamanı gelmişti * And olsun ki Allah Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder Ey inananlar Sizi Allah dilerse güven içinde başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescidi Harama gireceksiniz Allah sizin bilmediğinizi bilir Size bundan başka yakın zamanda bir zafer verecektir Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamberini doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönderen Odur Şahit olarak da Allah yeter (Fetih süresi 48/2728) 3 Mekkenin Fethine Doğru Allah Resülü‘nün gördüğü rüyalar sadık rüyalardır Nübüvvetin ilk altı ayında gördüğü rüyaların sabah aydınlığı kadar açık olduğunu ve gece ne görürse gündüz onun aynen çıktığını Aişe Validemiz nakleder İşte Efendimizin gördüğü rüya O Mescidi Harama Kuranın tasvir ettiği şekilde girecekti Cenabı Hak Habibine gösterdiği bu rüyayı yukarıda zikrettiğimiz ayetiyle artık gerçekleşmiş gösteriyordu Efendimizin rüyaları vahiyle içlidışlı olmakla beraber buradaki rüya rü‘yet kökünden görme manasına da gelebilir Yani nasıl Cenabı Hak bazen Ona Cenneti Cehennemi Arşı Levhi göstermiştir; ve nasıl bazen kıyamete kadar olacak hadiseleri gözünün önüne sermiştir; aynen öyle de bir gün Mescidi Harama emniyet ve güven içinde gidilip hac ve umre yapılacağını da göstermiştir Bu görme rüyada da olabilir açıktan açığa da; bu da bir tevcih ister kelimenin zahirine göre rüyayı kendi manasında isterse rü‘yet manasında kabul edelim netice değişmeyecektir Mühim olan Allah Resülü‘ne gösterilen o tablonun aynen cereyan etmiş olmasıdır O tabloda Mekkenin fethi vardır; ve daha şimdiden hadiseler Müslümanları böyle bir zemine doğru çekmektedir Hudeybiye anlaşmasından sonra Kureyş‘e bağlı kabilelerle Müslümanlara taraftar kabileler arasında bir pakt kurulduğunu yukarıda söylemiştik Kureyş‘e bağlı Beni Bekr kabilesi Müslümanlara bağlı Beni Huzaaya saldırıp katliamda bulununca Hudeybiye anlaşması ihlal edilmiş ve anlaşma maddeleri hükümsüz hale gelmiş oluyordu Durumun vehametini anlayan Ebü Süfyan derhal Medineye geldi Anlaşma maddelerinin aynen geçerliliğini temine çalıştı; fakat onun teklifleri kabul görmedi Artık ok yaydan çıkmıştı ve Allah Resülü bir harp hazırlığı içindeydi Her zaman yaptığı gibi niyet ve gayesini fevkalade gizli tutuyordu Bu defa sırrını vezirleri ve hayat arkadaşlarından da gizli tutmuştur Öyle ki Hz Ebü Bekir bir gün kızı Aişenin (radıyallahu anha) evine gidip de onu yol hazırlığı yaparken bulunca Resülullahın nereye gitmeyi düşündüğünü sormuş ve Hz Aişe Validemizden (radıyallahu anha): Vallahi babacığım ben de bilmiyorum cevabını almıştı Evet hareket bu denli mahrem tutuluyordu Hz Ebü Bekir ki Onun en yakını ve en çok sevdiği insandı Hicrette dahi yol arkadaşı olarak onu seçmişti Buna rağmen yapılmakta olan sefer hazırlığının hedefi ondan dahi gizli tutulmuştu Bu da Allah Resülü‘nün nasıl ulaşılmaz bir erkanı

harp olduğunun bir başka buudu Allah Resülü‘nden bu dersi alan Fatih bir gün şöyle diyecektir: Sırrımı sakalım bilse onu dahi keser atarım İşte Allah Resülü‘nün sır varislerinden bir kutlu serdar Allah Resülü sır adına askeri harekatında hep tevriye yapmıştır Esas hedefi daima saklamış ve başka şekilde anlaşılmasını sağlayacak karineleri nazara vermiştir Zannediyorum modern erkanı harpler de farklı düşünmüyorlar Şayet bir yerden çıkartma yapacaklarsa çıkartmanın meydana getireceği gürültünün on katını bir başka yerlerde çıkarırlar Daima alternatifli hareket ederler ve gerçek hedefi hep saklarlar Nerden çıkartma yapacaklar A bayırından mı B bayırından mı C bayırından mı bilinmez Fakat bunlar 14 asır sonra gelişen harp tekniğiyle alakalı şeyler Bunların gerçek kaşifi Hz Muhammed Mustafadır (sallallahu aleyhi ve sellem) Mektep görmemiş medrese görmemiş öğrendiklerini bütünüyle Cenabı Haktan öğrenmiş bir ümmi fakat alemü‘lulemadır Ve Onun için bize bir daha Muhammedün Resülullah dedirtmektedir Evet yine hedefini saklıyor yine çölde kuş uçurtmuyordu ve kurduğu haber ağıyla kim ne götürüyor kim ne getiriyor hepsini bir bir tespit ediyordu Bunlar ister vahiy yoluyla ister o büyük firasetin fetanetin firaset ve fetanetiyle olsun; fark etmez; O çölü avucunun içi gibi takip edebiliyordu İşte bir misal: Bedirde bulunmuş bir sahabi yanlış bir içtihadla harekatın son anlarında Mekkeye doğru gidildiğini anlayınca bu durumu haber veren bir mektup yazıp gönderiyor Bu mektubu su taşıyan saka bir kadın götürmektedir Allah Resülü hemen Hz Ali ile Zübeyr b Avvamı çağırarak durumu onlara bildiriyor ve onlar da yıldırım hızıyla gidip kadından bu mektubu alıp getiriyorlar Bu gizlilik ta Mekkeye bir konak mesafe kalıncaya kadar devam ediyor ve kimsenin ordunun gelişinden haberi olmuyor Hz Abbas Ebü Süfyanı Efendimize getirdiğinde artık Mekkeli için yapacak bir şey kalmamıştı En hızlı at ve develerle kaçmak isteseler dahi kurtulamayacaklardı gayri Mekke o kadar kıskıvraktı Ancak Allah Resülü yine de çok hassas davranıyordu Hassasiyeti her iki cephe için de geçerliydi Ne kendi askerlerinden ne de Mekkelilerden zaiyat verilmesini istemiyordu Onun bu hassasiyeti sayesindedir ki koskoca Mekke fethinde Müslümanlardan şehit olanların sayısı sadece 3 kişiydi Halbuki hala Allah Resülü‘yle harp etme düşüncesinde olan bir sürü gözü dönmüş Mekkeli vardı ve bunlar Her çibad abad diyecek türden insanlardı Efendimiz tam 10 bin askerle gelmişti evet iki sene evvel 1600 kişiyle gelip geriye döndüğü Mekkeye şimdi 10000 insanla girecekti Ancak O bu gücü onların içlerindeki gerçek kuvvet ölçüsünde değerlendirmiş ve Mekkelilerin görebildiği bir yerde kişi başına bir ateş yakılmasını emretmişti Mekkelilerin bildiği her çadır için bir ateş yakılmasıydı Dolayısıyla onlar 10000 ateşi görünce en az 30000 insan tarafından muhasara edildiklerini sandılar ve bu durum onları bütünüyle felç etti Öyle ki artık teslim olmaktan başka çareleri yoktu Zaten Ebü Süfyan da Mekkeye döndüğünde sadece bunu tavsiye ediyordu Çünkü gökteki yıldızları seyreder gibi yanan bu ateşleri seyretmiş ve bütün bütün mukavemetini yitirmişti Zira artık o da bu gece cahiliyenin son gecesidir ve fetihle Müslümanların arasında sadece bir gece kalmıştır Allah Resülü‘nün alternatifli stratejisi devam ediyordu Mekkeye girerken orduyu altıya taksim etti ve Mekkeye altı koldan girildi Sadece başlarında Halid b Velidin (radıyallahu anh) olduğu kol İkrime ve yanındakilerle çatışma zorunda kalmıştı Diğer birlikler hiçbir engelle karşılaşmadan Mekkeye girmişlerdi O gün için Mekkede mesele çıkarabilecek tek insan Ebü Süfyandı Halbuki Allah Resülü

bir cümleyle onu da yumuşatmıştı: Ebü Süfyanın evine sığınanlar korunmuştur Evet Ebü Süfyana verilen bu kadarcık bir paye dahi onun elini kolunu bağlamaya yetmişti Hatta ondan sonra Ebü Süfyan teslim olmayı teşvik eden en hararetli insan haline gelmişti Elbette ki bütün Mekkeliler Ebü Süfyanın evine sığacak değillerdi Allahın (celle celaluhu) evi Ebü Süfyanın evinden korunmaya daha layıktı Ve Allah Resülü şöyle buyurdu: Kabeye sığınanlar da korunmuştur Ve bir süpriz karar tarihte ilk defa dışarı çıkma yasağı konuluyordu Bu can güvenliği için gerekli olduğu kadar ordunun rahat hareket edebilmesi için de gerekliydi Bu mülahaza ile Allah Resülü: Kendi evine girip saklananlar korunmuştur diyordu Böylece Mekkelilerden gelmesi muhtemel bütün direnişler önlenmiş oluyordu Efendimizin iştirak ettiği diğer gazvelerden sarfı nazar sadece şu Mekke fethi ve burada tatbik ettiği askeri ve siyasi strateji dahi zannediyorum Onun ne büyük bir askeri deha olduğunu göstermeye kafidir Evet Mekkenin fethi tek başına bütün insaf ehline dedirtecek büyük bir hadisedir Sanki O Mekkeyi birkaç kere fethetmiş gibi planın her safhasında gayet rahat hareket etmiştir Kafasında planladığı hususlar noktası virgülüne kadar aynen çıkmış O da ne yapılması gerekiyorsa onu yapmıştır Tabii fethin ardından ilan ettiği umumi af ve gösterdiği engin mürüvvet Mekke insanını derhal Ona teslim olmaya ve İslama girmeye çekmiştir Bu ne şirin bir zorlamadır ki bir gün içinde bütün Mekkeliler Müslüman olmuştur Şimdi sıra bu yeni potansiyeli aksiyona çevirmeye gelmiştir Aman Allahım Bu ne müthiş bir inkılaptır ki dün Ona düşmanlıkta canlarını verenler bugün Onun düşmanları karşısında canlarını vermeye hazırlanmaktadırlar Evet Allah Resülü‘nün bakışları kime isabet ettiyse o kömür iken birden elmas haline geliverdi Başka teşbih ve benzetmelere ne gerek var O kendi ashabını gökteki yıldızlara benzetmemiş miydi Evet Allah Resülü dün çukurlarda yuvarlanan ruhları çamurlaşmış bu insanları bir gün gibi kısa bir zaman içinde semaya perçinlemiş ve ışık saçan birer yıldız haline getirmişti Getirmekle kalmamış onlara ebedlere kadar misal olma ruhunu da üflemişti 4 Ve Huneyn Badiresi Mekkenin fethiyle ortada duran ve hangi taraf galebe çalarsa o tarafa meyletmeye kararlı bulunan kabileler teker teker İslama dehalet etmeye başladılar Bu gelişme Sakif ve Havazin kabileleri arasında hazımsızlığa sebebiyet vermişti Daha fazla gelişmeye fırsat vermemek için hemen harekete geçtiler ve çölde buldukları çapulcularla beraber 2030 bin kişilik bir ordu kurdular Allah Resülü istihbarat için Abdullah b Ebi Hadredi (radıyallahu anh) bu kabilelerin arasına göndermişti Abdullah elde ettiği bütün malumatla Allah Resülü‘ne geldi ve durumu rapor etti Sakif ve Havazin kabileleri büyük bir ordu ile Huneynde mevzilenmişlerdi Bu her iki kabile de cesaret ve atıcılıkları ile meşhurdu Ok atmada hepsi de usta sayılırlardı Bunlara karşı ekseriyeti yeni Müslüman ve genç bir orduyla mukabele etmek icap ediyordu Öyle de oldu Allah Resülü derhal Huneyne doğru yürüyüş emri verdi Yoksa her şey Müslümanların aleyhine dönebilirdi Zira bu kabileler şayet Mekkeye kadar gelme fırsatı bulurlarsa Mekkede bozgunculuk için fırsat bekleyenlere bekledikleri fırsat verilmiş olacaktı Aynı zamanda çokları itibarıyla onurları rencide olmuş Mekkenin yeni Müslümanları düşmana karşı kavga verirlerse bu hem onların uzak ihtimal de olsa sarsıntı geçirmelerini önleyecek hem de kalblerinde İslamın oturaklaşmasını hızlandıracak ve onları iyiden iyiye İslama perçinleyecekti Huneyne 12000 askerle gidildi Bunlardan 2000 kadarı yürekten Müslüman değildi Diğerlerinin ise çoğu genç ve tecrübesizdi Bu gençlerin başında da Halid b Velid (radıyallahu anh) vardı Düşman U şeklinde mevzilenmişti İslam ordusunun öncü kuvvetleri ya farkında

olmadan ya da bilerek bu Unun içine girdiler Ansızın gelen ok yağmuru sebebiyle de geri çekilmek zorunda kaldılar Zira çoğunlukla zırhları yoktu oklar da çok şiddetli ve isabetli geliyordu Eğer Unun içine bilerek girildi ise geri çekiliş bir harp oyunuydu Nitekim okçular Müslümanların kaçtığını görünce sevinç çığlıkları atarak yerlerinden çıkmış ve kaçanları takibe koyulmuşlardı Tabii farkına varmadan bir kıskaç içine girmiş oldular Ve taarruz eden bu güçler ricate mecbur kaldılar Derken birkaç saat içinde ölenler ölmüş kaçanlar da Taife sığınmak zorunda kalmışlardı Huneynin başında da aynen Uhudun ortasında olduğu gibi zahiren bir hezimet yaşanmıştı Ancak Allah Resülü bu en zor durumda dahi fıtri cesareti ve müthiş fetanetiyle hadiselerin akışını değiştirmiş ve Cenabı Hakkın lütfuyla mutlak bir mağlubiyeti parlak bir zafere çevirmesini bilmişti Peygamberimiz tam İslam ordusundaki panik esnasında ileriye atıldı Öyle ki Hz Abbas (radıyallahu anh) Allah Resülü‘nün bindiği hayvanın gemini zor zabtediyor ve Onun düşman safları arasına girmesine mani olmaya çalışıyordu O ise en gür sesiyle: Ben nebiyim bunda yalan yok Ve ben Abdülmuttalibin torunuyum diyordu Bunun üzerine Efendimizin emrine binaen Hz Abbas (radıyallahu anh) Huneynde sesini yükseltebildiği kadar yükseltip o gür sesiyle Ey Semure ağacının altında biat etmiş sahabiler Neredesiniz diyerek nida etti Daha sonra Hz Peygamberin sesini ve çağrısını duyan bütün Müslümanlar Allah Resülü‘nün etrafında toplandılar mağlubiyet aşıldı ve zafere ulaşıldı Burada bir noktaya işaret etmeden geçemeyeceğim: Allah Resülü 18 gazaya iştirak etmiş ve hepsinde de büyük zaferler kazanmıştı Ancak benim kanaatim odur ki Uhud ve Huneyn Onun askeri dehasını gösterme açısından diğerlerinden daha parlak daha muhteşem zaferlerdi Çünkü diğerlerinde Onun hafızasında planladığı şeyler aynen tahakkuk etmiş olduğundan Allah Resülü hiç zorlanmamış neticeye gayet rahat ulaşmıştı Halbuki bu iki muharebede beklenmedik hadiseler zuhur etmiş Onun ilk planları çarpıtılmış düşmana fırsat verilmiş ama buna rağmen netice yine zaferle noktalanmıştır Beklenmedik hadiselerde Onun hiçbir dahli yoktur Öyleyse mutlak bir hezimetten kurtulup parlak bir zafer elde ettiği Uhud ve Huneyn O Kumandanı Zişanın askeri dehasının en parlak bir buududur

5 Tebuk Allah Resülü‘nün gerçekleştirdiği yıldırım harekatından birisi de Tebuk Seferidir Bir aralık Bizans İmparatorluğunun büyük bir ordu hazırlayıp Medineye gelmekte olduğu şayiası yayıldı Bu durum Müslümanları tedirgin ederken etraf kabilelerden düşman olanları da ümitlendiriyordu Zaten Gassanilerin çevirmek istedikleri entrikalar da herkesçe bilinmekteydi Her seferini gizlilik içinde gerçekleştiren Allah Resülü bu seferini açıktan ilan etti ve etraf kabilelere adam göndererek onlardan asker ve malzeme yardımında bulunmalarını istedi O sene civarda ve Medinede çok zor günler yaşanıyordu Hava alabildiğine sıcak ve kuraklık ortalığı kavuruyordu Bir de meyvelerin hasat vakti girmişti Ama Allah Resülü seferberlik ilan etmiş ve yol hazırlıklarına başlamıştı bile Herkes bu sefere iştirak etmek için adeta birbiriyle yarışıyordu Sefere iştirak heyecanıyla Allah Resülü‘ne gelip de binek bulunamadığı için kabul edilemeyen nice Müslüman vardı ki Onun yanından çocuk gibi ağlayarak ayrılıyorlardı Kuran onların bu halini bir ibret levhası olarak abideleştirmiştir Bu arada münafıklar da boş durmuyordu Müslümanları seferden alıkoymak için ellerinden gelen her türlü hile ve oyuna başvuruyorlardı Nihayet Allah Resülü 30000 kişilik bir

orduyla Tebuke doğru hareket etti 20 gün kadar Tebukte kaldı Bizans kendisinde cesaret göremediği için bu orduya karşı mukabelede bulunamadı Dolayısıyla da Tebukte harp yapılmadı; ama duyup işitenler üzerinde müthiş tesiri oldu Zira düşmana öyle bir gözdağı verildi ki ancak büyük bir meydan muharebesinde aldığı hezimetle düşman bu kadar sinebilirdi Etrafta bulunan nice Hıristiyan kabileler Allah Resülü‘ne cizye vermeyi kabul ederek inkıyatlarını bildirdiler Niceleri de din olarak İslamı seçtiler Bu yönüyle de Tebukü İki Cihan Serverinin zaferlerinden biri olarak görmek mümkündür Maneviyatıyla Tabiin Umumiyetle tabiinin en büyüğü olarak konuşulan Yemenin sultanı Üveysü‘lKarni‘den sahabei kiram dua talebinde bulunurdu Hz Ömerin de içinde bulunduğu bir mecliste Efendimiz: Üveysü‘lKarni‘yi görürseniz kendisinden dua talep edin buyurmuştu Bu Hz Ömerin içine öylesine işlemişti ki her Yemenden gelene: İçinizde Üveys var mı diye soruyor ve hep Üveysi arıyordu Koca Halife onu bulduğunda da vakit fevt etmeden: Ömere dua et istirhamında bulunmuştu Peygamberlerden sonra ikinci dereceyi tutan hele hususi bazı faziletlerde kabına erişilmeyen bir insan Üveysten dua talep ediyordu Yemene gidenlere hacca gidenlere: Üveysi bulursanız kendisinden dua isteyin diyordu Hz Ömer (radıyallahu anh) Bilinmek tanınmak öylesine ağır gelmişti ki Üveyse hemen izini kaybettirmiş Ölüm ansızın gelir kabirse amel sandığıdır fehvasınca ancak kabirde açılacak kapalı bir sandık olarak kalmak ve Ömere faşettiği Allahla kendi arasındaki sırrını bir ikinci kişiye faşetmemek için gözden kaybolmuştu Yalandan olabildiğince uzak olabildiğince samimi olabildiğince içten ve olabildiğince sağlam bu emin insanlar naklettiler bize sünneti Üveys gibi Mesruk gibi İbn Sirin gibi Muhammed b Münkedir gibi insanlar Muhammed b Münkedir hemen her hadis imamının kendisine başvurduğu insan hem de evvah u münibdir; kendi çağında da kendinden sonraki çağlarda da adı ‘Bekka dır onun Allah mehafet ve mehabetinden öyle ağlardı ki kendisini çocukluğundan beri çok iyi tanıyan annesi: A be evladım Çocukluğunu bilmeseydim belki bir günahın vardır da ona ağlıyorsundur diyecektim Halbuki böyle bir şey yok; öyleyse niçin bu kadar ağlıyorsun derdi Ama Muhammed b Münkedir için ağlanacak çok şey vardı Allah mehafet ve mehabeti Allahın büyüklüğü karşısında kulun küçüklüğü bir gün yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz öldükten sonra haşrolacağımız gerçeği defterlerin uçuşacağı hakikati Cehennemin alevleri arasından Sırat köprüsünü geçme mecburiyeti evet bunlardı onu ağlatan İnsanlık onun iniltilerini sadece Davüdun (aleyhisselam) mızrabında duyabilmişti ve o adeta ikinci bir Davüddu Sekerat halinde feryat ediyordu Muhammed b Münkedir Soruldu: Bu feryadının sebebi nedir Kuranı Kerimdeki bir ayetin benim için söz konusu olması endişesi dedi ve ayeti okudu: Hiç hesaba katmamış oldukları şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılıverdi Evet o Ben Allahtan ummadığım şeylerin aleyhimde ortaya çıkmasından korkuyorum diyordu İbn Abbasın talebelerinden Said İbn Cübeyr Emevi zulmüne karşı Abdurrahmanı Kindi‘nin yanında mücadele etmiş ve Haccacın zalim pençesinde şehadete yürümüştü O batıl karşısında asla eğilmemiş ve Emevilerin hatalarını vali hükümdar demeden yüzlerine vurmuş ukba derinlikli Rabbani bir insandı Geceleri bir zahid bir ruhban gibi yaşar gündüzleri de fürsan gibi iş çevirirdi Kuranı Kerimi defalarca İbn Abbasla birlikte müzakere etmiş ve makasıdı ilahiyi İbn Abbastan evet bu Hıbrü‘lÜmme olan mürşidi ekmelden Resüli Ekremin (sallallahu aleyhi ve sellem) anladığı çizgide öğrenmiş ve anlamıştı Gece iniltilerinde o kadar içli o kadar yanıktı ki derdest edilip Haccaca getirilirken vahşi bir ormanın içinde yapılmış bir manastıra uğradılar Vakit gecedir kendisini getiren muhafızlar geceyi manastırda geçirmek isterler Said İbn Cübeyr (radıyallahu anh): Rabbimi anayım bu gece son gecem; ölüm hazırlığımı yapayım yarın şebi

arüsum diyerek dışarda kalmak ister Orman öylesine vahşi bir ormandır ki; muhafızlar nasıl olsa birazdan ormanın kurdu çakalı aslanı gelip kendisini parçalar düşüncesiyle talebini geri çevirmezler Bu vahşi ormanda gece Rabbisiyle baş başa kalan bu gündüzlerin farisi gecelerin rahibi Rabbani İmam öylesine derin bir huşü içinde ibadet etmekte ve inlemektedir ki manastırın pencerelerinden kendisini seyreden muhafızlar ormanın dört bir yanından üzerine üşüşen hayvanların yanına yaklaşınca tavırlarını değiştirip etrafında bir halka oluşturduklarını hayretle görürler Ama bu tablo muhafızların da Haccacın da taşlaşmış katı kalblerini yumuşatmaya yetmez Onu kurbanlık koyun gibi meydana getirir tahrik etmek için ellerinden gelen her şeyi yapar ve eziyette bulunurlar O yine her zaman dediği ve düşündüğünü söyler: Siz haksızsınız; bilhassa Ehli Beyte karşı haksızlık ediyorsunuz Size asla biat etmem Boynu vurulacağı anda bizim kurban keserken okuduğumuz ayeti okur: Yüzümü hanif olarak (hiç şirke bulaşmadan tertemiz ve sapasağlam bir vicdan ve fıtratla) gökleri ve yeri yaratan Allaha çevirdim ve ben müşriklerden değilim Yüzünü kıbleden başka bir yöne çevirirler; o zaman da: Nereye dönerseniz dönün Allah oradadır ayetini okur Kılıç darbesiyle gövdesinden ayrılan başı yere düşünce de: der İşte sünnet hadis bize gerektiğinde sünnetin bir tek meselesi uğrunda kurbanlık koyun gibi boyunlarını uzatan böyle fedailer kanalıyla gelmiştir Evet bu temiz kanallarla intikal etmiş ve içine de hiçbir şey karıştırılmamıştır Said İbn Cübeyr gibi Muhammed b Münkedir gibi Üveysü‘lKarni gibi Mesruk gibi daha yüzlercesi sayılabilir Fakat mevzumuz tek tek bu büyük zatların hayatlarını anlatmak olmadığından hadis sahasında en fazla iştihar etmiş ve sahasında gerçekten imam sayılan birkaç tabiin imamını hem de küçük küçük çerçeveler halinde tanıtmaya çalışarak bu bahsi de kapatmak istiyoruz: 1 Said İbnü‘lMüseyyeb Hadis tefsir ve fıkıh denince tabiin içinde akla gelen ilk isim Said İbnü‘lMüseyyebdir O Hz Ömerin hilafeti döneminde ve Hicretin 15inci yılında dünyaya teşrif eder Hz Ömeri Hz Osmanı Hz Aliyi ve onlardan geriye ne kadar sahabi varsa hepsini tanır Said İbnü‘lMüseyyeb bir düşünce tefekkür ve hafıza dehası ve duyduğu hiçbir şeyi unutmayan Rabbani imamlardandır Devamlı mütebessimdir ama hayatında birkaç defa ya gülmüş ya da gülmemiştir Allah mehabet ve mehafetiyle her an Allahın huzurunda gibi yaşamış; imanıyla istikametiyle ilmiyle; hususiyle de hadis ve sünnetteki ufkuyla kendini tanıttırmış kabul ettirmiş mümtaz bir simadır Basrada nasıl Hasan Basri ta sahabe döneminde medresesini kurmuştu Medinede Said İbnü‘lMüseyyeb aynı şekilde ortaya çıkmış ve daha onbeşyirmi yaşlarında iken fetva vermeye başlamıştır Sahabe onu hayran hayran seyreder ve alkışlardı Bir gün Abdullah İbn Ömer onun için hayranlıkla şunları söylemişti: Resülullah bu genci görseydi bu Onu memnun edecek ve çok sevindirecekti Sahabenin nazarında o kadar muteber ve o kadar mazharı takdir olmuştu Hayatında elli yıl bir vakit olsun cemaati kaçırmadı Bizzat kendisi: Tam elli sene imamla iftitah tekbiri aldım der İbadette de bu kadar hassastı; sünnete ittibada bu ölçüde titizdi denebilir Emsalleri gibi Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza sünnete cemaate verdiği ehemmiyeti aynen tevarüs etmiş ve tevarüs ettiği hiçbir şeyde de ömrünün sonuna kadar asla tekasül göstermemişti Bir defasında Medinede çok ciddi şekilde hastalandı Doktorlar: Akik vadisine git bir ay kal; o zaman hastalığın iyileşir tavsiyesinde bulundular O zaman bu yaşlı halimle sabah ve yatsı namazlarına nasıl gelebilirim cevabını verdi

Hastalıkla kıvranırken dahi sünnet adına bir meselenin bir hükmün ifasında bu kadar titiz ve bu kadar ciddi idi Belki Akikte de namazlarını cemaatle kılabilirdi ama o bunu Ravzai Tahireye oranın kutlu sakinlerine Cennetü‘lBaki‘de yatanlara vefasızlık ve cefa sayıyordu Emevilerden Velide biat etmediği için Medine valisi Hişam her gün sırtında bir sopa kırardı Mesruk gibi Tavus gibi tabiinin daha başka dev imamları: Ne olur dilinle biat ettiğini söyle de kurtul derlerdi o ise: Halk bize bakıyor biz ne yaparsak onu yapıyor; bu durumda onların hali ne olacak cevabını verir ve katiyen tavize yanaşmazdı Rivayet ettiği hadisleri daha iyi öğrenebilmek ve kendisine daha yakın olabilmek için Ebü Hüreyreye (radıyallahu anh) damat olmuştu İşte Ebü Hüreyrenin kerimesinden olma kızını halife Abdülmelik oğlu Velid için istiyordu Türkiyenin yaklaşık 2030 katı genişliğinde devrin en büyük ülkesinin en kudretli devletinin hükümdarı kızını yarın kendisi gibi hükümdar olacak oğluna istiyordu O bunu kabul etmedi hem de her türlü baskıya rağmen Tehditler canına tak edince de yanında kızı olduğu halde bir gece arkadaşlarından İbn Ebi Vedaanın kapısını çaldı ve: Şu kızı sana vermek için getirdim; al beni kurtar dedi Koca imam asırlar sonra gelecek Bahaüddin Şahı Nakşibend Hazretlerine öncülük etmişti adeta Şahı Nakşibend de rüşdüne erdiği gecenin sabahında kızını elinden tutarak tekyesine götürecek ve: Bu gece kızım rüşde erdi; bunun üzerinden bir gün geçmesi bile doğru değil Talebelerim içinde geceyi ihya eden yalnız seni gördüm Sana tezviç ediyorum bunu diyerek Alaüddin Attar Hazretlerine verecektir Said İbnü‘lMüseyyebden Ata İbn Ebi Rebah gibi Katade gibi Hz Alinin küçük torunlarından Muhammed Bakır gibi Yahya İbn SaidilEnsari ve Zühri gibi büyük imamlar hadis rivayet etmişlerdir İmam Şafii Hazretleri onun mürsellerini yani sahabiyi anmadan yaptığı rivayetleri hüccet kabul ederdi; yani o adeta sahabi yerine konurdu Bu kadar emin bu kadar güvenilir ve bu kadar sağlamdı Said İbnü‘lMüseyyeb İşte Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) davranışları mübarek sözleri ve takrirleri Said İbnü‘lMüseyyeb gibi tertemiz kanallardan geçerek bize ulaştı; sünnetin tek bir meselesi adına başlarını veren bu emin insanların omuzlarında günümüze kadar gelen sünnet inşaallah aynı şekilde kıyamete kadar da devam edecektir 2 Alkame İbn Kays enNehai Basrada Hasan Basri Mekkede Ata İbn Ebi Rebah Yemende Tavus b Keysan Medinede Said İbnü‘lMüseyyeb ve Küfede de ilk akla gelen isim Alkame İbn Kays enNehai Sahabeye hayrü‘lhalef olmuş tabiinin dev imamları bunlar Alkame Hz Alinin nur iklimine girebilmiş İbn Mesudla diz dize yaşamış ve başta Raşid Halifeler olmak üzere yüzlerce sahabiden hadis rivayet etmiş bir imamdır Muasırlarını aşan o mualla kameti nisbetinde aynı zamanda mütevazidir de Ebü Hanifeyi yetiştirecek o bereketli Küfe mektebini kuran Alkamedir Küfede yetişen bütün tabiin imamları ve başta da birçok sahabi görmüş Amr b Şurahbil kendisinden rivayette bulunurdu Arada bir yanındakilere de şöyle derdi: Haydi oturmasıkalkması duruşu ve davranışları ile insanların Abdullah İbn Mesuda en çok benzeyeninin yanına gidelim Evet hareket ve davranışlarıyla o günkü insanlar arasında Abdullah İbn Mesuda en çok benzeyeni Alkame idi İbn Mesud için de: Nebiye insanların en çok benzeyeni denirdi İbn Mesud yapı olarak ufacık tefecikti ama namaza duruşu namazda kıvrım kıvrım oluşu secdelerindeki huzüu ve derinliğiyle Allah Resülü‘nü (sallallahu aleyhi ve sellem) mikroplanda bitamamiha temsil ederdi Alkame de bitamamiha İbn Mesudu temsil etme gayreti içindeydi Bu öyle bir benzerlik ve temsildi ki; nasıl Allah Resülü: Kuranı İbn Ümmi Abdden yani İbn Mesuddandinleyin buyurmuştu; İbn Mesud da çok defa: Çağırın Alkameyi bana Kuran okusun derdi Alkame okur okur nihayet okumayı bitirince İbn Mesud yine: Oku; anam babam sana feda olsun diyerek devamını isterdi

Zühdü ve takvası dillere destan olan büyük İmam Ebü Hanife Alkameye o kadar hayrandı ki onun için:Alkame bazı noktalarda bazı sahabilerden daha ileride olabilir; yani fıkıh ve hadiste bazı sahabilerden daha derin daha çok vukuf sahibi olabilir derdi Bu Ebü Hanife gibi kabına erişilmeyecek dev imamların mukayesesidir; hem de bizim karışamayacağımız bir mukayese Bir gün birisi Alkamenin kapısının önünde dikilir ve ona ağzına gelen her şeyi söyler Dönem bir fitne karalama ve çamur atma dönemidir Koca İmam onca hakaret karşısında hiç tavrını bozmaz ve karşısındakinin hakaretleri bitince şu ayeti okur: Mü‘min erkek ve kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet verenler işlemedikleri bir günahtan dolayı onları karalayanlar çok ciddi bir bühtanda bulunmuş ve apaçık bir günaha girmiş olurlar Adam: Ne yani sen mü‘min misin der Koca imamın cevabı tam kendisine yakışır şekildedir: Umuyorum Alkame kendi dönemindeki her türlü batıla baş kaldırmış Emevilerin içindeki zalimleri dinlememiş ve hadisin haysiyetini koruma mücadelesi vermiş büyüklerdendir Kurucusu olduğu Küfe mektebinde Esved b Yezid enNehai‘yi İbrahim enNehai‘yi Ebü Hanifenin hocası Hammad İbn Ebi Süleymanı ve daha yüzlerce kişiyi yetiştirmiş kendisi yüzlerce sahabiden hadis aldığı gibi yüzlerce tabiin de kendisinden hadis almıştır Küfeyi Nehailer adına Sevri adına ve Ebü Hanife adına münbit bir zemin olarak hazırlayan Alkame olmuştur 3 Urve İbn Zübeyr b Avvam Allah Resülü‘nün kendisiyle övündüğü halası Safiyye binti Abdülmuttalibin oğlu Zübeyr b Avvam ki; Resülullahın şerefli sahabisi Aşerei Mübeşşere kadrosundan biri Urve ise bu sağlam kökten dipdiri bir sürgün Annesi ise daha başka kıymetlerle irtibatlı ayrı bir dilruba Umumiyet itibarıyla hayatını çok defa Hz Aişenin yanında geçiren onun kızkardeşi Esma Evet Urve Zübeyr İbn Avvamla Esma binti Ebi Bekirin izdivaçlarının mahsulü Nasıl annesi Esma hayatının çoğunu Hz Aişeyle birlikte geçirmişse aynı şekilde Urve de adeta Hz Aişenin yanında büyümüştür Her ayetin her hadisin manasını ondan sormuş öğrenmiş bir ilim dağarcığı Ayrıca kendisinden 78 yaş büyük olan Said İbnü‘lMüseyyebin rahlei tedrisinden de nasipdar Urve ‘fukahai seba diye adlandırılan zamanının yedi büyük fakihinden biridir Hz Aişe Validemizin rivayet ettiği bütün hadisler ilk önce onda konaklamış ve daha sonra kitaplara intikal etmiştir Ayrıca Hz Ali İbn Ömer İbn Abbas ve Ebü Eyyub elEnsari gibi daha pek çok sahabiden de hadis rivayet etmiştir Kendisinden de Katade İbn Diame İbn Şihab ezZühri Yahya İbn SaidilEnsari ve Zeyd b Eslem gibi yüzlerce büyük imam hadis ahzetmişlerdir Urve emsalleri gibi zühd ve takvada da son derece ileriydi ve kelimenin tam manasıyla bir rabbaniydi Gün gelir ayağı kangren olur; yaşlıdır hekimler kesilmesi gerektiğini söylerler Allahın verdiği uzvu aldırıp aldırmama noktasında tereddüt eder ancak kangren bir hayli ilerleyince çarnaçar kesilmesine razı olur Ayağını testereyle keserlerken hiç ‘Of demez ve dudaklarından Hz Musanın Hz Hızıra mülaki olduğu seferde söylediği sözler dökülür: Şu yolculuğumuzda biraz sıkıntı çektik Aradan bir müddet geçer; bu defa dört oğlundan biri tavladaki atlardan birinin darbesine maruz kalarak vefat eder Koca İmam Kabenin karşısında ellerini kaldırır ve: Allahım Sen bana iki el iki ayak olmak üzere dört uzuv ve dört de evlat verdin Senin lütfun ne engin ki bunlardan üçünü bana bıraktın da sadece birini aldın Sana binlerce hamd olsun Rabbim der Bu altın silsilede Urve de: Allah onlardan razı oldu onlar da Allahtan razı oldu sırrına erenlerdendir 4 Muhammed İbn Müslim İbn Şihab ezZühri Sünnetin dörtte birinin varıp kendisine dayandığı İbn Şihab ezZühri yaş itibarıyla tabiinin

küçüklerindendir ve Kureyşidir Babası Müslim Emevilerle yakapaça olmuş Haccaca karşı mücadele vermiş ve dolayısıyla da Emevilerin hiç sevmediği bir kimsedir Bu itibarla da o iddia edildiği gibi tam bir Emevi taraftarı olmak şöyle dursun onlar tarafından hep kuşkuyla takip edilmiş bir insandır Zühri daha yedi yaşına varmadan Kuranı ezberler hem de kaç günde biliyor musunuz Tam sekiz günde; evet o sekiz günde hafız olur 1718 yaşlarında ders ve içtihat kürsüsüne oturur Öylesine harika bir şahsiyet ve dahidir ki: Allahın emanet olarak kalbime koyduğu hiçbir şey hıyanet görmemiştir der O öğrendiği hiçbir şeyi de unutmamıştır Zaten o dönem; zaman şartlar ve çevrenin her bakımdan muallim olduğu bir dönemdir Zühri önceleri Said İbnü‘lMüseyyebin rahlei tedrisine oturur ve sekiz sene devam eder onun derslerine Bu arada Ömer İbn Abdülazizi yetiştiren üç kişiden biri olan ve fukahai sebadan sayılan Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbeden de ders alır Bizzat kendi ifadesiyle: Kırk beş sene Hicazla Şam arasında mekik dokuyup hadis için hiç durmadan gidip geldim diyerek ilim adına katlandıklarını anlatır Dile kolay kırk beş sene sürer bu gidip gelmeler Bu süre içinde değil kendisinden rivayet edilen ve bir buçuk Kuran kadar tutan hadislerin tamamı onlarca Kuran tutacak hacimde hadis ve daha başka ilimler de öğrenilir Kaldı ki Zühri kendisini tamamen hadise vakfetmiş bir insandır Zühri için Emevilere müdahenede bulunduğu suçlaması yapılır Aslında müdahene o asrın insanlarının bilmediği bir şeydir Hele Muhammed İbn Müslimde asla müdahene olamaz; o Allaha tam teslim olmuş biridir Babası Müslim Abdullah İbn Zübeyrin yanında Emevilere karşı mücadele verdiğinden Halife Abdülmelik Zühri ile ilk karşılaştığında ona bunu hatırlatma lüzumu duymuştur Filvaki o Emevilerin sarayında bulunmuş; hatta Hişamın çocuklarını terbiye edip yetiştirmiştir; ama bu bir hata değil aksine ilerde devletin başına geçecek insanları Sünni yola tarikı müstakime çekmek için önemli bir hamledir ve zannediyorum İmam Zühri‘nin en büyük hizmetlerinden biridir Ayrıca o kendinden sonrakilere ve bugünün insanlarına da yol göstermek istemiştir Emevi sarayında yer yer Hz Aliye tan ve teşnide bulunulduğu doğrudur Kuranı Kerimde Hz Aişe Validemize iftira hadisesiyle alakalı inen: O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur Bu hadiseyi hakkınızda şer sanmayın; belki sizin için hayırlıdır o Onlardan her biri için kazandığı günah vardır İşin elebaşılığını yapan içinse büyük bir azab vardır ayetindeki: Elebaşılık yapan kişinin Hz Ali Efendimiz (radıyallahu anh) olduğunu iddia edenler bile vardı Bu bir avuç insanın iddiasıydı Hz Ali hakkında apaçık bir bühtan ve bir uydurmaydı İfk hadisesi vahiyle aydınlanıncaya kadar çevredeki dedikodu Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) belini bükmüştü O da bu hususla ilgili vahiy inmeden önce ashabından bazılarıyla istişarede bulunmuştu İstişarede bulundukları arasında Hz Ali de vardı Zayıf bir rivayete göre Hz Ali Efendimiz (radıyallahu anh): Aişeden başka kadın yok değil ya demişti Bunun ne derece doğru olduğunu bilemiyorum; fakat bu sözde Hz Aişeye bir tan ve bir tavır yoktur Bununla beraber Emevilerin az bir kısmı bahis mevzuu ayetin Hz Ali hakkında indiği iddiasındaydılar Zühri ise haksızlık ve yanlışlık karşısında susmayan bir ruhtu Susmadı ve hükümdarın huzurunda: Bizzat Aişe Validemizin Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayetine göre bu ayetin münafıkların reisi Abdullah b Übey b Selül hakkında indiğini söyleyiverdi Hükümdar yüzüne sert sert bakınca da: : Ey babasız Gökten bir münadi bana: ‘Allah yalan söylemeyi helal kıldı diye nida etse ben

yine yalan söylemem karşılığını verdi kibriyle burnunu dikip gidenin de Hz Ali değil Abdullah b Übeyy b Selül olduğunu üzerine basa basa ifade etti Evet Zühri asla Emevi müdahini olmadı; aksine başlarına vura vura Emevi sarayına Ehli Beyt muhabbetini sokan o oldu İş çok açıktı; ama Ebü Hüreyreyi yalanla ilk itham eden Ebü Cafer elİskafi adlı bir Şii alim olduğu gibi Zühri‘yi de hadis uydurmakla itham eden Yakubi adlı Şii bir tarihçi olmuştur Güya Abdülmelik b Mervan Müslümanları Kabeyi tavaftan alıkoymak için Kudsü Şerifteki Mescidi Aksa‘yı tamir ettirmiş ve bu hususta hadis uydurması için Zühri‘den ricada bulunmuş Zühri de Buhari Müslim ve İbn Hanbel gibi sahih kaynakların rivayet ettiği ve Bazı Mevzü Hadisler ve Mevzü Damgası Vurulan Sahih Hadislere Misaller bölümünde ele aldığımız şu hadisi uydurmuş(): Yolculuğa ve sefer meşakkatlerine katlanıp (ibadet ve sevap arzusuyla) şu üç mescit dışında başka hiçbir mescid için sefere çıkılmaz: Mescidi Haram Mescidi Aksa ve benim şu mescidim Bizzat bu iddianın ne kadar gülünç ve uydurma olduğu açık değil mi Bir defa ne İslam ne Hıristiyan ne de Yahudi tarihi Mescidi Aksa‘nın Mescidi Haram gibi tavafa açılıp etrafında tavaf edildiğine dair tek bir bahis ihtiva etmez Sonra Mescidi Aksa Müslümanların da ta bidayetten beri mukaddes tanıdığı bir mescittir ve kendisiyle birlikte çevresinin de mübarekliği bizzat Kuranı Kerimde ifade olunmaktadır Bu bakımdan Mescidi Aksa‘yı yalnızca Abdülmelik değil daha önce Hz Davüd Hz Süleyman Hz Ömer ve daha sonra da Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi gibi pek çok mühim zatlar imar etmiş ve yenilemişlerdir Ayrıca İmam Zühri hadis rivayet etme çağında Abdülmelikle hiç görüşmedi Babası Abdullah İbn Zübeyrin yanındaydı ve Abdülmelike karşı savaş veriyordu İmam Zühri‘nin babasından ayrılıp Abdülmelike katılması mümkün değildi Kaldı ki Yakubi‘nin bu uydurmasının da başka hiçbir kitapta yer almaması ayrıca dikkat çekicidir Sünnetin en ufak bir meselesi için boyunlarını kurbanlık koyun gibi uzatan binlerce insanın yaşadığı tabiin döneminde meydana geldiği iddia edilen böyle bir hadisenin gizli kalması da esasen mümkün değildir Meselenin bir de şu yönü var; Abdülmelik böyle garip tekliflerde bulunacak basit bir insan değildir Halife olmadan önce Mekkede hadis rivayet eden gözünün içine haramın hayali dahi girmeyen başlı başına bir hadis imamıydı Tabiinin hadis imamlarını da tanıyordu Fakat halife olunca bu hassasiyetini koruyamamıştı Onun hilafeti döneminde de İmam Zühri henüz annesinin kucağında bir çocuktu Ne yazık ki Yakubi‘nin bu uydurmasını Goldziher alıp kullandı; ondan da batı karşısında şoke olan İslam dünyasının Ahmed Emin Ali Hasan Abdulkadir ve Ebü Reyye gibi sözde alimleri iktibas ettiler Goldziher gibi müsteşrikler hadisin ana kaynakları dururken mücün ve edebiyat kitabı olan İkdü‘lferid ve adı üstünde şarkılar kitabı olan elEgani gibi kaynak sayılmayan kaynakları kullanıp bilhassa Ebü Hüreyre ve İbn Şihab ezZühri gibi hadisin temel direklerini yıkmakla hadisi ve dolayısıyla İslamı yıkma gayesi güdüyorlardı Ne yazık ki berikiler de onun yolunu takip etmekle bilerek veya bilmeyerek aynı gayeye hizmet etmiş oldular Bundan sonra da aynı yolu takip edenler kim olursa olsun yine aynı gayeye hizmet etmiş olacaktır Zühri hadiste başlı başına bir imamdır; daha sonra gelen İbn Medini İbn Hibban Ebü Hatim Hafız ezZehebi ve İbn Hacer gibi dev imamlar Zühri‘nin hadiste eşimenendi olmadığı mevzuunda ittifak halindedirler Bu koca imam devrildiği zaman Nazzam gibi monizme inanan materyalist Mutezile imamları ortalığı alacaktır Goldziher ve onun İslam dünyasındaki talebeleri Nazzam ve talebesi Kitabü‘lhayavan yazarı Cahız gibilerden iktibaslarda bulunmakla ilim adına sadece bir zavallılık sergilemektedirler İmam Zühri onlarca sahabiden hadis aldı; kendisinden de yüzlerce tabiin ve tebei tabiin imamları hadis ahzettiler O Ömer İbn Abdülazizin emir ve tavsiyeleriyle hadisi resmen ilk tedvin etme şerefine erdi ve bu şerefle yaşayıp yine bu şerefle irtihali darı beka buyurdu

Tabiini kiram hakkında da bu kadarla iktifa etmeyi düşünüyorum Maamafih Hz Aişe Validemizin kardeşinin oğlu Nakşi silsilesinin de başı addedilen ve fukahai sebadan olan Kasım b Muhammedden İbn Ömerin azatlısı ve İmam Malikin hocası Nafiden kırk sene yatsı namazının abdestiyle hiç uyumadan sabah namazını kılan Tavus b Keysandan Esved İbn Yezid enNehai‘den birkaç sahabi ile görüştüğü rivayet olunan İmam Ebü Hanifeden ve daha başkalarından da bahsedebilirdik Ama mevzumuz açısından bu kadarını yeterli bulduk Bir Liderde Olması Gereken Hususiyetler Bir erkanı harp askeri derinliklerinin yanında aynı zamanda bir liderdir Onun için bir liderde olması gereken bütün hususiyetler bir erkanı harpte de olmalıdır Biz bu hususiyetleri birkaç madde içinde özetlemeye çalışacağız: 1)Her lider seri ve sıhhatli karar verme özelliğine sahip olmalıdır Karar verme yapılacak işlerin esası mesabesindedir Ancak her karar isabetli olmadığı gibi vakitsiz de olabilir İster gecikme isterse erken verilen kararlar asla isabetli kararlar değildir Onun için bir liderin aldığı kararı sıradan bir karar olmaktan kurtaran hususiyet zamanında ve isabetli alınmış olmasında aranmalıdır Çok ani karar verilmesi gereken hayati anlar vardır Lider bu anlarda sıradan insanlardan ayrılır ve kendi buudunu yaşar O keskin zekasıyla aniden karar verir verdiği karar da tam isabetlidir Halbuki ekseriyetle acele verilmiş kararlar isabetten uzak olurlar Çünkü isabet ve acele birbirinin zıttıdır İki zıt ise bir arada zor bulunur İşte bu zor anın adamı liderlerdir Onlar bu zıtları çok kolay bir araya getirebilirler 2)Her lider fıtri ve yaratılıştan bir şecaat ve cesarete sahip bulunmalıdır Cesur olmayan lider olamaz Lider gözü kara yüreği de pek olmalıdır Zaman gelir o tek başına kalabilir Fıtri cesareti onu işte o anda zilletten kurtarır Davasını ve idealini yalnız göğüsleme zorunda bulunduğu böyle bir anda lider arkasında binlerce insan var gibi davranabilmelidir ki varılması gereken hedefe ulaşabilsin Evet lider asla ölümden korkmamalıdır Her şeyden korkan ürken saklanmada lider olabilse de sevk ve idarede asla lider olamaz 3)Lider asla gevşemeyen bir irade insanıdır Onun kararından dönmesi veya inancından taviz vermesi katiyen düşünülemez Ümit onun ayrılmaz dostu yeis ise rüyalarına dahi misafir etmeyeceği baş düşmanıdır Karşısındaki engel ancak sonsuzlukla ifade edilebilecek Cehennem dahi olsa lider onu rahatlıkla atlayıp geçebilecek bir metafizik gerilime sahip olmalıdır Zaten başka türlü kitleleri nasıl cezbedip arkasından sürükleyebilecektir ki Evet lider tersyüz edilemeyecek bir irade insanıdır 4)Lider mesuliyetinin şuurunda olan insandır ve sorumluluk duygusu onun ayrılmaz bir parçasıdır Etrafındakiler teker teker dağılsa o yine bu sorumluluk duygusuyla tek başına ideali olan o ağır yükü omuzlayıp götürmeye çalışır Evet o kendisinin bu denli mesul olduğuna inanır Hiçbir engel ondaki bu inancı zaafa uğratamaz Öyle ki mesuliyet duygusu adeta onda bir fikri sabittir 5)Lider ileri görüşlü ve zaman üstü olmak zorundadır O seneler sonra vuku bulacak istikbale ait bütün hadiseleri mazide olmuş hadiseler berraklığıyla gören sezen ve vereceği hükümleri bu anlayış içinde veren insan demektir Yoksa bugün söylediklerini yarın ve yarınlar nakzediyorsa o aklı başında insanlar için hiçbir zaman inandırıcı olamaz Lider ileriyi görmelidir ki vereceği kararlar da nihai olsun Yoksa hadiselerin yelpazesine göre karar vermek mecburiyetinde kalır ki o da müntesipleri arasında daima fikir ayrılıklarına ve düşünce farklılıklarına sebep olur Bu ise sürekli yıkım getirir Daha önce bir araya gelmiş ve bir cemaat meydana getirmiş insanlar her an değişen kararlar karşısında cemaat olma keyfiyetini kaybederse ayrı ayrı fikir ve düşüncenin bağlısı fertler durumuna düşerler Öyle ise lider firaset ve

basiretin süt kardeşi olmalıdır 6)Lider ruhunda istikrarlı olan insandır O hiçbir hadise karşısında vaziyet değiştirmeyecek kadar sağlam karakterlidir En büyük muvaffakiyetlerinde mağlup bir insanın ruh haletini sergiler yenilgilerini de nefis muhasebesi adına değerlendirir Lider nefsaniyet çeperini aşmış ve işin başındaki sadeliğini hayatının sonuna kadar sürdürebilmiş bir bahtiyardır O hayatını adeta bir musiki ahengi içinde yaşar ve başladığı her işi başladığı perdede bitirir Hatta Mustafa İsmailin Kuran tilavetinde yaptığı gibiiyi bir lider hayatını daha bir üst perdede noktalar Merhum Mustafa İsmail Kuranı Kerim okumada eşine az rastlanan böyle bir performans gösterirdi Çok defa başladığı perdenin üstünde okumasını bitirirdi; ki zannediyorum az insana nasip bir mazhariyettir Şüphesiz bir liderin bu özelliğe sahip olabilmesi için onda çok engin bir tevazu anlayışının bulunması gerekir Böyle olmalıdır ki ilk günlerini ve ilk arkadaşlarını unutmasın 7)Lider insan sarrafıdır O idaresi altındaki insanları herkesten çok daha iyi tanır Kimi nerede ne kadar ve ne maksatla kullanacağını; kime hangi işi gördüreceğini bilmeyen ve bunda isabet kaydetmeyen insan katiyen iyi bir lider olmak şöyle dursun sıradan bir idareci bile değildir Lider bir işe en layık kim ise onu en iyi tespit eden ve vazifelendirdiği insanları sonuna kadar aynı işte tutabilen yaptığı bu icraatında geriye adım atmaya zorlayacak herhangi bir pürüzle karşılaşmayan insandır ki o adeta istidat ve kabiliyetleri tartan bir mihenk taşıdır ve yanılma payı da beşer olduğunu hatırlatacak kadar azdır 8)Lider raiyyetinin her ferdi kendini ona en sevgili bilecek kadar insanları seven ve onlar tarafından da aynı ölçüde sevilen seçkin ruhtur Hem onun raiyyetine hem de raiyyetinin ona güveni tamdır 9)Lider hayatının hiçbir devresinde töhmet örsüne yatmamıştır Onun için onun istikbalinde tenkit çekicinden sızlanacağı tek hadise yoktur Onun mazisi yaşadığı gün kadar aydınlıktır evet kim hangi garaz veya iyi niyetle araştırırsa araştırsın onun mazisinde yüzünü kızartacak bir tablo bulamaz Bütün dünya hasım kesilse iftira veya yalana başvurmadıkçaonun iffet ve ismetine toz konduramazlar; onun hayatı hep istikamet içindedir 10)Lider çok yönlü bir insandır Ve her yönüyle de cemiyet içinde temayüz etmiştir Onun karakter dünyasında zaaftan eser yoktur Bütün irdelemeler sadece onun bu yönünü göstermeye hizmet eder Cihan tarihinin kaydettiği efsanevi liderler vardır Fakat bunların hiçbirinde yukarıda sıraladığımız hususiyetlerin bütününü görmek mümkün değildir Hatta birkaçını dahi kendinde toplamış lider sayısı oldukça azdır Büyük İskender Anibal Napolyon Hitler ve bizim cephemizden Fatih Yavuz Yıldırım Celaleddin Harzemşah Selahaddin Eyyubi Tarık b Ziyad ve kırk yıl Rusa karşı kavga veren Şeyh Şamil gibi büyük dahi ve liderler elbette kendi çaplarında büyüktürler; ancak yukarıda sıraladığımız maddeler zaviyesinden bir değerlendirmeye tabi tutulacak olurlarsa bunlardan hiçbirinin Liderler Lideri Hz Muhammed Aleyhisselamın sözü edildiği yerde isimlerinden bile bahsedilemez Evet yeryüzünde bütün hususiyetleri ve onda bulunması gereken bütün özellikleri en üst seviyede ve eksiksiz nefsinde toplayan tek bir lider ve bir tek önder vardır; o da hiç şüphesiz Hz Muhammed Mustafadır (sallallahu aleyhi ve sellem) Öyledir çünkü O Resülullahtır Yaptığı bütün icraatı Cenabı Hakkın teyidi altında gerçekleştirmektedir 1 Hayatına Kısaca Bir Bakış Onun verdiği bütün kararlar gayet süratli ve isabetliydi Hayatında hiçbir kararı fiyasko ile neticelenmemişti Nitekim yukarıda bunun müşahhas misallerini uzun uzadıya anlatıp naklettik Bilhassa Uhud ve Huneynde nasıl süratli ve isabetli kararlar aldığını ve ordusunu mutlak bir

hezimetten kurtarıp şanlı bir zafer kazandığını altını çizerek ifade etmeye çalıştık O fıtraten cesur ve şecaat sahibiydi Tek başına bütün insanlığa meydan okurcasına uzun çetin ve çetrefilli bir yola çıkmıştı Ne fertlerden ne de cemaatlerden korkmadan çekinmeden yoluna devam etmişti Hatta bazen orduda bir bozgun olunca O atını mahmuzlar düşmanın üzerine yürür ve bunu yaparken de zerre kadar korku alameti göstermezdi Hatta Hz Ali (radıyallahu anh) gibi bir şecaat kahramanı Biz harp meydanında korktuğumuz zaman Allah Resülü‘nün arkasına sığınır ve itminana kavuşurduk diyor O bir gün bir ağacın altında istirahat ediyordu Cesur bir düşman Onun yanına kadar sokuldu ve kılıcını kaldırdı tam vuracaktı ki Allah Resülü gözlerini açtı Bu cüretkar adam Allah Resülü‘ne: Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak dedi Efendimiz ise kılını dahi kıpırdatmadan gayet sakin: Allah dedi Adam Allah Resülü‘nün bu büyüleyici cesaretinden ürperdi ve farkına varmadan elindeki kılıcı yere düşürdü Bu defa kılıcı Allah Resülü aldı ve aynı soruyu ona sordu Adamın aman dilemekten başka çaresi yoktu İşte Allah Resülü‘ndeki cesaret buudu ve işte baş döndüren o büyük teslimiyet Medinede bir gürültü işitilmişti Herkes heyecan ve korku içinde yollara dökülmüş gürültünün mahiyetini anlamaya çalışıyordu Biraz sonra gözler beliren bir toz bulutuna ilişti Toz bulutu yırtılınca arasından süzülüp çıkan İki Cihan Serveriydi Korkulacak bir şey yok diyerek herkesi teskin ediyordu İlk defa sesi O işitmiş ve herkesten evvel Ebü Talhanın (radıyallahu anh) atına binip süratle sesin geldiği yöne gitmiş tespit etmiş ve dönmüştü Hatta Ebü Talhanın o yürümeyen atı üzerine Allah Resülü binince o gece sevincinden adeta rüzgar kesilmişti Tek başına herkesi titreten bir gürültünün üzerine yürüyen Allah Resülü normal insan normlarını aşan bir harikuladelik sergilemektedir Mağarada Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) Onun adına endişelenince İki kişi hakkında zannın nedir ki onların üçüncüsü Allahtır (celle celaluhu) demiş kendi hakkında endişelenen bir sinenin çıldırtan endişelerini teskin etmişti Zaten evinden ayrılıp gözü dönmüş düşmanların arasından çıkıp gidişi de apayrı bir cesaret destanı değil miydi Onda her zaman sarsılmaz ve sağlam bir irade vardı Bu iradenin ters yüz edilmesi mümkün değildi Çünkü Ondaki iradeyi Cenabı Hak gizli meşietiyle biledikçe bilemişti 2 Ulaşılamayan Ululuk O daha doğmadan babası vefat etmiş ve yetimliği ta anne karnından başlamıştı Dolayısıyla da babadan gelecek destek ve bu desteğin insan üzerinde hasıl edeceği gevşeklik Onun için hiçbir zaman söz konusu değildi Zaten Onun davası bir yönüyle iradeye fer kazandırma davasıydı Altı yaşında da annesi vefat etmişti Halbuki bir insana annesi kadar destek olan veya bir insanda uzun süre kendi desteğini anne kadar hissettiren ikinci bir varlık yoktur Şimdi bu mübarek destek de Onun elinden alınmıştı Hadiseler Onu törpülüyor ve İki Cihan Serverinin iradesi her geçen gün biraz daha kuvvet kazanıp ışıldıyordu Sekiz yaşında da dedesini kaybetti Öyle bir dede ki o bütün Mekkenin ve Mekkelinin de desteğiydi Şimdi o da bir seher yıldızı gibi kaybolup gitmişti Bütün bu hadiselerle Allah (celle celaluhu) Ona güven kaynağı olarak sadece Zatını nazara veriyor ve buna gölge düşürecek her şeyi çekip elinden alıyordu Evet Onu O destekleyecek ve semavi teyidatıyla O terbiye edecekti Belki her destek ve kaide çekildikçe Allah Resülü beşeriyetinin gereği bir sarsıntı geçiriyordu; ancak ileride yükleneceği o büyük vazifeyi yüklenebilmesi için irade yönüyle de Onun bilenmesi gerekiyordu Ta ki bir gün bütün dünya Onun altından çekilse ve O boşlukta kalsa zerre kadar irkilme ve tereddüt geçirmesin Eğer O bu olmamış şeye maruz kalsaydı hiçbir şey olmamış gibi O yine yerli yerinde olacaktı şayet böyle

olmasaydı Uhuddaki o sarsıntılı dönemden sonra Onun düşmanı takip emrini vermesi nasıl mümkün olacaktı ki O öyle bir iradeye sahipti ki hem kendisi hem de ashabı o derece yaralı ve yorgun olmasına rağmen düşmanı takip ediyor ve kendisi en önde gidiyordu Onun hayatının tek lahzasında dahi panik yoktur Her biri başlı başına birer aslan en cesur sahabenin dahi sağa sola kaçıştığı devrede O yerinden bir adım dahi kımıldamamıştır Evet Onda öyle çelikten bir irade vardı Mekkede çekmediği sıkıntı kalmamıştır ama O sarsılmamış hanımı amcası peşi peşine vefat etmiş ki her ikisi de Onun en büyük destekçisiydiOnda yine zerre kadar bir ümitsizlik ve kararsızlık olmamıştır Taifde taşlanmış başıgözü yarılmış ve bu esnada melekten bir teklif almış: Eğer Allah Resülü müsaade ederse Cibril dağı Taiflilerin başına geçirecektir İşte o esnada bile mübarek vücudunu kan içinde bırakan bu insanlara karşı iradesinde bir gevşeme olmamış; aksine Hayır demiş ve meleğin teklifini reddetmiştir Aman Allahım Bu nasıl iradedir ki bu kadar zor durumda dahi kararlılığından kıl payı inhiraf etmemektedir İşte bu liderle ölüme gidilir ve işte bu lider için her şey feda edilir Çünkü insan böyle bir liderle yolda kalmayacağını çok iyi bilir Darda kaldığı zaman arkadaşlarını terk edebilen dün uğruna binlerce insanın öldüğü karar ve prensipler şimdi aynı fedakarlığı ondan beklediğinde bu prensip ve kararlardan tavizler verebilen iradesi küflenmiş insanlar nasıl lider olabilir ve bunların arkasından nasıl gidilir ki Zaten günümüz insanını da sukutu hayale uğratan bu türlü sözüm onaliderler değil mi O sapsağlam mesuliyet insanıydı dipdiri bir irade kahramanıydı; Ona inen Kuran dağlara inseydi onları paramparça ederdi O müthiş bir sahibi iradeydi Tebliğ vazifesiyle vazifelendirilmişti Teker teker insanlara Allahı (celle celaluhu) anlatacaktı Bu adeta yumurta kabuğu ile okyanusları boşaltmak kadar zor bir işti Fakat Allah Resülü tereddüt etmeden bu işin altına girmiş fertleri insani melekeleri ile yakalamış ve onların gönüllerine yıkılmaz tahtlar kurmuştur İslamı tebliğ Onun varlık gayesi olmuştu O adeta ne dünya ne de ukba endişesi taşımıyordu Cennetleri seyretme kabı kavseyne ulaşma dahi Ona vazife mesuliyetini unutturmamıştı Yıldızların kaldırım taşı gibi ayağının altına serildiği o yerlerden çile ve mihnet dolu bu dünyaya dönmüş ve bizimle olmuştu Çünkü O mesuliyetini vücudunun bütün zerreleriyle duyan hisseden bir insandı Onda öyle bir mesuliyet anlayışı vardı ki insan olmanın yüklediği mesuliyetin ağırlığıyla her zaman inim inimdi Sözü uzatmaya ne hacet O daha henüz bezleri arasında bir çocukken Ümmeti ümmeti diyecek kadar kendi vazifesine göre programlanmış bir insandır Onun mahşerdeki iki büklüm hali de bu sorumluluğun bir uzantısı Zaten böyle bir mesuliyeti yüklenmeye Ondan başka kim takat getirebilirdi ki O ilk insandan son insana kadar adeta bütün insanlığın mesuliyetini yüklenmiş gibi idi Allah Resülü zaman ve mekanın dar buudlarını aşan bir görüş ve firasete sahipti Bu da bir şey mi Onun bakışları her zaman ebedi alemin yamaçlarını seyrediyordu Daha dünyada iken Cenneti Cehennemi Sıratı ve Mahşeri bütün teferruatıyla anlatan O değil miydi Görüyor ve gördüklerini söylüyordu Ayrıca Onun sıdkını konu edindiğimiz yerde de ısrarla üzerinde durduğumuz gibi istikbale ait söylediklerinin hiçbiri Onu sözlerinde yalancı çıkarmamıştı O ne dediyse vakti ve saati geldikçe hepsi zuhur etmiş bir kısmı da zuhur etmeyi bekliyordu Onun ileri görüşlü oluşunu anlatma bakımından Hudeybiye çok mühimdir Ve biz bu hususa yukarıda tafsilatıyla yer verdik zannediyorum 3 Değişmeyen İnsan İki Cihan Serveri işe nasıl başladı ise hayatının seyrini hep aynı ölçü ve aynı disiplin

içinde geçirmiştir Mekkede etrafında sadece bir köle bir kadın bir çocuk ve bir hür insanın bulunduğu devrede Onun tavır ve hareketleri ne ise Veda Haccı‘nda yüz bini aşkın insanın gözünün içine baktığı devredeki tavır ve hareketleri aynıdır Hatta tevazuu fetih ve muzafferiyetlerin sağanak sağanak Onu ıslattığı dönemlerde daha da enginleşmiş ve tevazu kanatlarını yerlere kadar indirmiştir Hayatı boyunca değişmeyen tek lider Odur Bakın ki başından bu kadar sıkıntılar geçmiş ve bu sıkıntıların çoğuna da doğrudan doğruya etrafındakiler sebebiyet verdikleri halde O katiyen yeni bir tavır belirleme zaafına düşmemiş onlara karşı hep ilk davrandığı ölçüde davranmıştır Dost halkasına yenilerin ilhakı ve bunların arasında hakikaten emsalsiz insanların da bulunması Ona eski dostlarını ve dostluklarını katiyen unutturmamıştı O başta nasıldı ise hep öyle kaldı 4 Eşsiz Mahviyeti Bir gün ashabıyla oturmuş yemek yiyordu Oradan geçmekte olan bir kadın Ona laf attı: Oturmuş da köle gibi yemek yiyor dedi Ve Allah Resülü tavrını değiştirmeden cevap verdi: Evet benden güzel köle mi olur Ben Allahın (celle celaluhu) kölesiyim Sonra bu kadın aynı yüzsüzlüğüne devam ederek: Kendisi yiyor da bana yedirmiyor dedi Allah Resülü onu da sofraya buyur etti Kadın: Hayır dedi Ben senin ağzındaki lokmayı istiyorum Allah Resülü ağzındaki lokmayı çıkardı ona verdi orada bulunanlar yemin ederek söylüyor ki o kadın ağzına bu lokmayı koyduğu andan itibaren Medinenin en iffetli kadınlarından biri haline geldi Yine bir gün karşısında titreyen adama baktı ve şöyle buyurdu: Kardeşim titreme Ben de senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum Melek geldi ve sordu: Kul peygamber mi melik peygamber mi olmak istersin Cibril kulağına fısıldadı: Rabbine karşı mütevazi ol Ve Allah Resülü cevap verdi: Bir gün aç yatıp tazarru eden diğer gün tok olup şükreden bir kul peygamber olmak isterim Bütün bunlar olurken dünyanın dört bir yanından gelen ganimet ve hediyeler Onun ayaklarının altına seriliyordu Fakat O şahsı adına bunların bir zerresinden bile istifadeyi düşünmüyor gelenlerin hepsini ashabına dağıtıyordu Onun bu tavrı; bütün bir hayat boyu hiç mi hiç değişmemişti Daha ne diyeyim Mekke fethinde başını o kadar eğmişti ki Arş‘a değen baş orada semerin kaşına değecek kadar eğilmişti Sad b Muaz (radıyallahu anh) gelirken yanındakilere: Efendiniz için ayağa kalkın diyordu Halbuki sahabe ne zaman Onu görse ve ayağa kalksa: Acemler gibi ayağa kalkmayın hitabıyla karşılık veriyordu Miraç esnasında bütün peygamberlere imam olmuş ve onlara namaz kıldırmıştı Ancak bu mazhariyet Onu yine değiştirmemiş ve: Beni Musa b İmrana (aleyhisselam) tafdil etmeyin demişti Ve bir başka seferinde de: Beni Yunus b Metta‘ya (aleyhisselam) tafdil etmeyin diyecekti Gayb alemine ait perdeler nice kere Onun gözünün önünden kalkmış ve O veraların verasını müşahede etmişti Ancak Hz Aişenin (radıyallahu anha) odasında ilahi söyleyen cariyeler: Bizim aramızda öyle bir Nebi var ki yarın ne olacağını bilir dediklerini duyunca onları derhal susturmuş: İlle de bir şey söyleyecekseniz doğruyu söyleyin buyurmuştu Evet bir ömür boyu ahenk ve tavırlarını değiştirmeyen tek bir insan tek bir lider vardır; o da hiç şüphesiz Hz Muhammed Mustafadır (sallallahu aleyhi ve sellem) 5 Kabiliyetleri Keşfetmesi İdaresi altındakileri tanımasında da Onun eşimenendi yoktu Habeşistana hicret edileceği zaman hicret edecekleri ve başlarında onları idare edecek şahsı seçmesinde müthiş bir isabet vardı Cafer b Ebi Talib (radıyallahu anh) Necaşi‘nin huzurundaki hizmetleriyle bu isabetin adeta mührü gibidir Medineye ilk gönderdiği mürşid Musab b Umeyrdi (radıyallahu anh) Musab icraatıyla Allah Resülü‘nün değişik iş ve vazife için insan seçimindeki isabetini tasdik eden bir sadık

şahittir O gün Medinede Musab gibi ince bir insan gerekliydi ve Allah Resülü onu göndermişti Hicret esnasında Onun yatağına birisi yatmalı ve müşrikleri oyalamalıydı Belki o esnada Allah Resülü‘ne gelecek darbeler ona gelecekti Böyle bir durumda oraya Hz Ali gibi bir kahraman gerekliydi ve o seçildi Mağarada Ona kim arkadaş olacaktı Medineliler ilk defa Onu kiminle görmeliydiler O hep ikinci adam olma durumunu muhafaza eden Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) olmalıydı ve öyle oldu Allah Resülü işin başında Ebü Bekiri (radıyallahu anh) hangi makam ve mevkie yerleştirdiyse hayatının sonuna kadar Ebü Bekir (radıyallahu anh) orada oturdu Çünkü ilk seçim çok isabetli ve yerinde yapılmıştı Zaten teker teker bütün Raşid Halifelerde Onun yaptığı seçimin ve yerleştirmenin izi vardır Birinci halife Ebü Bekir İkinci Ömer üçüncüsü Osman ve dördüncüsü de Ali (radıyallahu anhüm) olmalıydı Çünkü kaderin çizdiği ömür sınırı böyle olmasını gerektiriyordu Belli ki bu sıralama ilahi bir tasnifle yapılmıştı Ebü Dücaneye (radıyallahu anh) verdiği kılıçtan tutun da Nuaym b Mesuda (radıyallahu anh) verdiği Kureyş ile Yahudilerin arasını bozma misyonuna kadar bütün icraatında O hep işi ehline verme prensibiyle hareket etmiş ve bunda da muvaffak olmuştu Huzeyfeye sır verilirdi ve O sırlarını ona verdi Mekkede istihbarat adına amcası Hz Abbası (radıyallahu anh) kullandı ve Hz Abbas bu işi layıkıyla başardı Kumandan tayin ettiği şahıslardan ellerine mektup verip krallara gönderdiği murahhaslara ilim adamı olsunlar diye Suffeye kabul ettiği talebelerden zekat amillerinin intihabına kadar hadiseler hep Onu doğruluyordu Evet bir lider için vazife ve sorumluluk yüklenecek insanları tanıma çok mühimdir Tarih bu mevzuda liderlerin yaptığı nice hatalardan bahseder Yanına yaklaştırıp en yakını yaptığı insanlardan ihanet gören liderlerin sayısı hiç de az değildir Erkam b EbilErkamı (radıyallahu anh) Allah Resülü daha ziyade mali işlerde kullanıyordu Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) ve Hz Ömer (radıyallahu anh) devrinde de o aynı işlerde istihdam edildi Hz Osman (radıyallahu anh) kendi malından yaptığı infakla biraz yakın akrabasını gözetiyordu Ne var ki onun bu cömertliği başkaları tarafından yanlış tevil ediliyor ve Ümeyyeoğulları beytülmaldan destekleniyor zannediliyordu Böyle bir töhmet altında kalmamak için Erkam b Ebi Erkam (radıyallahu anh) Hz Osmana (radıyallahu anh) müracaat ederek hazinelerin anahtarını teslim etti Halk senin kendi malından verdiğini yanlış anlıyor ben böyle bir itham altında maliye işlerine nezaret edemem dedi ve ayrıldı kendi isteğiyle ayrılıncaya kadar da tam çeyrek asır aynı görevde kaldı 6 Gönüllerdeki Sevgili O seven ve sevilen bir liderdi Öyle ki her fert kendini Ona en sevgili sanırdı Yine her fert kendini Onu en çok seven insan olarak kabul ederdi Seviyordu vefatına yakın kaç defa mescitte ashabına dönmüş ve onları teker teker süzerek hıçkıra hıçkıra ağlamıştı Çok iyi biliyordu ki bir müddet sonra yine onlarla beraber olacak ama; şu şehadet alemine ait beraberlik yakında sona erecekti Onun Refiki Ala‘ya yükselme vakti gelmişti ve sema ehli sabırsızlık içinde Onu bekliyordu O ise bir vefa abidesi olarak ashabından ayrılacağı için gözyaşı döküyordu Ashabını seviyor ve mahremlerini koruduğu gibi koruyordu Sakının ashabımdan ve onlara uygunsuz söz söylemeyin;Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uysanız hidayeti bulursunuz Ve daha nice sözleri bu sevginin bu korumanın deliliydi Aynı zamanda seviliyordu Hem de delicesine seviliyordu Zaten Onu sevmek imanın kemaline delil değil mi En kamil imana sahip olan sahabe de Onu en mütekamil seviyede seviyordu

İdam sehpasında Hubeybe sorarlar: Şu anda senin yerinde Onun idam edilmesini ister miydin Evet dese kurtulacaktı Ama o bir sahabidir ve kendisine yakışan cevabı verir: Hayır vallahi Değil benim yerime Onun idamı benim kurtuluşuma mukabil Onun ayağına bir dikenin batmasına dahi razı değilim Sad b Rebi (radıyallahu anh) aldığı yaralarla şehit olmak üzeredir Son anını yaşarken sözleri şunlardan ibaret: Allah Resülü‘ne selamımı söyleyin Yemin ederim şu anda Uhudun ardından Cennet kokusunu duyuyorum Kavmime de söyleyin onlardan bir fert hayatta kaldığı müddetçe Resülullaha bir şey olursa Allah (celle celaluhu) karşısında bunun hesabını veremezler bunu çok iyi bilsinler Sümeyra (radıyallahu anha) harp meydanında delicesine Onu arıyor ve Resülullah nerede diyordu Onu görünce de atının terkisinde kocasının ve iki çocuğunun naşı olduğu halde dönüyor ve: Bundan sonra bütün musibetler bana çok hafif gelir değil mi ki sen hayattasın ya Resülallah diyordu Nesibe (radıyallahu anha) elinde kılıç Allah Resülü‘nü müdafaa ederken gözü kimseyi görmüyordu Efendimiz ona oğlunu gösterip: Oğlunun yardımına koş deyince bir oğlu olduğunu hatırlıyor hemen koşup oğlunun yarasını sarıyor ardından da oğlunun sırtına vurup Haydi yavrum Resülullahı müdafaa et diyordu Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) Allah Resülü‘nü müdafaa ederken dayak yiyor komaya giriyor Başucunda annesi oğlunun gözlerini açacağı anı bekliyor bekliyor ama o gözlerini açar açmaz sevdiğini arıyor ve soruyor: Resülullaha ne oldu Anası bir kaşıkla çorba içirmek isteyince de o büyük dost elinin tersiyle çorba dolu kaşığı itiyor ve: Bana Resülullahtan bir haber getirmedikçe ağzıma bir lokma almayacağım diye yemin ediyor Daha yüzlercesiyle bütün bu misaller göstermektedir ki Allah Resülü ashabı ve bütün ümmeti tarafından ölesiye sevilmektedir İşte O bu sevgi halesi içinde etrafındakilere fevkalade güveniyordu Onun kapısında nöbetçi Onun kapısında inzibat yoktu Çünkü herkes Ondan O da herkesten emin bulunuyordu 7 O (sallallahu aleyhi ve sellem) Daha Baştan Masumdu Allah Resülü‘nün mazisi tertemizdi Resülullahtan kendisini töhmet altında bırakacak tek davranış sadır olmamıştı Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) Efendimizin çocukluk arkadaşıydı Eğer Onda ayıp ve kusur kabul edilebilecek bir fiil ve hareket görseydi daha o nübüvvetini ilan eder etmez hiç ilk inanan insan olur muydu Ve Onun bu tertemiz ahlakına vurulmuş olan Hz Hatice Validemiz (radıyallahu anha) de kendisini isteyen o kadar talipli varken Allah Resülü‘ne talip olmuştu Temizler temizlere ayetinin de anlattığı gibi tahire olan anamız Hz Hatice (radıyallahu anha) tahir ve tertemiz olan Allah Resülü‘ne denk bir zevce olmak için çırpınıp durmuş ve hayatının sonuna kadar da sadakat içinde yaşamıştır Onun ahlak ve fazileti daha kendi devrinde dillere destandı Mekkeli bisetten evvel de Onu Emin insan olarak tanıyordu Doğruluğu ve ahde vefası herkesçe müsellemdi Bunu Ebü Cehil de Ebü Leheb de biliyor ve itiraf ediyordu Onların aşamadıkları noktalar başkaydı Yoksa bütün düşmanları biliyorlardı ki O doğru söylüyordu Günahsızlık Onun ayrılmaz bir parçasıydı ve O hep masumdu Hiç günah işlememeşti Onun bu sıfatına ismet bölümünde temas edildi Sir William Muir diyor ki: Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) üstün bir şahsiyet ve mümtaz bir fazilet abidesiydi Hayatında bir kere olsun seviyeli insanların bayağı göreceği bir davranışta bulunmadı Halbuki O devlet kurdu devletler yıktı Bunca hengame içinde dahi hep edep abidesi olarak yaşadı ve nezih bir hayat sürdü O insani zaaflardan münezzeh ve müberra idi Çok yönlü ve mükemmel bir istidat ve kabiliyete sahipti Bu kadar mükemmel bir istidat ve kabiliyet ise ancak peygamberde olurdu

Çünkü diğer payelerin hiçbiri için Ondaki istidat ve kabiliyetler bu çapta olmak şartıylagerekli değildi Mesela O sadece bir ticaret adamı olsaydı Onun ticarete olan yatkınlığı en üst seviyede bir tüccar olmasına yeterdi Bu durumda ise Onun siyasi ve askeri dehası zemin bulamadığından dolayı kullanılmamış olacaktı Halbuki O iyi bir tüccar olmanın yanında aynı zamanda mükemmel bir idareci ve seçkin bir erkanı harpti Meseleyi sadece bu gibi meslek dallarıyla sınırlandırmak da doğru değildir O bütün insanlığı bağrına basacak çapta yaratılmıştır Böyle bir istidat ise ancak peygamberlerde olur Yoksa Ondaki istidat ve kabiliyetlerin abes ve boş yaratıldığını kabul etmek icap eder ki Allah (celle celaluhu) abesten münezzehtir O her meselede zirvede olmuştur Zaten öyle de olmalıdır ki kendisine intisap eden insanların istidat ve kabiliyet yönünden en yüksekleri dahi hep rehberlerinin altında kalsın Ondan sonra en müstaid insan Hz Ebü Bekirdi (radıyallahu anh) Ama o yine Allah Resülü‘nü herkesten daha çok kabulleniyor ve Ona bağlılığı en büyük paye biliyordu

8 Netice Bir liderde olması gereken vasıflar açısından Efendimizin kısaca bir değerlendirmesini yapmak istedik yapabildikse anladık ki bütün bu özellikleri kendisinde toplayan sadece ve sadece Odur Evet bu yönleriyle Efendimize yaklaşmış bir tek insan yoktur ki onu bir vahidi kıyasi kabul edelim Buradan şu neticeye varıyoruz: Allah Resülü‘nün bütün hasletleri bizzat mükemmel ve bizzat en üst seviyededir Onun bu mükemmelliği ve üstünlüğü başkalarına kıyasla değildir Çünkü Cenabı Hak Onu bir beşer için mukadder en zirve noktada yaratmıştır O mükemmel ve kusursuz bir erkanı harpti Onun fetanetinin bu yönünü sadece deha kelimesiyle anlatmak yanlış olur Ancak lafız darlığı (üzülerek itiraf edelim ki) bizi de bazen hata yapmaya zorluyor ve farkına varmadan biz de Ona askeri dehalık isnat ediyoruz Halbuki Allah Resülü‘nün askeri yönünü bu kelimeyle izah etmek mümkün değildir Çünkü Onun askerliği de vahiyle müeyyettir ve Allah Resülü‘nün fetanetiyle irtibatlıdır Zaten ısrarla üzerinde durduğumuz husus da Onun bu yönlerinin nübüvvetine delil olması keyfiyetidir Biz Efendimizle alakalı bütün meselelere bu düşünce ile yaklaşıyoruz Bazen söz ile ifade etmesek bile temelde yatan ana düşüncemiz budur İşte bu temel düşünceden hareketle şimdi de öz ve hulasa halinde Onun erkanı harpliğinin nübüvvetine delil olan yönlerine hızla dokunup geçeceğiz Çünkü sayacağımız bütün özellikler ancak çok müstesna ve hayatını hep harp sahalarında geçirmiş çekirdekten asker insanlarda bulunabilecek özelliklerdir Şu kadar var ki Allah Resülü‘nün askeri deha üstü durumu yeryüzündeki bütün askeri dehalara askeri malumat dilendirecek bir durumdadır Öyleyse Onun askerlik yönü de kendisinden değildir Çünkü O ümmi bir zattı O güne kadar mahalle kavgası durumundaki Ficar harbinden başka da harp görmemişti O harpte de sadece amcalarına ok taşımış ve bir ok dahi atmamıştı Halbuki şimdi bu insan değme kumandanlara parmak ısırtacak derecede taktik ve stratejilerle yüklü muharebelere kumandanlık yapıyor ve bunların hepsinde de galip geliyordu O hayatında tek bir satır dahi okumamıştı ki bu sahaya ait kitaplardan edindiği malumatla kendisini yetiştirmiş olsun Öyle ise Onun erkanı harpliği bir peygamber sıfatı olan fetanetini fetaneti de Onun nübüvvetini ispat ediyordu O eşsiz bir kumandandı Yeryüzüne Onun kadar büyük bir erkanı harp gelmedi Eşsizdi büyüktü çünkü: Evvela: O Allahın emriyle bir dava ve bir gaye belirlemişti Onun mefküresi kesin ve netti:

Hak neşredilecek; buna mani bütün engeller de ortadan kaldırılacaktı Bütün hayatı boyunca bu gayeyi takip etti Her geçen gün hem kendisinde hem de etrafındakilerde bu gayeye götürücü yol ve yöntemleri idrak ve anlayışta süratli gelişmeler oldu; ama asla değişme olmadı Bu yüce ve yüksek gayeden uzaklaşıp çapulculuk yapması Ondan ve Onun necip ashabından fersah fersah uzaktı 23 senelik nübüvvet hayatını tetkik edenler Onun işin başında ne dediyse sonunda da aynı şeyleri söylediğini müşahede edecekler Savaşmak hemen hiçbir devrede Onun için gaye olmamıştır Savaş Onun en son başvurduğu çaredir Zira karşı cepheye daima alternatifli gidilmiş ve harp en son olarak zikredilmiştir İlk ikisi ise İslama girme veya cizye verme şeklindedir Bu ilk iki maddeden birini kabul edene İslamda savaş açmak doğru değildir İslam böyle bir davranışı asla tasvip etmez Hatta Efendimiz bir prensip halinde kesinlikle çocuk kadın ve eli silah tutmayacak durumda olanlara dokunulmamasını kayıt altına almış ve dört bir yana ordular sevkederken bu durumu daima askerlere ve kumandanlara hatırlatmıştır Halid b Velid (radıyallahu anh) Efendimizin kendisini gönderdiği kavmin Müslümanlıklarını doğru ifade edememeleri sebebiyle; Hz Üsame b Zeyd (radıyallahu anh) ise korkudan iman etti gerekçesiyle öldürdükleri şahıslardan dolayı Allah Resülü‘nden itap görmüş ve haşlanmışlardır Evet O öyle bir hedef belirlemiş öyle bir hedef tayin etmişti ki değil kendisi ve ashabı Ondan asırlarca sonra gelenler dahi asla bu hedefi şaşırmamış ve bütün gayretlerini o istikamette değerlendirmişlerdir İşte bu kadar tahribe uğramasına rağmen hala ayakta kalabilen o devrin günümüzdeki uzantısı devletler bunun en çarpıcı misalidir Şu anda istenen keyfiyette olmasalar bile yine de Allah Resülü‘yle olan bağlantıları inkar edilemez İkincisi: Allah Resülü En güzel müdafaa taarruzdur prensibiyle hareket ediyordu Gerçi Onun yer yer müdafaa harbi ettiği de olmuştur Fakat bunların hepsi de taarruza zemin hazırlamak içindir Üçüncüsü: Onun harekatı hep basiret üzere olmuştur Hiçbir hareketini şansa bırakmamıştır Efendimizin attığı her adım en küçük teferruatına kadar hesaplanıp öyle atılmıştır ki hayatında bir kere dahi olsa geri adım atmaması bunun apaçık delilidir Mesela bir defasında düşmana ait istihbaratta bir aksama olmuştu Düşman ordusu adet olarak ne kadardı Bu bir türlü tespit edilemiyordu Keşif kolu oralarda bulduğu bir adamı yakalayıp getirmiş ve zorla konuşturmak istemişti Ancak adam doğru söyledikçe dövülüyor yalan söyleyince bırakılıyordu Bu duruma muttali olan Allah Resülü derhal adamı serbest bırakmalarını söyledi Sonra da adama gelmekte olan ordunun günde yaklaşık kaç deve kestiğini sordu; adam da bildiği adedi söyledi Efendimiz bir deveyi kaç kişinin yiyebileceğinden çıkış yaparak karşı cephenin asker adedini tespit etti ve stratejisini ona göre ayarladı Görüldüğü gibi Efendimiz attığı adımını gelişigüzel atmıyordu Düşmanın durumunu tetkik ve takip ediyor askerini ona göre hazırlıyordu Bu da bir erkanı harp için kaçınılmaz bir haslettir Dördüncüsü: Onda bir harekat disiplini vardı ve O bu disiplini hiç elden bırakmadı Nereye ne zaman gidilecek düşmana hangi vakitte taarruz edilecek O bunları çok iyi planlıyordu Haybere gidişi de bu prensibin açık bir örneğidir Gatafana gider gibi yapar Hayberin üzerine yürür Gatafan kendisine gelinmekte olduğunu zannederek surları arkasına çekilir Hayber ise harbi kendisiyle ilgisiz gördüğü için hazırlıksız ve rehavet içindedir Hele sabah vakti gözleri mahmur mahmur ve bütün uyuşuklukları üzerlerinde iken sabah namazını eda etmiş dua ile metafizik gerilime geçmiş Müslümanlar onları kıskıvrak yakalamaları yakalayıp derdest etmeleri hep Onun o müthiş plan ve disipliniyle kahve içme kolaylığında halloluyordu Mekkeye de aynı harekat disipliniyle gidilmişti Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) dahi nereye ve niçin gidileceğinden habersizdi hem öyle gidilmişti ki Mekkeli durumdan haberdar olduğunda kaçmaya dahi fırsat kalmamıştı Yukarıda Onun harplerinden misaller verirken

anlattığımız ve bizim anlatmayıp da siyerin kaydettiği bütün muharebeler aynı ölçüde bu disiplinle gerçekleştirilmiştir Beşincisi: Efendimiz düşmanlarıyla öyle bir anda yakapaça olurdu ki böyle durumlarda hep zaman ve zemin düşmanın aleyhinde Müslümanların da lehinde tecelli ederdi Bu durum da yine Allah Resülü‘nün o baş döndürücü fetanetinin eseridir Bedirde Müslümanların yerleştiği zemin suların bulunduğu yerdir Müşrikler ise susuz bir yerde kalmışlardır Altıncısı: Zamanı kendi hesabına çok iyi değerlendirirdi Mesela Hendekte zamanı uzattıkça uzatmış kış bastırmış ve Mekkeliler gerisin geriye dönmek zorunda kalmışlardır Zaten zemin tamamen Müslümanların lehindeydi Huneynin zamanlaması da aynı şekilde mucizelik arzeder Eğer kısa bir gecikme olsaydı Müslümanlar taarruz etme fırsatını bulamayacaklar ve tamamen müsait olmayan şartlar altında müdafaa savaşı vermek zorunda kalacaklardı Ama Allah Resülü anında hareket emri verdi ve Huneynde zamanı Müslümanların lehinde değerlendirdi Yine bu muharebede düşman okçularını yerleştikleri siperlerden çıkarıp ortaya çekmesi de aynı taktiğin harp içinde uygulanışıdır Öncü kuvvet hareketine ricat süsü vererek geri çekilmiş okçular da onları takibe koyulmuşlardı Halbuki onların en güçlü silahları oklarıydı; mevzilerinden çıkıp ortaya dökülünce okçuların okları işe yaramaz oldu Çünkü artık yakın dövüş içine girmişlerdi Burada kılıçlar konuşacaktı ve tam vaktinde verilen hücum emri zamanlama bakımından en isabetli bir vakitte olmuştu Yedincisi: Bir ordu için savaşta en mühim ihtiyaçlardan biri de şüphesiz erzak ve mühimmattır Allah Resülü‘nün yaptığı muharebelerden hiçbirinde erzak ve mühimmat bittiğinden dolayı savaşı terk etme gibi bir durum arız olmamıştır Zaten Kuranı Kerim yüzlerce ayetiyle inananları infak etmeye ve cömertlikte bulunmaya hazırlamış Allah Resülü de onlardaki bu dinamiği en güzel şekilde kullanmasını bilmiştir Zaten İslamda cihad anlayışı da hem malla hem de canla gerçekleşmektedir 9 Hz Peygamberin Yetiştirdiği Çıraklar Buraya kadar saydıklarımız doğrudan Allah Resülü‘nün harp tekniği ile alakalı ve Onun icraatından bazı bölümlerdi Halbuki O aynı zamanda eşsiz bir ordu kurmuş ve bu ordu çok kısa bir zaman içinde dünyanın dört bir yanını fethe muvaffak olmuştu Allah Resülü yetiştirdiği askerleri ve kurduğu ışık ordusu itibarıyla da eşimenendi olmayan tek ve yekta bir erkanı harpti Zira İslam ordusunun tekevvünü Onun elinde başlamış ve Onun elinde gelişmişti Yani O diğer askeri erkan gibi hazır bulduğu bir orduya komuta etmiş değildi Allah Resülü‘nün yetiştirdiği orduda şu üç önemli özellik bilhassa dikkat çekmektedir 1Mükemmel bir eğitim 2Mazbut bir ahlak ve örnek bir terbiye 3Akıl üstü bir iman itaat ve teslimiyet şuuru Efendimiz Kuvvet atmaktır buyurmakla kıyamete kadar gelecek harp sanayiine işarette bulunmuştur Bu ifade Ona ait mucizevi sözlerden biridir Ancak kendisi de bizzat o devirde bu sözün pratiğini göstermiş ve atıcılığa çok önem vermiştir Atıcılığı teşvik eden birçok hadisi şerif vardır Hele birisi var ki çok enteresandır O da bizzat harp esnasında Sad b Ebi Vakkas Hazretlerine: Anam babam sana feda olsun ya Sad ok at buyurmasıdır Efendimiz birçok insana sadece Anam sana feda veya Babam sana feda olsun demiştir; ancak bu ikisini birden söylediği tek şahıs Sad b Ebi Vakkastır (radıyallahu anh) Çünkü Sad çok mahir bir atıcıdır Allah Resülü askerlerini bizzat pratik olarak yetiştiriyordu Harp olmadığı devrelerde de sahabe hep sportif faaliyetlere teşvik edilmiş ve aralarında bazı müsabakalar düzenlenmiştir Hatta Efendimiz de bu müsabakalardan bazısına bizzat iştirak etmiştir Ayrıca yaşı tutmadığı halde askere alınmak isteyen gençler arasında düzenlenen güreş müsabakaları o devrede sportif faaliyetlere verilen ehemmiyete ışık tutan müşahhas delillerdendir

O devirde İslam ordusu hem fertlerin fiziki gücü hem de ordunun teknik gücü itibarıyla mükemmeldi Tabii ki bunların yanında askerlerin moral gücünü de unutmamak gerektir İslam Ordusunda melekleri gıptaya sevk edecek kadar mazbut bir ahlak vardı Allah Resülü öyle askerler yetiştirmiştir ki bunlar gittikleri her yere emniyet ve güven götürüyorlardı Sahabenin eliyle fethedilen hiçbir yerde ırz ve namusa tasallutla alakalı en küçük bir hadiseden bahsetmek bile mümkün değildir Evet ordunun iffet anlayışı bu derecede gelişmişti Elbetteki bu iffet onların iman ve akidelerinden kaynaklanıyordu Onlar arasında akideye muhalif hareket eden tek bir insan dahi göstermek mümkün değildi Bu da onların imanının bir gereği ve tezahürüydü Kuran onların bu durumunu anlatırken şöyle demektedir:

Allaha ve ahiret gününe inanan kavimde Allah ve Resülü‘ne karşı gelen; babaları oğulları kardeşleri veya akrabaları da olsa onlara sevgi beslediklerini göremezsin İşte Allah imanı bunların kalblerine yazmış ve katından bir nur ile onları desteklemiştir Onları içlerinden ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları Cennetlere koyar Allah onlardan hoşnut olmuştur onlar da Allahtan hoşnutturlar İşte bunlar Allah ordusudur İyi bilin ki felah ve kurtuluşa erecek olanlar da ancak Allah ordularıdır (Mücadele süresi 58/22) Onlar öyle bir imana sahiptirler ki karşılarına çıkan engel ne olursa olsun onları hedeflerinden alıkoyamazdı Harp sahalarında mücadele verirken bazen karşılarına kardeşleri bazen de öz baba ve amcaları çıktı ama insanı felç edecek bu kabil tablolar karşısında sahabe tereddüt etmeden kendisine verilen emri yerine getirdi ve gösterilen hedefe yürüdü Evet Allah Resülü öyle bir ordu teşkil etmişti ki dünya o güne kadar hayallerinden dahi geçirmedikleri bir manzara ile karşı karşıya kalmıştı Bazen bunların kaldırdıkları kılıcın altında can verecek kimseler kendi babaları kendi kardeşleri ve kendi yakınları olabilirdi Bu öyle önemli bir mesele idi ki küçücük bir tereddüt ordunun bozulmasına ve iş yapamaz hale gelmesine sebep olabilirdi Allah Resülü‘nün ordusunda tek bir fert tek bir saniye tereddüt geçirmemiştir Ebü Ubeyde b Cerrah (radıyallahu anh) Bedirde babası Cerrah ile karşılaştı O babasından kaçtıkça babası da hışımla onu takip ediyordu Nihayet babasıyla çarpışmak zorunda kalınca da: Al Allah aşkına deyip onu yere indirmesini bildi Evet orada karşısına babasının çıkması onu dava adına verdiği karardan döndüremiyordu Dava davadır; onun karşısına kim çıkarsa çıksın mülayemet isteyen bazı durumlar müstesna o mutlaka bertaraf edilmelidir Öyle ise Ebü Ubeyde de başkaları da hep aynı davranacaklardı ve Cerrahlar bir daha karşılarına çıkmayacaktı Abdurrahman babası Ebü Bekire (radıyallahu anh): Seninle Uhudda kaç defa karşılaştım Fakat her defasında senden kaçtım seninle dövüşmek istemedim der Hz Ebü Bekirin (radıyallahu anh) cevabı kesin ve nettir: Eğer ben seni görmüş olsaydım muhakkak seninle vuruşurdum ve asla görmezlikten gelmezdim Abdullah (radıyallahu anh) babası Übey b Selülün yaptıklarından çok rahatsızdır O bilmektedir ki babası ölümü çoktan hak etmiştir Ancak babasına karşı da aşırı bir saygısı vardır Ve gelir Allah Resülü‘ne şu teklifte bulunur: Ya Resülallah Eğer babamı öldürtmek istiyorsan ne olur o vazifeyi bana ver Çünkü bütün Medine bilir ki babasına benim kadar düşkün ikinci bir insan yoktur Eğer onu benden başkası öldürürse babamı öldüren o insana kalbimde bir burkuntu duyabilirim Fakat ben bir mü‘mine kalben rahatsızlık duymak istemem Onun için müsaade ederseniz bu işi ben göreyim Abdullah (radıyallahu anh) şanlı bir sahabiydi O şanlı sahabiydi ama babası da

münafıkların reisiydi İslama bunca zararı olan bu insanı Allah Resülü‘nün öldürme arzusu yoktu Abdullaha (radıyallahu anh) babasına karşı saygılı davranmasını emir buyurdu ve savdı Zaten onun babasına Ben zelilim Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ise azizdir demekdikçe seni Medineye sokmam dediğini daha evvel arz etmiştik Abdullah b Übey b Selül: Medineye vardığımızda azizler zelilleri oradan çıkaracak demiş ve kendisini aziz; Efendimiz ve ashabını da zelil olarak vasıflandırmıştı İşte oğlu babasına durumun tam aksi olduğunu böyle ispatlıyordu Hiçbir nefis Allahın (celle celaluhu) izni olmadan ölmez (Ali İmran süresi 3/145) Allah Resülü‘nün ashabı bu hükme öyle inanmışlardı ki harp meydanlarında yasemenlikte gezer gibi reftare dolaşırlardı Ebü Dücanenin (radıyallahu anh) o pervasızlığını başka türlü izaha imkan var mıdır Hz Ali (radıyallahu anh) çok hastalanan bir insandı Bazen başında bulunanların onun hayatından ümitlerini kestikleri olurdu Fakat o gayet emin bir halde henüz ölmeyeceğini söylerdi Çünkü senelerce evvel Allah Resülü ona boynunun kanıyla sakalının boyanacağını söylemişti O da buna tereddütsüz inanmış ve iman etmişti Artık aksini hayalinden bile geçirmiyordu Ammar b Yasir kulağı kopmuş durmadan kan kaybediyordu Etrafında endişe ile dolaşanlara henüz ölümünün gelmediğini söylüyordu; çünkü ona da Allah Resülü: Seni baği bir kavim öldürücek ve senin dünyadan son nasibin bir bardak süt olacak demişti O buna katiyen inanmış ve bu söze teslim olmuştu Zaten onlardaki bu teslimiyet ve imandı ki düşmanın bütün fendini oyununu bozuyor onları tersyüz ediyordu Önüne çıkan okyanus karşısında bile atını mahmuzlayıp ilerleyecek kadar gözü karalığın manası işte onlardaki bu iman bu teslimiyet ve bu maneviyat yüksekliğindendi Onların Allah (celle celaluhu) ve Resülü‘ne itaat ettiklerini bilmem ki burada zikretmeme gerek var mı Sahabe demek tepeden tırnağa itaat demektir Ancak başlı başına müstakil bir mevzuu burada işlemek mevzuu uzatmak olacağından şimdilik o kapıyı açmıyorum Allah Resülü‘nün askeri eğitime verdiği ehemmiyete yukarıda dikkatinizi çekmiş ve bu mevzuda meselenin pratik buuduna da kuşbakışı temas etmiştim Mevzuu bitirirken hitamuhu misk olması düşüncesiyle bir iki hadis ve bir ayeti kerimenin sadece meallerini takdimde fayda ve bereket mülahaza ediyorum Efendimiz buyuruyor: Çocuklarınıza atıcılık ve yüzücülüğü öğretin Ve yine buyuruyor: Kim ki atıcılığı öğrenir ki bu ona Allahın bir nimetidirardından da unutursa o insan Allaha karşı nankörlük yapmış olur Ve Rabbimiz emrediyor: Ey iman edenler Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allahın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunun dışında Allahın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın Allah yolunda sarfettiğiniz her şey size hiçbir haksızlık yapılmadan tamamen ödenecektir (Enfal süresi 8/60) Efendimizle alakalı bu mevzuu bitirmeye gönlüm hiç razı olmuyor Sanki Ondan bahsederken Onunla beraber olmanın havasını yaşıyor gibiydim Böyle mukaddes bir beraberliği bırakmaya da şimdi razı değilim Fakat elden ne gelir Gelip sözün sonuna dayandık ve artık sükut düğümünü bağlamak zorundayım Sözümü sonu güzel olsun güzel koksun diye bir Söz Sultanı‘nın şu nur ve mana yüklü ifadeleriyle bitirmek istiyorum: Evet o burhanın şahsı manevisine bak: Yeryüzü bir mescit Mekke bir mihrap Medine bir minber O Rabbini apaçık gösteren ve Rabbine delil olan Peygamberimiz Alayhissalatü Vesselam bütün ehli imana imam; bütün insanlara hatip; bütün nebilere reis; bütün velilere seyyit ve nebilerden velilerden meydana gelmiş zikir halkasının serzakiri

O öyle nurani bir ağaçtır ki nebiler o ağacın hayat fışkıran kökleri veliler ise terütaze meyveleridir Her bir davasını mucizelerine istinat eden bütün nebiler ve kerametlerine itimat eden bütün veliler tasdik edip imza basıyorlar Zira O La ilahe illallah der dava eder Bütün sağ ve sol yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zakirler aynı cümleyi tekrar ederek icma ile manen Doğru söyledin ve hakkı konuştun derler Hangi vehmin haddi var ki böyle hesapsız imzalarla teyit edilen bir davaya parmak karıştırsın O nurani tevhid delili nasıl ki iki tarafın icma ve tevatürüyle teyit ediliyor Öyle de Tevrat ve İncil gibi semavi kitaplarda yer alan yüzlerce işaret peygamberliğinden evvel vaki olan bir o kadar bişaret gaybtan haber veren hatif ve kahinlerden gelen nice şehadet ve binlerle ancak ifade edilebilecek sayıdaki mucizelerle de teyit ve tasdik edilmektedir Bunun yanında getirdiği dinin hakkaniyeti de Onu teyit eden başka bir delildir Ayrıca Zatında gayet kemaldeki övünülecek ahlakı; vazifesiyle alakalı o güzellerden güzel seciye ve karakteri bu cümleden olarak kuvvetli imanını sağlam itminanını ve son derece güvenilirliğini gösteren fevkalade takvası fevkalade ubüdiyeti fevkalade ciddiyeti fevkalade metaneti; davasında son derece sadık olduğunu güneş gibi ve apaçık göstermektedir İstersen gel Asrı Saadete Arap Yarımadası‘na gidelim Hayalen olsun Onu vazife başında görüp ziyaret edelim İşte bak: Fizyonomisiyle yaşantısıyla güzelliğin doruk noktasında seçkin bir Zatı görüyoruz ki elinde mucizeler gösteren bir kitap lisanında hakikatleri açıklayan bir hitap bütün insanoğluna belki cin melek ve daha başkalarına belki bütün varlığa karşı ezeli bir hutbeyi tebliğ ediyor Alemin yaratılış sırrı olan acip muammayı hall ve şerhedip kainatın sırrı olan kapalı tılsımı açıp keşfederek herkese sorulan bütün akılları hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müthiş büyük sual olan: Necisin Nereden geliyorsun Nereye gidiyorsun suallerine ikna edici makbul cevap veriyor İşte bak: Şu geniş adada vahşi adetlerine mutaassıp ve inatçı çeşitli kavimleri ne çabuk o kötü adet ve vahşi ahlaklarını onlardan söküp atarak ne kadar güzel ahlak varsa onları böyle güzel ahlakla donatıp medeni milletlere ve bütün aleme muallim ve üstad eyledi Bak değil zahiri bir tasallut belki akılları ruhları kalbleri nefisleri fetih ve teshir ediyor Kalblerin sevgilisi akılların muallimi nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı oldu Ey Ruhlarımızın Sultanı Sen ruhlarımıza sultan oldun ruhlarımız da Sana kurban olsun Lütfeyle kabul buyur Sünnetin Tesbiti ve Teşrideki Yeri Hadis Resüli Ekrem Efendimiz Hazretlerinin (sallallahu aleyhi ve sellem) akval efal ve ahvalini (söz fiil ve davranışlarını) bildiren ilimdir Çokları sünnetin takriri kısmını da efali içinde zikretmişlerdir Öyle veya bu şekliyle bizim arz etmeyi düşündüğümüz hususu çok alakadar etmediğinden üzerinde durmayacağız Efendimizin akvalinden murad; Kuranın (vahyi metlüv) dışında olan mübarek sözleridir Fiillerinden murad ise Zatı Risaletpenahilerinden sadır olan efaldir ki büyük bir kısmı itibarıyla bunlara uymakla mükellef sayılırız Bu arada Sultanü‘sSekaleyn Efendimizin adet kabilinden olan işleriyle şahsı ile alakalı sünnetlere uymak mecburiyeti olmasa bile bunlara dahi halis bir niyetle ittiba adetleri ibadet haline getirmesi ve Onun mübarek davranışlarıyla hedeflenen noktalara yönelmeyi netice vermesi bakımından sevap ve bereket kaynağı olacağında şüphe yoktur Fıkıh ilminde bu ikinci nevi fiiller bahis mevzuu değil ise de hadis ilminde her zaman üzerinde durulagelmiştir Efendimizin ahvali hadisçilerce hadis muhtevasına dahil ama fıkıhçılarca hariçtir Fakihler derler ki: Efendimizin ahvali ihtiyari fiiller nevinden ise o efali nebeviyyeye zaten dahildir Yok Şerefi Nevi İnsanın şemaili şerifleri miladı nebevileri Onun zaman ve mekanı gibi siyer kitaplarında zikredilen ve şeri hükümlere esas teşkil etmeyen hususlardan ise o fukahanın maksadının dışında kalır ve teşride de esas değildir Oysaki

hadisçilere göre Efendimize (aleyhi ekmelüttehaya) izafe ve isnad edilen her şey hadistir ve hadisçinin iştigal sahası içine girer Sünnete gelince Hazreti Feridi Kevn ü Zaman Efendimize izafe olunan söz fiil ve takrirlerin umumuna denir ki usülü fıkıh ulemasına göre hadisin müradifi sayılır Biz burada şimdi bu çok geniş ve şümullü mevzu üzerindeki söylenmesi gerekli olan hususları işin mütehassıslarına bırakarak sünnetin tesbitiyle alakalı biriki önemli meseleyi kuş bakışı arz etmeyi düşünüyoruz Sünnet: Allah Resülü ve Onun nurlu ashabının yaşadığı çağdan günümüze kadar Kitabın yanında korunup kollanan ve her asırda yüzlerce devasa insanın kabullenip hemen her meselede müracaat ettiği tertemiz ilahi bir kaynak ve teşride de ikinci esastır Kuranı Kerim pek çok ayetiyle Hazreti Seyyidü‘lBeşer ve Onun sünnetine uymayı emrettiği gibi pek çok sıhhatli ehadisi şerife de yine sünnete ittibaın önemi ve onun teşrideki yeri üzerinde durmaktadır Denebilir ki hemen her devirde aklının altında kalıp ezilmiş biriki nasipsiz istisna edilecek olursa sünnet din ve dini hayata esas teşkil etmesi bakımından bugüne kadar hep Kuranla beraber mütalaa edilmiştir O Kuranla o kadar içlidışlı ve o kadar beraberdir ki ne onu Kurandan ne de Kuranı ondan tecrit etmek mümkün değildir Sünnet Kuranın mübhem kısımlarını tefsir mücmel yerlerini tafsil mutlak olan hükümlerini takyid amm olan kısımlarını da tahsis etme gibi Kurana ait hizmetleriyle adeta onunla bütünleşmiş gibidir Namazlar rükünleri şartları sıhhat ve fesadı sünnet ve adabıyla; hac ifradı kıranı temettuu ve bütün teferruatıyla; zekat nisabı nevileri ve eda keyfiyetiyle Kuranda mücmel olarak zikredilip de sünnetle ayrıntılı bilgi verilen meselelerin sadece birkaçıdır Kuranı Kerimde miras ayetlerinin amm olarak zikredilmesine rağmen peygamberlerin mallarının miras olmayacağı birbirine mirasçı olanlar arasında vuku bulan katlin mirastan mahrumiyete sebebiyet vereceği sünnetle tahsis edilen ahkamdandır Bundan başka Kuranı Kerimde mutlak olarak zikredilen pek çok hüküm vardır ki onlar da yine sünnetle takyid edilmiştir Bu arada Kuranı Kerimin bir tek kelime ile dahi temas etmediği ve müstakillen sünnetle ele alınan meseleler de az değildir Ehli eşeklerin ve yırtıcı hayvanların etlerinin haram edilmesini hala ve teyze üzerine yeğenlerin izdivacının yasaklanmasını bu cümleden sayabiliriz Bu itibarladır ki ilk asırdan bugüne kadar Kuranın yanında sünnet de aynı ihtimama mazhar oldu; Kitap gibi kaydedildi; üzerinde müzakereler yapıldı ve eslafdan ahlafa kitaplar ve kitapçıklar halinde intikal etti Allah Resülü hayatı seniyyelerinde kendine itaat etmeyi ve sünnetine uymayı dinin bir parçası sayıyor; söylediği her sözün arkadan gelecek nesillere ulaştırılmasına teşvikte bulunuyor Hatta ashabına uzak yerlerden hadis dinlemeye gelenlere mülayim ve yumuşak davranmayı emrediyor ve söylediği sözlerin mutlaka dinlenipbellenmesi için tahşidat yapıyor Muhataplarının anlayıp ezberlemelerine yardımcı olmak için yerinde konuştuğu şeyleri birkaç defa tekrar ediyor ve yerinde de mübarek sözlerinin kaydedilmesini tavsiye buyuruyorlardı Beri taraftan ashabı kiram efendilerimiz de bütün bir hayatı talim etme vazifesiyle gönderilmiş olduğuna inandıkları bu Şerefi Nevi İnsan ve Feridi Kevn ü Zamanın değil dinin esaslarına taalluk eden söz ve davranışları Onun tabii hal ve hareketlerini dahi hassasiyetle takip ve tesbit ediyor; sonra da duyupişittiklerini tekrar ber tekrar aralarında gözden geçirip ya hafızalarına alıyor veya defterlerine işliyorlardı Ondan intikal eden her şeyi en mübarek bir hatıra en muhterem bir emanet sayarak tek kelimesinin dahi zayi olmasına gönülleri razı olmayan bu müstesna cemaat hayatlarını bu mukaddes emanete karşı hep emniyet duygusu içinde sürdürdüler Ayrıca Ondan gelen her beyan ve mesajı sabah akşam gökten gelmiş semavi sofralar

kabul eden ve ilahi emirlere karşı arzuyla dolu alabildiğine kadirşinas bu topluluk duyup işittiği bu ışıktan fermanları adeta abı hayat gibi içiyor ve tek damlasını da zayi etmiyordu Aslında düşünceler olabildiğince saf gelen mesajlar çok yeni ve taze sineler iştiyakla buhur buhur anlatılan şeyler de ebedi mutlulukla alakalı hatta onun altın anahtarı mesabesinde olunca ne sünnete karşı lakayt kalınabilir ne yıllanan şeyler hafızalardan silinir ne de onun içine başka şeyler karıştırılabilirdi Ve öyle de oldu Zaten hayatını doğruluğu ikameye vakfetmiş ve yalanın her çeşidine kapalı bu ruh insanları doğrunun tek zerresinin dahi zayi olmasına gönülleri razı olmadığı gibi yalan ve hilafı vakiye karşı da tavırları tamdı Muhalfarz içlerinden biri yalana tenezzül edecek olsaydı yüzlerce ağızdan yükselen protesto sesi bu yalancı solukları boğacak ve teşebbüs edecek başka kimselerin içine de korkular salacaktı Böyle bir tavır ve tutum az da olsa bir kısım cüretkarlara karşı yapılmadı da değil Evet ashabı kiram hem sünnetin tesbiti vazifesini hem de muhafazasını tekeffül etmiş bulunuyorlardı Bu hususta muhkemata tevfikan geliştirdikleri bir kısım tahkik metotlarıyla duydukları her şeyi kritiğe tabi tutabiliyor raviyi istintak edebiliyor rivayet edilen her şeye şahit istiyor ve çeşit çeşit mihenklerden geçirerek hadisi öyle kayd ve tesbit ediyorlardı Bu arada Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu şeyleri yazan sahabenin sayısı da az değildi Aslında hadisler de tıpkı Kuranı Kerim gibi şerefvürüduyla beraber kaydediliyordu; ama gayrı resmi ve hususi defterlere Hadisin kayd ve tesbitinin Ömer b Abdülazizle başladığını söylemek doğru olsa bile eksiktir Zira Ömer b Abdülaziz döneminde yapılan şey devlet emirnameleriyle resmi tedvindir Bu da tıpkı Hz Ebü Bekir döneminde hafızların hafızasında değişik cisimler üzerinde yazılı bulunan Kuran ayet ve sürelerini bir araya getirme gibi bir resmi cem ve tedvindi Yoksa Hazreti Sahibi Risaletpenahileri zamanında Ondan sadır olan her şey yazılıyordu ki bunlar arasında daha sonra çok iştihar eden Abdullah b Amr b Asın esSahifetü‘ssadıkası Hemmam b Münebbihin esSahifetü‘ssahihası Zeyd b Ali b Hüseyinin Mecmüu çok meşhur olmuş ve tedvinin resmileşip yaygınlaştığı dönemde de sonraki müdevvenata birer kaynak teşkil etmişlerdi Ashabı kiram hadislerin kayd ve tesbitine hassasiyet gösterdikleri ölçüde orijinalini muhafaza mevzuunda da fevkalade titiz davranıyorlardı Aişe Validemiz hadisleri kelimesi kelimesine nakle alabildiğine hassasiyet gösteriyor İbn Ömer bir harf bile değiştirmeden rivayet etmeye çalışıyor İbn Mesud ve Ebü‘dDerda gibi kibarı ashab hadis rivayeti denince sıtmaya tutulmuş gibi tir tir titriyor ve neden sonra ağzından birkaç kelime çıkıyor ve kendimden kelime karıştırırım endişesiyle bazıları da hiç mi hiç rivayete yanaşmıyordu Tabiini kiramın da bu meseleye aynı titizlikle yaklaştıklarını söylemek mübalağa olmasa gerek Said b Müseyyeb Şa‘bi Alkame Sevri bu hassasiyetin büyük temsilcilerinden sayılıyorlar Zaten daha sonraki dönemlerde hem senet ve metnin tahkiki hem de rical kitaplarının tedvini silik sözlerin hadis cevherleri arasına girmesini bütün bütün zorlaştırıyor idi ki zannediyorum dini metinleri bu ölçüde hassasiyetle kritiğe tabi tutan İslam ümmetinden başka bir ümmet de yoktur On dört asırdır Onun arkasında bulunabilmemiz frekanslarımızın Ona ayarlı alıcı cihazlarımızın açık ve Ona dönük olması ölçüsünde her lahza O Ruhu SeyyidilEnamı vicdanlarımızda duyuyor ve ruhlarımızda hissediyoruz Bu öyle bir duyuş ve hissediştir ki bir adım daha atsak sanki Onunla yüz yüze geliverecek de o diriltici soluklarını ciğerlerimize kadar çekecekmişiz gibi oluruz Dünyanın süratli bir değişimin içine girdiği beşer fıtratına ters sistemlerin işe yaramaz çer çöp halinde tarihin çöplüğüne atıldığı ve insanlığın yeniden dine yöneldiği günümüzde Ortodokslar kendi kiliselerine Budistler kendi mabedlerine Brahmanlar kendi inançlarına yönelirken; yönelmekten de öte koşarken uzun zaman sağda solda ve yad ellerde gezen Hz

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) cemaatinin de yeniden Ona dönmeye niyetlendiği apaçık müşahede edilmektedir Evet yirminci asrın ikinci yarısına kadar hep aleyhimize işleyen hadiseler zembereğini Allah (celle celaluhu) sanki yeniden kurdu ve Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) teveccühle birleştirdi Artık dünyanın dört bir bucağında düşünce dünyamızın yamaçları rahmet ilinden gelen yağmurlarla bahar esintilerine açık ve üfül üfül karın buzun yerinde de goncalar kemer kuşanmış salınıyor Evet bugün artık ak karadan ışık da zulmetten ayrı; herkes yollu yolunca ve karanlıklar köşeye kıstırılmış olmanın paniği içinde Bir yanda bir zamanlar dünyanın dört bir yanına ışık götüren gittiği her yerde Muhammedi ocaklar tüttüren ve Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbetin şerefiyle şahlanmış ışık ordusu bir iki asırdır neredeyse terk ettiği kendi mabedine hem de mehter tarrakalarıyla dönerken; öte yanda buna mani olmak ve karşı koymak isteyenlerin cılız çelimsiz ve fakat hoyratça çığlıkları Evet bugün artık beşeri sistemlerin ve hususiyle de bir zamanlar büyük bir debdebeyle gelen ve şimdilerde lanetlenerek terk edilen komünizmin yerine alternatif sistemler hazırlanmaktadır Bir zaman maneviyat adına peygamberlik aleminin sultanları Hz İsa Hz Musa ve Hz Muhammedin (aleyhimüsselam) yerine Paskalı Bergsonu çıkarıp kullanmak isteyenler bugün de dine güya alternatif olarak ispritizmayı ruh çağırmayı reenkarnasyonu ve tenasüh düşüncelerini çıkarmaya çalışmaktalar İnsanlık tarihinde şairi şehirimizin ifadesiyleoluklar hep çift yönlü akmıştır zaten; bir yanda nur diğer yanda kir Evet durum bugün hiç de dünkünden farklı değil Dinin yerine uydurma ve sahte inanç sistemlerini ikame etmeye çalışanlar kendilerince bir şeyler yapmaktadırlar ve onların böyle yapmaları da tabiatlarının gereğidir Ancak bizim içimizden bazılarının bunlara hususiyle de müsteşriklere alet olmalarını alet olup sünneti sorgulamalarını anlamak zor Evet bir hayli zamandan beri sahabei kiramı bilhassa Hz Ebü Hüreyre Hz Enes Hz Abdullah İbn Ömer gibi sünneti bize nakleden tertemiz kaynakları sorgulamakla başlayan ve Hz Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) dayanan bu hareketin yarın nerelere varacağını kestirmek kehanet olmasa gerek Vahyin hameleleri aksettirici miratı mücellası da sorgulanınca bir batıl mezhebin noktai nazarı olarak Cibril (aleyhisselam) niye sorgulanmasın ki Halbuki hayatımızın nuru ziyası cilası şaşırmayalım diye yolumuzun iki yanına konan reflektörler ve işaret taşları mesabesindeki sünneti seniyye öyle mühimdir ki onsuz en büyük velilerin rehberliği bile gidip Cennet yamaçlarına Cemalullahı müşahede rasathanelerine dayanan bu upuzun yolda yetmez ve çok fazla bir şey vaad etmez İmam Rabbani gibi pek çok büyük zevat şu kanaatı izhar ederler: Seyr u sülüki ruhanide görüyoruz ki sünneti seniyyeye ait nurlarda bir farklılık bir başkalık var Evet semalarda pervaz eden en büyük velilerin rehberlik ve kuvvei kudsiyeleri dahi sünneti seniyyenin en küçük meselesi kadar parlak ve emniyet vaad edici değildir Zira semai vilayette ne kadar büyük insan varsa hepsi Hz Muhammed Güneşinin (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında birer peykten ibarettir Güneşin etrafındaki peyklerin ışığının güneşe nisbeti ne ise velilerin nurunun da feyzi akdes ve feyzi mukaddesin ilk aksettiricisinin nuruna nisbetleri odur Fazilet güneşidir sanki O ötekiler yıldızları; Karanlıklarda insanlar için ışık saçarlar (Büsiri) Zeminde yaşarken zeminin hakkını bile vermekten uzak zavallıların güneşe balçık atıyor gibi semaya ait hakaiki ve ötelere ait cevherleri kritiğe tabi tutmaları sadece kendi densizliklerini gösterecektir gösterecektir de sünnet hep gürül gürül sözünü söyleyecek soluklarını vicdanlarımıza duyuracak ve gelecek yıllar sünnet yılları Hz Muhammed yılları ve Kuran yılları olacaktır

Sünnet Nedir Sünnet lügat manası itibarıyla gidişat iyi ya da kötü takip edilen yol demektir Bu manayı ifade eden bir hadisi şerifte: Kim İslamda güzel bir yol bir çığır açarsa onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri yapanlardan eksiltilmemek üzere onundur Kim de İslamda kötü bir yol bir çığır açarsa onun ve o yolda gidenlerin vebali yapanlardan eksiltilmemek üzere onun sırtına yüklenecektir buyrulmaktadır Muhaddisler usülcüler ve fukaha ıstılahi manası itibarıyla sünneti aşağıdaki ifadelerle tarif etmeye çalışmışlardır: Muhaddislere göre sünnet: Ahkama ve amele esas teşkil etsin etmesin yaptıkları ve içtinap ettikleriyle Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) Hanefilerin noktai nazarınca farz vacip sünnet müstehap ve adapbize intikal eden her şeydir Yani Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) şemailidir hayat tarzıdır siretidir Usülcülerin sünnet anlayışı biraz daha farklıdır Onlara göre sünnet: Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) söz fiil ve takrir olarak sadır olan her şeydir Yani Resülullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri davranışları ve ashabında görüp de men etmediği veya sükutla tasvip buyurduğu hareketlerdir Fukaha ise sünnete bidat mukabilinde ve teşrie yani farza vacibe harama esas teşkil etmesi açısından bakarlar Bu manada sünnet hadisin müradifi ya da müteradifi sayılır Hadis; tahdis masdarından haber vermek manasına bir isimdir Daha sonraları Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbet edilen her söz fiil ve takrire hadis denmiştir İbn Hacer: Şeriat örfünde hadisten maksat Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) isnat edilen her şeydir der Bazı fuhülu ulema hadis sözünden kadim özlü ve ilahi olanı sezmişlerdir ki Kuranı Kerimle sünnetin ilk ayrılma noktalarına işaret etmesi bakımından oldukça önemli bir tevcihtir Süneni İbn Macedeki bir hadis de bunu teyit eder mahiyettedir İbn Mesud Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bir keresinde şöyle buyurduklarını nakleder: : Onlar başka değil ikidir: Biri kelam diğeri de hidayet buudlu yoldur Kelamın güzeli Allah (celle celaluhu) kelamı hidayetin güzeli de Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) hidayetidir Evet Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi sözleri hakkında hadis demeyi tercih etmiştir Böyle demekle kendine ait sözlerle kendine ait olmayan sözleri birbirinden ayırdığı gibi hadis ıstılahı olarak da bu kelimenin nerede kullanılacağı hususunu hatırlatmada bulunmuştur 1 Sünnetin Çeşitleri Bütün bu tariflerden anladığımız hususları şu üç kısma irca edebiliriz: a Kavli Sünnet Sünnet Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü Onun nurlu sözleri teşkil eder ki bunlar Kuranda yer almayan fakat bütün fukahaca fıkıh kitaplarına alınıp pek çok hükme esas kabul edilen Ona ait nurefşan beyanlardır ki misal olarak şunları zikredebiliriz: a Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): Varise vasiyet yoktur buyururlar Yani miras bırakan kimse kendisine varis olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz; şu vakfa veya bu hayır müessesesine vasiyette bulunabilir ama ayrıca kendi mirasçısına mirasından vasiyette bulunup da Mirasımın şu kadarı ona verilsin diyemez b Yine usüli fıkıhta fıkhın prensipleri arasında yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): Zarar verme ve zarara zararla mukabele

etme yoktur buyurmuşlardır Yani kimseye zarar verilemeyeceği gibi birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez c Allah Resülü‘nün bir diğer mübarek sözlerinde ise şöyle buyrulmaktadır: Yağmurların ve akarsuların suladığı arazide öşür (onda bir) hayvanlar ile sulanan arazide öşrün yarısı (yirmide bir) zekat vardır d Deniz suyuyla abdest alabilir miyim diye soran bir sahabisine Allah Resülü dünya kadar fetvalara esas teşkil edecek şu mübarek sözüyle karşılık verir: Onun suyu temiz ölüsü de helaldir b Fiili Sünnet Resüli Ekremin (sallallahu aleyhi ve sellem) davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnettir ki Kuranda sarihen zikredilmemiştir Mesela; Kuranı Kerimde namaz emredilmiş olduğu ve bazı yerlerinde Rükü edin secde edin gibi emirler bulunduğu; hatta umumi bazı vakitler zikredildiği halde kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı namazın nasıl eda edileceği onun farzları vacipleri ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır Bütün bu hususlarda sünneti nazara veren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle kılın buyurarak sünnetin hususi teşri‘ine işaret etmişlerdir Yine menasiki hac mevzuunda; pek çok alimler bile bu hususta yanılırlar Ve yanılmışlardır da Hatta hac menasikine dair risaleler yazan alimler dahi onu delilsiz rehbersiz yerine getirememişlerdir Hatta Hz İmamulHümamın bile bu hususla alakalı bir menkıbesini naklederler İşte oldukça karışık haccın menasiki de tıpkı namaz gibi yine Efendimizin uygulamalarıyla belirlenmiştir c Takriri Sünnet Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usülünce tenkit buyururlardı Mesela minbere çıkar ve isim tasrih etmeden perdeyi yırtmadan: Cemaate ne oluyor ki falan şöyle yapıyor diye ikaz ve tembihde bulunurlardı Aişe Validemizin ifadeleriyle: Şahsına karşı yapılan kötü muamelelerde son derece müsamahakar olmasına rağmen hakkın çiğnendiği yerde kükremiş aslan gibi ihkakı hak edinceye kadar kendisini durdurmak mümkün olmazdı Bu arada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bazen de gördüğü davranışları men etmez ve sükutuyla onları tasvip buyururlardı ki bu da sünnetin takriri kısmını teşkil etmektedir a Mesela; bir defasında iki sahabi sahrada su bulamadılar ve teyemmümle namaz kıldılar Bunlardan biri daha sonra aynı namaz vakti içinde su buldu ve abdest alıp yeniden namaz kıldı diğeri namazını iade etmedi Sonra ikisi de gelip durumu Resülullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) anlattılar Allah Resülü: Suyu bulduğum halde ben namazı iade etmedim diyene: Tam sünnete göre hareket ettin; Suyu bulunca abdest alıp namazı iade ettim diyene de: Sana da iki mükafat var buyurdular İşte bu takriri sünnete girmektedir b Yine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) Benü Kureyzayı tedibe giderken: Acele edin namazı orada kılacağız buyurdular Acele sözünden bazı sahabi: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) acele edip Kureyzaoğulları yurduna varmamızı ve namazı orada kılmamızı istiyor manasını çıkarıp hemen yola çıktılar ve namazı orada kıldılar Diğer bir kısım sahabi ise Hayır Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) acele etmemizi istiyor; yoksa namazı burada da kılabiliriz manasını çıkararak namazlarını kılıp da gittiler Mesele Allah Resülü‘ne (sallallahu aleyhi ve sellem) götürüldüğünde her iki grubun yaptığını da tasvip buyurdular İşte bu ve benzeri hadiseler de takriri sünnete misal olarak zikredilirler 2 Kuranda Sünnet Sünnet hayatımızın hayatı ve ruhumuz içre de bir ruhtur Kuranı Mucizü‘lBeyan da sünneti desteklemekte desteklemekten de öte onun İslamdaki esaslı ve vazgeçilmez yerini tesbit

ve tasrih buyurmaktadır İşte bu tesbit ve tasrihle alakalı ayetler: 1 Kuranı Kerimde birkaç yerde birbirinin aynı veya çok az değişiği lafızlarla şöyle buyrulur: O (Allah) ki ümmiler içinde kendilerinden bir Resül bas buyurdu (O Resül) onlara Allahın ayetlerini okuyor onları temizliyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor (Cuma süresi 62/2) Hemen hemen büyük çoğunluğu itibarıyla muhaddisin ve müfessirini kiram ayette geçen ‘hikmet kelimesinden ‘sünneti anlamışlardır Çünkü mucize olan Kuranı Kerimin içinde gelişigüzel sıkıştırılmış kelimeler maksada kapalı ifadeler ve gereksiz itnab yani yok yere kelime dökme ve sözü uzatma olamayacağından söz konusu ayeti kerimede hikmetten kasıt kitap veya kitabın bir kısmı olamaz; zira o zaman hikmet kitap üzerine atıf yapılmazdı Evet burada kitaptan maksat çok ayetlerde de geçtiği üzere Kuranı Kerimdir Hikmet ise kitabın icmalini tafsil mübhemini tefsir umumi olanını tahsis ve mutlakını takyid babında Allah Resülü‘nden şerefsüdür olan sünneti seniyyedir 2 Bir başka ayeti kerimede Allah (celle celaluhu) peygamberlerini onlara itaat edilsin diye gönderdiğini ifade buyurur: Biz gönderdiğimiz her peygamberi başka değil ancak Allahın izniylekendisine itaat edilmesi için gönderdik (Nisa süresi 4/64) Allah kendisine itaat edilsin diye peygamber gönderir Peygambere itaat ise onun zatından dolayı değil ferdiiçtimai maddimanevi aydınlığa vasıta ve vesile olması hasebiyle Allahın memuru bulunması itibarıyladır Evet: Ey iman edenler Allaha ve Resülü‘ne itaat edin ve Ondan yüz çevirmeyin (Enfal süresi 8/20) Allaha itaat edin; Resüle itaat edin Ayetlerde ifade olunan Allaha itaatle Resülullaha itaat aynı şeyler değildir Allahın emir ve nehiylerinde Allaha Resülullahın emir ve nehiylerinde yani Onun sözlerinde fiillerinde ve takrirlerinde de Ona itaat açıkça Kuranı Kerimin emridir Çünkü Allaha itaat adına Kuranı Kerimin ortaya koyup ve Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) tebliğ buyurdukları emir ve nehiylerin dışında bir de müstakillen sünnet eksenli emirleryasaklar terğiblerterhibler teşviklertavsiyeler var ki bütün bunları ifade sadedinde Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): Şüphesiz bana kitab ve onunla birlikte bir benzeri bir misli verildi buyurmaktadır Ayrıca yukarıda misal olarak getirdiğimiz ayeti kerimelerde Allaha ve Resülü‘ne ayrı ayrı itaat emredildikten sonra: Resülullahtan yüz çevirmeyin deniliyor ki bu da sünnete ittiba etmemenin hatta onu hafife almanın ve sorgulamanın bir nevi irtidat olduğunu ifham etmektedir 3 Bu mevzuyla alakalı olarak Kuranı Kerimde geçen ayetlerden bazıları da şunlardır: a Ey iman edenler; Allaha itaat edin Resüle itaat edin ve sizden olan ulü‘lemre de (içinizden çıkan inanç duygu ve düşüncelerinizi paylaşan acıda sevinçte kederde sizinle beraber olan büyüklerinize de) itaat edin (Nisa süresi 4/59) Ayet Resülullahtan sonra gelen emir sahiplerine ve büyüklere itaati bile emrederken insanlık adına büyükler büyüğü kendilerine itaat edilmesi emrolunan büyüklerin de büyüğü melcei mencei Resülullaha itaat etmemek Kuran dışında Onun sünnetini yani mübarek sözlerini fiillerini kale almamak ve Ona ayrı bir emretme yasaklama hakkı ve selahiyetini vermemek acaba hangi insafla telif edilir b Allaha ve Resülü‘ne itaat edin ve nizaa düşmeyin Aksi halde gevşer zaafa düçar olursunuz; kuvvetiniz nusretiniz devletiniz gider; sabredin ha (Enfal süresi 8/46) Bu ilahi beyan Allaha ve Resülullaha itaati nusretin kuvvetin birliğin ve devletin kaynağı

saymaktadır Resülullaha itaatten uzaklaşıldığı zaman yani imam bilinmediği veya kale alınmadığı zaman tıpkı namaz imamında olduğu gibi kimin hangi kıbleye döneceği belli olmaz; o halde nizaa düşmemenin yolu Resülullaha itaat ve iktidadır; nitekim bir başka ayette: Kendi aranızda nizaa düştüğünüz zaman Allaha ve Resülü‘ne götürün (Nisa süresi 4/59) buyrulmaktadır Hakikat bu iken ve bizi birleştirecek içtimai vahdetimizi sağlayacak merci O ve Onun sünneti iken Onun kudsi asarını sorgulamanın neye müncer olacağı acaba hiç düşünülmüş müdür c De ki: ‘Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin (Ali İmran süresi 3/31) Allahı sevmek Resülullahı sevmek; Resülullahı sevmek de Allahı sevmek demektir Resülullah sevilmeden Allah sevilemez ve Onun sünnetine ittiba etmeden Allahı sevme davasında bulunmak boş bir iddiadır ç Allahı ve ahiret gününü uman ve Allahı çok zikredip Allahla irtibatını kavi tutan ehli iman için doğrusu Resülullah misal alınacak insandır; Onda misal edinme adına çok güzel şeyler vardır (Ahzab süresi 33/21) Değişik yönlere giden yollarda istikameti bulabilmek ve sıratı müstakimde istikamet üzere yürüyebilmek için istikameti temsil eden insana ittiba etmek Onun sünnetine uymak yapılması gerekli olan biricik iştir d Hayır asla Rabbine andolsun ki aralarında nizaa badi her meselede seni hakem olarak kabul etmedikten sonra onlar iman etmiş olamazlar (Nisa süresi 4/65) İşte Peygamberi en yakından tanıyan bir sahabinin bu mevzudaki anlayışı Bir gün bir kadın İbn Mesuda gelerek: Sen dövme yapıp yaptıran yüz tüylerini yolan ve yolduran dişlerini seyrekleştiren ve güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan ve Allahın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etmişsin der İbn Mesud Hazretleri de: Bu Allahın kitabında var buyurur Kadın: Yemin olsun ki ben Mushafın iki kabının arasında ne varsa okudum böyle bir şey görmedim deyince İbn Mesud (radıyallahu anh) Allahın: Resül size ne getirdiyse onu alın ve sizi neden nehyettiyse ondan kaçının (Haşr süresi 59/7) buyurduğunu okumadın mı cevabını verir Evet Efendimiz: Takma saç kullanan saçına başkasının saçını ekleyen vücuduna dövme yapan ve yaptıran kadınlara lanet etmiştir 3 Hadisi Şeriflerde Sünnet Peygamber Efendimizin hadisi şeriflerinde de sünnetin yerine ve ehemmiyetine işaret olunmuş ve bu mevzu üzerinde hassasiyetle durulmuştur Mesela Buhari ve Müslimin Sahihlerinde Hz Ebü Hüreyreden (radıyallahu anh) rivayet olunan bir hadisi şerifte: Bana itaat eden şüphesiz Allaha itaat etmiştir; bana isyan eden de hiç şüphesiz Allaha isyan etmiştir buyrulmaktadır Peygamberin yolu Allahın yoludur; Peygamberin izinde bulunmak demek ilahi mesajların aydınlık ikliminde yürümek demektir Dolayısıyla sünneti kabul etmemek onu hayattan dışlamak veya ona başkaldırmak Allaha isyanla aynı manaya gelir Allah insanlar içinden bir insanı seçiyor; ve her şeyi reşha gibi kusursuz ve arızasız aksettirecek nezih bir Ruhu intihap edip insanlara mesajını Onunla gönderiyor; O da getirdiği bu mesajı yorumlarıyla açıklıyor önümüze seriyor Buna karşılık bazı densizler kalkıp o Musaffa Elçiye karşı tavır alıyorsa o zaman bunun adı ancak ve ancak Allaha isyan Ona başkaldırma ve Cehenneme istihkak kesbetme olur Çünkü yine Buhari‘nin rivayet ettiği bir başka hadisi şerifte Efendimiz bizzat: : Girmemekte direten müstesna ümmetimden herkes Cennete girer buyurmuşlar Ashabı

kiramın: Girmemekte direten kimdir ya Resülallah diye sorması üzerine de: Bana itaat eden Cennete girer; bana isyan edense Cennete girmemek için inat ediyor demektir cevabını vermişlerdir Ebü Davüd ve Tirmizi‘nin Irbad İbn Sariyeden rivayet ettiği bir başka hadisi şeriflerinde ise Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): İçinizden benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaf ve herc ü merç göreceklerdir Siz sünnetime ve doğruya götüren Raşid Halifelerin (yani Ebü Bekir Ömer Osman ve Alinin) sünnetine sarılın yapışın Bunlara dişlerinizle sımsıkı tutunun buyurmuşlardır Hadisin devamında yine sünnetin her şey olduğuna ve her şeyi aşan ehemmiyetine işareten: Zinhar sonradan ortaya çıkma işlerden (bidat) sakının; çünkü her bidat dalalettir buyrulmaktadır Yine Taberani‘nin rivayet ettiği meşhur bir hadiste: Ümmetimin fesadı zamanında (dinin esaslarının sarsıldığı ümmetin dağılıp parçalandığı ve İslami düşüncenin hedmine çalışıldığı bir dönemde) sünnetime (yol adına getirip ortaya koyduğum disipline) sımsıkı sarılan hatta onun esaslarından bir tanesini bile ihya eden şehit sevabı kazanır Hadisin tenkide maruz rivayetinde ise yüz şehit sevabı kazanır buyrulmaktadır Kuranın ve Resülullahın apaçık ifadeleri karşısında hala kendilerine başka yollar arayanlara Kuranın dediği gibi desek zannediyorum fazla bir şey söylemiş olmayız: Öyle ise nereye gidiyorsunuz (Tekvir süresi 81/26) Sünnetin Fonksiyonu Sünnetin Kuranı Kerimden ayrı bir teşri kaynağı olmasının ve Kuran gibi bazı şeyleri helal bazı şeyleri de haram kılarak farz vacip sünnet müstehap mübah adap mekruh müfsid adına ölçüler koymasının yanı sıra Kuranı Kerimin mücmelini tafsil mübhemini tefsir umümunu tahsis ve mutlakını takyid fonksiyonu da vardır Şimdi bazı misallerle bu hususu da kısaca açıklamaya çalışalım: 1 Sünnetin Kuranı Tefsiri İman ettiler ve imanlarına zulüm karıştırmadılar: İşte emniyet onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir (Enam süresi 6/82) ayeti nazil olunca ashab had bilmemezlik ve insanın hak ve hakikatin dışına taşması demek olan zulmün manasını çok iyi bildiklerinden endişeye düştüler ve Resülullaha gelerek: Hangimiz var ki zulmetmemiş olsun dediler Bunun üzerine de Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) şu açıklamada bulundular: O sizin zannettiğiniz gibi değil; O Hz Lokmanın oğluna dediği gibidir: : (Oğulcuğum) Allaha şirk koşma; muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür Allah Resülü‘nün bu yorumundan anlıyoruz ki buradaki zulüm mücerret bir haddini bilmemezlik bir tecavüz değil o şirk buudlu bir haksızlık Eğer Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) ayete böyle bir yorum getirmemiş olsalardı biz buradaki bu mübhemin altından ebediyen kalkamayacaktık Aişe Validemiz ve İbn Mesud Hazretleri: Namazlara devam edin (namazları hassasiyetle takip edin ve kusursuz kılın); salatı vustayı da (Bakara süresi 2/238) ayetindeki salatı vusta (orta namaz)‘dan maksadın ‘ikindi namazı olduğuna kaildirler O kadar ki Aişe Validemiz ayeti adeta: şeklinde kabul etmektedir Hizmetçisine kendisi için bir mushaf yazmasını emretmiş ve Bu ayete geldiğinde beni haberdar et diye de tembihde bulunmuştu Sıra o ayete gelince:

şeklinde yazdırmış ve: Resülullahtan böyle işittim buyurmuştu Salatı vusta konusunda değişik tefsirler varsa da Hz Aişe ve İbn Mesud bunun kesinlikle ikindi namazı olduğu kanaatindedirler 2 Sünnetin Mücmeli Tafsil Etmesi Sünneti seniyye pek çok mübhemi tefsir etmesinin yanı sıra pek çok mücmel meseleleri de tafsil etmiştir 1 Mesela Kuranı Kerimde: Namazı ikame edin diye emredilir; fakat namazın nasıl kılınacağı açıklanmadığı gibi ne zaman kılınacağı da açıklanmaz Vakıa bazı müfessirini kiram (Allahın rıdvanı üzerlerine olsun): Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl Çünkü güzel işler kötülükleri giderir (Hüd süresi 11/ 114) ayetinden beş vakti istinbat etmekteyseler de: Namaz mü‘minler üzerine muayyen vakitlerde yazılı bir farzdır (Nisa süresi 4/103) ayetinde ifade olunduğu üzere mü‘minler üzerine belli vakitlerde farz kılınan namazın hususi vakitlerini sünneti seniyye tayin etmiştir Bununla alakalı bir hadisi şerifte vakitlerin belirtilmesinin semavi ve Cibril (aleyhisselam) vasıtasıyla olduğunu öğreniyoruz: Cibril (aleyhisselam) bana Kabenin yanında iki defa imam oldu Birincide zeval vaktinde gölge nalinin tasması kadar olduğu zaman öğleyi her şeyin gölgesi kendi boyu kadar olunca ikindiyi oruçlu orucunu bozduğu vakitte akşamı şafak kaybolduğunda yatsıyı ve oruçluya yemek içmek haram olduğu vakitte ise sabah namazını kıldı İkincide ise öğle namazını her şeyin gölgesi kendisinin bir misli olduğunda ikindi namazını iki misli olduğunda; akşamı evvelki vaktinde (yani daha önce kıldığı vakitte) yatsıyı gecenin sülüsüne (üçte biri) doğru ve ortalık iyice aydınlandığı vakit de sabah namazını kıldı Sonra da bana dönüp ‘Ya Muhammed senden önceki enbiyanın vakti budur ve namaz vakti işte bu iki vakit arasıdır dedi Allah Resülü namaz vakitlerini bu şekilde ümmetine talim buyurduğu gibi namazın farzları vacibleri müstehabları mekruhları müfsidleri rüküu sücüdu kıraati tahiyyatı ve selamla namazdan çıkılmasında biricik kaynaktır Evet mücmel olarak gelen Namazı ikame edin emrinin mufassılı ve müfessiri Odur O bu büyük ve bu ariz tafsilatı yaptıktan sonra Buhari‘nin rivayet ettiği hadiste şöyle buyurur: Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız işte öyle kılın Eğer Kuranı Kerim sünnetteki şekliyle namazın tafsiline girişseydi sadece namaza ait meseleler şimdikinin birkaç katı şişerdi Kuran bunları ilahi maksatları gerektiği gibi anlayacak o büyük fetanete bırakmış ve O da vahyi gayri metlüvle bize gereken tafsilde bulunmuştur; aklın aklı aşmışlığı akla kapalı olan yerleri ilhamla aydınlatmışlığı demek olan fetanetiyle yapmıştır bunları Namaz gibi hac menasikini tafsil eden de yine sünnettir Vakıa Kuranı Kerim bir iki yerde meseleyi ele almış ve bir hayli izah etmiştir ama bu yerlerde anlatılan menasiki haccın sadece bir kısmıdır Hac menasiki büyük çoğunluğu itibarıyla sünnetle tafsil edilmiştir ve bu menasikin hadis yörüngeli olanı Kuranla anlatılanın kat katıdır O hayatında bir defa hac yaptı Veda veya Vida Haccı denilen ve ashabıyla müvadeayı (vedalaşmayı) ifade eden bu haccında O bizzat bindiği merkübun üzerinde ve herkesin görebileceği şekilde menasiki ifa buyurdu Rehberi Küll ve Muktedayı Ekmel olarak her şeyi hem söyledi hem de fiilen gösterdi O kadar ki oruçlu olup olmadığını işara varıncaya kadar haccın bütün menasikini gözler önüne serdi Sonra da: Menasikinizi alın diyerek söz ve davranışlarının teşrideki yerine dikkati çekti Şüphesiz Kuranı Kerim eksik gelmemişti ama Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) ile yani tebliğcisi ve müfessiri ile kendisini insanlara takdim edecek anlatacak haşiyelere açık bir derinlikle gelmişti 3 Sünnetin Bazı Hükümleri Tahsisi

Kuranı Kerimde mirastan umümi olarak bahsedilir ve: Allah size çocuklarınız hususunda vasiyette bulunuyor (Hakiki manası itibarıyla farz kılıyor): Erkeğe iki kadının payı kadar vardır (yani erkeğe iki kadına bir hisse verilir) (Nisa süresi 4/11) buyrulur Umümi manada nebi olsun veli olsun safiy olsun mukarreb olsun herkes bu ayetin şümülüne dahildir Ancak Efendimizin rihletlerinde kızı Hz Fatıma Hz Ebü Bekirden babasının mirasını almaya geldiğinde Resülullahın Halifesi (radıyallahu anh) kendisine Resülullahtan duyduğu şu hadisi şerifi okudu: Biz peygamberler topluluğu geriye miras bırakmayız Bizim bıraktığımız ancak sadakadır Bu hadisi şerifiyle Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kuranın umümi bir hükmünü tahsis etmiş olmaktadırlar Aynı şekilde: Katil mirasçı olamaz hadisi de katilin mirasçı olamayacağını mesela babasını öldürenin babasından amcasını öldürenin amcasından dayısını öldürenin dayısından kardeşini öldürenin de kardeşinden miras alamayacağını hükme bağlayarak Kuranı Kerimin mirasla alakalı umumi hükmünü bu noktadan tahsis etmiştir 4 Sünnetin Bazı Ahkamı Takyidi Sünnet Kuranı Kerimin mutlakını takyid eder Mesela Kuranı Kerimde: Erkek ve kadın hırsızın yaptıklarının karşılığında bir ceza ve Allahtan ibret verici bir ukübet olmak üzere ellerini kesin (Maide süresi 5/38) buyrulur Bu mutlak bir emirdir Ancak hangi şartlarda ve ne miktarda hırsızlığın böyle bir ceza ile tecziye edileceği açık olmadığı gibi elin neresinden kesileceği de açıkça belirtilmemektedir Kuranı Kerimin abdest ayetinde: Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın buyrularak kolun en azından dirseklere kadar olan kısmı el kelimesinin şümülüne dahil edilmektedir İşte hırsızlık suçu karşısında elin neresinden kesileceğini bize anlatan ve bu şekilde Kuranı Kerimin mutlak bir hükmünü takyid eden de yine sünneti mütahharadır: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) tecziye için kendisine bir hırsız getirildiğinde elini mafsaldan keserek el kesme şeklinde gelen mutlak emri takyid etmiştir Keza: Mallarınızı aranızda (çalıp çırparak ihtikarla irtişayla riba ile) batıl bir surette yemeyin; ancak anlaşma ve karşılıklı rızaya dayalı ticari mübadeleyle yiyin (Nisa süresi 4/29) ayetini de yine sünneti mütahhara bir hususta takyid etmiş; Meyveleri tam belirli hale gelinceye kadar satmayın diyen Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) ayette anlatılan hususa ayrı bir kayıt daha getirmiştir Başta da ifade ettiğimiz gibi sünneti seniyye Kuranda bulunmayan hükümler koyma noktasında müstakil teşri‘e esas olduğu gibi ki; ehli merkeplerin etinin haramlığı yırtıcı hayvanların etlerinin yenemeyeceği ve bir kadının halası veya teyzesi üzerine nikah edilemeyeceği gibi şeri hükümler bu cümledendir Kitabın yanında başlı başına müstakil bir teşri kaynağı olarak sünnet Kuranı Kerimin inmeye başladığı andan itibaren fonksiyonunu icraya başlamış ve hep Kuranla içli dışlı olmuştur Ne var ki dünden bugüne cumhuru ümmet ve ulema tarafından böyle kabul edilegelmiş olan sünnet Yunan felsefesinin tesiriyle Nazzam gibi birtakım Mutezile imamları ve daha sonra da garazkar ve İslamı temelinden dinamitlemeye çalışan bir kısım batılı müsteşrikler bu dupduru kaynağı kendilerince hep bulandırmaya çalışmışlardır Ne yazık ki bir iki asırdır batı ve müsteşrikler karşısında aşağılık duygusuna kapılan birtakım Müslüman ilim adamları da meseleye böyle bir kompleks içinde yaklaşarak kısmen

müsteşriklerin oyununa gelmiş ve hatta sünneti sorgulamaya kalkışmışlardır Ancak dini mübini İslam adına Kitab ve Sünnet adına selefi salihinin çalışmaları ve çalışmalarının semeresi sayılan bıraktıkları eserler o kadar muhteşem ve parlaktır ki sünnete bulaştırılmaya çalışılan lekelerin bu dupduru kaynak üzerinde hiçbir tesiri olmayacaktır Sünnetin Tesbitinin Zaruri Oluşu Sünnet Allah Resülü‘nün hayatıdır; İslamın yaşanma şekli Allahın ve Resülü‘nün ahlakıyla ahlaklanma modelidir Allah (celle celaluhu) habibi ve Resülü Hz Muhammed Mustafaya (sallallahu aleyhi ve sellem): Sözü sen söyle sikkeyi sen bas turrayı sen kes mührü sen vur ve insanların önünde sen dur demiş ve Onu yolların ayrımında bütün insanlara doğruyu göstermekle tavzif buyurmuştur O da bunu sözleri fiilleri ve takrirlerinden müteşekkil sünneti seniyyesiyle yapmıştır ve yapmaktadır Sünnet Resülullaha açılan bir penceredir ve o her asırda her şahsa uzanan ve üzerinde yürünmekle İslamın yümn ve bereketine ulaşılan kutlu ve mübarek bir yoldur Nerede samimi bir kalb Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) derse tıpkı bir televizyon ekranı gibi Onun miratı ruhuna Hz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) tecelli eder ve Nedir istediğin söyle der Evet O hadisinin sünnetinin takrir edildiği halkalar teşkiliyle müzakere olunduğu her yerde ruhen hazırdır Hudeybiye Bir kere daha hatırlatalım: Allah Resülü nazarı nereye ulaştı ise kademi oraya basan misli görülmemiş bir liderdi Düşüncelerini pratiğe dökmede Onun eşi ve menendi yoktu Mevzu ile alakalı dünya kadar hadise sıralamak mümkündür Ancak biz sadece bir tek misalle iktifa edeceğiz İbn İshak anlatıyor: Hicretin altıncı senesi Allah Resülü tam bir metafizik gerilim içinde bulunan ashabını umre için Mekkeye götürmeye söz vermişti Böyle bir umre hem muhacirinin yıllardır süren sıla hasretini giderecek hem de bütün Müslümanlara yeni bir gerilim kazandıracaktı Ve Allah Resülü bu mülahaza ile 1400 kadar arkadaşını aldı yola koyuldu Allah Resülü Müslüman olduğu Mekkeliler tarafından bilinmeyen Huzaa oymağından birini ihtiyat tedbiri olmak ve istihbaratta bulunmak üzere daha önceden Mekkeye göndermişti İstihbari bilgilere göre Kureyş bütün kabileleri toplayarak bir toplantı yapmış ve Müslümanların Mekkeye sokulmaması hususunda ittifakla karar almıştı Evet Kureyş silah kullanmak pahasına Müslümanların Mekkeye girmesine mani olmak azmindeydi ve kararlaştırdıkları gibi de tatbik ettiler Askerler Beladin mevkiini işgal etmiş Halid b Velid ve İkrime b Ebi Cehil kumandasında iki yüz kişilik bir müfreze de Rabığ ile Cuhfe arasında olan Kuraü‘lGamime kadar gelmişlerdi Bu durumdan haberdar olan Allah Resülü hemen o tarafa doğru yürüyüş emri verdi Halid Müslümanların gelmekte olduğunu görünce derhal Mekkeye giderek onları durumdan haberdar etti Bu esnada Efendimiz de Hudeybiyeye kadar gelmiş bulunuyordu Hudeybiye Mekkeden 5060 km uzaklıkta bir yerin adıdır Esasen daha önceleri bu isim orada mevcut bir kuyunun ismi iken daha sonra o kuyuya yakın bir köyün de adı olmuştu

1 Su Mucizesi Konaklanan yerde sadece bir kuyu vardı ve kuyuda da su yoktu Susuzluk ciddi bir tehlike arz etmeye başlayınca sahabe Allah Resülü‘ne müracaat etti ve ne yapmaları gerektiğini sordular Allah Resülü kendi sadağından bir ok çıkarıp ashaba verdi ve bu oku kuyunun dibine saplamalarını istedi Derken okun saplandığı yerden su fışkırmaya ve kuyu yükselmeye başladı

Bu başka değil ancak bir mucizeydi Cenabı Hak ashabın çok muhtaç olduğu bir zaman ve zeminde Peygamberinin eliyle inananlara bir mucize daha göstermişti Herkes bu sudan içti abdest aldı kaplarını doldurdu ve artık su sıkıntısı kalmamıştı 2 Elçiler Huzaa kabilesi Müslümanlığı kabul etmemekle beraber Müslümanlarla müttefik idiler Mekkelilerin hazırlıklarını onlar da duymuşlardı Birkaç kişi gelip durumu Allah Resülü‘ne haber verdiler Heyet arasında Büdeyl b Verka da vardı Bu zat ancak Mekkenin fethinden sonra Müslüman olmuştu Efendimiz bu zata itimat ettiği için onu Mekkelilere göndermiş ve gayesinin sadece umre olduğunu onlara bildirmesini emretmişti Büdeyl Mekkelilere Allah Resülü‘nün mesajını iletti Urve b Mesud esSakafi de dinleyenler arasındaydı Söylenenleri gayet makul bulmuştu Gidip Allah Resülü‘yle görüşmek teklifini ileri sürdü ve Mekkeliler onu böyle bir vazife ile Allah Resülü‘ne gönderdiler 3 Değişen İnsanlar Urve Efendimizin yanına geldi ve Onunla konuşurken bir aralık eliyle Allah Resülü‘nün mübarek sakalına dokunmak istedi Bu eski bir Arap adetiydi İşte o anda Urvenin eline şiddetli bir darbe indi darbenin sahibi Urvenin öz yeğeni Muğire b Şubeydi (radıyallahu anh) Pis elini Allah Resülü‘nün pak sakalına sürme Bir daha tekrar edersen elini koparırım dedi Urve donup kalmıştı Daha birkaç ay önce Muğirenin işlediği cinayetin diyetini o ödememiş miydi Müslüman olunca yeğeni birden ne kadar değişmişti Ayrıca sahabenin Allah Resülü‘nün etrafında nasıl pervaneler gibi döndüğü de Urvenin gözünden kaçmamıştı Mekkeye döndüğünde bu hayranlığını şu şekilde dile getirdi: Ben nice Kisralar Kayserler ve Necaşiler gördüm Fakat bunların hiçbirini etrafındaki insanların Muhammede (sallallahu aleyhi ve sellem) olan bağlılığı gibi bir bağlılık içinde görmedim Gelin beni dinleyin ve bu adamla uğraşmayın Bu görüşme neticesiz kaldı Allah Resülü Kureyş‘e Hıraş b Ümeyyeyi gönderdi Ancak Kureyşliler ona hücum edip devesini öldürdüler Kendisini de öldüreceklerdi ama müttefiki olan bir kabile imdadına yetişti 4 Elçi Osman (radıyallahu anh) Bundan sonra Kureyş‘e bir başkasının gönderilmesi gerekiyordu Hz Ömere (radıyallahu anh) teklif edildi Ancak Mekkede Ömerin düşmanı çok dostu ise hiç yoktu Onun gönderilişinin sulh adına bir faydası olacağı şüpheliydi O bu kanaatini Allah Resülü‘ne bildirince Hz Osmanın (radıyallahu anh) gönderilmesine karar verildi Kureyşliler Hz Osmanı yakalayıp hapsettiler Bir ara onun öldürüldüğü şayiası bile duyuldu Gelmesi gecikince bu şayianın doğruluğu kanaatine varıldı Bunun üzerine Allah Resülü Müslümanları biata çağırdı Kendisi bir ağacın altında oturmuştu Müslümanlar da gelip gelip Ona biat ediyorlardı Daha sonra bu ağaca Rıdvan ağacı dendi Rıdvan ağacı Hz Ömer döneminde kesilmişti; zira Hz Ömer (radıyallahu anh) bu ağaca kudsiyet atfedilmesinden korkuyordu 5 Ölüme Biat Biat sesini duyunca herkes yerinden ok gibi fırladı ve o uğurda ölüme kadar her şeye biat ettiler Çünkü o esnada ancak ölüm için biat edilirdi Evet herkes koştu hem öyle koştular ki bir yarım insanın dışında Allah Resülü‘nün mübarek elini sıkmadık tek fert kalmadı Sadece bir insan kalmıştı ki o da şu anda Mekkedeydi ve hayatta olup olmadığı da bilinmiyordu Allah Resülü yine zaman ve mekanı aştığı anlardan birini yaşıyor gibiydi Sanki zaman ve mekan önünde dürülmüş ve sanki çok ötelerdeki Osmanın (radıyallahu anh) elinden tutmuş gibi bir hali vardı Sol elini kaldırdı Bu benim elim dedi Ardından da sağ elini kaldırdı: Bu da Osmanın (radıyallahu anh) eli buyurdu Ve ardından ilave etti: Şahit olun ben Osmanın (radıyallahu anh) yerine biat ediyorum

Bu ne kudsi biattı ki Allah Resülü o biata vekalet ediyordu Mesele çok ciddiydi ve herkes feveran içindeydi Sinirler iyice gerilmiş ashab infilak etmeye hazır gibiydi ve sadece Allah Resülü idi ki denge ve itidalini hiç bozmamıştı Gerçi içi yanardağlar gibi fokur fokur kaynıyordu ama O insanüstü iradesiyle bu yanardağların dahi patlayıp etrafa lavlar saçmasına mani olabiliyordu Aman Allahım Bu ne sarsılmaz irade 6 İş Kolaylaştı Tam bu gerginlik esnasında Allah Resülü ileriden bir toz belirdiğini müşahede etti Biraz sonra da tozlar arasından Süheyl çıkıvermişti O Süheyli çok iyi tanırdı Yanındakilere: İş artık kolaylaştı Kureyş anlaşmaktan başka bir şey yapamaz dedi Kolaylık manasıyla irtibatlı Süheyl isminden tefeül edilmesi de ayrı bir konu Allah Resülü‘nün insanları tanımasına bakın ki daha Süheyli görür görmez hemen neticeyi söylemişti O Urveyi gördüğü zaman da Kureyş‘in anlaşma niyetinde olduğunu söylemişti ama Süheylle bu iş kesinlik kazanacaktı Nitekim hadiseler Allah Resülü‘nü tasdik çizgisinde cereyan etmeye başlamıştı bile Süheyl anlaşmak için geldiğini açıkça ifade etti Zaten Allah Resülü de böyle bir anlaşma istiyordu 7 Anlaşma Gerçi anlaşma maddeleri ilk bakışta tamamen Müslümanların aleyhinde gibi görünüyordu ama Kuran bunu neticesi itibarıyla bir fetih olarak anlatıyordu Süheyl Allah Resülü‘nden ne kadar taviz koparabilirse bunu kendisi için büyük bir muvaffakiyet sayacaktı Onun için en küçük meseleleri dahi gündeme getirmekten çekinmiyordu Mesela; daha anlaşmanın başlangıcında yazılan cümlesine itiraz edip bunun yerine yazılmasında diretti Allah Resülü de onun bu teklifini kabul etti Suheylin ikinci itirazı Resülullah ifadesine oldu Biz zaten senin resüllüğünü kabul etmiş olsak böyle bir anlaşmaya lüzum kalmazdı dedi Efendimiz katiplik yapan Hz Aliye (radıyallahu anh) orayı da karalayıp yazmasını söyledi Ancak bu teklif Hz Aliye ağır gelmiş ve bir miktar duraklamıştı Resül kelimesini silmek içinden gelmiyordu Bunun üzerine Allah Resülü bizzat kendi eliyle o ifadeyi çizdi ve ifadesini yazdı veya Hz Aliye (radıyallahu anh) yazdırdı Anlaşma maddelerinin hemen hepsi uzun münakaşalara sebep olmuştu Süheyl kendi dedikleri yazılmadıkça böyle bir anlaşmaya imza atmayacağını söylüyor Allah Resülü de böyle bir anlaşmanın getireceği büyük neticeler itibarıyla dış yüzündeki ürperticiliğe rağmen bu isteklerin çoğuna Evet diyordu Bu maddelere göre: 1 Müslümanlar bu sene Mekkeyi ziyaret etmeden geriye dönecekler 2 Ziyaret ancak gelecek sene yapılacak ve ziyaret müddeti de sadece 3 gün olacak 3 Yanlarına hiçbir silah almayacak ve herkes sadece beline kuşanmayı adet haline getirdiği kılıcı ile gelebilecek o da kınında bulunacak 4 Mekkeden Medineye gitmek isteyen olursa kabul edilmeyecek; aksine Mekkeye dönen kimselere de engel olunmayacak Yani Müslümanlardan biri Medineye gitmiş olursa veya Müslümanlara sığınırsa o derhal Kureyş‘e teslim edilecekti 5 Arap kabileleri istedikleri tarafla birleşmekte serbest bırakılacaktı 8 Hz Ömerde (radıyallahu anh) Hudeybiye Şoku Görüldüğü gibi bu maddelerin hepsi de ilk bakışta Müslümanların aleyhine gibiydi Hele bir Müslümanın tekrar Kureyş‘e teslim edilmesini öngören madde Müslümanları çıldırtacak bir madde idi ki Hz Ömerin (radıyallahu anh) Allah Resülü‘nün karşısına gelerek: Sen Allahın Resülü değil misin diyecek kadar feveranına sebep olmuştu Allah Resülü bu esnada dahi sükünetini bozmamış ve Ömerin (radıyallahu anh) sorularına gayet soğukkanlı şöyle cevap

vermişti: Evet ben Allahın Resülü‘yüm Biz hak yolda değil miyiz Evet hak yoldayız Öyleyse bu zilleti niçin kabul ediyoruz Ben Allahın peygamberiyim ve Allaha isyan edemem Sen Kabeyi ziyaret edeceğimizi söylemedin mi Evet söyledim Fakat bu sene demedim Ömer (radıyallahu anh) hızını alamamış ve Hz Ebü Bekirin (radıyallahu anh) yanına gitmiş ona da aynı şeyleri sormuştu O da Allah Resülü‘nün verdiği cevaplarla mukabelede bulunmuştu Daha sonraları Hz Ömer bu hadiseyi her hatırlayışta ızdırapla iki büklüm olur ve nedamet yutkunurdu kim bilir bu yolda ne sadakalar vermiş ne oruçlar tutmuş ve ne istiğfarlarda bulunmuştu Evet O dediğine binlerce defa pişman olmuştu 9 Ebü Cendel (radıyallahu anh) Sadede dönüyoruz: Süheylin İslamiyeti henüz yeni seçen oğlu Ebü Cendelin o esnada ayağındaki prangaları sürüye sürüye gelişi bardağı taşıran son damla olmuştu Ebü Cendel bitkin bir vaziyette oraya gelmiş ve kendisini Allah Resülü‘nün önüne atıvermişti Bu manzaraya sahabeden hiçbirinin yüreği dayanmamış ve hepsi hıçkıra hıçkıra ağlamıştı Süheyl: Anlaşmanın geçerli olması için ilk şart oğlumun bana iadesidir dedi İşte o anda kopan çığlıklar yavrusunu kaybetmiş bir ananın ızdırap dolu feryadı gibiydi Allah Resülü de gözyaşlarını tutamamıştı Süheyle rica ettiler: Daha anlaşmaya imza atmadık Ebü Cendel muaf tutulabilir Ancak bu teklifler hiç mi hiç hüsnü kabul görmedi Süheyl sözünde ve talebinde diretti Ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gözyaşları içinde Ebü Cendeli geriye iade etti Fakat ona yakın bir gelecek içinde müjdeli bir şeyler fısıldadı: Allah sana ve senin gibi olanlara çok yakında bir kurtuluş nasip edecektir Ve dediği gibi de oldu 10 Ebü Basir ve Arkadaşları Hudeybiyeden hemen sonra Mekkeden kaçan Ebü Basir künyesi ile maruf Utbe b Esid gelip Allah Resülü‘ne iltica etmişti Ardından Kureyş Medineye iki adam göndererek Ebü Basirin iadesini istedi Allah Resülü onu da iade etti Fakat Ebü Basir yolda bu muhafızlardan birini öldürdü; diğeri de kaçarak canını zor kurtardı Ebü Basir tekrar Allah Resülü‘nün huzuruna geldi Ancak İki Cihan Serveri: Bir peygamber verdiği sözden dönemez diyerek Ebü Basiri Medineye kabul etmedi Bunun üzerine de Ebü Basir Medine dışında Zülmerveye yakın İste yerleşti Derken Mekkedeki mağdur Müslümanlar bu sığınaktan haberdar olunca teker teker kaçıp Ebü Basirin yanına yerleştiler ve bu Mekkelilerin korkulu rüyası oldu Ebü Basir ve arkadaşları ticaret için oradan geçmek zorunda olan Mekke kervanları için artık büyük bir tehlike teşkil ediyorlardı Mekkeliler bizzat Allah Resülü‘ne müracaat ederek Müslümanların Medineye kabul edilmesini istediler Böylece Hudeybiye anlaşmasının Müslümanları en çok rahatsız eden maddesi bizzat bu maddeyi teklif edenler tarafından ilga edilmiş oluyordu Bu da apaçık bir zafer demekti Zaten Hudeybiye dönüşünde Fetih süresi nazil olmaya başlamış ve bu anlaşma apaçık bir fetih olarak vasıflandırılmıştı Allah Resülü çok memnundu Düşündüğü her şey mevsimi gelince çözülen düğümler gibi çözülmeye başlamıştı bile Aslında O fettah olan kılıcını düşmanın başına ta Hudeybiyede indirmişti ve düğüm orada çözülmüştü ama harici vücud noktai nazarından ve alemi şehadet itibarı ile düğüm şimdi çözülüyordu Bir gün İsin fütüvvet ruhunu temsil eden yiğitleri evet henüz bıyıkları terlememiş çiçekleri burnunda bu delikanlılar Allah Resülü‘nün Seniyyetü‘lVedayı

aşarak Medineye geldiği gibi şimdi Medineye giriyorlardı Ve başta Allah Rasülü olmak üzere bütün Medine halkı da onları Seniyyei Veda türküleri ile karşılıyordu Küfür miyopları kendi elleri ile kendi şartlarını bozmuşlardı Ve bir gün gelecekti; Allah Resülü‘nün paktına dahil olan bir kabileye tecavüz edecek dolayısıyla da kendi ahitlerini bütün bütün nakzedeceklerdi Allah Resülü de Hudeybiye ile blokajı atılan büyük fethi bizzat Mekkeye girerek fiilen tahakkuk ettirecekti Sünnetin Tesbitine Tesir Eden Amiller Sahabe sünnetin ehemmiyetini çok iyi kavramıştı Çünkü Kuranı Kerim Allah Resülü‘ne iniyor Onun tarafından tebliğ ediliyor açıklanıyor ve yaşanıyordu ki anlamanın bütün faktörleri mevcuttu 1 Kuranın Sünnete Teşviki (Farz vacib sünnet müstehab adab adına) Resül size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa ondan da kaçının buyuruyordu Ayette geçen ve meçhul şey ifade eden ismi mevsülüyle ister vahyi metlüv adına Kuran olsun isterse vahyi gayri metlüv adına kudsi hadis ve hadis olsun Resülün getirip tebliğ ettiği her şeyi edatıyla da bunlara behemehal ittiba ve itaatin vacib olduğunu ortaya koyuyordu Aynı şekilde ister Kuran yoluyla isterse içtihatları yorumları ve tefsirleriyle Allah Resülü‘nün nehyettiği her şeyden de kaçınılması gerektiği sarahatini veriyordu ki ayetin devamında: Allahtan korkun diyerek bunun bir takva meselesi olduğunu ve kılı kırk yaran bir hassasiyetle görülüp gözetilmesi gerektiğini hatırlatıyordu Sahabe bunu çok iyi anlıyor ve Resülullahın her sözüne her fiil ve takririne uymakla takvanın kazanılabileceğini yani Allahın vikayesine girilebileceğini düşünüyor ve hayatını hep Onun vesayetinde sürdürüyordu Zaten ayetin sonu ki: Şüphesiz Allahın ikabı çok şiddetlidir tehdidini de gündeme getirdiğinden sahabi gibi kurbet kadrosunun böyle bir riske girmeleri asla söz konusu olamazdı Keza: Şüphesiz Resülullahta sizin için Allahı ve ahiret gününü uman ve Allahı çok zikredenler için güzel bir misal vardır ayeti nurefşanı şu eğri büğrü yollarda şu binbir badire içinde şu iç içe handikaplar ağında ve gaileli yürüyüşte ancak Resülullahın sünnetine temessükle sahili selamete çıkılabileceğini ilan ediyordu ki Onu bulan ve uğrunda seve seve can veren sahabei kiram hazeratı ancak Onun gemisine binmekle kurtulunacağını ve ötelerde Onun gözlerinin içine bakılıp Onun işaretlerine göre hüküm verileceğini kendisine: Bunlar için sen ne diyorsun ya Muhammed diye sorulduğunda Onun başını yere koyup: Ümmeti Ümmeti diye onları isteyeceğini ve kendisine Huzuru İzzetten hitap tecelli edip: Ya Muhammed kaldır başını iste verilecek şefaat et kabul olacak denileceğini çok iyi biliyorlardı ve adeta ellerindeki Cennete girme varakalarını Ona vize ettirir gibi Onun kapısına yöneliyor berzahta mahşerde sıratta Onun tanımadığı kişilerin takılıp yollarda kalacağından derin endişe duyuyorlardı Bu itibarla Onun attığı her adımı her hareketi söylediği her sözü yüz işmizazlarına tebessümlerine ve el işaretlerine varıncaya kadar takip ediyor belliyor yaşıyor ve naklediyorlardı Zaten bizzat Onun femi mübarekinden şu müjdeyi de işitmişlerdi ki başka türlü hareket etmeleri de mümkün değildi: Allah bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına tebliğ edenin yüzünü (bazı yüzlerin ağarıp bazılarının kararacağı günde) ak etsin ve güldürsün Bir başka rivayette ise: Allah benim sözümü işitip

belledikten (ruh ve vicdanının kültürü haline getirip mahiyetiyle bütünleştirdikten) sonra onu tebliğ edenin yüzünü ak etsin ve güldürsün 2 Resülullahın Teşviki Yukarıdaki hadisinde de görüldüğü üzere Efendimiz sünnetinin bellenmesini ve başkalarına tebliğ edilmesini teşvik ediyor ve böyle yapanlara da duacı oluyordu Çünkü vazifesinin ve getirdiği dinin temadisi ancak bununla mümkün olabileceği gibi insanların kurtuluşu da buna bağlıydı Mekkenin fethinden az önce Rabia kabilesinden Abdü‘lKays heyeti Resülullaha gelerek: Ya Resülallah biz sana çok uzak mesafelerden geliyoruz Aramızda Mudar kafirlerinden falan kabile var Bu yüzden de haram ayların dışında sana gelmemiz mümkün değil Bize kısaca bir şeyler emret de arkada bıraktıklarımıza haber verelim verelim de o sebeple biz de Cennete girelim dediler Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara bazı şeyler emretti bazı şeyleri de yasakladı ve sözlerini şöyle bağladı: Bunları hıfzedin ve arkanızdakilere de haber verin Yine Veda Hutbesinin sonunda: (Sözlerimi) Burada bulunan bulunmayana tebliğ etsin buyurdukları gibi sahih bir hadislerinde de bildiği bir şeyi gizleyip tebliğ etmeyeni: Bir kimseye bildiği bir şeyden sorulur da o da bunu gizlerse kıyamet günü kendisine ateşten bir gem vurulur şeklinde tehdit etmişlerdi Sahabei kiram sünnetin kıymetini takdir ettikleri gibi onu tebliğ ve nakletmenin ehemmiyet ve lüzumuna da çok iyi inanmışlardı Onlar Efendimizin teşvikleri karşısında coşup tehditleri karşısında ürpermenin yanında bizzat Kuranı Kerimin bildiğini ketmedenlere tehditlerini de öyle anlıyor ve bu değişik saiklerle sünnetin neşrine fevkalade ihtimam gösteriyorlardı Evet onlar: Şüphesiz Allahın kitabdan indirdiğini gizleyen ve onu az bir paha karşılığı satanlar var ya işte onlar karınları dolusu ateşten başka birşey yemezler gibi ayetlerin şiddetli tehditlerini de iliklerine kadar duyuyor hissediyor ve kitabı da sünneti de hakkıyla belleyip hakkıyla eda etmeye ve başkalarına tebliğe çalışıyorlardı Ayrıca Efendimiz Kuranı talim ettiği gibi kendi sünnetini de aynı titizlikle talim buyururlardı İbn Mesud Hazretleri: Bize Kuran ayetlerini talim eder gibi Tahiyyatı da talim ederdi bir başka sahabi de: Kuran ayetlerini talim eder gibi istihare duasını talim ederdi demektedir Allah Resülü söylediklerini herkes bellesin diye ağır ağır konuşur ve söylediği şeyleri ekseriya üç defa tekrar ederdi Bu hususta Hz Aişe Validemiz (radıyallahu anha): Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sözü sizin birbirinize zincirleme söylediğiniz gibi değilayıra ayıra söylerdi; saymak isteyen Onun kelimelerini sayabilirdi der O bununla da kalmaz ashabına sunduğu her şeyin bir araya gelinip karşılıklı gözden geçirilmesini ve müzakere edilmesini teşvik ederlerdi Bu mevzu ile alakalı bir hadisi şeriflerinde meselenin ehemmiyetine parmak basarak şöyle buyururlar: Herhangi bir cemaat Allahın evlerinden bir evde toplanır Allahın kitabını tilavet eder ve aralarında onu müzakere mevzuu haline getirirlerse şüphesiz üzerlerine huzur ve sekine iner rahmet kendilerini kaplar melekler onları kuşatır ve Allah Teala onları nezdindeki hayırlı topluluk arasında zikreder Resülullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu şekilde değişik hadisleriyle ashabını

Kuran ve Kuranın tefsiri mahiyetindeki sünnetini belleme ve müşterek mütalaa etme mevzuunda devamlı teşvik buyurmuşlardır 3 Sahabei Kiramın İştiyakı Allah Resülü‘nün ashabı gerek kitabı gerekse sünneti öğrenme müzakere etme ve nakletme hususunda alabildiğine hahişkar idiler Evet onlar kendilerini bir ateş çukurunun kenarında yakalayıp berd ü selama çıkaran Allah Resülü‘nün hayat veren o nurlu sözlerini fiillerini takrirlerini belliyor ve bunları sürekli aralarında müzakere ediyorlardı Bu hususta Enes b Malik: * Biz Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında otururken Ondan bir söz işitir yanından ayrılınca da onu aramızda anar ve müzakere ederdik demektedir Aynı şekilde bilhassa Suffe Ashabı gecelerini namaz kılarak Kuran okuyarak ve ders yaparak geçirirlerdi; o kadar ki bazen yetmişinin birden bir muallimin etrafına toplanıp sabaha kadar ders gördükleri olurdu Bir de bu ışık topluluğu Efendimizden aldıkları: Benim bu mescidime gelen hayır için hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelir Böyle bir kişi Allah yolunda mücahede eden kişi mevkiindedir gibi teşviklerle Ondan öğrenip bellediği her şeyi bir ibadet neşvesi içinde başkalarına taşıyor ve bu kevserden herkesin yararlanmasını istiyorlardı Hem de sadece erkekler değil kadınlar bile aynı hahişkarlığı gösteriyor ve erkeklerden geri kalmamaya çalışıyorlardı Kadınlar namazda erkekler ve çocuklardan sonra saf bağladıklarından çok defa Efendimizin söylediklerini duyamıyorlar hatta mescidi bütünüyle erkekler doldurunca da dışarıda kalıyorlardı Bundan ötürü kaç defa gelip: Ya Resülallah sözlerini dinlemek için erkeklerden bize yer kalmıyor Bize ayrı bir gün tahsis buyursanız diye ricada bulunuyorlardı Efendimiz de bunların ricasını kırmıyor ve onların herhangi bir günde herhangi bir yerde toplanmalarını emir buyurarak kendilerine gerekli hususları talim ediyorlardı Ezvacı tahirat kadınlık aleminin muallimeleriydiler Sabahakşam Resülullahla beraber olan bu nezih kadınlar Kurandan sünnetten öğrendikleri şeyleri kadınlık alemine intikal ettiriyorlardı Ondan duyduklarını gelecek nesillere intikal ettirmek için Resüli Ekremin (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek solukları sürekli onların ruh ciğerlerine doluyordu Bu soluklar Hz Safiyye Validemizle ta Haybere Meymüne Validemizle Amir İbn Sasaaoğulları‘na Ümmü Seleme ile Mahzumoğulları‘na Ümmü Habibe ile Emevilere Hz Cüveyriye ile de Mustalikoğulları‘na gidip ulaşıyordu Bu pakize kadınlar Allah Resülü‘nden her gün öğrendikleri yeni yeni şeyleri kendi kabileleri arasında naklediyorlar ve mevkilerinin gerektirdiği mürşidelik muallimelik vazifelerini bihakkın yerine getiriyorlardı Bu değişik kabileler de Efendimizin hanei saadetlerinde bulunan Ezvacı Tahirat nam temsilcileriyle şeref duyuyor ve iftihar ediyorlardı 4 İz Bırakan Sözler ve Unutulmayan Hadiseler Resüli Ekrem çok defa öylesi hadiseler münasebetiyle ve öyle şartlar altında iradı kelamda bulunuyorlardı ki o şartlarla koordinatlanan sözlerin bellenmemesi ve bellendikten sonra da unutulması mümkün değildi Hadiseler her zaman hatırlanacak ve kendilerini hissettirecek ağırlıkta idi ve her hatıra gelişlerinde de onlar vasıtasıyla irad edilen sözlerin tahatturuna vesile oluyorlardı Şimdi bu hususla alakalı birkaç misal arzedelim: 1 Allah Resülü‘nün manevi kardeşi Osman İbn Mazun vefat etmişti Allah Resülü herhangi bir cenaze için fazla ağlamazdı ama Hz Hamza (radıyallahu anh) gibi Osman İbn Mazun için de çok ağlamıştı Hatta denebilir ki; onu su ile yıkamadan önce Cennet kevserlerinden daha

değerli olan kendi gözyaşlarıyla yıkamış ve aynı zamanda eğilip mübarek dudaklarını onun alnında gezdirmişti Bütün bunları gören bir kadın: Ne mutlu sana Osman Cennette bir kuş oldun deyince de hemen tavrını değiştirmiş ve o kadına dönerek: Ben peygamberim kendime ne olacağını bilmiyorum; sen ne biliyorsun demişti ki insan üzerinde şok tesiri yapan böyle bir hadisenin ve hele bu hadise münasebetiyle Allaha karşı birini temize çıkarmanın kimseye düşmeyeceği: Vallahi bundan böyle kimseyi tezkiye etmem diyen o kadın ve orada bulunan diğer sahabilerin unutmasına imkan var mıdır 2 Hem mesela; Uhud Savaşı‘nda Kuzman çok iyi savaşmış ve kendini bomba gibi müşrik topluluklara çarpmış ve çarptığı her topluluğu da darmadağın etmişti Onun böyle civanmertçe savaştıktan sonra öldüğünü görenler şehit olduğuna hükmetmişlerdi Buna karşılık Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: Hayır o Cehennemdedir buyurmuşlardı Neden sonra yanına gelen biri yaralarının acısına dayanamayarak intihar ettiğini; veya ondan: Ben dinim için değil sadece soy gayretiyle savaştım sözlerini işitecek ve işin perde arkasını anlayacaktı Şimdi Uhud Savaşı anıldıkça bu hadiseyi ve Resülullahın bu münasebetle irad buyurdukları: Allah bu dini bir facirle de teyit eder sözünü hatırlamamak mümkün mü 3 Emirü‘lmü‘minin halifei rüyi zemin Hz Ömer İbnü‘lHattab naklediyor: r : : r: r: Hayber günü Resülullahın ashabından birkaç kişi gelerek: ‘Falan şehit falan şehit dediler Sonra (vurulup yere düşmüş) birine rastlayıp ‘Falan da şehit olmuş diye söylendiler İşte o zaman Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) müdahele etti ve: ‘Hayır ben onu ateşte gördüm; çünkü o daha taksim edilmeden ganimet malından bir bürde almış açıklamasında bulundu ve sonra da bana: ‘Ey Hattaboğlu halkın arasına gir ve: ‘Cennete mü‘minlerden başkası; yani inanan iman ve emniyetin temsilcisi olanlardan başkası giremez diye seslen buyurdu Evet şehit dendikçe Hayberden söz açıldıkça ganimetlerden bahsedildikçe ve Cennete gireceklerin vasıfları söz konusu edildikçe sahabe hep bu vakayı ve bu vaka münasebetiyle irad buyurulan hadisi şerifi nasıl hatırlamamazlık eder ki Evet hadisi şerifler ve sünnete ait kudsi hakikatler hadiselerle öylesine zihinlere ruhlara perçinleniyordu ki aradan yıllar ve yıllar geçse de onların hafızalarından silinmesi mümkün değildi Evet onlar duyduklarını unutmadılar Aksine ruhlarının derinliklerine işlediler dimağlarına nakşettiler ve hiçbir şey eksiltmeden gelecek nesillere aktardılar 4 Sahabei kiram Allah Resülü‘ne (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı fevkalade edepliydi ve bu edepleri de marifetleriyle mebsüten mütenasipti Bazen Ona birşey sormaya bile haya ederlerdi de O huzurun edebini bilmeyen birisi gelsin bir şey sorsun diye beklerlerdi Derken bir gün Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda otururlarken bir bedevi (Dımam b Salebe) içeri girdi ve bir hayli kabaca: Hanginiz Muhammedsiniz dedi Resüli Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı arasında sırtını bir yere dayamış oturuyordu ve sahabe: İşte şu sırtını duvara dayamış olan beyaz tenli insan diye karşılık verdi Adamcağız bu defa: Ey Abdülmuttalibin oğlu diye hitab etti Efendimiz: Seni dinliyorum buyurdular Adam: Sana bazı şeyler soracağım; ama soracaklarım pek ağırdır sakın gönlün benden incinmesin dedi Efendimiz de: Aklına geleni sor buyurunca Dımam: Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına söyle: Allah mı seni bütün bu halka peygamber olarak gönderdi Efendimiz: Evet buyurdu Allah aşkına söyle bir gün bir gece içinde beş vakit namaz kılmayı sana Allah mı emretti Efendimiz: Evet cevabını verdi Adam orucu zekatı da aynı şekilde sorup hep Evet cevabını aldıktan sonra: Sen Allahtan ne mesaj getirdinse ben ona iman ettim Kavmimin geride kalanlarına da elçiyim Ben Sad b Bekr kabilesinden Dımam b Salebeyim açıklamasında bulundu

Şimdi bu vakayı ne Dımam b Salebenin ne kavminin ne de o gün mecliste bulunup da önce onun saygısızlığını sonra da gözleri yaşartacak imanını gören sahabei kiramın unutması mümkün mü Hayır; asla ve kata Bunca şok hadise ile zihinle bütünleşen bir şeyin unutulması mümkün değildir 5 Bir gün Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) Übey b Kabı çağırdılar ve: Sana Beyyine süresini okumamı Allah bana emretti buyurdular Übey b Kab Hazretleri: Allah sana benim ismimi de andı mı diye sordu Efendimizde: Evet andı cevabını vermesi üzerine gözleri yaşla doldu ve: Demek Rabbülalemin katında anıldım dedi Bu hadise Übey ve ailesi için öyle bir şerefti ki aradan bir asır geçtikten sonra torunu: Ben Allahın kendisine Beyyine süresini okumasını Resülü‘ne emrettiği zatın torunuyum diyecekti Bunu unutmak ne Übey için ne ailesi ne de çocukları ve torunları için mümkün değildi

5 Sahabenin Dikkat ve Ciddiyeti Bunlardan başka sahabei kiram o işe programlanmışcasına Kuranın ve sünnetin bir harfinin bile zayi olup gitmesine tahammülleri yoktu Aslında Resüli Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu mevzuda aynı tehalükü gösteriyordu Vahyi yakalamak bir tek harfini olsun zayi etmemek için dilini dudağını oynatıyor ve değişik tavırlara giriyordu Bu Onun henüz tam teminat almadığı günlere ait vahiy emanetine karşı gösterdiği beşer üstü gayretti Bu sebeple Onu hemen yakalayayım diye acele edip dilini oynatmana ve bu şekilde kendine eziyet etmene gerek yok; onu senin sinende toplamak da okutmak da Bize aittir mealindeki ayet inmiş ve Onun temiz tabiatının derinliklerinde yatan Ona mahsus itminan üstü itminanı ortaya çıkarmıştı Evet nasıl ki Efendimiz vahiy mevzuunda bu denli tehalük gösteriyordu; öyle de sahabei kiram hazeratı da Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ağzından çıkacak tek bir harfin bile zayi olup gitmemesi için ölesiye bir tehalük gösteriyorlardı Onlar bütünüyle: Bu bir daha ele geçmez bir fırsattır; insan hayatta bazı şeyleri değerlendirme turnikesine bir sefer girer; girer ve onun karşısında bir hedef konur ve bu hedefe bir defa ok atma fırsatı verilir Aman okumuzu iyi atalım isabet ettirelim ve bu büyük fırsatı zayi etmeyelim düşüncesindeydiler Çünkü Allah Resülü kendilerine dinlerini açıklıyor ve öğretiyordu Onlara Kuranın tefsirini sunuyor ve ebedi hayatı kazandıracak düsturları talim ediyordu Dolayısıyla onlarda kapalı hiçbir şey kalmasın istiyorlardı Emevi hilafetinin daha ilk yıllarında İslam askerleri İstanbul surları önünde savaşıyorlardı Bu arada bir yiğit yalın kılıç ortaya atılmış sağa sola koşuyor ve düşman saflarına saldırıyordu Onu böyle gören askerler bağırıyor ve: Sübhanallah kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor diyorlardı Bunun üzerine o güne kadar Allah Resülü‘ne karşı hep vefalı davranmış Medineyi ilk teşriflerinde mübarek evini Ona açmış gül devrinde hep Onunla olmuş Ondan sonra da yolundan milim ayrılmadan hep aynı çizgide yürümüş ve en yaşlı döneminde de kendini atın sırtına bağlattırarak Konstantiniyyenin fethine Anadolu misafirliğine ve ötelere yürümüş peygambere birkaç ay mihmandarlık yapmasına bedel gibi birkaç asırdan beri mihmandarlığını yaptığımız Ebü Eyyub elEnsari Hazretleri (radıyallahu anh) hemen öne atıldı ve: Ey insanlar siz bu ‘Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ayetini yanlış tevil ediyorsunuz Bu ayet biz ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur Allah İslamı kuvvetlendirip de onun yardımcıları çoğalınca biz de kendi aramızda ‘Allah İslamı güçlendirdi ve İslamın yardımcıları çoğaldı Artık biraz da ziyan olan mallarımızın telafisine çalışsak; kaybettiğimiz dünyalığımızı yeniden kazanmaya baksak iyi olacak dedik Bunun üzerine Cenabı Allah işte bu ayeti inzal buyurdu ve bize şunları hatırlattı: ‘Varınızı yoğunuzu Allah yolunda harcamamak

infak etmemek suretiyle kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın Asıl tehlike malların üzerine oturmak gazayı terk etmek ve dünyalığa dalmaktır İşte sahabi Resüli Ekremden dinini doğru olarak böyle öğreniyor tahkik ediyor ve en ufak bir yanlış anlamaya meydan vermiyordu 6 Kuran ve Sünnetin Oluşturduğu Orijinal Ortam Sonra ilk halleri itibarıyla o ibtidai topluluk içinde İslam adına Kuran adına gelen her şey çok orijinaldi Kitab ve Sünnete ait her şey onlara çok orijinal geliyordu O günün insanı her şeyi o kadar yeni o kadar cazip buluyordu ki inançlarını zihniyetlerini tavır ve davranışlarını değiştiriyor ve akıl almaz bir farklılık gösteriyorlardı Daha doğrusu çölde çadırda yaşıyan bu bedevi kavim çok kısa bir zamanda hem de kıyamete kadar gelecek insanlığın mürebbileri olmaya hazırlanıyordu Evet her gün semadan yeni yeni sofralar iniyordu onların önlerine O saf o duru o hiçbir şeyden haberdar olmayan cemaat her gün yeni bir şeylerle karşılaşıyor yeni yeni şeylere muhatap oluyordu Onlar fıtraten son derece zeki ve hafızaları alabildiğine kuvvetliydi ki; bir defa söylenileni bile beller ve bir daha da unutmazlardı Hafıza fonksiyonunun bilgisayara devredildiği ve nesillerin hafıza malulü olduğu şu zamanda bile öyle hafıza dahileri çıkmaktadır ki Kuranı Kerimi iki ayda üç ayda hıfzedebilmektedir Halbuki o badiyenin sade ve safdil insanlarının her biri birer hafıza dahisiydi Duydukları şeyi hemen ezberliyorlar ve bir daha da unutmuyorlardı Hudeybiye Musalahası‘ndan sonra Allah Resülü hem Arap kabilelerine hem de dünya devletlerinin liderlerine nameler gönderdi Dört bir yana dağılan bu elçiler elçilerle beraber muallimler gittikleri her yerde Kuran ve Sünnetten bilip öğrendikleri şeyleri başkalarına da anlattılar Müsalaha sonrası barış ortamını çok iyi değerlendirip kabileler arasına girdiler ve her ocağı her bucağı bir medrese haline getirerek herkese Kitabı ve Sünneti anlattılar Öyle ki daha Mekkenin fethinde Resülullahı dinleyenlerin sayısı on bini aşıyordu Bu ilimirfan seferberliğinde erkeklerin yanında kadınlar onların arasında da Efendimizin pak zevcelerinin hizmeti başlı başına bir destandı Böyle hızlı bir tempo ile sürdürülen irşat ve tebliğ talim ve terbiye sayesinde bir iki sene sonra Veda Haccı‘na gidilirken Efendimizin etrafında yüz bini aşkın insan vardı Bu hac esnasında değişik yerlerdeki hutbeleri ve fetvaları büyük ölçüde sünnet yörüngeliydi ki başlı başına bir telife esas teşkil edebilirdi Evet O bu hac esnasında etrafındaki halka halka insanlara mirastan bahsetti kan davalarının kaldırıldığını anlattı kadın haklarından söz etti faizin haram olduğunu duyurdu ümmetin gelecek hayatıyla alakalı nasihatlarda bulundu ve bütün bunları orada bulunanların bulunmayanlara tebliğ etmesini istedi Artık din kemale ermiş nimetler tamamlanmış ve Allah mü‘minler için İslamdan hoşnut olduğunu beyan buyurmuştu Bütün bunlar hoş şeylerdi; ama biraz poyraz gibi esiyordu Zira sahabe bunlardan biraz da Efendimizin nübüvvet vazifesinin hitama erdiğini ve maddeten aralarından ayrılacağını anlıyordu Bu itibarla da bir yandan hıçkırıklara boğulurken bir yandan da can kulağıyla Onu dinliyordu Zaten belli bir süre sonra Kurandan en son inen: Allaha döneceğiniz bir günden sakının ki o gün herkes kazandığının karşılığını görür ve kimseye zulmedilmez ayeti de dine sahip çıkma meselesinin ehemmiyetini bir kere daha anlatıyor ve sahabei kirama vazifelerinin ağırlığını Resülullaha ve Onun 23 yıl boyunca tebliğ ettiği dine vefanın ne derece mühim olduğunu adeta son bir defa daha ihtar ediyordu ediyordu ve sahabe bunun farkındaydı Dinlediler bellediler tahkik ettiler yaşadılar ve naklettiler Böylece sünnet de Kitab gibi o pak kanallardan başlayarak yine pak kanallardan geçe geçe bugünlere geldi ulaştı ve tabii kıyamete kadar devam edecek anilmerkez gücüyle Sahabei Kiramın Sünnete İttibada Gösterdiği Hassasiyet

Kuranı Kerim nasıl Efendimizin risaleti ve sunduğu mesaj mevzuunda hassasiyet gösteriyor sahabei kiram da aynı şekilde Ondan gelen her şeyi kemali hassasiyetle kabulleniyor korumaya alıyor ve neşrediyorlardı Ne Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği esasata muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor ne de Ona muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı Kuranı Kerimin tabiriyle Ondan gelen her şeyi içiyor gibi alıyor ve belliyorlardı Evet İsrailoğulları‘nın ruhuna buzağı sevgisi içirildiği gibi onların ruhuna da hakikat sevgisi hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisi öyle içirilmişti Dolayısıyla sünnet mevzuunda çok titizdiler Nasıl titiz olmasınlar ki Kuranı Kerim meseleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve: Hayır hayır; Rabbine andolsun ki aralarında anlaşmazlığa badi meselelerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar buyuruyordu Onların yaşadıkları hayatın saniyeleri saliseleri aşireleri hep bu hassasiyet içinde geçiyordu Hayatlarını bu ölçüde bir hassasiyet içinde geçiren insanların Onun sünnetine karşı lakayt kalmaları düşünülemez Şimdi biriki misalle bu hususu biraz daha açalım: 1 Üsame Seriyyesi Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı seniyyelerinde teşyi buyurdukları en son seriyyeleri Üsame Seriyyesi olmuştu Mübarek hayatlarının son günlerinde Roma üzerine göndermeyi kararlaştırdığı ordunun kumandanlığına Evladım deyip evinde büyüttüğü Mute kahramanı Zeyd İbn Harisenin o çok sevdiği ve kucağında büyüttüğü oğlu Üsameyi getirmiş ve kendisine: Allahın ismi ve bereketiyle babanın öldürüldüğü yere kadar git ve oraları atlarına çiğnet buyurdu Üsamenin emrine verilen bu ordu içinde Hz Ebü Bekir Hz Ömer Hz Osman gibi namlılar da vardı Ordu hareket etmeden önce Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) rahatsızlanmışlardı Medine dışında hareket hazırlıkları yapılıyordu ki hastalığın ağırlaştığı duyuldu Bunun üzerine Üsame sancağı getirip Onun kapısının önüne dikti ve huzura girdi Efendimiz artık konuşamıyordu Üsame diyor ki: Ellerini semaya kaldırdıktan sonra üzerime indirdi Bana dua ediyor olduğunu anladım Bu esnada Efendimizde biraz iyileşme emareleri belirince Üsame yola çıkmak üzere ayrıldı Ama tam orduya hareket emrini verdiği sırada idi ki Güneş‘in İki Cihan Güneşinin gurubu haberiyle her yan inledi Evet Üsameyi Muteye gönderen artık gitmişti Gitmişti ama arkasında davasını eserlerini mirasını bihakkın arızasız kusursuz temsil edecek insanlar bırakıp öyle gitmişti Hz Ebü Bekir halife seçilince o yanık sinelerin iniltileri arasında hemen bu işi ele aldı Öyle kritik bir andı ki vefat haberi sağdasolda duyulur duyulmaz bazı yerlerde irtidat hadiseleri baş göstermişti Müseylimetü‘lKezzab Esvedü‘lAnsi ve daha niceleri Efendimiz henüz hayatta iken peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmışlardı Bunlar Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat haberini alınca her tarafta fitne ateşlerini körüklemeye başladılar İşte İslam ordusu tam bu hengamede her zaman Medine üzerine gelebilecek olan Bizanslılara karşı gönderilecekti Orduyu Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hazırlamış; sonra da: Üsame ordusunu gönderin buyurmuştu Sahabe ve başta Hz Ebü Bekir başka mülahazalarla Onun emrinden kıl kadar sapamazlardı Halifei Müslimin: Vallahi canavarlar dört bir yandan üzerimize saldırsalar Resülullahın dalgalandırdığı bu bayrağı indirmek istemem diyerek orduya hareket emri verdi Hem de o ordunun teşyi‘ine hususi bir önem vererek; öyle ki genç komutan at üstünde giderken kendisi yaya olarak onu teşyi ediyordu Evet işte sahabe bu idi; en hassas dönemlerde dahi Efendimizden (sallallahu aleyhi ve

sellem) gelen emirlere bu ölçüde hassasiyetle uyarlardı 2 Fedek Arazisi ve Hz Fatıma (radıyallahu anha) Medine Efendimizin vefatının ardından nisbi bir şok yaşıyordu Sahabe hususiyle de Hz Ebü Bekirin (radıyallahu anh) içi cayır cayırdı Bu esnada Peygamberimizin biricik kızı ciğerparesi Ehli Beytin annesi Hz Fatıma Validemiz: Babamın Fedekteki mirası diyerek Halifei Müsliminin kapısına dayandı Şimdi o çok sevdiği herkese ve her şeye tercih edeceği Hz Fatımaya ne cevap verecekti Onu incitemezdi; Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) hatırası olan bu ince bu müstesna anamızı incitmeyi gönlünden bile geçirmezdi Ama Resülullahın sünneti kendi mirası mevzuunda bıraktığı sünneti en kıymetli şahıslar için bile feda edilmezdi Ben Resülullahın yaptığı hiçbir şeyi terk edemem diyen İslamın bu Yüce Halifesi Hz Fatıma Validemize Resülullahtan duyduğu: Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır hadisini nakletti Ondan kalan Onun sağlığında sarfettiği yere sarfedilecekti Evet bu en nazik anda bile sünnete muhalefet düşünülmüyordu 3 Zekat Vermek İstemeyenlere Karşı Tavır Yine aynı günlerde namaza karşı tekasül gösterenler ve Zekat vermeyiz diyenler vardı Hatta Hz Ömer Efendimizin (radıyallahu anh) dehasına esen değişik ilham esintilerinin tesiriyle Şimdilik zekata müsaade etsek dediği rivayet olunur Bu mevzuda sahih rivayetlerle gelen: Ben Allahtan başka ilah olmadığına (Ondan başka Mabudu bilHak Maksudu bilİstihkak bulunmadığına) ve Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahın kulu ve Resülü olduğuna şehadet edinceye ve namazlarını eda edip zekatlarını tastamam verecekleri ana kadar insanlara karşı savaşmak ve yakapaça olmakla emrolundum Bunu yaptıkları takdirde mallarını ve canlarını bana karşı korumuş olurlar; şu kadar ki İslamın bir hakkı vardır (zekat verecekler sadaka verecekler öşür verecekler) Hesapları (bu mevzudaki samimiyetleri) ise Allaha kalmıştır hadisi şerifinden haberdar olan Hz Ebü Bekir Efendimiz (radıyallahu anh): r Allaha yemin olsun ki kim namazla zekatın arasını ayırırsa onunla harbederim Şüphesiz zekat malın hakkıdır Resülullaha verdikleri bir dişi oğlağı bile benden esirgerlerse vallahi onlarla harbederim buyurarak her mevzuda olduğu gibi bu mevzudaki hassasiyetini de ortaya koyuyordu Hz Ömer Efendimiz (radıyallahu anh) de şüphesiz ondan daha az hassas değildi O sünnetin hükümleri karşısında öylesine titizdi ki konuşurken talimat verirken hutbe okurken konuşmasının en can alıcı noktasında kendisine Kitabullahtan ve Sünneti Resülullahtan bir hüküm hatırlatıldığında hemen dururdu Bu yüzden onun için: Hak mevzubahis olunca hemen durup inkıyat eden derlerdi Hadis ve tarih kitaplarında: Ömer hata etti kadın doğruyu söyledi; bir kadın bile senden daha fakih ey Ömer; çarşılarda rızık peşinde dolaşmak Ömeri Resülullahın meclislerinden dinini öğrenmekten alıkoydu şeklinde bizzat onun ifadesi olan ve o yüce kametini daha da yücelten pek çok misaller vardır O dev insan hak karşısında en ufak itirazda bulunmaz bulunmayı aklının ucundan bile geçirmezdi 4 Sünnete İttibadaki Hassasiyet a İşte bu büyük mantığın büyük firasetin büyük kiyasetin ve büyük dehanın temsilcisi zat bir gün el parmaklarının diyeti mevzuunda içtihatta bulunmuştu Sahabeden biri ona itiraz edip: Ey Mü‘minlerin Emiri Ben Resüli Ekremden (sallallahu aleyhi ve sellem) duydum buyurdular ki: Bir elin beş parmağı iki elin on parmağı el için kararlaştırılan diyet ne ise onu eşit olarak bölüşürler İki el tam bir diyet bir el de onun yarısıysa tek tek her parmağa on deve düşer

Hz Ömer beyninden vurulmuşa dönmüştü ve: Ey Hattaboğlu Resüli Ekremin eserinin olduğu yerde sen nasıl içtihat edersin demişti Evet sünnet sünnet insanında kendisini bütün ağırlığıyla hissettiriyordu b Sahabenin İbn Ümmi Mektüm gibi Sevban gibi binek üstündeyken ellerinden kamçı düştüğünde dahi Ver dememek için inip kendileri alacak kadar istemekten haya ve hazer eden fakirlerinden Abdullah İbn Sadi naklediyor: Hz Ömer ganimetlerden bana bir pay ayırdı Ben: ‘Ey emirelmü‘minin beni bu mevzuda zorlama dedim Bana dedi ki: ‘Vallahi ben de senin gibiydim Bir defasında Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bana bir şey vermek istediğinde istiğna gösterdim Buyurdular ki: ‘Al bunu mal edin kendine istersen tasadduk edersin Sen istemeden beklemeden dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al bunda beis yoktur Ben sana Resülullahın sözünü tekrar ediyorum Onun hakkımızda bu mevzuda verdiği hüküm budur c Yine bir defasında Hz Ömer (radıyallahu anh) şerefli sahabi Zeyd İbn Halid elCüheni‘nin mescitte ikindi namazından sonra namaz kıldığını gördü Namaz mü‘minin miracıdır nurudur sefinei dinin direğidir Namazla namütenahiye yürünür namazla sonsuzluklara yelken açılır Ama namazın da kılınacak vakti vardır kılınamayacak vakti vardır; o sünnete uygun kılındığında ibadet olur Yoksa bidat olur Cumhura ve cumhuru sahabeye göre ikindiden sonra nafile namaz kılınmaz; bu yüzden Ömer elindeki kılıçla Zeyd İbn Halid elCüheni‘ye vurur ve sünnet mevzuundaki hassasiyetini ortaya koyar Onun bu hassasiyetine karşı Hz Zeyd de aynı hassasiyetle cevap verir: Başımı parça parça da etsen Allah Resülü‘nü ikindiden sonra nafile namaz kılarken gördüğüm için bu iki rekatcığı asla terk etmeyeceğim Bu mevzuda Ümmü Seleme Validemizden gelen bir rivayet vardır: Efendimiz evradını nafilelerini hatta adet edindiği ibadetlerinin hiçbirini terk etmezdi Şayet geceyi ihya edememişse kalkar namazlaniyazla gündüzü nurlandırırdı Bu cümleden olarak bir gün misafir heyetler bastırdı ve öğlenin son sünnetini kılamadı Derken ikindi oldu ve mescidde ikindi namazını eda ettikten sonra hücrei saadete çekilip öğlenin geçen son sünnetini kıldı Ümmü Seleme Validemiz: İkindiden sonra namaz var mı diye sordu ve şu cevabı aldı Gelen heyet beni meşgul etti Öğlenin son iki rekatını kılamadım; eksik kalmasın diye şimdi kıldım İhtimal Zeyd İbn Halid elCüheni‘nin Efendimizden gördüğü de bu veya buna benzer bir vakaydı Evet bu fıkhi meselenin menşei her ne olursa olsun önemli bir hususu hatırlatmakta ki o da sahabei kiramın her ferdinin sünnet mevzuunda gösterdiği derin hassasiyettir Sünnet mevzuunda son derece hassas olan Hz Ömer (radıyallahu anh) secdedeyken hançer yemiş ve öyle bir yolla Rabbisine yürümüştü Son dakikaları ki Onun o vaziyetini en iyi anlatan Nabzıma el vurdu binbir tabiban/ Dediler derman yok buna ne çare mısralarıydı İşte o esnada: Ya emirelmü‘minin yerine birini tavsiye eder misin dediklerinde verdiği cevaplar onun nasıl bir sünnet kahramanı olduğunu göstermesi bakımından çok manidardır: Eğer yerime birini bırakacak olursam gerçek şu ki benden hayırlı olanı da bırakmıştı; bırakmayacak olursam benden hayırlı olan da bırakmamıştı Resülullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bırakmadığını Hz Ebü Bekirin (radıyallahu anh) ise bıraktığını ve her ne şekilde davranırsa davransın sünnete muhalefet etmiş olmayacağını ifade ediyordu Ancak Resülullahla (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz Ebü Bekir de olsabir başkası bahis mevzuu edildiğinde tercih Resülullahın sarih yolu istikametinde olacaktı İşte Hz Ömer de böyle yapmakla beraber ümmetin salahı adına orta bir yol tutmuş: Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ederken kendilerinden razı olduğu Cennetle müjdelenmiş on sahabiden altısı o gün henüz hayattaydı ve oğlu İbn Ömeri hakem Kakaayı da kapılarında nöbetçi yaparak: Daha benim cenazem kalkmadan bu işi aranızda halledin deyip meseleyi onlara havale etmişti Zira ümmeti Muhammedin çok kısa bir süre için bile olsa başsız kalmasını istemiyordu

d Yine Hz Ömer devri hilafetpenahilerinde Kabeyi tavaf ederken geçmiş peygamberlerin büselerine mazhar olmuş bulunan Hacerü‘lEsade (Saadetli Taş) yaklaştı Bu her ne kadar Allahın sırrını ve nurunu ihtiva ediyor da olsa bir taştır Cihanı idare eden o muhteşem dimağ yaklaştı ona ve şöyle dedi: r Biliyorum ki sen bir taşsın; fayda da vermezsin zarar da Eğer Resülullahı seni öperken görmemiş olsaydım ben de seni öpmezdim Evet Hz Ömerin o mübarek taşı öpmesine sebep sünnete olan bağlılığıydı e Sünnet sahabei kiram için mukaddes bir emanetti ve ona riayet ölçüsünde Allaha ve Resülullaha kurbiyet kazanacaklardı Allah korusun riayet etmezlerse belki de hain muamelesi göreceklerdi İşte Hz Ali (radıyallahu anh) Meysere İbn Yakubun rivayetine göre Küfedeyken bir defasında ayakta su içti Meysere: Ayakta su mu içiyorsun diye sorunca da şu cevabı verdi: Ayakta içmişsem Resülullahı (sallallahu aleyhi ve sellem) ayakta içerken gördüğümdendir; otururken içersem Resülullahın oturarak içtiğini gördüğümdendir Sınırları korumak gerekiyordu; evet o nasıl yapmışsa öyle yapmak ve aynı şekilde gelecek nesillere intikal ettirmek iktiza ediyordu Gerçi Efendimizin oturarak içme hususunda tavsiyeleri ve buna terettüp eden birtakım faydalar varsa da bu bir vecibe değildi ve Ayakta hiç su içilmez diye adabı nebevi‘yi farz yerine koyup herkesi bir noktaya zorlamanın manası da yoktu f Abd İbn Hayr naklediyor: Hz Ali mestlerin üstünün meshedilmesi mevzuunda şöyle buyurur: ‘Resülullahı mestlerin üstünü meshederken görmemiş olsaydım bana göre onların altını meshetmek daha uygun olurdu Onun bu ferdi görüşü sünnete teslim olmanın ve sünnetin olduğu yerde içtihada tevessül edilemeyeceğinin ifadesiydi; ve işte onlar sünnet mevzuunda bu kadar hassas idiler g Hz Ali olsun Hz Osman olsun Hz Ebü Bekir veya Hz Ömer olsun ya da bütün sahabiler olsun ne zaman kendi görüşlerinin aksine sünnetten bir hüküm rivayet edilse hemen o anda sünnete ittiba eder ve çevreye yayılmış da olsa kendi görüşlerini derhal terk ederlerdi İşte yine Hz Ömer; İslamda bilhassa hataen öldürmelerde diyet akıleye düşer; yani bir kişi hataen birini öldürse öldürülenin diyetini vermek öldürene değil: ‘Borç ve harç ölçüsünde fayda kaidesi gereği öldürenin mirasçılarına düşer ve bunlara ‘akıle denir Hz Ömer Efendimiz bu mevzuda kadının kocasının diyetine mirasçı olamayacağı kanaatinde idi Fakat Dahhak İbn Ebi Süfyan kendisine: Ya emirelmü‘minin siz böyle hüküm veriyorsunuz ama Eşyem İbn Dıbabi vefat edince Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) onun diyetinden zevcesine miras verdi deyince Hz Ömer kararını değiştirmiş ve: Bundan sonra kadınlar kocalarının diyetinden miras alacaklardır diye ilanatta bulunmuştur ğ Ümmetin emini Ebü Ubeyde İbn Cerrah (radıyallahu anh) Hz Ömerin en çok sevdiği dostlarından biriydi O kadar ki ölümle pençeleştiği demlerde: Ebü Ubeyde hayatta olsaydı yerime onu tavsiye ederdim buyurmuştu Evet onca sıkıntıdan sonra Müslümanlara yönelen dünya Ebü Ubeydede en ufak bir değişiklik yapmamıştı Bir defasında Hz Ömer bu şerefli sahabenin çadırına girdiğinde fatih ordulara kumanda eden bu büyük zatı kumların üzerinde okunu hazırlayıp yayını gererken bulmuş ve: Dünya herkesi değiştirdi ama seni değiştiremedi ya Eba Ubeyde diyerek ağlamıştı Evet Hz Ömer onu o kadar seviyordu Ebü Ubeyde (radıyallahu anh) başkumandanken Amvasta İslam ordusuna veba musallat oldu Hz Ömer Amvasa kadar gelmiş ve vefakar dostu Ebü Ubeydeyi ziyaret etmek istemiş ama salgın vebadan dolayı Amvasa girmesi uygun görülmemişti Görülmemişti ama askerlerini ve hele Ebü Ubeydeyi görmeden oradan ayrılmayı hazmedemiyordu O bu düşünceler içindeyken Abdurrahman İbn Avf geldi ve: Ya emirelmü‘minin ben Resülullahtan şunu işittim buyurdular ki:

Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya adımınızı atmayın; bulunduğunuz yerde veba başgösterirse o zaman oradan çıkmayın Hz Ömer Efendimiz (radıyallahu anh) Yezid İbn Ebi Süfyan (radıyallahu anh) ve Muaz İbn Cebel (radıyallahu anh) gibi sahabenin büyüklerinin de içinde bulunduğu o güzideler güzidesi kudsiler ordusundan pek çoğunu önüne katıp götüren vebalı şehre girmedi ve sünnet hatırına vefakar dostunu göremeyerek içi yana yana bulunduğu yerden geri döndü İşte sünnet bu hassas ruhlar meşcereliğinde şok seviyesindeki hadiselerle beslene beslene ve hayatla yoğrula yoğrula hadis muhakkiklerinin kitaplarına aktı Ve gelip bize ulaştı Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet Sahabei kiram olsun ihsanla onlara ittiba eden tabiini izam ve tebei tabiini fiham olsun hepsi de duyduklarını hemen kabul ediveren insanlar değildi Bunlar kalben çok safi olmakla beraber bu mevzuda titiz ve ehli tahkik idiler Sünneti büyük bir titizlik içinde hafıza ve kitaplarına aldılar; rivayetleri çok büyük bir titizlikle tahkik ettiler ve yine aynı titizlikle naklettiler Bunun misalleri pek çok ise de biz bunlardan sadece birkaç tanesini zikredeceğiz 1 Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) Tahşidatı Her şeyden önce şu husus iyi bilinmelidir ki Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz: Kim benim üzerime yalan uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın; bir rivayette: Kim kasden benim üzerime yalan uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın buyurmuşlardı Doğruyla yalanın arasındaki farkın Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Müseylimetü‘lKezzab veya gökle yer arası kadar birbirinden uzak bulunduğu o dönemde en büyük ve en mühim hususiyetin doğruluk olduğu düşünülecek olursa o ışık asrında her mü‘min hele bu mü‘min sahabe ve sahabeyi takip eden tabiinden ise bırakın Efendimize karşı yalan söylemeyi Efendimizi heva ve hevesleri istikametinde konuşturmayı en ufak bir yalanı bile söylemeleri mümkün değildi O kadar ki Hz Ali Efendimiz (radıyallahu anh): Ben size Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizden bir şey söylerken (öyle dikkat eder öyle söylerim ki) gökten yere düş (üp parça parça olmak) benim için Onun üzerine yalan söylemekten daha ehvendir buyururlardı Yine bizzat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta: Kim yalan olduğunu bile bile benden bir söz rivayet ederse o da yalancılardan biridir buyurarak tahşidat üstüne tahşidat yapıyordu Şimdi doğrulukları cihanı tutmuş ve çok kısa bir zamanda İslamı dört bir yana yayıp beşeriyetin mürebbileri olmuş böyle bir cemaatten bu tehdide masadak olacak bir davranışı beklemek nasıl kabul edilebilir ki 2 Sahabe ve Tabiinin Temkini Meselenin bu denli hassasiyet istemesi sahabeyi öylesine titiz ve temkinli yapmıştı ki pek çoğu hadis rivayet etmekten adeta ürkerlerdi İlk Müslümanlardan olup hakkında sahabei kiramın: Biz onu tanıdığımız andan itibaren Ehli Beyti Resülden bir fert olarak bilirdik diyecek derecede hanei saadete teklifsiz girip çıkan ve Hz Ömer (radıyallahu anh) devri hilafetpenahilerinde Küfeye amil olarak gönderilirken: Ey Küfeliler sizi nefsime tercih etmeseydim İbn Mesudu size göndermezdim dediği Abdullah İbn Mesud Hazretleri kendisinden bir hadis rivayet etmesini istediklerinde: Resülullah buyurdu ki diye başlar ve sonra gözleri dolar başını eğer yukarı kaldırır derin bir soluk alır düğmelerini çözer göğsü açılır nihayet hadisi rivayet eder sonra da: (Bak ben hafızamdan birşey söylüyorum ama bilin ki Resülullah) bunun üç aşağıbeş yukarı veya buna yakın yahut da buna benzer birşey buyurdu şeklinde ikazda bulunmayı da ihmal etmezdi

Resülullahın havarisi ve kahraman halası Safiyyenin oğlu ilk Müslümanlardan Aşerei Mübeşşere arasında bulunmakla serfiraz Hz Zübeyr İbn Avvam o kadar az hadis rivayet etmiştir ki bir gün oğlu kendisine: Baba sen neden hadis rivayet etmiyorsun diye sorduğunda: Bir kelimede bile Resülullaha muhalefet ederim diye ödüm kopuyor Çünkü O: ‘Benim üzerime yalan söyleyen Cehennemdeki yerini hazırlasın buyurmuştur şeklinde cevap vermişti Tam on yıl bilafasıla Resülullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) hizmet etmiş bulunan Hadimi Nebevi Hz Enes b Malik (radıyallahu anh) bir gün: Eğer hata ederim endişesi ve korkusu olmasaydı Resüli Ekremden (sallallahu aleyhi ve sellem) daha çok şeyler anlatırdım buyurmuştu Beş yüz sahabiyle görüştüğü söylenen ve bir beldeye vardığında: Beş yüz sahabi görmüş bir insan geliyor denen tabiinin büyüklerinden ve İmam Ebü Yusufa hatta İmam Ebü Hanifeye Küfede büyük tesiri olan Abdurrahman İbn Ebi Leyla: Yüz yirmi sahabi tanıdım ki bir mescitte aynı anda yüz yirmisi de oturuyor olabilirkendilerine bildikleri bir şey sorulduğunda hep birbirlerinin yüzlerine bakarlar; konuşurken Resülullahın sözlerine bir kelime karıştırıveririm korkusuyla başkasının cevap vermesini beklerlerdi demektedir Kimse cevap vermeyince de nihayet bunlardan biri dişini sıkar ve Allaha dayanarak İbn Mesud gibi hatırlatmasıyla rivayette bulunurlardı Efendimizi gördüğü gibi Hz Ebü Bekirle diz dize Hz Ömerle omuz omuza yaşamış bulunan ve üzerine aldığı vazifesinde kılı kırk yaran o hazinedarı hulefa yani halifelerin maliye nazırı Zeyd b Erkam (radıyallahu anh) Hz Osmanın hazineye bıraktığı malından alıp da akrabasına dağıttığını görünce anahtarları getirerek Hz Osmana teslim etmiş ve: Ya emirelmü‘minin halk hakkında suizan edecek ve benim hakkımda da suizanda bulunacaklar Müsaade ederseniz ben bu işi daha fazla yapamayacağım deyip sonra da istifa etmişti İşte bu büyük sahabi Abdurrahman İbn Ebi Leyla kendisinden bir hadis rivayet etmesini isteyince irkilmiş ve: Evladım yaşlandık unuttuk Resülullahtan hadis rivayeti çok ağır çok zor bir iştir cevabında bulunmuştu a Aynen Rivayette Hassasiyet Ravinin lisana tam manasıyla vakıf olması manayı ifade için kullandığı kelimenin siyak ve sibak arasında yabancı bir kelime olduğu imajını uyandırmaması ve hadisin lafzının unutulmuş olması gibi belli şartlarla hadis bilmana yani hadisi Efendimizden sadır olmayan bir lafızla rivayet etmek caiz olmakla beraber sahabei kiram hadisin bir kelimesi hatta bir harfi mevzuunda bile alabildiğine titizdi Mesela bir gün Ubeyd İbn Umeyr Abdullah İbn Ömerin (radıyallahu anh) yanında şu hadisi rivayet eder: Münafığın durumu iki sürü arasında gidip gelen bir koyuna benzer Yani münafık kafirlerle mü‘minler arasında gidip gelen ve birinde karar kılamadığı için iki tarafça da kabul görmeyen bir tiptir Mü‘minlerle düşüp kalktığı için kafirler nazarında hor ve hakir görülür; bir mü‘minin iç bütünlüğüne ulaşamadığı ve tam manasıyla iman edemediği için de mü‘minlerin nazarında hor ve hakir olur İbn Ömer celallenir ve: Hayır öyle demedi diye mukabelede bulunur Ubeyd: Ya nasıl dedi diye sorar ve İbn Ömer: Ben Resülullahtan böyle duydum diyerek hadisi şu şekilde okur: 12 Aradaki fark sadece ile farkıdır Bu hadise Müsneddeki başka bir rivayette ise şu şekilde kaydedilmiştir: Ubeyd b Umeyr: Münafığın durumu iki sürü arasındaki koyuna benzer ki sürünün birine katıldığında onu boynuzlarlar diğerine katıldığında yine boynuzlarlar diye rivayet eder Abdullah İbn Ömer: yerine: olacağını söyler Zira kendisi Efendimizden bu şekilde işitmiştir

Sahabenin gösterdiği bu hassasiyeti aynıyla tabiin ve tebei tabiin de göstermiştir Mesela meşhur Süfyan İbn Uyeyne şu hadisi rivayet eder: * Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) kabaktan elde edilen ve ziftli kaplarda (koruk üzüm hurma usaresi gibi) şıra kurmaktan menetti Daha sonra bu hadis Süfyanın yanında: şeklinde rivayet edildi Bunun üzerine Süfyan: Ben Zühri‘den öyle duymadım O bu hadisi şöyle rivayet ediyordu diye itiraz eder ve hadisi yukarıdaki şekliyle okur Aradaki fark birinde fiilin sülasi diğerinde ise humasi iftial babından olmasıdır ve mana olarak da önemsiz bir nüans söz konusudur Ama sahabe olsun tabiin ve tebei tabiin olsun hadisin aynen Efendimizden geldiği şekliyle rivayet edilmesi mevzuunda bu derece hassas idiler Bu hassasiyet karşısında dün ve bugün Sahabe ve tabiin Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) duydukları şeyleri kendi kelimeleriyle ifade ediyorlardı; dolayısıyla bu şekilde intikal eden hadislerin teşrie esas teşkil edebilecek bir ağırlığı yoktur şeklinde yapılan boş ve mesnedsiz iddiaların ne değerde olduğunu ve olacağını size bırakıyorum Buhari‘nin daavat bölümünde Bera b Azib anlatıyor: Resülullah bana: ‘Yatacağın zaman namaz abdesti gibi abdest al ve sonra sağ yanına yatarak şu duayı oku buyurdu: Ben bu duayı Resülullahın huzurunda iyice ezberleyip tekrar etmek istedim de: dedim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): diye düzeltti Görüldüğü gibi Resülullah Efendimiz sezebildiğimiz veya sezemediğimiz bir manadan ötürü Resül değil de Nebi denmesi lazım geldiğini hatırlatıyor Evet insan uykuya ve rüyalara girerken nübüvvetin kırk altıda birine yelken açmış olur Zira uyku ve rüya bir bakıma nübüvvetle alakalıdır; fakat risaletle değil; risalet haleti sahv yani göz ve kalb açıklığı ister İşte Efendimizin gösterdiği bu hassasiyeti aynıyla sahabe de gösterip hadisleri fevkalade hassasiyet içinde aldılar ve aynı hassasiyet içinde başkalarına naklettiler b Müzakere Sahabei kiram Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) aldığını nakletmekle kalmıyor aynı zamanda öğrenip belledikleri şeyleri aralarında müzakere de ediyorlardı Kendileri müzakere ettikleri gibi daha sonra talebelerinin de bu meseleleri müzakere etmelerini istiyorlardı Mesela sahabi efendilerimizden Ebü Said elHudri ve İbn Abbas talebelerine şöyle derlerdi: Bu hadisleri belleyin ve aranızda müzakere edin Onların bazısı bazısını hatırlatacaktır; dolayısıyla bunları aranızda devamlı mütalaa etmelisiniz Hadisin sünnetin ehemmiyetini çok iyi kavramış bulunan ve yine hadisi şerifte ifade olunduğu üzere meleklerin ehli ilmin ayakları altına kanatlarını serdiğini bilen sahabe hadislere dört elle sarılıyor onları hafızasına yerleştiriyor müzakere ediyor ve sonra da naklediyordu İşte böyle bir vasatta hadisler hafızalara yerleşti nakşedildi hayata hayat yapıldı ve bize kadar geldi 3 Sahabe ve Tabiinin Tahkiki Sahabe hadisleri müzakere etmesinin yanı sıra herhangi bir dini meseleyle karşılaştıklarında o meselede sünnetin bir hükmü olup olmadığını araştırır; hepsi de yalana kapalı adalet ve istikamet insanları olmalarına rağmen sünnetin o büyük ehemmiyeti ve teşrideki yerinden ötürü duydukları her şeyi hemen kabul etmeyip tahkik ederlerdi Evet onlar zeka ve hafıza dahileri oldukları kadar ehli tahkiktiler de Bir defasında bir kadın torununun mirasından pay almak için Hz Ebü Bekire (radıyallahu anh) müracaatta bulundu Resülullahın Halifesi: Kitabullahta sana bir şey verileceğine dair bir ayet görmediğim gibi Resülullahın da (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mevzuda bir şey

buyurduklarını hatırlamıyorum cevabını verdi Bunun üzerine Muğire b Şube (radıyallahu anh) ayağa kalkıp: Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) nineye altıda bir hisse verirdi dedi Hz Ebü Bekirin (radıyallahu anh): Senden başka bunu bilen var mı sorusu üzerine Muhammed b Mesleme (radıyallahu anh) Muğire b Şubeyi tasdik ederek: Ben de aynı şeyi Resüli Ekremden (sallallahu aleyhi ve sellem) duydum diye şahitlikte bulundu O zaman Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) o kadına altıda bir hisse verdi Resülullahın zayıf bir hadiste: Dininizin yarısını şu hümeyradan alın buyurduğu büyük zeka ve fetanet sahibi her şeyi inceden inceye tahkik eden Hz Aişe Validemiz bir gün Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem): Hesaba çekilen muhakkak azaba maruz kalmıştır buyurması üzerine: Böyle diyorsun ama Allah Kuranında bazıları için: ‘Sonra hesapları görülür de yumuşakkolay bir hesaba çekilirler buyurmuyor mu diyerek açıklama istedi Bunun üzerine Resülullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şu tavzihte bulundular: Ya Aişe senin dediğin arz dır Herkesin hesabı Allaha arzolunacak Fakat hesapta Allah bir insanla münakaşaya tutuştu mu kul yaptıklarını inkar edip de Allah onun yaptıklarını bir bir sayıp döktü mü işte o zaman insanın işi bitmiştir Sahabenin duyduğunu tahkik etmesi sadedinde burada bizi alakadar eden ve Kuranın değişik vecihlerle inmesiyle alakalı pek çok tariklerle anlatılan bir hususu daha nakletmek istiyorum: Değişik nakillerin yanında Buhari‘nin rivayetinde Hz Ömer Efendimiz (radıyallahu anh) vakayı şöyle anlatmaktadır: Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında Hişam b Hakimin Furkan süresini okuduğunu işittim Resülullahın bana okumadığı bazı harflerle okuyordu Namazı bitirip de selam verinceye kadar sabrettim Selam verir vermez ridasının yakasına yapışıp çektim ve ‘Bu süreyi sana bu şekilde kim okuttu dedim ‘Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) diye cevap verince de ‘Yalan söylüyorsun Resülullah bunu bana senin okuduğun şeklin dışında okuttu dedim ve kendisini sürükleyerek Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna getirdim ‘Ya Resülallah bu adam Furkan süresini senin bana okutmadığın harflerle okuyor dedim Resüli Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Sal onu buyurdu ve Hişama dönüp: ‘Ya Hişam oku bakayım diye emretti Hişam benim kendisinden duyduğum şekilde okudu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Evet böyle nazil oldu buyurdular Sonra ‘Sen oku ya Ömer diye emrettiler Ben de bana okuttuğu şekilde okudum; o zaman da ‘Evet bu şekilde nazil oldu buyurdu; sonra da ilave ettiler: ‘Muhakkak bu Kuran yedi harf üzere nazil olmuştur Siz kolayınıza geleni okuyun Yine bir gün Ebü Musa elEş‘ari Hz Ömeri ziyarete gelmişti; kapıyı üç kere çaldığı halde girmesi için müsaade çıkmayınca geriye döndü Hz Ömer meşguliyeti bitince: Abdullah b Kaysın sesini işitmiştim; izin verin girsin diye emretti Gitti dediler Bunun üzerine adam gönderip çağırttı ve Ebü Musaya: Neden gittin diye sordu O da: Resülullah bize ‘Bir yere girmek istediğinizde üç defa kapıyı çalıp izin isteyin İzin verilmezse geri dönün diye emretti dedi Hz Ömer: Ben bunu duymadım Böyle olduğuna dair muhakkak bir beyyine getirmelisin diye gürledi Ebü Musa hemen Mescidi Nebevi‘ye koştu ve meseleyi oradakilere açtı Übey b Kab: Bunun için büyüklerin şehadeti gerekmez; küçüklerimiz de bilir bunu diyerek Ebü Said elHudri‘yi Hz Ömere gönderdiler Hz Ömer (radıyallahu anh) bu şekilde davranmasının sebebini şöyle açıkladı: Vakıa ben seni itham etmek istemedim Fakat rastgele insanların Resülullaha yalan isnat etmelerinden korkarım a Tahkik Yolunda Rihlet Ashabı kiram hadisler mevzuunda böylesine hassasiyet gösterdiği gibi tek bir hadis için ‘rihlet denilen seyahatler düzenleyecek kadar da sünnete ihtimam gösteriyordu Tabiinin büyük fukahasından ve nice büyüklerin önünde diz çöktüğü siyahi Ata b Ebi Rebahın nakline göre Ebü

Eyyub elEnsari‘nin kafasına bir hadis takılır ve: Bunu Resülullahtan duyanlardan sadece Ukbe b Amir kalmıştır der hayvanına binip Ukbe b Amirin yaşadığı Mısır yolunu tutar Tek bir hadis için hem de bildiği bir hadisi tahkik için Medineden Mısıra yapılan bir seyahattir bu Mısıra varınca emir Mesleme İbn Mahledin evine uğrar ve yanına bir rehber alarak Ukbeye varır İki dost sokakta karşılaşır sarmaş dolaş olurlar Ebü Eyyub Ukbeye: Bu hadisi Hz Peygamberden işiten senden ve benden başka kimse kalmadı diyerek: Her kim dünyada bir mü‘minin ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter hadisini okur Ukbenin hadisi aynı şekilde tekrarlaması üzerine: Ben bunun için gelmiştim der ve adeta Geliş gayemin içine başka bir şey karıştırmak istemem dercesine bineğine atlayıp hemen geri döner Yine Buhari‘nin rivayetine göre ensarın ulularından Cabir b Abdillah (radıyallahu anh) Abdullah İbn Üneysin rivayet ettiği bir hadisi bizzat onun ağzından işitmek için bir ay süren bir yolculuğa çıkmış ve: Hz Peygamberden bizzat işitmediğim bir hadisi senin rivayet ettiğini öğrendim Onu işitmeden ikimizden biri ölür diye korktum ve sana geldim diyerek hadisi Abdullah b Üneysten dinlemiş ve gerisin geriye Medineye dönmüştür b Tabiinin Rihleti Hadis uğruna seve seve girişilen bu rihletler yalnızca sahabeyle sınırlı da kalmamış; daha sonraki devirlerde de aynı şekilde devam etmiştir Said İbnü‘lMüseyyebin gerektiğinde bir tek hadis için günlerce yol katettiğini söylemesi; Mesruk İbnü‘lEcdaın tek bir harfi için bile yolculuk etmesi; Kesir İbn Kaysın rivayetine göre Ebü‘dDerda‘dan tek bir hadis almak için bir ilim aşığının Medineden Şama gelmesi ve daha pek çok seyahatler bu mevzuda zikre değer misallerdir Hadis rivayeti mevzuunda sahabenin gösterdiği titizlik aynıyla tabiine de intikal etmiştir İleride ayrıca temas edileceği üzere bu ilme öyle insanlar varis olmuştur ki Ameş‘in ifadesiyle hadise bir ‘vav ( ) bir ‘elif ( ) veya bir ‘dal ( ) ziyade etmektense göklerin başlarına yıkılmasını tercih ederlerdi Rivayetlerin Efendimizden geldiği şekle yani aslına uygun olması hususunda öylesine hassastılar ki ‘vav ( ) ve ‘fe ( ) harflerinin dahi yer değiştirmesine müsaade etmezlerdi Sahabei kiramın her biri ‘adil olmasına ve yalana kapalı bulunmasına rağmen tabiin imamları duydukları bir hadisi başka sahabilerden de tahkik ederlerdi Bu hususta tabiinin büyük imamlarından Ebü‘lAliye: Biz (Basrada Bağdatta Horasanda Maveraünnehirde yani) nerede olursak olalım Resülullahın ashabından bir şey işittiğimiz zaman onunla kanaat etmez oradan göç eder (Mekkeye Medineye gelir işi kaynağından araştırır) kendi ağızlarından duyar (başka sahabilere de sorar ve böylece itminana ererdik) demektedir Müslimin rivayetinde Muhammed İbn Sirin: Biz isnaddan sormazdık; (birisi bize bir hadis rivayet ettiğinde kimden aldığını araştırmazdık) ne zaman ki fitne çıktı o zaman isnaddan sormaya başladık der İlk dönemlerde isnaddan sorulmazdı; yani Resülullahtan bir hadis rivayet edildiğinde bunun kimden alındığı tahkik edilmezdi Ama fitneye karşı kapı sayılan Hz Ömerin şehadetinden sonra Hz Osmanın katline ve Hz Ali dönemindeki hadiselere müncer olan fitneler baş gösterince az da olsa hadis uydurmalar başladı Hz Osmanın aleyhinde hadis uyduruluyor buna karşılık bazı safderün kimseler de Hz Osmanın ihtiyacı varmış gibi onun lehine hadis uyduruyorlardı Aynı şekilde Hz Ali aleyhinde uydurulan hadislere mukabil o Bala Kameti sena maksadına matuf hadis imal edenler de vardı İşte bu tür uydurmalar başlayınca sıdkı kendilerine şiar edinen büyük imamlar artık isnaddan sorar ve duydukları her hadisi tahkik eder olmuşlardı Evet Şube gibi Şabi gibi Sevri gibi kimseler artık bu işi yakın takibe almış ve takip eder olmuşlardı Yine Müslimin tabiinin büyük imamlarından Mücahid b Cebrden rivayetinde benzer bir vakayı görürüz: BüşeyrulAdevi İbn Abbasın yanına gelerek hadis rivayetinde bulundu ve İbn

Abbas kendisine hiç iltifat etmedi Bunun üzerine Buşeyrü‘lAdevi şöyle dedi: Sana ne oluyor ki ben sana hadis rivayet ediyorum sense hiç kulak vermiyorsun İbn Abbas şu cevabı verdi: Biz önceden bir kimse ‘Resülullah buyurdu ki dedi mi yüreklerimiz hoplar gözlerimiz ona döner ve hemen kulak kesilirdik Fakat insanlar serkeş yahut uysal atlara binip de sağa sola rihlete başlayınca artık bildiklerimizden başka şeyler almaz olduk Endülüsün büyük alimi İbn AbdilBerr tabiinin dev imamlarından Amir b Şerahil eşŞabi‘den rivayet ediyor: Rabi İbn Huseym: Kim on defa: derse bir köle azat etmiş sevabını alır hadisini rivayet eder Şabi derhal: Bunu sana kim söyledi diye sorar Abdurrahman İbn Ebi Leyla cevabını alınca şeddi rihal eder ve tabiinin bir başka dev imamı dev fakihi İbn Ebi Leyla‘yı bulur Ona sorar ve rivayetin sahih olduğunu anlar İbn Ebi Leyla da bunu büyük sahabi Ebü Eyyub elEnsari‘den duymuştur 4 Yalan ve Yalancının Takibi Gerçekten o dönemde yalana karşı adeta ilanı harp edilmişti İbn Şihab ezZühri İbn Sirin Süfyan esSevri Amir b Şerahil eşŞabi İbrahim İbn Yezid enNehai Şube Ebü Hilal Katade İbn Diame Hişam edDestevai Misar İbn Kudam evet hepsi de yalana karşı harp ilanında bulunmuşlar ve birer hisbe memuru gibi yalanı ve yalancıyı takip ediyor ve yalanları doğrulardan ayıklıyorlardı Ebü Hilal Şube Said b Ebi Sadaka Katade b Diameden rivayet ettikleri bir hadiste: Şöyle mi demişti böyle mi demişti diye tereddüte düştüklerinde hakem olarak Hişam edDestevai‘ye müracaat ederlerdi Şube ile Sevri herhangi bir meselede tereddüde düştüklerinde ise Misar İbn Kudama müracaat ederlerdi Bunlar mezhep taassubu içinde bulunan şahısları adım adım takip ederler; nerede olursa olsun yalan söylemeye müsait her şahsın karşısına dikilir ve söyledikleri her hadisi Kimden duydun diye sorarlardı a Hıfz Misyonu Bu arada dev hafızlar hafıza dahileri de durmadan hadis ezberliyorlardı Ahmed İbn Hanbelin değişik kanal değişik sened farklı metin yani muhteva aynı olsa bile sahihi haseni ve zayıfıyla bir milyon hadis ezberlediği söylenir ki; kırk bin hadis ihtiva eden meşhur Müsnedini üç yüz bin hadisten seçerek meydana getirdiğinde şüphe yoktur Vakıa bu kırk binin içinde mükerrerler ve oğlu Abdullahın ‘Zevaidi vardır Bütün hayatını hadise Allah Resülü‘nün mübarek sözlerine hasreden Yahya İbn Main mevzü hadisleri de ezberlerdi Bir keresinde Ahmed İbn Hanbel neden böyle yaptığını sorduğunda: Yanıma gelen insanlara bu mevzüdur şu mevzüdur; bunların dışında kalanlardan alabildiğini alırsın derim cevabını vermişti İmam Zühri‘den Yahya b Said elKattana Buhari ve Müslimden Darekutni ve Hakime uzanan çizgide daha dünya kadar nekkad ezberciler yetişti b Hakperestlik Duygusu Yalanın takibi yalana karşı tavır derken hakkın hatırını ali tutma ve doğru olmayanın konuşulmasına meydan vermeme Mesela; bir gün Hz Ömer hutbe irad ederken: Kadınlarınızın mehirlerini kırk ukıyyenin üstüne çıkarmayın demişti ki maksürenin ardından bir kadın: O da niye ey mü‘minlerin emiri Allah Kuranı Kerimde ‘Onlara kantar kantar verdiğiniz altın ve gümüşten onları boşayacağınızda hiçbir şey geri almayın derken siz ‘kırk ukıyye diyorsunuz şeklinde karşılık vererek koca halifeye: Adam hata etti; kadın isabet etti veya Ya Ömer sen dinini bir kadın kadar dahi bilmiyorsun dedirtiyordu Bu türlü durumlarda tabiin imamları da aynı şekilde davranıyorlardı Mesela Zeyd İbn Ebi Üneyse: Kardeşinin dikkatsizliğinden mi vehminden mi mezhep taassubundan mı yoksa başka bir sebepten mi Kardeşimden hadis almayın diyordu Sahabe adına ilk telifte bulunan ve Buhari Müslim seviyesindeki büyük hadisçilerin

imamı Ali İbnü‘lMedini‘ye: Baban nasıldır diye sorulduğunda: Bana değil onu başkasına sorun cevabını veriyor; ısrar edilince de: Hadis dindir babamsa zayıftır şeklinde konuşuyordu Ebü Hanife Mektebinde yetişip İmam Şafii‘ye üstadlık yapan ve: Duyduğum bir şeyi unuttuğumu hatırlamıyorum; duyduğum bir şeyi ikinci defa tekrar ettiğimi de hatırlamıyorum diyen İmam Şafii‘nin ona sui hıfzından şikayette bulunduğunda: Günahlardan sakın; çünkü ilim nurdur ve Allahtan olan bu nur asiye hediye edilmez cevabında bulunan meşhur Veki İbn Cerrah babasından hadis rivayet ederken onu başka rivayetlerle destekleme ihtiyacı hissederdi Neden böyle yapıyorsun dediklerinde şu cevabı verirdi: Babam devletin hazine memurlarındandır İhtimal memuru bulunduğu devlet hesabına bazı sözleri yumuşatabilir c İlel Kitapları İşte bu büyük zatlar bir de bu mevzuda dünya kadar ilel kitapları yazdılar; yani hadislerin senet veya metinlerindeki arızaları tam bir hekim hazakat ve hassasiyetiyle ortaya koyan eserler tedvin ettiler Zuafa ve Metrükin kitapları yazdılar; zayıf ravileri kendilerinden hadis alınmayan ve hadisleri terkedilen ravileri birer birer teşhir ettiler Onlar bu mevzuda o denli hassas idiler ki biri Babam hazine memurudur diye babasından rivayetlerini başka rivayetlerle desteklerken bir diğeri babasını soranlara onun hadis rivayetinde itimat edilemeyecek derecede zayıf olduğunu söyleyerek ondan hadis rivayet etmelerini engelliyordu Yine hadisin dev imamlarından Abdurrahman İbn Mehdi Şube Sevri İbn Mübarek ve İmam Malike: Bu insanların çoğu yalanla itham ediliyorlar (Biz de bunlar yalancıdır diye kitaplara alıyoruz Bunları faşetmek nasıl olur) diye sordum Dördü de: ‘Hadis dindir daha önemlidir; çünkü onda hakikati Ahmediye gizlidir şeklinde konuştular demektedir Hadis hususunda alabildiğine sert tavizsiz ve arkadaşlarının: Bunu çocukluğundan beri tanıyoruz; rüyalarına bile günah misafir olmamıştır dediği Yahya İbn Said elKattana: Sen milletin bu kadar şeref ve haysiyeti ile oynuyorsun; şu hadis uydurur şu zayıftır şu metruktur diyorsun Bir gün Allah bütün bunları sana sormaz mı dendiği zaman o şu cevapta bulunur: Onların Allah katında hasmım olmasını Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) hasmım olmasına tercih ederim Evet işte sünnet bu fevkalade hassasiyet içinde tesbit edildi Buna rağmen bir kısım hadisler uydurulmadı da denemez; uyduruldu ama uydurulan hadisler sahabe ve tabiinin hadis sarraflığına çarptı ve karakolları çok iyi tutmuş bu hassas nöbetçileri aşamadı Aşanlar da zamanla ayıklandı ve sahih hadis külliyatına girmeye yol bulamadı Bu mevzuda ayrıca şu yollar da takip ediliyordu: 5 Mevzü Hadislerin Ayıklanması a İtiraf Çok defa yalan hadis uyduranlar ömürlerinin sonunda ölmeden önce veya batıl mezheblerinden rücü Ehli Sünnet velCemaate iltihak edince uydurdukları hadisleri itiraf ediyorlardı b Yalan Takip Altındaydı Ayrıca yukarıda izahına çalıştığımız yollarla yalancılar çok iyi takip ve tespit ediliyordu Hayatında bir defa yalanına rastlanan bir zattan artık hadis alınmıyor hatta sika olmakla birlikte zamanla vehme düşenlerden de rivayette bulunulmuyordu Burada tipik bir misal vereceğim: Ebü Davüdun Süneninde ismine çok rastlanan İbn Ebi Lehia adlı biri vardır Zühdde takvada çok ileri olan bu zat hafızasından değil kitaplarından rivayette bulunurdu Bir aralık kitaplarını zayi edince birdenbire hadis rivayeti hususundaki kadr ü kıymetini yitirdi Artık bundan sonra kendisinden hadis alma mevzuunda o kadar hassas davranılıyordu ki; mesela İmam Buhari ondan yalnızca başka hadislerle teyit edilen hadisleri veya sadece fetvaları alıp kaydetti

c Üslüp Ele Veriyordu Edebiyatta üslüp diye bir mevzu vardır Söz gelimi Molierei otuz defa okumuş bir insan Shakespearei Tolstoyu Danteyi Necip Fazılı Nurettin Topçuyu Sezai Karakoç‘u defaatle gözden geçiren bir insan yığınla söz arasında onların sözlerini rahatça ayırt edebilir Bu bir üslüp aşinalıktır Hatta çok defa otuz defa okumaya bile gerek yoktur Oysaki yukarıda isimlerini verdiğim hadis imamları hayatlarını hadise vakfetmiş Efendimizin sözlerine vakıf söz sultanı dil üstadı ve hafıza kahramanı insanlardı Her gün sabahtan akşama kadar Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleriyle haşr ü neşr oluyorlardı Dolayısıyla Efendimizin lal ü güher sözlerini Ona ait olmayanlardan çok rahat ayırabiliyor ve ağızlarında bir iki defa söyledikten sonra çok rahatlıkla Bu hadistir veya değildir diyebiliyorlardı d Mikyas Kuran ve Mütevatir Hadisler Hadisler çoğu muhaddisçe mütevatir ve ahad diye ikiye ayrılmıştır Bir hadis yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir cemaat tarafından rivayet edilmişse bu hadis mütevatir hadistir ve Ehli Sünnetçe ilmin üç sebebinden biridir Bunun dışındaki hadislerse ahad hadis yani tek bir nakilden gelen hadistir Bazıları sahabe asrında ahad olmakla birlikte tebei tabiin döneminde iştihar etmiş olanlarına meşhur hadis demişlerse de asıl ayrım mütevatir ve ahad olarak yapılmıştır İşte ahad hadisler çok defa Kuranın ve sünnetin muhkematına vurulur ve onlara uyarsa kabul edilir uymazsa fihi nazar denilip tartışmaya açık tutulurdu e Zaman ve Mekan Üstü Mülakat Her ne kadar usüli hadiste yer verilmese de bu rabbani insanlar arasında zaman ve mekanı aşarak doğrudan doğruya Femi Güheri Nebevi‘den hadis alanlar vardı Mesela Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri sahih hadis kitaplarında rastlanılmayan ve kendisine sağlam hadis diyemeyeceğimiz: Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim kainatı yarattım sözünü: Ben bizzat Resülullahtan aldım demektedir Aynı şekilde büyük imam Celaleddin esSüyüti‘nin defalarca Efendimizle hem de yakazada görüştüğü menkuldür Yine İmam Buhari kendi kanallarıyla tespit ettiği her bir hadis için abdest alır iki rekat namaz kılar ve meseleyi Ruhu SeyyidilEnama havale eder: Doğru mu ya Resülallah der; kendince aldığı bir işarete göre de o hadisi kitabına kaydederdi Ruhun bir zamanmekan üstü yanı vardır Zamanmekan adına bildiklerimiz henüz kesin şeyler olmadığı gibi bu mevzuda bilinen şeyler de çok fazla değildir Mevcut fizik kanunları ve mutalarıyla (verileriyle) isbat edilmemişse de Einstein mekanın üç buuddan sonra bir dördüncü buudunun da var olabileceğini söylemiştir Ehlullah öteden beri bu mesele üzerinde durmuş ve zamanüstü mekanüstü halleri varlığın iç nizamının tecellileri olarak görmüşlerdir Bu mevzuda yeri gelmişken çok objektif olmamakla birlikte yakın tarihte yaşanmış bir hadiseyi nakletmekte fayda mülahaza ediyorum: Son zamanlara kadar İstanbulun çeşitli camilerinde hadis fıkıh tefsir kelam gibi dini ilimler okutulurdu İşte Fatih Sultan Mehmed Han Camiinde hadis takrir veya imla eden mühim bir hocaefendi bir gün evinde eline bir sopa alıp canını sıkan kedisinin ayağını kırar Ertesi gün şafak vakti camiye geldiğinde hergünkü mekanda bir başka buuda girer ve zamanüstü bir noktaya ulaşır Bakar ki ali bir divan kurulmuş; bir tarafta bir mustantik yanında hakim bir de kedisi ve kendisi Mahkeme heyeti hocaefendiye: Bu kedi senden davacıdır ayağını kırmışsın Şimdi kısas uygulayacak ve senin de ayağını kıracağız der O anda lütfu ilahi olarak hocaefendinin hatırına bir hadisi şerif gelir ve: Hayır bana kısas uygulayamazsınız diye itiraz eder Neden diye sorduklarında şu cevabı verir: Efendimiz Batnü‘nNahlde cinlerden biat aldığı zaman onlara: ‘Başka mahlukatın suretine girerek temessül ederek değişik şekil ve kılıkta ümmetime görünmeyin buyurmuştu

Halbuki bu bizim evde temessül ederek veya başka bir mahlukun içine girerek ya da perisprisi bir başka canlıyla bizim eve gelerek bana öyle göründü Hoca delil olarak ileri sürdüğü hadisi şerifin senedini de verir ve o çok sıkışık anında hadisi rivayet eden sahabi çiçek gibi caminin kubbesinde açarak: Ben bizzat kulaklarımla bu hadisi Resüli Ekremin (sallallahu aleyhi ve sellem) dudaklarından dökülürken duydum der Ve mahkeme hocanın beraetine karar verir Bundan sonra hoca belki yüz arkadaşına: Ben tabiindenim der ve Nasıl olur diye soranlara da: Ben sahabiyi hakikaten gördüm diye cevap verirmiş f Ravilerle İlgili Eserler Yazılmıştı Ravileri sahabeyi tabiini ve tebei tabiini daha iyi ve yakından tanımak için bunlara dair mufassal eserler yazılmış; kim nerede doğdu nereye hicret etti nerede ikamet etti nerede yaşadı nerede öldü nerede ilmini neşretti kimlerle görüştü kimlerden ders aldı bu eserlerde tek tek açıklanmıştır Bu mevzuda ilk eser veren İbn Medini‘dir Onun hangi sahabenin Mekkeden Medineden ayrılıp nereye gittiği Taifte mi Şamda mı Küfede mi Basrada mı Maveraünnehirde mi nerede kalıp kimlere ders verdiği ve kimlerle görüştüğünü anlatan Kitabü marifetissahabesinden sonra İbn AbdilBerrin elİstiabı İbn Hacerin elİsabe fi temyizissahabesi İbnü‘lEsirin Üsdü‘lgabesi İbn Sadın etTabakatı İbn Asakirin Tarihi Buhari‘nin Tarihi ve Yahya İbn Mainin Tarihi kebiri bu sahada yazılmış mühim eserlerdendir Bunlardan kiminde üç bin kiminde beş bin kiminde onbin sahabinin hayatı anlatılmaktadır Bu kitaplara ve mesela Zehebi‘nin elKaşifine baktığımızda her zat hakkında: Bu zat şu şu şu şahıslardan hadis rivayet etmiştir; kendisinden de şunlar şunlar hadis rivayetinde bulunmuşlardır şeklinde bilgiler verildiğini görür; böylece kimlerin kimlerden hadis alıp almadığını öğrenir ve senet açısından hadislerin değerlendirmesini yapabiliriz g Hadis Kitapları Süzgeçten Geçirildi Daha sonra bütün bu kadar tahkik ve titizliğe rağmen sahih hadisleri muhtevi hadis külliyatına belki tek tük mevzü hadis sızmıştır diye hadisler yeni baştan elekten geçirilerek bir kere daha inciler suni incilerden tefrik edilerek ayrı ayrı telifler meydana getirildi Bu mevzuda ilk defa Makdisi Tezkiratü‘lkübra‘sında mevzü hadisleri bir araya topladı O ve diğerleri bu hususta insafsız denilecek ölçüde öylesine hassas ve hakperestçe davrandılar ki mesela İbnü‘lCevzi kendi mezhep imamı olmasına rağmen Ahmed İbn Hanbelin kırk küsur bin hadis ihtiva eden Müsnedindeki bir hayli hadisin mevzü zayıf veya metrük olduğuna hükmetti Daha sonra gelen İbn Hacer elAskalani İbnü‘lCevzi‘nin mevzü zayıf veya metrük hükmünü verdiği hadisleri yeniden elden geçirdi ve on üçü dışında geri kalanların hepsinin değişik kanallarla sıhhatini tespit edip on üçünü sağlam bir esasa dayayamadığını ‘elKavlulmüsedded fizzebbi an Müsnedi Ahmed isimli eserinde belirtir Burada şu noktayı ifade etmek gerekiyor ki hadisçiler İbnü‘lCevzi için fazla dikkatli olmadığından pek çok sahih hadise mevzü veya metrük damgası vurması sebebiyle mütesahil derler Onun mevzü olduğuna hükmettiği hadisleri İbn Hacer gibi hatimü‘lhuffaz ve Resülullahla yetmiş küsur defa vicahi görüşen Celaleddin esSüyüti de yeniden tetkikten geçirmiş ve: Ben bunların içinde mevzü hadis görmedim; belki zayıf olabilir demiştir Süyüti ayrıca İbnü‘lCevzi‘nin Mevzüatü‘lkübrasını da tetkik ederek ‘yapma inciler manasına gelen meşhur elLealiü‘lmasnüasını yazmış ve İbnü‘lCevzi‘nin mevzü dediği hadislerden hangisinin gerçekten mevzü hangisinin metrük ve hangilerinin sahih olduğunu göstermiştir Bunlardan başka ayrıca bir kısım müstedrekler yazılmıştır ki bunlarda Buhari ve Müslimin hadisin sıhhati konusunda kendi koydukları ölçülere uyduğu halde CamiusSahihlerine almadıkları hadisler ayrı kitaplar halinde bir araya getirilmiştir Bunlardan en meşhuru Hakimin

Müstedrekidir Daha sonra gelen ve hakkında İbn Hacerin: Hayatımı ona hayranlıkla geçirdim Hafıza dualarını yazıp yutardım ki Allah bana Zehebi‘ninki gibi bir hafıza versin dediği Hafız Zehebi Hakimin Müstedrekini inceden inceye kritiğe tabi tutmuş tespit etmiş tahlil etmiş ve her şeyi bir kere daha aydınlatmıştır Daha sonraları halk arasında hadis diye meşhur olmuş sözler hakkında da kitaplar yazılmıştır Sehavi elMakasıdü‘lhasenesinde Aclüni Keşfü‘lhafasında bunları tek tek ele alıp ve hangilerinin hadis hangilerinin hadis olmadığını ortaya koymuşlardır Mesela ilmi teşvik eden onca hadisin yanı sıra halk arasında iştihar etmiş bulunan: İlim Çinde de olsa öğrenin; İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır gibi sözleri hadis terazilerinde tartarak bunların hadis adına öyle pek fazla bir ağırlıkları olmadığı gerçeğini ortaya koymuşlardır Şimdi bu kadar tahkik bu kadar ince eleyip sık dokuma ve rivayet hususunda gösterilen bu kadar titizlikten sonra sahih hadis külliyatı ve sahih hadis mecmuaları hakkında hala şüpheler irad etmek ve İslamın ikinci büyük ve mühim kaynağına leke sürmeye çalışmak acaba neyle izah olunabilir Bazı Mevzü Hadisler Ve Günümüzde Mevzü Damgası Vurulan Sahih Hadislere Misaller Başlangıçtan bugüne muhaddisini izamın gösterdikleri o takdire şayan ceht gayret ve hadis mevzuunda sergiledikleri hassasiyet sayesinde neyin sahih neyin mevzü olduğu apaçık ortaya çıkmış olmasına ve Kuran gibi onun tefsiri mühim bir buudu ve hikmeti televvünü olan sünnet de: Şüphesiz Zikri (Kuranı) Biz indirdik; ve onun koruyucuları da elbette Biziz (Hicr süresi 15/9) ayetinin şümulü içine girmekle ilahi sıyanet altında bugünlere gelmiş bulunmasına rağmen günümüzde maalesef bu mevzu müsteşrikler ve onların tesiri altında kalan bazı talisizlerce tenkit mevzuu haline getirilmiş ve pek çok sahih hadise ve sünnete dil uzatılır olmuştur Bu sebeple şimdi biraz da mevzü hadislerden bazılarına temas edecek ve dile dolanan bazı sahih hadisleri ele alacağız 1 Mevzü Hadisler Mesela hadis diye rivayet edilen bir sözde: Ebü Hanife ümmetimin kandilidir denmektedir Vakıa Ebü Hanife ümmeti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) için gerçek bir kandil olmuş ve ashabı kiramdan sonra onun ayarında dine hizmet eden pek az kişi çıkmıştır Ama gel gör ki Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir söz şerefsüdür olmamıştır Zannediyorum bu mezhep taassubuyla uydurulmuş bir sözdür Hadis diye uydurulan bir diğer söz de: Beyaz horoz edinindir Horoz hele beyaz horoz halk tarafından pek sevilir ve Kerameti vardır denilir Fakat hadis nakkadı zatlar bu sözün kezzablar tarafından rivayet edildiğini tespit edip hadisle alakasının olmadığını ortaya koymuşlardır Bu da her halde horoz ticareti yapan bir yalancının uydurduğu sözdü Halk arasında yaygın olan bir başka söz daha vardır: Kendisine iyilikte bulunduğun kişinin şerrinden sakın Bir defa bu sözün hadis olamayacağı bir yana mantığa ve akla uygunluğu da yoktur Eğer uydurma caiz olsaydı ben: Şerrinden korktuğun kimseye iyilikte bulun derdim Çünkü iyilik insanı yumuşatır ve iyiliği yapana köle eder Nitekim bu hakikati ifade eden bir sözde: İnsan ihsanın kölesidir denmiştir Diğeri ise Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) isnadı mümkün olmayan korkunç bir yalandır Yukarıdaki sözün akla ve mantığa uygun olmadığından da bahsetmiştim Evet İslam aklidir mantıkidir; ancak onun akli ve mantıki olması ile akla ve mantığa dayanması farklı şeylerdir İslam insanüstü bir hakikattir Bu hakikat Allah ve Resülü‘nün tayin ve tespit ettiği şeydir İnsana düşen bu hakikati bulmaktır; yoksa tek tek her akıl hiçbir zaman hakikatin kaynağı olamaz

Hakikat bu iken bugün maalesef bir kısım ilim mahfillerinde bu husus da ayrı bir mecraya çekilerek suiistimal edilmek istenmektedir Mesela: Bendendir diye bir söz naklettiğinizde onu kendi aranızda müzakere edin Eğer o söz hakka muvafıksa tasdik edin ve dininize bir esas olarak kullanın Ben onu konuşmuş olayım olmayayım fark etmez; yeter ki söz hakka muvafık olsun Bu söz kesinlikle hadis değildir ve olamaz da Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi hakkı tayin ve tespit eden Allah ve Resülü‘dür; yoksa kişilerin ölçü ve değerlendirmeleri Resülullahın sözleri için asla kıstas olamaz Tam aksine insanlar kendi söz ve davranışlarını Resülullahın sünnetine yani söz ve davranışlarına uydurmak mecburiyetindedirler Bunun gibi hadis diye uydurulmuş bir diğer söz de: Ben adil bir melik zamanında doğdum ifadesidir Bu bizim Nüşirevan İranlıların ise Enüşirvan dedikleri kişiyi yüceltmek için uydurulmuş bir sözdür Allah Resülü‘nün bir başkasının kazandıracağı şerefe asla ihtiyacı yoktur; bilakis Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) zamana ve mekana şeref getirmiştir Zamana ve mekana şeref verdiği zamanda adil bir hükümdarın yaşamış olması Onun şerefine şeref katmaz; zaman ve mekanın etekleri Onun dünyaya teşrifleriyle şerefle dolmuştur Akıl ve mantığa çok ters düşmemekle birlikte halk arasında çok meşhur olmuş kitaplarda görüp minberlerden dinlediğiniz hadis diye rivayet edilen bir başka söz de: Temizlik imandandır ifadesidir Bu sözün manası doğrudur ama böyle bir söz asla ve kata Resülullahtan sadır olmamıştır Manası doğrudur dedim; çünkü sahih hadiste Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): Tuhür (yani maddi temizlik ve tevbe istiğfar münacat murakabe muhasebe ve ubüdiyetle gerçekleştirilecek manevi temizlik) imanın yarısıdır buyurmuştur Bir diğer aldatan söz de: Akikten yüzük takının Allah Resülü‘nden böyle bir söz sadır olmuş değildir Şu kadar ki Aişe Validemizden rivayet edilen: Akikte çadır kurun hadisi vardır Akik Medineden ayrılıp da Mekkeye giderken kendisine uğranılan bir vadinin adıdır İlk dönemlerde yazıda nokta kullanılmadığından ihtimal olmuş ve Akik vadisi akik taşı ile karıştırılmış ve ortaya böyle bir söz çıkmıştır Bir de bunun sonuna: Çünkü o fakirliği giderir yalanı eklenmiştir Güzel yüze bakmak ibadettir sözü de hadis diye uydurulmuş sözlerdendir Güzele bakmak sevaptır şeklinde Türk halkının ağzında çok yaygındır Halbuki bu söz bir dalalettir bir sapıklıktır Bunun gibi yukarıda geçtiği üzere: İlim Çinde de olsa talep edin sözü de günümüzde ilim adına yeni bir şeyler söylemek ve İslamın ilme verdiği değeri güya ortaya koyma adına ne kadar söylenirse söylensinyalandır uydurmadır ve asla hadis değildir İlme ait Kuranda ve hadiste o kadar sena terğip ve teşvik vardır ki kahinlerin secalarına benzeyen böylesi sözlere ihtiyaç yoktur Mesela Kuranı Kerimde: Kullarından ancak alim olanlar Allahtan haşyet duyar (Fatır süresi 35/ 28) buyrulmuştur; yine Kuranı Kerimde: De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu (Zümer süresi 39/9) ayeti vardır Ayrıca sahih hadiste: Melekler razı olmalarından dolayı ilim talep edenlerin (ayaklarının altına) kanatlarını gererler buyrulmuştur Böyle onlarca ayet ve hadis varken hadis diye uydurulmuş sözlere hiç ihtiyaç yoktur 2 Mevzü Damgası Vurulan Sahih Hadisler Misal olarak getirdiğimiz bunlar ve daha bunlar gibi yüzlerce mevzü hadise dokunulmaz hatta konuşmalara konu edilirken bugün Buhari Müslim ve Kütübi Sitteden diğer dört kitapta geçen ve muhaddisini kiramca sahih kabul edilen pek çok sahih hadise dil uzatılmaktadır

a Tevratın Müjdesi Mesela bunlardan biri Buhari‘nin rivayet ettiği şu hadistir: : : Tevratta (Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında) şu ayet vardır: Ey Nebi seni şahit (ümmeti Muhammedin imanlarına İslamlarına şehadet ve nezaret edici) (doğru yolu doğru yolun encamı Cenneti) müjdeleyen (eğri yolun encamından) sakındıran şu ümmi cemaate bir zırh bir kale olarak gönderdik Sen Benim kulum ve Resülümsün Ben seni mütevekkil (her nebi tevekkül etmişse de hususiyle seni hakkıyla tevekkül eden) olarak isimlendirdim O haşin kaba öfkeli hiddetli şiddetli ve sokaklarda gezerken bağıran bir insan değildir Kötülüğü kötülükle savmaz Fakat affeder bağışlar Şu bin bir puta tapan eğri (büğrü yollara sapmış) kavmi ‘La ilahe illallah diyerek doğrultuncaya ve bununla görmeyen gözleri duymayan kulakları ve kapalı kalbleri açıncaya kadar Allah Onun ruhunu kabzetmeyecektir Müsteşrikler ve İslam dünyasında onların çizgisini takip edenler bu hadisi tenkit hatta onun mevzü olduğu iddiasında bulunmaktadırlar Sebep ise basit gayri ilmi ve gayri mantıki hadisin ravisinin Abdullah İbn Amr İbn elAs olması ve İbn Abbas Enes Ebü Hüreyre gibi onun da rivayetlerinde KabulAhbar kaynaklı hadislerin olması Evvela bu hadisin Efendimizin sıfatlarına tarihi vakıalara ve Kuranı Kerimin Efendimizle (sallallahu aleyhi ve sellem) alakalı ifadelerine zıt hiçbir yönü hiçbir harfi yoktur İkinci olarak Tevrat ve İncilde hem de bunca tahriften sonra hala Efendimiz hakkında dünya kadar işaret ve bişaretin var olduğunu söyleyebiliriz Zaten Kuranı Kerimde Resülullaha inanan Tevrat ve İncil ehli hakkında: Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı olarak buldukları (sıfatlarını ve geleceğinin müjdelendiğini okudukları) bu ümmi nebi Resüle ittiba ederler (Araf süresi 7/157) buyurmuyor mu Yine Kuranı Kerim Fetih süresinin son ayetinde: Onların Tevrattaki misali buna benzer; İncildeki misallerine gelince (Fetih süresi 48/29) diyerek Tevratta ve İncilde Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Onun ashabından nasıl bahsedildiğini haber vermiyor mu Hatta günümüzde bile allame Hüseyin elCisr mevcut Tevrat ve İncil nüshalarında 100 yerde Efendimizle alakalı işaret tespit etmiştir ki; doğrusu onca tağyirden sonra buna hayret etmemek kabil değil Bir gün gereken tetkikler yapıldığında inşaallahsahih olduğu ortaya çıkacak olan Barnabas İncilinde zaten apaçık Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) isminden bahsedilmektedir Evet kendinden sonra gelecek peygamberi ismiyle haber vermesi Hz Mesihin (aleyhisselam) en önemli meselelerinden biriydi Üçüncü olarak İslama giren çoğunluk ya müşrik ya Hıristiyan veya Yahudi idi Kabü‘lAhbar da Yahudilikten gelme bir Müslümandı Asrımızın dev mütefekkirinin ifadesiyle: Malumatı da kendisiyle beraber Müslüman olmuştu Kuran ve sünnete ters düşmeyen ve hakkında Kuran ve sünnetin sükut ettiği mevzularda İsrailiyata ait bazı şeyler naklediyordu İddia edildiği gibi katı mutaassıp İslam düşmanı ve sert biri de değildi Onu Hz Ömerin katliyle alakalı göstermek ise daha sonraki asırlarda uydurulmuş bir hezeyandır İbn Abbas Ebü Hüreyre Enes b Malik ve Abdullah İbn Amr gibi büyük sahabiler onun Tevrattan yaptığı nakilleri dinlerlerdi; ama ne Kabü‘lAhbar yalan söylerdi ne de bu büyük sahabiler Abdullah İbn Amr ki kılı kırk yaran abid zahid bir sahabiydi Evlendiğinde: Bu kadın benim ibadetime mani olacak diye beşon gün

hanımının yanına varmamış ve ancak Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem): Hanımının da senin üzerinde hakkı vardır diye zorlamasıyla gitmişti Yalan onun rüyalarına bile girmemişti Tarihi vakalar böylesine berrak ve açıkken son derece indi mütalaalarla sahih hadislere ve bu hadislerin ravisi sahabilere dil uzatmak İslamın ikinci büyük rüknü olan sünneti yıkma gayesinden başka bir şey değildir b Tevessül İtirazda bulunulan sahih hadislerden bir ikincisi de şudur: Hz Enesin (radıyallahu anh) rivayetine göre Hz Ömer Efendimiz (radıyallahu anh) kaht ve kuraklığın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde Hz Abbasın (radıyallahu anh) elinden tutar ve onunla tevessülde Allahtan yağmur ister ve şöyle der: r Allahım Peygamberimiz hayattayken Onunla tevessülde bulunur yağmur isterdik Sen de bize yağmur verirdin Şimdi Peygamberimizin amcasıyla tevessülde bulunuyoruz bize yağmur ver Bu hadise İbn EbidDünyanın kitabı ve meşhur CahızınelBeyan vettebyininden delil getirilerek inkar edilmek istenmektedir Meşhur Mutezile imamı ve sahih hadisleri bile inkar etmeyi meslek edinmiş materyalist Nazzamın talebesi olan Cahız adı geçen kitabında: Hz Ömere yağmur duası adına isnad edilen şeylerin hepsinde ızdırap vardır Çünkü kah minbere çıkıp dua etti kah namazın arkasında dua etti kah kürsüde dua etti denmektedir Öyleyse bu hadisler doğru olamaz demektedir Bir kere Cahız hadisçi değildir; hadisle alakası sıradan bir insan kadar ya vardır veya yoktur İbn EbidDünyaya gelince kendisi mübarek bir kişi olmasına rağmen kitabının yalanlarla dolu olduğunu hadisten haberi olanlar söylüyor Şimdi bunlara dayanılarak hadis hakkında nasıl hüküm verilir ki Hatta o kadar büyük ve İslam tarihinin kendisiyle iftihar edeceği şahıslardan biri olmasına rağmen bir hadis hakkında İmam Gazzali rivayet ediyor dense insana gülerler; çünkü İmam Gazzali de muhaddis değildir Nitekim İhya‘sında naklettiği hadisleri hadiste müceddit sayılan Zeynüddin Iraki tek tek ele almış ve: Şu sahihtir şu hasendir bu da zayıftır demiş ve kritiğe tabi tutmuştur Tabipten mühendislikle kimyacıdan tababetle alakalı mevzular sorulmaz Demek ki bu hadise olan itirazın sağlam ve ilmi bir dayanağı yok İkinci olarak tevessül yadırganacak bir şey değildir Her şeyden önce Kuranı Kerimde Ey iman edenler Allahtan korkun ve Ona vesile araştırın (Maide süresi 5/35) buyrulmaktadır Sonra sahabei kiram Efendimizden dua isterlerdi ki bunda da yine apaçık o mülahaza vardır Mesela bir defasında bir bedevi gelmiş ve: Ya Resülallah kaht u gala var Dua etmez misin demiş Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ellerini kaldırarak: Allahım bize bol bol bereketli yağmurlar ihsan et demiş hemen o anda yağmur inmeye başlamış ve günlerce devam etmiş Ancak zarara yol açtıktan sonradır ki Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek yağmurun kesilmesi için dua etmesi istirhamında bulunmuşlar ve o anda yine minberde bulunan Allah Resülü‘nün duasıyla yağmur kesilivermişti O kadar ki bulutlar Medinenin üstünde taç gibi bir hal almış ve halk güneşin altında evlerine gitmişti Hatta o anda bu hususi muamele karşısında Allah Resülü de (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünde pırıl pırıl tebessüm şöyle buyurmuşlardı: Şehadet ederim ki Allah her şeye kadirdir Yine şehadet ederim ki ben Allahın kulu ve Resülüyüm Yine sünneti sahihada mağaraya girince düşen bir taşın mağaranın ağzını örtmesiyle içerde mahsur kalan üç Müslümanın amelleriyle nasıl tevessülde bulunduklarını görüyoruz Biri anne ve babasına yaptığı iyiliği diğeri sevdiği amca kızına tam yaklaşacakken Allahtan korkup geri durduğunu üçüncüsü de kendine hizmet eden fakat hizmetinin karşılığını almadan giden bir

zatın bu hakkını nasıl nemalandırıp daha sonra ona teslim ettiğini anlatıyor ve bu amelleriyle Allaha tevessülde bulunuyorlardı Resülullah zamanında da vesilede bulunanlar oldu Allah Resülü de bunu tasvip buyurdu ve ayrıntılarıyla anlattı Mesela görme kusuru olan bir zat Allah Resülü‘ne gelerek şikayette bulundu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine güzelce abdest alıp iki rekat namaz kılmasını ve sonunda da aşağıda arz edeceğimiz duayı okumasını tavsiye buyurdu Tavsiye buyurulan duada şu hususlar vardı: Allahım Peygamberin rahmet peygamberi Muhammedle (sallallahu aleyhi ve sellem) Sana yöneliyor ve Senden istiyor Sana dehalette bulunuyorum Ya Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem): Seninle senin hürmetine bu hacetim için Rabbime teveccüh ettim ki hacetim yerine gelsin Allahım Onun hakkımdaki şefaatini kabul et O zat gidip kendisine söylenenleri yapınca gözleri açıldı Şimdi Kuranı Kerim Allaha vesile araştırılmasını emir buyurur Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kuranla tevessülü tavsiye eder hatta kendisiyle tevessüle cevaz verir; keza sahih hadislerinde kişinin güzel ameliyle tevessülü salıklarsa bilmem ki terslik tevessül yapmanın neresinde ve Hz Ömer Efendimizin (radıyallahu anh) tevessülle yağmur duasında bulunması neden yadırganır Evet buna dense dense hakikat karşısında temerrüt denir ve bunun altında sünneti yıkma gaye ve gayreti aranır c Köpeğin Yaladığı Kap Yine Buhari Müslim Tirmizi Ebü Davüd Nesai İbn Mace ve İbn Hanbelin rivayet etikleri bir hadisi şerif daha var ki müsteşrikler ve onların İslam dünyasındaki takipçileri akıllarına sığdıramadıklarından veya sadece Ebü Hüreyre ya da Abdullah İbn Ömer rivayet ediyor diye onu da bir türlü kabul edemiyorlar Bu hadis şu: Birinizin kabını köpek yaladığında o kabın temizliği birincisi toprakla olmak şartıyla onu yedi defa yıkamasıdır Hadisin bazı rivayetlerinde ise: Birinizin kabından köpek içtiğinde şeklindedir Hadisi şerifteki ‘yedi ifadesi bizzat ‘yedi defayı ifade ettiği gibi çokluktan kinaye de olabilir Bu sebeple Hanefi fukahası üç defa yıkamayı yeterli görmüşlerdir Eğer temizleme üç defa ile mümkün oluyorsa üç defa yıkanır Hakkında bir kitap yazılabilecek kadar muhtevalı bu hadisi şerif esasen nübüvvetle alakalı önemli ip uçları vermektedir Evet ancak şimdilerde anlaşılmıştır ki köpekten insana geçebilecek bazı hastalıklar var Hıfzıssıhha adına üzerinde hassasiyetle durulması gereken bu mesele köpekte ve insanda müşterek bazı hastalıkların bulunabileceğine dikkati çekmesi açısından ve hem köpekte hem insanda hastalık yapan müşterek virüs ve mikropların her iki bünyede de yaşayabildiğini tembih bakımından mucize buudlu bir haberdir Ve bu mevzuda ilmi mecmualarda dünya kadar yazı çıkmıştır Aslında çıkmasa ne olur Bugün köpeğin tenyasının insana nasıl geçtiğini ve insanda teşekkül eden bazı kistlere köpeğin kaynaklık ettiğini ve köpek dışkılarının gömülmesi lazım geldiğini artık bilmeyen mi var Hakikat bu iken bu hadisi serrişte edip sünnete ilişen müstağripler ve müsteşrikler gün gelip de zaman bu hadisin ifade ettiği muazzam hakikati ortaya koyduğunda acaba bu erken iddialarından dolayı hicap duymayacaklar mı d Sinek Hadisi Buna benzer bir başka sahih hadis daha var ki Maurice Bucaille gibi eserlerini takdirle tercüme edip yayınladığımız zatlar bile acele edip hadisi hemen tenkide tabi tutmuş ve adeta

Müslümanların bilgisizliği veya zuhulü gibi göstermek istemişlerdir; ancak neticede yine hadis ve hadisi rivayet eden Ebü Hüreyrelerin yüzleri ak müsteşriklerle onların takipçilerinin yüzleri de kara çıkmıştır Hadis şudur: Sinek herhangi birinizin (yeme veya içme) kabına konarsa onu tamamen kabın (yiyeceğin veya içeceğin) içine batırsın ve sonra çıkarıp atsın Hadisi sened yönünden tenkit mümkün değildir; çünkü Buhari ve yanı sıra Ebü Davüd Nesai Darimi ve İbn Hanbel rivayet etmişlerdir Sahabe ve ümmet telakki bilkabulle karşılamış; hadis mütehassısları da herhangi bir şüphe irasında bulunmamışlar; bulunmamışlar ve hadis bugünlere gelmiş ulaşmış Hadis ilk kez Mutezile imamlarının o günkü ilimlerine çarpmış ve inkar edilmiş Aynı şekilde kriterlerine uymadığı için yirminci asır müsteşrik ve ilim adamlarının tenkidine de uğramış Oysa ki bu hadis de başlı başına bir mucizedir Çünkü her şeyden önce Allah Resülü sineğin mikrop taşıyıcı olduğuna dikkat çekmekte ve hadisin devamında: Çünkü sineğin bir yanında şifa diğer yanında ise hastalık vardır buyurmaktadır Bizim burada ‘yan diye tercüme ettiğimiz ‘cenah kelimesi kanat manasına da gelmektedir Hadis her iki mana ile ayrı iki mühim hakikate parmak basmaktadır Sineğin bir yanında mikrop diğer yanında ise o mikrobu sterilize edecek stoplazma içinde bir ilaç taşıdığı günümüz tıp araştırmalarının ortaya koyduğu bir hakikattir İkinci durumda yani ‘cenah kelimesini ‘kanat diye tercüme ettiğimizde ise lafzın her iki şekilde de yorumlanması mümkünkarşımıza şu gerçek çıkmaktadır: Sinek bir yere pike yaparken yeniden kalkabilmek için kanatlarından birini ihtiyaten çok dikkatli kullanır Pek nadir olarak yeniden kalkamayacağı bal gibi bir zemine konar Onun o miniminnacık kafasında kendi hayatı adına bütün plan ve programı hazırdır ve kusursuzdur Sinek bir kanadı üzerinde herhangi bir yere veya yiyecek ve içeceklere insanın ağzınagözüne konar kalkar ve tabii tifo kolera dizanteri gibi hastalıkların mikroplarını da taşır İşte ilmin kendisini asırlarca geriden takip ettiği Allah Resülü sineğin bir kanadıyla taşıdığı mikroba karşı diğer kanadının ilaç olarak kullanılmasını emir ve tavsiye buyurmaktadır ki hıfzıssıhha adına tıbbın bugün keşfedebildiği bu gerçeği O asırlar ve asırlar önce iki kelime ile ifade buyurmuştur Muhaddislerin ashabı kiramın ve ümmetin on dört asırdır telakki bilkabul buyurdukları bu hadisi şerifi Ebü Hüreyre rivayet ediyor diye veya akla sığmıyor gerekçesiyle karşı çıkmak ilim ve hakikat adına ne kadar aceleden bir karar Bir yanında hastalık diğer yanında şifa taşıması yalnız sineğe has bir özellik de değildir Aynı şey akrep için de arı için de bahis mevzuudur Akrebin soktuğu yere akrebi ezip sararlar; arı ise bir yanıyla bal yaparken kuyruğuyla zehir akıtır e Üç Mescide Şeddi Rihal Yine sünnetin temellerine dinamit koyma adına Kabü‘lAhbardan nakillerde bulunan sahabelerin rivayetinden ötürü veya Yahudilik adına Mescidi Aksa‘yı takdis ediyor gerekçesiyle şu sahih hadis de tenkide uğramıştır: r (Yolculuğa ve sefer meşakkatlerine katlanıp ibadet ve sevap arzusuyla) şu üç mescit dışında başka bir mescit için yolculuğa çıkılmaz Onlar da: Mescidi Haram Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa Bazı rivayetlerde önce Mescidi Aksa sonra Mescidi Nebevi zikredilir Bir defa mü‘minler arasında hadiste Mescidi Aksa takdis edildiği için rahatsızlık duyacak kimse yoktur Mescidi Aksa Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) miraca çıkarken uğrayıp enbiyai izamın ervahına imamlık yaptığı ve Kuranı Kerimin: Çevresini

mübarek kıldık (İsra süresi 17/1) buyurduğu mescittir Mescidi Aksa mukaddes bir mescit olmasının yanında yeryüzünde dini mübini İslamın hakimiyetinin remzidir Mescidi Aksa‘yı içine alan mübarek belde Hz Musanın cemaati kıvama geldiği zaman o büyük nebinin fetası Yüşa b Nünun eliyle fethedildiği bir bukadır Mescidi Aksa‘nın ve çevresinin fethi daha sonra Hz Ömere (radıyallahu anh) bilahare de İslamın büyük ve şerefli kumandanlarından Selahaddin Eyyubi‘ye nasip olmuş ve inşaallah son olarak da ahir zamanın Hakka en yakın kudsilerine bağrını açacaktır Mescidi Aksa bir remizdir; elden çıkışı manevi mağlubiyetin kapısını mü‘minlere bir kere daha açması da hakiki mü‘minlerin yeniden kendini bulmasının remzidir Eğer Mescidi Aksa Kitapta ve Sünnette tartılara gelmeyen bir ağırlığa sahipse Allah Resülü de bunu ifade buyurmuşsa o zaman bu hadisi yalanlamak niye Ama onun Mescidi Nebeviye rüçhaniyetine gelince o münakaşa edilebilir Mescidi Aksa gibi yerlerdeki ibadete gelince oraya ait hususi bir ibadet yoktur Zaten ibadetlerdeki zamanmekan tayini de Şarie aittir Nitekim İbn Abbas Hazretlerinden gelen bir rivayette bir kadın tutulduğu bir hastalıktan kurtulursa gidip Mescidi Aksa‘da namaz kılmaya nezreder Hastalıktan kurtulur ve yolculuğa çıkmak üzere hazırlandığında Hz Meymüne Validemize gelip meseleyi açar Meymüne Validemiz de ona şöyle buyurur: r r : Otur da yaptığın yemeği ye (burada kal ve işine bak) namazını da Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidinde kıl Çünkü ben Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: ‘Bu mescitte kılınan namaz Kabe Mescidi dışındaki mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir Evet ibadet ü taatte Cenabı Allah (celle celaluhu) hususi bir zaman ve hususi bir mekan intihap etmediğinden namaz her yerde kılınabilir Burada kurban nezreden gidip onu başka bir yerde kesebileceği gibi başka bir yerde nezreden de gelip burada kesebilir Meymüne Validemiz meseleyi bu zaviyeden ele aldıkları gibi ayrıca Mescidi Nebevi‘de kılınan namazın efdaliyetini de tebarüz ettirmiş oluyordu Maamafih fukahai kiramdan bazıları her zaman ibadete açık olması namazın yanı sıra tavaf da yapılabilmesi gibi hususiyetlerinden dolayı Mescidi Haramı bu umumi kaideden ayrı mütalaa etmiş ve Mescidi Haram için yapılan nezrin Mescidi Haramda ifasının lüzumuna kani olmuşlardır Ne bu fıkhi meselenin ne de Meymüne Validemizin sözünün Mescidi Aksa veya bir başka mescidin kıymet ve derecesine dokunur herhangi bir yanı yoktur f Dine Sahip Çıkan Cemaat Tekzip edilmekle tekzip edenlerin tutarsızlığını gösteren bir diğer sahih hadis de şudur: Dünyanın ömrü olduğu sürece Allahın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar ümmetimden hak üzere galip ve daima dine omuz veren bir cemaat bulunacak; bulunacak ve dine sahip çıkacaktır (Yani din hiçbir zaman yeryüzünden bütünüyle silinmeyecektir) Kendilerine muhalefet edenler onlara hiçbir zarar da veremeyecektir Bu hadise hangi gerekçe ile karşı çıkarlar anlamak zordur On dört asırlık İslam tarihinde dini mübini İslamın yeryüzünden insanların kalbinden silindiği desteksiz ve muavenetsiz kaldığı bir dönem hiç olmamıştır ki Evet tarih ona omuz veren bir cemaatin bulunmadığı dönemlerden bahsetmiyor Geçmişi bırakalım; dinin ve ona sahip çıkanların en çok ve en şiddetli hücumlara maruz kaldığı şu yirminci asırda bile din ortadan kaldırılabilmiş midir ki; hadisin tutarsızlığına hükmediliyor Komünist ülkelerde baskı altına alındığı bazı ülkelerde şiddetle takip edildiği ve silinmek üzere olduğunun sanıldığı dönemlerde bile yine ona sahip çıkanlar bulunduğu gibi bugün insanlık çeşitli dalalet ve küfür bataklıklarında bunca yıl yüzdükten sonra kurtulmak için el attığı yine dindir ‘dini mübini İslamdır; çünkü o ilahi bir şemadır; bir şema ki Allah yaka

üflemekle sönmez Hadiste sözü edilen ‘cemaat hakkında değişik yorumlar yapılmıştır Buhari bir yerde: Bunlar Şam ehlidir diyor Çünkü onun yetiştiği dönemde Şam ilmin merkeziydi Hilafet vakıa Şamdan Bağdata taşınmıştı ama Şam ondan sonra da uzun asırlar merkez olma hususiyetini devam ettirmişti Evzai Leys b Sad ve İmam Malik gibi alimler talebelerini Şama gönderiyor bunlar da orada ümeranın etrafını alıp ilim neşrediyorlardı Bazıları bu hadisteki ‘cemaatten kastın muhaddisler olduğunu bazıları da müfessirler olduğunu söylemiştir Maamafih bu ‘cemaati belli bir gruba ve zamana hasretmemek manaya daha uygun olsa gerek Her zaman bulunmuştur bu cemaat Bir zaman Şamda bir zaman başka bir yerde bir zaman Ömer İbn Abdülazizin etrafında bir zaman İmam Gazzali Hazretlerinin çevresinde bir zaman İmam Rabbani‘nin bir zaman Mevlana Halidi Bağdadi‘nin ve bir zaman da bir başkasının arkasında bulunmuştur ve bulunmaya da devam edecektir g Uykudan Kalkınca Elleri Yıkamak Anlamayan veya manasına vakıf olamayanlar tarafından tekzip edilen bir diğer hadisi şerif de şudur: Sizden biriniz uykusundan uyandığı zaman elini üç kere yıkasın ve yıkamadan elini (yiyecek veya içecek kabına) daldırmasın Çünkü o geceleyin elinin nerelerde gezip dolaştığını bilemez İnsan elinin gezip dolaştığı yerleri bilmez mi diye Fecrulİslam Duhalİslam Zuhrulİslam kitaplarının sahibi Ahmed Emin bu hadisi alaya alır Ebü Reyye de onunla alay eder ve bunların üstadı müsteşrik Goldziher de İnsan geceleyin elinin nerelerde gezdiğini bilir mi gerçekten Bence bu hadisi şerifte yukarıdaki benzerleri gibi zamanları aşan bir beyan ve hıfzıssıhha adına bir mucizedir; ve mühim hakikatleri ifade etmektedir İnsanın alerjisi olur kaşıntısı olur ve geceleyin bilmeden bazı yerlerini kaşıyabilir Yine bugün tırnak altında milyonlarca mikrobun barındığı tıbbın bildiği gerçeklerdendir Öyleyse bedenini kaşıyan ve buradaki mikropları eline bulaştıran veya tırnak altlarına yerleşmesine sebep olan bir insan sabah ellerini yıkamadan yemeğe oturur elini yemek veya su kabına daldırırsa şurasınaburasına bulaşan mikropların vücuduna girmesine sebep olmayacak mıdır Şimdi ümmetin öteden beri telakki bilkabulle karşıladığı ve ilmi tespitlere de ters düşmeyen; ters düşmek bir yana onlarla mütesanit olan böyle bir haber veya tembihi bir kısım müsteşrikler veya onların İslam dünyasındaki takipçileri müstağriplerin hoşlanmadıkları sahabiler rivayet ediyor diye ya da onların yaşadığı dönemde ilmi seviye henüz o noktaya ulaşmadığı için hadisi tekzibe kalkışmaları ancak kendilerini utandıracak bir davranıştır h Miraçta Hz Musa ile Mülakat Tekzibine çalışılan hadislerden biri de miraçta Resülullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine günde 50 vakit namaz farz olmuşken Hz Musanın irşad ve ikazıyla bunun beş vakte indirilmiş olmasıdır Bu hadisi Buhari ve Müslim gibi en sahih kaynaklar rivayet etmektedir Evvela bu bir mülakattır müracaat değildir Kaldı ki Peygamberimizin Hz Musaya müracaatının da yadırganacak bir yanı yoktur Bir kere Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yeni miraca çıkıyor; Hz Musa (aleyhisselam) ise çoktan o alemlerin tavusu olmuş bir nebi İkinci olarak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) edeb timsalidir; hem Allaha karşı tavrında hem de Hz Musaya karşı tavrında Ayrıca O hep ümmeti hakkında yüsr (kolaylık) yolunu araştırmış ve ona vesileler aramıştır Hz Musa ile mülakatı da böyle bir vesile olarak değerlendirmiş olabilir Sonra bu bir müracaatsa Onun Hz Musaya müracaatının İsrailoğulları veya Yahudi kavmi

nazarında umumi havayı yumuşatıcı olması bakımından taşıdığı psikososyolojik durum da çok önemlidir Bundan başka Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün peygamberleri tasdikle gelmiştir Bu kabil muhtevasıyla böyle bir mülakat bu yüce manayı ifade bakımından çok önemlidir Evet Onun peygamberleri kabulü adeta dasitaniydi O kendisinin önceki peygamberlerden üstün görülmesine ve önceki peygamberlerin haşa hafife alınmasına asla izin vermemişti Hatta bir defasında bir sahabinin Hz Musanın kadrine gadrettiğini görünce O hemen müdahale edip: Beni Musa b İmrana tercih etmeyin Zira ben onu mahşer gününde Arşın kavaimine tutunmuş olarak göreceğim buyurmuştur Burada da hak çizgisi mahfuz böyle bir kadir bilirlik dolayısıyla da yumuşatma söz konusu olabilir Sonra biz mekanın bütün buudlarını tam olarak bilemiyoruz Dolayısıyla bazı hadiseler hangi buudda cereyan ediyor ondan da habersiziz Mesela yine Ahmed İbn Hanbel Müslim ve İbn Mace gibi sahih hadis kaynaklarının rivayet ettiği ve Hıristiyanken Müslüman olan Temimü‘dDari‘nin bilmediği bir adada gördüğü son derece kıllı bir yaratığı (Cessase) ve mağaradaki kendisini Deccal olarak takdim eden bir insan azmanını anlatan hadisi şerifi Temimü‘dDari Hıristiyandı; bunu Hıristiyanlıktan getirmiştir veya Böyle bir şey mümkün değildir diye hemen inkar yoluna mı gitmek gerek Bu hadisi en azından bazılarının trans halinde gördükleri bazı şeyler kabilinden anlayamaz mıyız (Öyle anlayalım demiyorum) Kaldı ki Temimü‘dDari‘nin bu hadiseyi hangi mekan buudunda gördüğünü de bilmiyoruz Yine Hz İsanın keyfiyeti ne olursa olsunnüzulüyle alakalı pek çok hadis var; bütün bunlara Hıristiyanlar tarafından uydurulmuş gözüyle mi bakacağız Hz İsa (aleyhisselam) peygamberliğine iman ettiğimiz ve Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) de geleceğini müjdelemiş olduğu ulü‘lazm peygamberlerden değil midir O da bizim peygamberimizdir; Hz İbrahim Hz Davüd Hz Süleyman Hz Musa gibi Denizler altında telepati yoluyla yapılan konuşmaları ruh çağırmayı insanların uyutulmasını telefonla hipnoz hadisesini kabul edip de zikrettiğimiz hadisleri ki hangi buud ve keyfiyette cereyan etmiş olursa olsunAllame Kadı Iyazın Şifa‘sından ve Ebü Nuaym İsbehani‘nin Delailine ondan da İbn Kesirin Şemailine kadar bütün şemail kitaplarının kaydettiği şakkı sadr (Efendimizin göğsünün yarılması) hadisesini akıl ve pozitif ilimlere göre izah edemiyoruz diye inkar mı edeceğiz Evet sahih hadisleri inkarla sünneti yıkmaya çalışanlar zannediyorum yıkamayacakları bu şeyi yıkma kuruntularıyla harap olup gidecekler; ama sünnet ebedlere kadar dimdik ayakta kalacaktır Hadislerin Sayıca Çokluğuna Tesir Eden Amiller Hadislerin Sayıca Çokluğuna Tesir Eden AmillerHadis hakkında söz söyleyen birtakım müsteşrikler ve onların İslam dünyasındaki takipçileri hadislerin sayısının çok yüksek olduğunu ve bilhassa bazı sahabilerin çok fazla hadis rivayet ettiklerini ileri sürerek sahih hadislere ve sünneti sahihaya gölge düşürmeye çalışmakta ve bu kadar çok sayıda hadisin Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) sadır olmasının imkansızlığını iddia etmektedirler

1 Hadisin Ehemmiyeti Benzeri iddialar gibi böyle bir iddianın da mesnetsizliği ve tutarsızlığı ortadadır Bir defa yeri geldikçe izahına çalıştığımız üzere hadisin İslam dinindeki yeri ve Müslümanın hayatındaki ehemmiyeti çok büyüktür Sahabei kiram (aleyhimürrahmetü verrıdvan) her zaman bunun şuurundaydı

Evet dünya ve ukba saadetini Onun söz ve davranışlarının deşifre edilip hayata geçirilmesinde gören sahabinam kudsiler topluluğu O zatın mübarek dudaklarından dökülecek her incinin en haris talibiydiler Bu itibarla da Onun mübarek sözlerinin fiil ve takrirlerinin bir tekini bile kaçırmıyor belliyor müzakere ediyor ve hafızalarına nakşettikten sonra hayatlarına düstur ediniyorlardı Evet tam yirmi üç yıl aralarında kalan Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) her hareketini yakından takip ediyor Onu hayatlarının her safhasında her faslında her dönemecinde aynen taklit ediyorlardı O da hayatları ve ukbaları için her şeyi hem onlara hem de kıyamete kadar gelecek bütün mü‘minlere anlayacakları şekilde ve bir bir anlatıyordu Ebü Zeyd Amr b Ahtabın ifadesiyle: Bazen sabah namazını kıldırıp minbere çıkıyor ve öğleye kadar konuşuyordu Öğle ezanı okununca minberden inip öğle namazını kıldırıyor tekrar minbere çıkıyor ve ikindi vaktine kadar konuşuyordu İkindi ezanı okununca inip ikindi namazını kıldırıyor; ardından tekrar minbere çıkıyor ve akşama kadar konuşuyordu O bütün bu konuşmalarında kainatın var edildiği andan kıyamete ondan haşr ü neşrin meydana geleceği ana ondan da Cennet ve Cehennemin sergileneceği teşhir edileceği ana kadar gelip geçen ve ileride meydana gelecek olan her şeyi şerhediyor ve gözler önüne seriyordu Ve bir manada 23 yıl Onunla beraber bulunan sahabe bütün bunları belliyor ve yine Onun ifadesiyle bunlara adeta dişleriyle tutunuyordu Sahabenin önünde namaz kıldırıyor sonra dönüp: Beni nasıl kılıyor görüyorsanız siz de öyle kılın buyuruyordu Ashabının önünde haccediyor ve: Menasikinizi benden alın buyuruyordu Bu durumda elbette sahabe Onun her adımını her sözünü takip edip belleyecek hıfzedip hayatına hayat yapacak ve tabii ki onları aynı zamanda gelecek nesillere de nakledecek Evet ashab hadisleri hıfzedecek hayatına hayat yapacak ve nakledecekti Çünkü Allah Resülü‘ne çok bağlıydılar Onun her söz ve davranışının Cennete açılan birer kapı olduğuna inanıyor Biz de yürekten onun öyle olduğunu kabul ediyoruzOnu içten seviyor ve değil hadisini saçının sakalının mübarek bir telini bile kapıp kaçırıyor ve muhafaza mevzuunda adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı Ondan intikal eden her şey mübarek bir hatıra ve sonsuzdan gelmiş gibi telakki ediliyordu Ben şahsen gözümde büyüttüğüm bazı zatların benimle alakalı iltifatkar veya ırgalayıcı sözlerini terğib ve terhibe dair ifadelerini hiç unutmamış ve değirmen taşları gibi beni defaatle aralarında öğüten hadiselere rağmen onları hafızamda hep muhafaza etmişimdir İhtimal her Müslüman için de durum aynıdır 2 İz Bırakan Hatıralar Şimdi her bir mü‘min gözünde büyüttüğü zatların hem de Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) kapısının ancak kıtmiri olabilecek zatların kendisiyle alakalı sözlerini unutmaz ve hele onlardan kalan bazı hatıraları mukaddes birer emanet gibi ipeklere sarıp saklarsa kendilerini birden vahşetten medeniyete cehaletten insanların mürebbileri olmaya çıkaran Allah Resülü‘nün her biri birer lal ü güher olan sözlerini davranışlarını hem de sahabe gibi temiz ve mert fıtratların unutmalarına imkan var mı Yoktur ve unutmadılar da Siz Ramazanlarda lihyei saadeti görmek için koşuşur tabir caizse kıran kırana mücadele verirsiniz; Onu bu kadar yakından tanıyanların Onun hatıralarına hürmetsizlik edeceklerine nasıl ihtimal verebilirsiniz Enes Ondan kalan mestleri göğsüne bastırırken biri kapıverir diye ödü kopuyordu Şamda mü‘minlerin emiri Muaviyenin birisinde Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ait bir cübbe bulunduğunu duyunca o cübbeyi almak için o kişinin ağırlığınca altın teklif etmesi tabii değil miydi Onun matarasını bile senelerce muhafaza ettiler Oku yayı ve daha bazı hatıraları bugün hala Topkapı Sarayı‘nda gözlerimize neş‘e ve sevinç salıyor Yavuz getirip Topkapı Sarayı‘na

yerleştirdiği o mukaddes emanetlerin başında bir lahza ara vermeden gece gündüz Kuran okuttu ve bu müstahsen adet yakın tarihe kadar da devam etti ki bunu içimizdeki yaşlılar çok iyi bilirler Yedi değil belki yetmiş düvele hükmeden ve üç kıtada hükümran olan Devleti Osmaniyenin sultanı Sultan Ahmed Onun mübarek ayağının bastığı çamur kalıbını tacına sorguç yapmayı düşünüyor ve: Nola tacım gibi başımda gezdirsem kademi pakini diyerek tebcilde bulunuyordu Şimdi asırlarca sonra gelenler Onun mübarek hatıralarına böyle saygı gösterir de Onunla birlikte yaşamış sahabei kiram Ona hiç hürmetsizlik eder mi Asla Kaldı ki hatıra dediğimiz şeylerden hiçbirinin mü‘minin hayatı noktasında sünnetin bir meselesine denk olamayacağı açıktır Onun hatıraları böyle korunur ve temcid edilirken hadisleri sünneti elbette daha bir dikkatle korunacaktı ve öyle de oldu Ahmed İbn Hanbel naklediyor: Hz Ömer Efendimiz (radıyallahu anh) cuma namazına giderken Hz Abbasın evinin duvarının dibinden geçiyordu ki o esnada damdaki suyu savan oluktan iki damla kan Hz Ömerin cübbesine damladı Emirü‘lmü‘mininin canı sıkıldı ve: Kim bu damın üstünde hayvan boğazlıyor da kanı oluktan aşağı damlayıp üstümü kirletiyor diye elinin ucuyla dokunup oluğu aşağı düşürdü Sonra da cübbesini değiştirip mescide geldi hutbesini irad buyurdu sonra da gördüğü yanlışlıklar mevzuunda her zaman yaptığı gibi cemaati ikaz sadedinde: Cemaat yanlış şeyler yapıyorsunuz Gelirken falan duvarın dibinden geçiyordum Bir oluktan üzerime kan damladı; ben de elimin tersiyle itip o oluğu düşürdüm dedi Onun sözü henüz bitmişti ki Hz Abbas beyninden vurulmuş gibi yerinden fırladı ve: Ya Ömer sen ne yaptın Ben bu gözlerimle gördüm; o oluğu oraya bizzat Resüli Ekrem kendi elleriyle koymuştu dedi ve durdu Bu sözler Ömerin ayaklarının bağını çözmeye yetmişti develerin boynunu büküp altına alan koca Ömer minbere yıkılıverdi ve Hz Abbasa (radıyallahu anh) and verdirdi: Vallahi ben başımı o duvarın dibine koyacağım Sen de ayağınla başımın şurasına basacak ve çıkıp elinle o oluğu yerine koyacaksın Koyacağın ana kadar da başımı yerden kaldırmayacağım Ve gittiler dev halife cihanın başına taç o mübarek başını Hz Abbasın ayaklarının altına koydu; bir tarafta Allah Resülü‘nün koyduğu oluk diğer tarafta en yakın arkadaşı mü‘minlerin emiri halifei rüyi zemin mülhemündan büyük bir velinin başına basma arasında kalan Hz Abbas Bastı halifenin başına ve Allah Resülü‘nden geriye kalan oluğu yerine koydu Evet Ondan kalan en küçük hatıraya bile bu denli duyarlı bu denli titiz olan bir cemaatin ve bu denli uyanık bir neslin Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerine gözlerini kapaması herhalde düşünülemez Çünkü hadis din demektir; hayat demektir; Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hakikati sufilerin ifadesiyle Hakikati Ahmediye; ve bizim de dünyaukba saadet köprümüz demektir 3 Efendimizin Teşvikleri ve İlme İştiyak Ayrıca yerinde ele alındığı gibi bu mevzuda Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) mühim teşvikleri vardı O: Ehli ilmin ayaklarının altına meleklerin kanatlarını serdiğini ifade buyuruyor ve çıraklarına yüksek ufuklar gösteriyordu Günümüzde bazı istisnalar dışında ilim mevki makam ve geçim için tahsil edilirken o zaman sırf Allah rızası için tahsil ediliyordu ve ilmi hayat aynı zamanda çok canlıydı O kadar canlıydı ki Süfyan İbn Uyeyne gibi bir zat on yaşında içtihat yapacak seviyeye ulaşabiliyordu Daha önce açıklandığı gibi müzakereye bilhassa Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerini müzakereye büyük teşvik ve aynı derecede arzu ve iştiyak vardı Darimi‘nin rivayetine göre Ebü Said elHudri ve İbn Abbas talebelerine: Bu hadisleri belleyin ve aranızda müzakere edin Bazısı bazısını hatırlatacak bazısı bazısını çağrıştıracaktır diyorlardı Sahabe dönemindeki canlılık tabiin ve tebei tabiin döneminde hatta ilk beş asırda hep aynı seviyede devam etmişti O kadar ki hadis hafızlarının sonuncularından olan beşaltı asır önce yaşamış İbn Hacer elAskalani gibi bir zat: Müslimi Şerifi birkaç celsede okudum diyor yani

Müslimin elCamiusSahihini birkaç oturuşta bitirdiğini ifade ediyordu O dönemde Kuran ve Sünnet ilimleri adına derin bir aşk u şevk vardı onlarda ve herkes yaptığı şeyleri bir ibadet neşvesi içinde yapıyordu ve bu anlayış dörtbeş asır böyle devam etti İmam Nevevi çoluk çocuk maişeti kendini meşgul eder diye evlenmemiş ve hayatını bütünüyle ilme tahsis etmişti Büyük alim Serahsi otuz ciltlik Mebsütunu kuyu dibinde ve hafızasından talebelerine dikte ettirmişti Hatta onun hakkında şöyle latif bir şey de naklederler: Talebeleri bir gün bu dev insana: İmam Şafii üç yüz klasör hadisi ezbere biliyormuş derler Bunun üzerine koca İmam: Benim bildiğimin zekatını biliyormuş karşılığında bulunur İçlerindeki aşkla yoklukta varlık cilvesi gösteren bu dev insanların yazdıklarını sayfa sayfa saysanız yani kitaplarının yapraklarını tek tek çevirseniz mesela İbn Hacerin eserlerini İbn Ceririn kitaplarını Suyüti Fahreddin Razi ve emsallerinin yazdıklarını bir haftada bitiremezsiniz Yukarıda verdiğimiz isimler bir ölçüde son döneme ait Sahabe ve hemen onlardan sonrasına döndüğümüzde karşılaştığımız manzara ise özetle şöyledir: 4 Düşünce Ufkumuzu Aşan İlim İştiyakı Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) on yıl hizmetinde bulunan şerefli sahabi Enes İbn Malikin azadlısı ve tabiinin rabbani büyük imamlarından Muhammed İbn Sirin ve bir de kendisi gibi rabbani efendisi Hz Enesin adını taşıyan kardeşi Enes İbn Sirin Bu zat diyor ki: Küfeye geldiğimde Küfe camilerinde hadis derslerine dört bin insanın devam ettiğini gördüm Bir şehrin camilerinde dört bin (4000) talebe hadis okuyor Aynı şekilde Şamda bin beş yüz (1500) insan EbudDerda‘nın ilim halkasında Küfede Enes İbn Sirinin verdiği bilgiye göre 400 de fakih vardı Ne demektir fakih; ve dört yüz fakih Bugün bir milyarlık İslam aleminde 400 fakih yoktur Fakih Kitap Sünnet ve icmayı malzeme olarak kullanıp dinin emirlerini istinbat gücüne sahip olan kimse demektir Ebü Hanife fakihtir; İmam Ebü Yusuf fakihtir; İmam Muhammed fakihtir; İmam Şafii fakihtir; İmam Malik fakihtir Bir milyon hadisin hafızı Ahmed İbn Hanbel hakkında bu tabiri rahat kullanamamışlar Kullanmayanlardan biri olan Ebü Cafer Taberi Ahmed İbn Hanbel fakih değildir deyince Hanbeliler evini taşlamışlardı Ahmed İbn Hanbel fakihtir veya değildir ama Taberi‘nin bu sözüyle fakih olmanın keyfiyeti hakkında bize anlattığı bir gerçek var İşte tabiin döneminde Küfe camilerindeki hadis derslerine devam eden dört bin kişinin içinde dört yüz fakihin bulunması da bence bu zaviyeden ele alınmalıdır O dönemde ilim iştiyakı bu derecedeydi ve hadis mazhar olduğu alaka ve iştiyak ile her şeyin önünde idi ve bir teki için beldeler aşırı seyahatler tertip edilecek derecede önemliydi Hadis imamlarının bir tek hadis için yaptıkları göçler ona karşı duydukları alaka dillere destandı Onlardaki bu derin alaka ve iştiyak zamanla sarrafın altına vuküfu ölçüsüne dönüşecekti ve dönüştü Bu vuküfiyet yalnızca hadislerin metniyle alakalı da değildi; hadislerin sıhhati bakımından pek mühim olan senedlerini de içine alıyordu Burada önemli bir misal olarak imam Buhari‘yi hatırlayabiliriz Buhari Bağdata geldiğinde ilmi derecesini hıfzını ve hadise olan vuküfiyetini ölçmek için çok kalabalık bir ders meclisinde orada bulunan on zat kendisini imtihan eder Her biri on ayrı hadis okur ama senedleri altüst edilerek ravilerin yerleri değiştirilerek yani senedin birindeki ravinin yerine başka birini koyarak yüz hadisi birbirine karıştırıp ona okurlar Söz gelimi; meşhur niyet hadisini Yahya b Said elEnsari Muhammed b İbrahim etTeymi‘den Teymi Alkame b VakkasilLeysi‘den o da Hz Ömerden rivayet eder Fakat bu hadis Buhari‘ye Yahya b Saidin yerine başkası Alkamenin yerine bir başkası ve Teymi‘nin yerine başka bir ravi geçirilerek arz olunur Evet tam bunun gibi yüz hadis senetleri karıştırılarak Buhari‘ye okunur İmam Buhari yüzüncü hadisin sonunda: Birinci hadiste falan zatın yerine falanı koymuşsunuz; o hadisin

sağlam olan senedi sizin söylediğiniz gibi değil şöyledir diyerek birinciden yüzüncüye kadar her hadisi asıl senedleriyle okur ve orada bulunan alimler onun hıfzını ve faziletini ikrar ederler Ayrıca İbn Huzeyme de İmam Buhari hakkında: Şu arz şu sema bu konuda senin kadar vukuf sahibi ikinci bir kişiyi görmemiştir diyerek takdir ve tebcilde bulunur O Buhari ki ilmin şerefini korumuş ve onu dünya metaı haline getirmemiş kadri celil alimlerimizdendir Ona Buhara emiri: Gel benim çocuklarıma hadis takrir et dediğinde koca Buhari: İlim hükümdarın ayağına gitmez; eğer hükümdarın ilme merakı varsa kendisi gelir çocukları gelir ders alırlar cevabını verir Bunun üzerine emir: Çocuklarıma ayrı bir gün tahsis etsen teklifinde bulunur Büyük İmam: Ben Ümmeti Muhammede ders verirken senin çocukların için hususi zaman zayi edemem karşılığını verince hayatının sonunu tecritte geçirir ve Allah onu yalnız başına gurbette ölmekle serfiraz kılar İşte bu büyük imam birisinden hadis almaya gider O zatın yanına sokulduğunda bakar ki külahını açmış bir ata doğru uzatmış ve böylece atı yakalamaya çalışıyor Atı yakaladığında İmam Müslim: O külahın içinde bir şey var mıydı diye sorar Hayır cevabını alınca: Atı kandıran insanları da kandırır diyerek ondan hadis almadan geriye döner İşte sünnet bu tahkik ve titizlik içinde tesbit edilmiştir Hadislerin sayıca çok ve dolayısıyla içlerine pek çok uydurmanın karışmış olduğunu iddia edip sahih hadis kaynaklarına ve sünnete dil uzatanlar izahına çalıştığımız ilim aşkını sünneti takip edenlerin nazarında sünnetin önemini ve sünnetin hangi şartlar altında ve kimler tarafından tesbit edildiğini görmezlikten gelerek kendi çerik çürük düşüncelerine ruh aynalarına göre hüküm verirlerse yanılmış ve yanıltmış olurlar 5 Ortam Müsaitti Bir başka sebep de sahabe tabiin ve tebei tabiin zamanında hadis ezberlemek için vasat çok müsaitti Bir kere o zamanın insanları dile oldukça hakimdiler Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği Kuranı Kerim her şeyden evvel bir lisan mucizesiydi ve Araplarda da o zaman en yaygın olan sanat dil ve edebiyattı Muallaka şairlerinde de görüldüğü üzere adeta gerçek söz sultanları o dönemde yaşamıştı Mamafih Kuranı Kerim ve Allah Resülü‘nün sözleri karşısında dilleri tutulan bu dil ve beyan üstadları Kuran ve hadisler karşısında kalemlerini kırıp secdeye kapanmışlardı Mesela bunlardan biri olan Hansa başlı başına bir şiir üstadıydı Cahiliye döneminde ölen kardeşi Sahr için söylediği mersiye öylesine içtendir ki bugün bile hala gözlerimizi yaşartır Bu kadın gerçek beyan sultanı Allah Resülü‘ne öylesine bağlanmıştı ki Kadisiyede dört oğlu da sinelerinden yedikleri mızraklarla arka arkaya şehit olurlarken bulunduğu yerde bunu hissetmiş ve insani yönleriyle bir taraftan kıvranırken diğer yandan da: Allahım bana dört oğul vermiştin Dördünü de Habibinin yolunda kurban ettim; Sana binlerce hamd olsun deyip iman Kuran İslam ve Hazreti Sahibi Kurana mazhariyetin şükrünü eda etmişti Bu kadın şiir ve söz söylemede de öylesine mahirdi ki kafirleri hicvedip İslamı yücelttiği için Resülullahın kendisi hakkında: Allahım onu RuhulKudsle destekle diye dua buyuracağı Hassan b Sabitin Cahiliyede dört mısralık bir şiirinde sekiz yanlış bulmuş ve bir söz üstadı olduğunu ortaya koymuştu İşte böyle söz sultanı bir kadın bile Kuran ve Allah Resülü‘nün nurlu sözleri karşısında şiir söylemeyi bırakmış kendini Onun söz zemzemesi içine salmıştı Sadece o değil o dönemin insanları büyük çoğunluğu itibarıyla söz ustalarıydı ve söz sultanlarıydı Kuranı Kerim karşısında hadisi şerifler karşısında söz söylemeyi bırakmış bütünüyle kendilerini Kuranı ve hadisi terennüme salıvermişlerdi Bunlar ve bunlardan sonra gelenler birer söz kimyageri hadis kimyageri olarak Resülullahın sözünü başka sözlerden çok rahat tefrik edebiliyorlardı 6 Hafızada Dahi İdiler

Bir başka sebep de o kutlu zamanın kutlu insanları birer hafıza dahisiydiler Bugün Kuranı dört ayda ezberleyene dahi gözüyle bakılıyor; Elmalılı Hamdi Yazır Efendi gibi bir kabiliyetin Fransızcayı altı ayda öğrenmesi harikuladeden sayılıyor Halbuki o günün insanları bunların çok çok ötesindeydi ve pek çoğu itibarıyla harikuladeydi Bunlardan müsteşriklerin boy hedefi sayılan ve bu sağlam sütunu yıkarak dinin önemli bir temelini dinamitlemeye çalıştıkları Hz Ebü Hüreyre duyduğu bir şeyi ikinci bir defa tekrar etmeye lüzum görmeden ezberleyen bir hafıza dahisiydi Zeyd İbn Sabit Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine Sen biraz İbraniceyi belle dediği zaman 1520 gün içinde mektup yazıp mektup tercüme edecek kadar İbraniceyi öğrenen ayrı bir dahiydi Sahabenin ünlü hadis hafızlarından Hz İbn Abbas daha sağlığında Ümmetin alimi manasına Hıbrü‘lÜmme ünvanı alisini almıştı Aişe Validemiz aynı şekilde bir hafıza kahramanıydı Evet duyduklarını bir defada ezberleyen ve bir daha da unutmayan insanlardı bunlar; ve sahabe içinde daha bunlar gibi yüzlerce insan vardı Tabiini izam da bunlardan hiç geri değildi; mesela yine müsteşriklerin baş düşmanlarından olup Ömer İbn Abdülaziz döneminde ilk defa tasnif şeklinde kalemi eline alıp hadis telifine girişen İbn Şihab ezZühri Ebü Hanife ile karşılaştığında: Ben duyduğumu hiç unutmadım diyen ama Katade İbn Diame meşhur Şabi Ebü Hanife mektebinin imamlarından İbrahim İbn Yezid enNehai ve: Duyup da unuttuğum bir şeyi hatırlamıyorum diyen İmam Şafii hep birer hafıza dahileriydiler Rivayet BilMananın Şartları Bu arada bazı alimler rivayet bilmanayı belli şartlarda tecviz etmişlerdir ki bu şartları şöyle sıralayabiliriz: a) Ravi lisana tam manasıyla vakıf olmalıdır Lisana vakıf olmayan lisandaki nüansları bilmeyen bir insanın Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) intikal eden beyanları sözleri anlayabildikleriyle: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demişti deyip rivayet etmesi caiz değildir Aslında ravi manaya da vakıf olmalıdır b) Ravinin manayı karşılamak üzere koyduğu kelime siyak ve sibak arasında hadise ve dile vakıf hüşyar üstadlar tarafından farklılığı sezilmeyecek kadar yerinde olmalı ve asıl kelimenin müradifi olup aynı manaya delalet etmelidir c) Hadisin lafzı bütün bütün unutulmuş olması halinde ancak böyle bir şeye başvurulmalıdır ki Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ait hazine hiç olmazsa özü itibarıyla zayi olmaktan kurtulsun ve: Hepsi elde edilmiyor diye bütünü de terk edilmez fehvasınca sünnetten istifade edilebildiği kadar istifade edilsin 1 Hadislerdeki Lafız Farklılıkları Burada şu hususu da belirtmeliyiz ki; rivayet bilmana sahasına girmemekle beraber bazı hadisi şerifler değişik lafızlarla da rivayet edilmiştir Mesela günde beş vakit namazda en azından farzlarda yirmi defa okuduğumuz etTahiyyat bunlardan biridir Bir süre gibi sahabei kirama belletilmiş dualardan biri olan ve Hanefilerin pek çok Küfelilerle birlikte İmam Evzai‘nin Süfyanı Sevri‘nin İbn Mesuddan gelen rivayetle okudukları ve cumhuru ulemaya göre en faziletli Tahiyyattan başka; İmam Şafii‘nin İbn Abbastan rivayet ettiği az değişik bir Tahiyyat ki bunda etTahiyyattan sonra araya elMübarekat girmiş ve aradaki ‘vav ( )lar düşmüştür Ayrıca Hz Ömerin minberden irad buyurdukları bir üçüncü Tahiyyat ve zayıf rivayetlerle gelen daha başka Tahiyyatlar da vardır Buradan hareketle bazıları: Demek ki sahabe Efendimizden duyduğu her şeyi kelimesi kelimesine bellemiyor ve belleyemediği ya da unuttuğu bu kelimelerin yerine kendince uygun

kelimeler koyduğu iddiasında bulunabilirler Fakat işin gerçeği hiç de öyle değildir Çünkü namaz bir rivayete göre hicretten üç bir başka rivayete göre ise beş sene önce farz olmuş ve Hz Ömer gibi İbn Mesud gibi sahabenin ilkleri en az on yıl günde beş defa Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılmışlardır Böyle bir iddia bu hafıza dahilerini elİyazu billahahmak insanlar derekesine düşürmek olur Allah Resülü‘nün arkasında bu kadar yıl namaz kılan 23 yıl Onunla beraber olan bu insanlara bugün bile beş yaşındaki bir çocuğun ezberleyip ölünceye kadar hafızasında tuttuğu bir şeyi iyi belleyememe ve unutma gibi bir ithamda bulunmak tımarhanedeki delilerin bile ihtimal vermeyeceği bir hafifliktir Kaldı ki Hz Ebü Bekir döneminde Kuran resmen bir kitap halinde toplanırken bu insanların hafızalarına da müracaat edilmiş; hafızalardaki ile yazılanlar karşılaştırıldığında hiçbir farklığın olmadığı ortaya çıkmıştır Dolayısıyla hadisle alakalı böyle bir iddia neticede Kuranın sıhhatine de halel getirecek mahiyettedir Bu meselenin aslı şu olsa gerektir: Kuranı Kerim hadisi şeriflerde de ifade olunduğu gibi: Yedi harf üzere nazil olmuştur Burada bu yedi şeklin münakaşasını yapacak değilim Ancak Kuran Allahın o ümmi kavme ilahi rahmeti olarak yedi şekilde edaya müsait bir tarzda inmiştir Aynı durum hadisi şerifler için de variddir Allah Resülü kendisine inen ayetleri bir defasında bir vecihle okumuşsa bir başka defasında bir diğer vecihle okumuştur Tahiyyatı da aynı şekilde İbn Mesuda bir vecihle talim buyurmuş Hz Ömere bir başka vecihle İbn Abbasa da üçüncü bir vecihle talim buyurmuştur Öyleyse Kuranı Kerim için sebatü ahruf denilen yedi vecihle eda caiz olduğu gibi hadisi şerifler için de değişik şekillerde Ondan şerefsüdur olma söz konusu edilebilir Bu itibarla da denebilir ki; Tahiyyatların ve onları ifade eden lafızların hepsi Allah Resülü‘ndendir 2 Cevamiü‘lKelim Bu derin mevzuun bir diğer yönü daha var: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘cevamiü‘lkelim sahibidir; yani bir sözle pek çok manalar ifade eden öyle hadisleri vardır ki bunlardan bir tanesi tam bir cilt kitaba mevzu olabilir Bu kabil hadislerin tahlilinde Arap dilinin grameri kaideleri usülleri ve meaninin beyanın bediin prensipleri dahilinde her defasında karşımıza yeni yeni mana buudları çıkabilir Allah Resülü‘nün bu türden sözlerini okuyanlar ister istemez: Bunları değil sahabei kiram gibi öğrendikleri her şeyi Ondan öğrenen ümmiler cihan çapında ilimlere uyanmış dahiler dahi söyleyemezler hükmünü verecektir Kıyamete kadar bin bir mana buudu içinde kıymetini geçerliliğini koruyan söz cevherleridir bunlar adeta Öyleyse bu sözler vahiy ile teyit edilen bir Zatın sözleridir ve meselenin hafife alınmaya hiç mi hiç tahammülü yoktur Bu itibarla sayıları bazılarına çok da gelse Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) bize kadar intikal eden o mübarek sözlerin bütününe çok rahatlıkla Onun femi mübareklerinden çıkmış sözler olarak bakabiliriz Sünnetin Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Zamanında Kaydedilmesi ve Bilahare Tedvini Sünnetin Ömer İbn Abdülaziz döneminde tedvin edildiği doğru olmakla birlikte eksik bir görüştür ve bu hususta gözden kaçırılan önemli bir nokta vardır ki Resülullahın sağlığında bazı sahabiler tarafından Kuran gibi sünnetin de yazılıp kayda geçirildiğidir 1 Kuranla Gelen OkumaYazma Seferberliği Devri Risaletpenahi‘de Araplar büyük ölçüde okumayazma bilmiyorlardı ama bilhassa Mekkelilerin etraf kabilelerle sürekli münasebetleri olduğundan içlerinde okuyupyazanlar hiç de az değildi Ayrıca Kuranın inmeye başlamasıyla okumayazma kapıları da bütün bütün açıldı; zira her Müslüman Kuranı Kuranın ahkamını din adına bellemek mecburiyetindeydi Bu itibarla da adeta Kuranın inişiyle beraber bir ilim kültür seferberliği başlamıştı Tabakat kitaplarının kaydettiğine göre Allah Resülü‘nün etrafında kırk civarında vahiy

katibi vardı Bunlar sıradan okumayazma bilen insanlar değildi vahiy katibi demek kendisini Kuranı yazmaya adamış insan demekti ki; bugünkü tabirle Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) özel kalem müdürleri sekreteri ve bu işe tahsis edilmiş katipleriydi O günlerde okumayazma o derece teşvik ediliyordu ki Bedir Muharebesini müteakip esirlerin (kurtuluş) fidyesi olarak bir esirin on kişiye okumayazma öğretmesi kararlaştırılması önemli bir hadiseydi ve o güne göre çok ileriydi Evet o gün herkes okumayazmaya koşuyordu; zira hayatlarını alakadar eden yepyeni ve orijinal bir şey vardı ortada Bu dindi Kurandı Dine susamış insanlar onu her yönüyle alacak belleyecek hazmedecek ve hayatlarına hayat yapacaklardı Köylüsüşehirlisi; evinde bağında bahçesinde Kuran için kalemi kulağında bekliyordu ki daha sonra hadisle iştigal edenler ‘kalemin kulakta olmasını bu işin adabından sayacaklardı Böylece belki de insanlık tarihinde ilk defa ilahi bir kitap kıyamete kadar kalacak geçerliliğini koruyacak ve korunacak şekilde tesbit ediliyordu Kuranı Kerim bu şekilde kayıtlara geçip yazıldığı tesbit edildiği gibi onun müfessiri açıklayıcısı anahtarı icmalini tafsil mübhemini tefsir mutlakını takyid ve umumunu tahsis eden ve ayrıca ikinci bir teşri kaynağı olan sünnet de kaydediliyor korunmaya alınıyor külli umumi ve resmi tedvine hazır hale getiriliyordu 2 Tedvine Zıt Deliller Bu mevzuda önce sünnetin Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) çok sonraları yazılıp kayda geçirildiğini ileri süren müsteşriklerin ve onların tesirindeki Müslüman yazarların kendilerine delil edindikleri hadislere bir göz atalım: Takyidü‘lilmde Ebü Said elHudri naklediyor: * Biz kitabet mevzuunda peygamberden izin istedik de bize izin vermedi Goldziher ve takipçilerinin delil diye ileri sürdükleri bu rivayeti hadis mütehassısları kayda değer bulmamışlardır Tabii bu arada Müslimi Şerif gibi sıhhatli bir kaynakta yine Ebü Said elHudri‘nin rivayet ettiği şu hadis de var: Benden bir şey yazmayınız Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin Yine Takyidü‘lilmde hadise çok önem veren ve hadisin kaydını şiddetle arzu eden fakat kayda lüzum görmeden duyduğu şeyi bir defada ezberleyen hafıza dahisi Hz Ebü Hüreyreden (radıyallahu anh) şu rivayet nakledilmektedir: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza geldi Bazı arkadaşlarımız hadisle alakalı bir şeyler yazıyorlardı Ne yazıyorsunuz diye sordular Onlar da; Sizden duyduğumuz hadisleri yazıyoruz diye cevap verince Resülullah şöyle buyurdular: Sizden önceki ümmetlerin Allahın kitabının yanı sıra başka kitaplardan da bir şeyler yazdıkları (başkalarının sözlerini de kayda geçirdikleri) için sapıttıklarını biliyor musunuz Naklettiğimiz rivayetlerde yasağın mantığı bellidir: Kuran olsun Tevrat veya İncil olsun Allahın kitabının başka yazı ve sözlerden tecrit edilmesi; etrafına nebilerin veya daha başkalarının sözlerinin yazılmaması gerekirken buna uyulmamış; neticede de Tevrata kenarlarından çok şey sızmış İncil birken birkaç yüz yıl sonunda kabarmış mücelletlere ulaşmış ve derken her iki cemaatin büyük çoğunluğu da bu şekilde sıratı müstakimden ayrılıp dalalet yollarına sapmışlardır Bu hakikat bilhassa hadisin yazılmasına müsaade eden hatta emreden ve yasaklayan hadislerden çok daha fazla tesbit üzerinde duran sahih rivayetle bir arada mütalaa edildiğinde daha iyi anlaşılacaktır Yukarıda kendisinden yazmayı nehyeden hadisin rivayetini aldığımız Hz Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle demektedir: Ashabı Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arasında

benden daha fazla hadis sahibi kişi yoktur ancak Abdullah b Amr İbn elAs müstesna; çünkü ben yazmazdım o yazardı Gerçekten bizzat Abdullah b Amr Hazretlerinin ifadesine göre o Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu her şeyi yazardı Kendisine Sen Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun; halbuki o da bir beşerdir Öfkelendiği zaman da olur hoşnut olduğu zaman da diyenler oldu (Bu sözleri kimlerin söylediğini edeb açısından ve gerekmediği için hadis ravileri ketmederler) Abdullah İbn Amr bunun üzerine yazmayı bıraktı ve meseleyi Allahın Resülü‘ne arz etti Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) elini femi mübareklerine götürerek şöyle buyurdular: Yaz; hayatım elinde olan (Allah)‘a yemin ederim ki buradan haktan başkası çıkmaz O bir beşer de olsa yine nebi idi; gazaplanması da hoşnutluğu da Allah içindi ve her halukarda hakkı söylerdi Evet Onun hiçbir sözü hevasından değildi ve beşeri arzularından kaynaklanmıyordu daha doğrusu O kendinden konuşmuyor; ancak kendine vahyolunanı söylüyordu Fıtratı vazifesiyle bütünleşmiş ve her şeyiyle peygamberane idi Sadrı açılarak şeytanın ve nefsin payı her ne ise o çıkarılmıştı ve artık fıtratı beşeriye ve tabiatın Onun nurlu nübüvvet hayatına müdahaleleri söz konusu değildi Onun söylediği her şey dindi; dolayısıyla Yaz buyurmuşlardı 3 Hadislerin Tedvin Edildiğini Gösteren Deliller Kaynaklarda yine yazma ile alakalı olarak şunu görüyoruz: Bir adam Huzuru Risaletpenahi‘ye gelerek: Ya Resülallah ağzınızdan çok şey duyuyoruz; ama bunları anında ezberleyemiyoruz Bu hayati şeyler çok defa kaçıp gidiyor diyerek hıfzından şikayette bulundu Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: Elinden yardım iste yani yazarak hıfzına yardımcı ol buyurdular Yine Takyidü‘lilmde şunu okuyoruz: Rafi İbn Hadic Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem): Ya Resülallah sizden çok şey işitiyoruz yazalım mı diye sordu Allah Resülü de ona şu cevabı verdiler: Yazın hiç mahzuru yok Bunlardan ayrı olarak İmam Darimi ve İbn Hacerin kitaplarında Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kısas diyet ve şeraia dair yazdırdığı bazı hükümleri Yemende Amr İbn Hazma gönderdiğini ve ayrıca Vail b Hucre ahidname yazdığını okuyoruz Bazı kaynakların zikrettiği üzere Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): İlmi yazarak kaydedin buyurmuşlardır Yine sahih hadis kaynaklarının Ebü Hüreyreden (radıyallahu anh) rivayetine göre Mekkenin fethinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir münasebetle hutbe irad buyururken Yemenli Ebü Şah isimli bir zat ayağa kalkarak: Ya Resülallah bunları benim için yazınız der Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de: Ebü Şah için yazınız buyururlar Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) irtihalinden birkaç gün önceydi ki hastalığının ağırlığına rağmen ümmetinin selameti adına: Bana bir kalem kağıt getirin; veya defter gibi bir şey getirin; size bir şey yazayım da benden sonra dalalete düşmeyin buyurdular Bunu söylediklerinde ızdırapları çok fazlaydı; o esnada Hz Ömer: Elimizde Allahın kitabı var o bize yeter dedi dedi ve bu bir sahabi içtihadıydı Buna karşılık İbn Abbas ise: Resülullahla yazacağı şey arasına girildi yazık oldu dedi O buna ömrü boyunca üzülecekti; fakat yine ömrü boyunca araya giren Hz Ömere karşı da içinde hiçbir şey hissetmeyecekti hissetmek şöyle dursun

onun hep yakınında olacaktı Hz Ömer nerede hutbe irad edecek olsa Mekkede ise Mekkeden Basrada ise Basradan kalkar ve oraya gelirdi Bu itibarla denebilir ki bu mevzu ile alakalı Hz Ömer hakkında kalblerde en ufak birşey hasıl olmamıştı olamazdı da; zira Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o sözünü bir daha yenilemediler Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin dalalete düşmemesi için yazmak istediği ister kendinden sonraki halifeyle alakalı olsun ister başka konularla alakalı bilinen bir hakikat varsa o da kendinden sonraki halifeye bir kişi dışındaherkesin biat etmesiydi Daha sonra aynı makama gelen Hz Ömere ilk başta itiraz edenler olduysa da bilahare biat etmeyen kalmadı Hz Osman ve Hz Ali zamanında ise ayrılıklar baş gösterdi Yoksa Hz Ebü Hüreyrenin: Resülullahtan iki kap dolusu ilim belledim; bunlardan birini saçtım neşrettim; diğerini neşretseydim bu başım kesilirdi sözüyle ifade ettiği ilim miydi Veya Hz Huzeyfeye (radıyallahu anh) verdiği sırlar mıydı Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yazacağı şey gizli kaldı ama burada esas bizi alakadar eden husus devri risaletpenahilerinde hadislerin yazıldığı bizzat kendisinin yazdırdığı ve yazdırmak istediği gerçeğidir Abdullah İbn Amr b elAsdan başka Efendimizin hadislerinden hiç olmazsa bazılarını yazan başka sahabiler de vardı Mesela Seyyidina Hz Ali (radıyallahu anh) içinde yaraların diyeti Medinenin hürmeti kafir karşısında mü‘minin öldürülmeyeceği ve daha başka hususlarla alakalı hükümler bulunan bir sahifeyi kılıcının bir yanında asılı taşırdı Şiası: Sende Resülullahın bizzat sana tevdi ettiği hususi bir şey var mı diye sorduğunda: Hayır umuma ait emirlerden bir kısmı var demiş ve yukarıda zikrettiğimiz şekilde nelerin bulunduğunu söylemişti Yine Hz Ömerin kılıcının bir yanında içinde sevaim yani kırda yayılan hayvanların zekatıyla ilgili hükümler bulunan bir sahife vardı Aynı şekilde İbn Sadın Tabakatında kaydedildiğine göre İbn Abbas vefatında geriye bir deve yükü kitap bırakmıştı ki bunlar umumiyetle Allah Resülü‘nden ve ashabı kiramdan duyduğu şeyleri ihtiva ediyordu İbn Hişamın naklettiğine göre Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Medineye teşriflerinde Yahudilerle bir anlaşma akdetmiş ve bazılarınca hukuk açısından İslamın ilk anayasası kabul edilen bu anlaşma kayda da geçmişti Bu anlaşma: Bu Kureyş‘ten mü‘minler ve Müslümanlarla ihtimal mü‘minlerin içinde henüz imanı içlerine tam sindiremeyenler ve münafıklar da bulunduğundan ayrıca ‘Müslümanlar lafzı da kullanılmıştı ehli Yesrib ve onlara tabi olanlar katılanlar ve onlarla beraber mücahede edenler arasında kavli fasl olarak Resülullah Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) yazdırdığı belgedir diye başlıyordu Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Amr İbn Hazma Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdiği diyet ve kısas gibi hükümlerle alakalı yazısı torununun torunu Ebü Bekir b Muhammede aynı şekilde Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) azadlısı Ebü Rafie geçen bir tomar kağıt ise tabiin döneminde Ebü Bekir İbn Abdurrahman İbn Harise intikal ediyordu Tabiinin en büyük fakihlerinden olan bu zat bu klasörü hayatında eline geçmiş en büyük ganimet olarak telakki ederdi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında aynen Kuran gibi yazılan ağaç parçaları kemikler ve deriler üzerine kaydedilen hadisler aynen tabiin ve tebei tabiine intikal ediyor onlar da bunu muhafaza ve naklediyorlardı Aynı şekilde tabiinin büyük imamlarından Mücahid İbn Cebr Abdullah İbn Amr İbn elAsın esSahifetü‘ssadıka denilen Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu hadisleri topladığı kitabı görmüştü Mücahid onu: Abdullah b Amrın önünde gördüm hatta elimi uzattım ama elimi dokundurtmadı diyordu Evet bin bir ihtimam içinde saklıyor ve koruyordu onu İbn Esirin verdiği bilgiye göre bu klasörün içinde bin kadar hadis vardı Bu hadisler daha ziyade an Zeynilabidin an Hüseyn an Ali b

Ebi Talib gibi bir kesime göre hadiste silsiletü‘zzeheb (altın silsile) denilen senede benzer şekilde İbn Amrın kendisi oğlu ve torunundan müteşekkil an Amr İbn Şuayb an ebihi an ceddihi senediyle kaynaklara geçmiştir Bu silsileyle gelen 500 kadar hadis vardır sahih hadis kaynaklarında 4 Değerlendirme Evet hadisler müsteşriklerin iddia ettikleri gibi Efendimizden yüz sene sonra Ömer İbn Abdülazizin emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat ta Efendimiz zamanında kaydedildi kaydedildi ve ezberlendi ve bu metinler daha sonra da gerek yazılı gerekse sözlü olarak arkadan gelen nesillere aktarıldı Akabenin yiğitlerinden Cabir b Abdillah da vefatında İbn Abbas gibi arkaya büyük bir miras yani Allah Resülü‘nün hadislerini kaydettiği büyük bir kaynak bırakmıştı Bütün bunlardan ayrı olarak Hemmam b Münebbihin esSahifetü‘ssahihası da aynı dönemden kalma en mühim hadis kaynaklarından biri olma imtiyazını taşır Hemmam Ebü Hüreyreden hiç ayrılmaz bu hafıza dahisi büyük sahabinin naklettiği her hadisi yazardı O kadar ki bir defasında bizzat üstadından duyduğu bir hadisi kendisine okuduğunda Ebü Hüreyre (radıyallahu anh): Ben bunu pek hatırlamıyorum deyince bizzat hadisi kaydettiği defteri getirip göstermiş ve üstadını ikna etmişti Bu sahifeler günümüzde Muhammed Hamidullah tarafından neşredilmiş zannediyorum yapılan karbon tahlillerinde de Sahifenin onüç asır öncesine ait olduğu anlaşılmıştı Ayrıca ne enteresandır ki bu hadisler aynen İbn Hanbelin Müsnedinde bulunmakta yine mühim bir kısmı itibarıyla Buhari Müslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadır Bu da hadislerin daha Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında kaydedildiğini gösterdiği gibi Ondan sonra da eksiksiz yanlışsız ve tam olarak sahabe tabiin ve tebei tabiin kanallarıyla hadis külliyatına geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır Bu tarihi vakıalar ve serdettiğimiz hadisler karşısında hadis yazmayı yasaklayan haberler son dönemin büyük hadis alimlerinden Irakta yaşamış Ahmed Muhammed Şakirin yerinde tespitiyle ya sonradan neshedilmiştir; ya da yukarıda izahına çalıştığımız gibi Kuranın yanı başına yazılmaması ve hadis de olsa Kurana hiçbir şeyin karıştırılmaması içindir Bu mevzuda Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) hassasiyeti aynen Hz Ömerde de vardı Çünkü ilk nazil olduğu dönemde Kuranın iyice bellenmesi anlaşılması ehemmiyet ve fonksiyonunun kavranması ve Allahın kelamı olması ölçüsünde ona ihtimam gösterilmesi gerekiyordu Aksi halde hadis Kurana karışır Kuran kendine has keyfiyet ve hususiyetini kaybeder ve önceki ümmetlerde yaşanan durum aynen tekrarlanırdı Bu sebeple Hz Ömerin bu mevzuda gösterdiği tehalük bizzat Efendimizin de tehalüküydü Daha sonra ashabı kiram her şeyi apaçık görüp kavradıktan ve her şey yerli yerine oturduktan hatta Kuran nedir hadis nedir belli olduktan sonra izahına çalıştığımız üzerehadisler de Kuran gibi ayrıca tedvin edildi Hadislerin daha ilk dönemde bu şekilde kaydedilmesinden sonra tarihlerimizde İkinci Ömer diye anılan Ömer İbn Abdülaziz zamanında ise resmen tedvin edildi Değişik yerlerde değişik şahısların ellerinde sahifeler vardı Çok defa da bu hadisler ağızdan ağıza naklediliyordu Hatta bu yüzden ve ayrıca ezberlenip öğrenilmeleri için nasıl Hz Ömer İbn Abbas Ebü Musa elEş‘ari Ebü Said elHudri ve Zeyd b Sabit gibi sahabeler hadislerin hafızalarda kalması ve ezberlenmesi gerektiği üzerinde durdukları gibi Şabi Nehai gibi hadiste yedi tüla sahibi hafıza dahisi tabiin alimleri de ilk başta yazmaya taraftar olmamışlardı Bununla birlikte hem kaydedilen hem de ağızdan ağıza nakledilen hadisler Ömer İbn Abdülaziz döneminde resmen tedvin edilmeye başlandı Nasıl Yemamede çok sayıda Kuran hafızının şehit olması Kuranın resmen toplanması hususunda Hz Ömerin bu mevzudaki tehalükünü çekmişse aynı şekilde hadislerin tedvin işi de Ömer İbn Abdülaziz Hazretlerinin

sünnete ait gayretini coşturmuştu Çoklarınca birinci müceddit kabul edilen ve Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem): İnsanların bozduğunu düzeltenler müjdesine on üç asır önce bihakkın liyakat gösteren Ömer İbn Abdülaziz (radıyallahu anh) Emevi sarayında yetişmişti Hadiste tefsirde nakdi ricalde söz sahibiydi İki buçuk yıllık hilafeti süresince çok genişlemiş İslam memleketlerinde çok yönlü tecdit işini gerçekleştirmiş ve İslam memleketleri sanki melekler tarafından idare edilir bir havaya bir görünüme bürünmüştü İşte bu büyük zat onca hizmetlerine bir de hadislerin resmen tedvini gibi bütün hizmetlerine taç olacak bir büyük hizmeti ekledi Vaktiyle Resülullahın kendisine diyetler ve kısas gibi mevzularda bir sahife yazıp verdiği Amr b Hazmın torunu Medine Valisi Ebü Bekir b Muhammed b Amr İbn Hazma bu mevzuda emir gönderdi Vali de tabiinin gençlerinden fartı zeka (yüksek zeka) sahibi Muhammed İbn Şihab ezZühri‘yi bu işle vazifelendirdi Zühri resmi tedvin diyebileceğimiz bu mühim işe hemen koyuldu ve İslam hadis tarihinde ilk resmi müdevvin olma şerefini kazandı Vali Ebü Bekir b Hazm aynı işle bizzat kendisi de uğraşmasına rağmen derlediklerini gönderemeden Ömer İbn Abdülaziz Hazretleri vefat etmişti Ömer İbn Abdülaziz Hazretlerinin başlattığı bu tedvin faaliyeti yalnız Medinede İmam Zühri ile de sınırlı kalmamış Mekkede Abdülmelik İbn Abdülaziz İbn Cüreyc Irakta Said İbn Ebi Arübe Şamda Evzai yine Medinede Muhammed b Abdirrahman Küfede Zaide b Kudame ve Süfyan esSevri Basrada Hammad b Seleme ve Horasanda Abdullah b Mübarek bu işi sürdürmüş ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme bırakmışlardı Tedvin döneminden sonra hadisleri mevzularına göre sınıflandırmak suretiyle kitaplar telif etme manasında tasnif başlamış ve bu dönem İslam hadis tarihinin altın dönemi olmuştur Bir yandan Ebü Davüd etTayalisi Müsedded b Müserhed elHumeydi ve Ahmed İbn Hanbel gibi mümtaz simalar Müsnedlerini meydana getirirken; diğer yandan da Abdürrezzak b Hemmam gibi kimseler Musannefler telif ediyorlardı İbn Ebi Zib ve İmam Malik Muvattaını ve Yahya İbn Said elKattan ve Yahya İbn Said elEnsari‘nin telifatı güzideleri de yine bu altın döneme rastlar Bu zatlar Buhari Müslim Ebü Davüd Nesai ve Yahya İbn Main gibi büyük muhaddislerin şeyhleridirler Nihayet Kütübü Sittenin telif vakti gelmiş ve İslam hadis külliyatının en mevsük altı kitabı kabul edilen bu eserlerin müellifleri bir zebercet çağın kapısını aralamışlardır Hemen hemen aynı zamanlarda yaşayan bu devasa kametler aynı zamanda modern telifin de üstadlarıdırlar Zaten Buhari ile Müslim arkadaştı Tirmizi Buhari‘den ders almış bir muasırdı Nesai ve Ebü Davüd da aynı dönemin hadis pirleriydi Bunlarla Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) arasında ancak üçdört nesil vardı ve bu nesillerin altın silsilelerini teşkil eden halkalar yalanın rüyalarına dahi girmediği büyük zatlardan meydana geliyordu Dinin yarısını teşkil eden sünnet bu şekilde şek ve şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde en mevsük kanallardan alabildiğine hassas ve kılı kırk yaran muhakkik zatlar tarafından hem de ta sahabe tabiin ve tebei tabiin döneminden başlayarak kaydedilmiş ezberlenmiş muhafazaya alınmış ve sonra da harfi harfine nakledilmiş kitaplara geçmiş ve bu günlere gelip ulaşmıştır Evet sünnet sahabe tarafından bir dini kaynak önemli bir rehber bereketli bir Kuran tefsiri olarak değerlendirildiği sahip çıkıldığı gibi tabiin tebei tabiin döneminde de daha da artan bir iştiyakla sahip çıkıldı ve daha sonraki çağlara taşındı Sahabe ve Tabakatı Sahabe Sahabenin tarifi ve kime sahabi deneceği mevzuunda en tercihe şayan görüş Hafız İbn Hacere ait olanıdır Ona göre sahabi: Allah Resülü‘nü (sallallahu aleyhi ve sellem) görüp az dahi olsa sohbetine eren Onu dinleyen ve bu ahd ü peyman içinde vefat eden mü‘min insandır Bazıları Allah Resülü‘yle (sallallahu aleyhi ve sellem) bir yıl hatta iki yıl birlikte olma şartını ileri sürmüşlerse de cumhura göre Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek

atmosferi içine giren ve o atmosferden kalbine ve ruhuna ilhamlar akseden az buçuk Onun nurlu ikliminden istifade edip ve vade vefa içinde ölüp giden her mü‘minin sahabi sayılacağında ittifak vardır Kafir Resülullahı (sallallahu aleyhi ve sellem) elli bin defa da görse sahabi olamaz Şüphesiz her sahabi aynı derecede değildir Sahabinin de kendi aralarında tabakaları vardır Yolların bütünüyle sarpa sardığı dönemde Allah Resülü‘ne (sallallahu aleyhi ve sellem) iman edenlerle hicretten ve en nihayet fetihten sonra iman edenler herhalde aynı kategori içinde mütalaa edilemezdi Mesele Kuranda ve sünnette de böyle ele alınmıştır İlgili ayetlerde muhacirlerin ve ensarın ilklerinden bahsedildiği gibi fetihten önce infak edip savaşanların fetihten sonra infak edip savaşanlardan daha üstün bir dereceye sahip oldukları da yine Kuranda anlatılan gerçeklerdendir Ayrıca bu farklılığı Efendimizin tercihlerinde görmek de mümkündür Mesela bir defasında Hz Halid Hz Ammar b Yasiri incitince Allah Resülü Hz Halidi ciddi azarladı Hz Halid sabikünu evvelündan bir başkasıyla arasında benzer bir hadise vuku bulduğunda da yine aynı muameleye maruz kaldı ve: Benim ashabıma ilişmeyiniz sözünü işitti Bir başka defasında Hz Ömer Hz Ebü Bekiri incitince bu defa Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz Ömere kaşlarını çatarak; Hepiniz beni inkar ettiğiniz zaman o beni tasdik etti Ashabımı bana bırakmalı değil miydiniz ikazında bulundu Hz Ebü Bekir dizleri üzerine çöküp: Suç bendeydi ya Resülallah demesi ise Ebü Bekirce bir davranıştı ve genel havayı tadile matuftu Sahabenin tabakalarıyla alakalı en iyi taksim ve tespit Müstedrek sahibi Hakim enNisabüri‘ninkidir Ona göre sahabe on iki tabakaya ayrılır: Raşid Halifeler ve onlarla beraber ilk iman edenler; bilhassa Aşerei Mübeşşereden geriye kalan altı sahabi Darü‘lErkam ashabı yani Hz Ömerin Müslümanlığından önce iman etmiş olup imanlarını gizleyen ve Erkam b EbilErkamın hanesinde bir araya gelenler Habeşistana hicret etmiş olanlar Birinci Akabe Beyatında bulunanlar İkinci Akabe Beyatında bulunanlar Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) Kubadan Medineye teşriflerinden evvel mülaki olan ilk muhacirler Bedir Ashabı Bedirle Hudeybiye vakası arasında hicret edenler Beyatü‘rRıdvan Ashabı Halid b Velid ve Amr İbnü‘lAs gibi Beyatü‘rRıdvan ile fethi Mekke arasında hicret edenler Fetihten sonra Müslüman olanlar Fetihte ashabıyla vedalaşması manasında Vida Haccı ve son haccı olması hasebiyle Veda Haccı denilen hacda ve sair yerlerde Efendimizi görmüş olan çocuklar Sahabenin Büyüklüğü Sahabe enbiyadan sonra ittifakla insanlığın en büyükleridirler Mutlak fazilet enbiyaya aittir ve onlara katiyen yetişilmez Onlardan sonra sahabe gelir bununla birlikte hususi bazı faziletlerde mutlak fazilette değilBeni İsrail peygamberlerinden bazılarının seviyesine erişen sahabilerin varlığından söz edilebilir Tekrar ediyorum bu bazı sahabinin bazı faziletlerde bazı peygamberlere ulaşması demektir Aynı şekilde hususi bazı faziletlerde Şahı Geylani İmam Rabbani Muhammed Bahauddin Nakşibend gibi zatlar bir kısım hususi fazilette mercühun racihe rüçhaniyeti esasına binaen sahabiyle omuz omuza olabilir Ancak dünden bugüne her zaman din adına sözleri hüccet akılları kalbine yar kalbleri de akıllarına yar sineleri ulümi diniye akılları fününu medeniye ile

aydınlanmış her asırda İmam Ebü Hanife ve İmam Şafii gibi müeddeb zatlardan müteşekkil cumhurun ittifakıyla enbiyadan sonra mutlak fazilet sahabei kirama aittir O kadar ki çoklarınca ilk müceddit kabul edilen ve hususi bazı faziletlerde çok önde olan Ömer İbn Abdülaziz Hazretleri bile bu hususta sahabenin en küçüğüne yetişemez En büyük velilerden İmam Rabbani de mutlak fazilette: Ömer İbn Abdülaziz Vahşi‘nin ancak atının burnundaki bir toz olabilir hükmünü vermiştir Sahabeyi Yücelten Amiller Nereden gelmektedir sahabenin büyüklüğü

1 Risalet Cihetiyle Beraberlik Birincisi sahabe Allah Resülü‘nün peygamberliğiyle ve risaletiyle münasebettardır Allah Resülü‘nün vefatıyla nübüvvet kapısı kapanmış olduğundan daha sonra gelen veliler Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ancak vilayetiyle münasebet içindedirler Dolayısıyla nübüvvet ve risalet vilayetten ne kadar üstünse sahabe de en büyük velilerden o kadar üstündür 2 İnsibağ Keyfiyeti İkincisi Sohbette insibağ vardır Büyük bir zatın eserlerini defalarca okumak onun huzurunda birkaç dakika durmanın kazandıracağı şeyi kazandıramaz Huzurda bulunma ve sohbetten doğrudan doğruya istifade etme hele Allah mehabeti altında yaşayan insanın sözlerinde bakışlarında yüz işmizazlarında dudak ve el hareketlerindeki ruhu manayı yakalama ne yazılır ne de kitaplarda okunur Allah Dostunun namazını Onun ayakta nasıl durduğunu nasıl rükü ve secde ettiğini kitaplar yazar ama sinesinin ızdırabını Allah karşısında iki büklüm olmasını kıvrım kıvrım kıvranmasını ancak ve doğrudan doğruya onun atmosferine girme onunla arkadaş olma diz dize gelme ve huzurda bulunma verebilir İşte sohbetteki bu insibağı anlamayan sahabeyi anlayamaz ve onun büyüklüğünü kavrayamaz Sahabe olmak için mekanın üstüne çıkmak 1400 sene öteye gitmek ve o uzak noktadan ötelerde bir yerlerden yıldızları seyreder gibi onları seyretmek bizzat Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna dehalet edip Dahilek ya Resülallah demek lazımdır 3 Doğruluğun Peşinde Olmaları Üçüncüsü sahabenin hayatında şakacıktan da olsa yalan yoktur En doğru söyleyenin bile birkaç yalanının olduğu günümüzde bunu anlamak oldukça zordur Onlar o gün yeni Müslüman olmuştular Müslüman olmuş yalandan ayrılıp doğruya gelmiş ahlaksızlıktan ayrılıp ahlaka ulaşmış karanlıktan uzaklaşıp ışığı yakalamış ve kendilerine vaad edilen güzelliğe ermek için mallarını ve canlarını seve seve feda etmişlerdi Çok pahalıya satın aldıkları bu değeri öyle ucuza satıp feda edecek değillerdi Sadıkı Masdük Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) makamı olan sadakat etrafında kümelenmiş bu insanlar Müseylimetü‘lKezzabın makamı olan yalana asla tenezzül etmez ve böyle süflilerden süfli bir makama düşmek istemezlerdi Binaenaleyh sahabiyi düşünürken o müthiş inkılap içinde ayın kürrei arzdan kopup son hızla uzaklaşması ve her geçen gün biraz daha uzaklara gitmesi mülahazasıyla bakılmalıdır ki bu mesele anlaşılabilsin evet sahabe yalandan yalancı bir dünyadan kopup son hızla uzaklaşmış ve bir daha da o çıyan yuvası yalanın dolanın aldatmanın ve her türlü laahlakiliğin yaşandığı anlayışa dönmemişti Siyasetin yalana revaç verdiği ahlakın yanında ahlaksızlığın yümnün yanında yümünsüzlüğün ticaretinin yapıldığı günümüzde bunu duyup hissetmek çok zordur zannediyorum

Bunu duyup hissetmeyince de sahabei kiramı kendimiz gibi sanacak ve gökteki melekleri ya da yıldızları yerdeki yıldız böcekleriyle bir tutmak gibi bir garabet içine gireceğiz 4 Vahyin Oluşturduğu Canlılık Dördüncüsü Asrı Saadette birbiri ardına sahabe üzerine semavi sofralar iniyordu Göklerin ve yerin Malikinden Melikinden her gün yeni yeni mesajlar geliyor ve sahabe her gün bu mesajlarla adeta yıkanıp arınıyordu Bir gün ezanın teşrii öbür gün kametin teşrii bir başka gün nikahın teşrii ve bilahare dört kadınla sınırlandırılması sonra da şarta bağlanması içkinin yasaklanıp eldeki kadehlerin yere çalınması ta ruhlarının derinliklerine işleyen ilahi ve semavi sofralardan sadece birkaçıydı Ayrıca bu sofraların bu mesajların bir yanında her zaman kendileriyle alakalı bir hususu ve bazen gizli bazen açık kendi isimlerini bile yakalayabiliyorlardı Mesela; dan sonra denirken gözler çok defa Hz Ebü Bekire denince Hz Ömere denince de Hz Osmana dönüyordu okununca bakışlar Enes b Nadrın kahramanlığı ve şehadetinin etrafında geziniyor; hatta Enes İbn Malik de mezarında amcasına bakıyordu Sonra Allah Resülü Übey b Kabı çağırıyor ve Beyyine süresini sana okumamı Allah bana emretti diyor Übey: Adımı da söyledi mi ya Resülallah diye soruyor ve: Adını da söyledi cevabını alıyordu Yine Allah: ayetinde Resüli Ekremin (sallallahu aleyhi ve sellem) azatlısı ilklerin ilklerinden Zeyd b Harisenin adını anıyordu Evet Allah onları onlar da hep Allahı anıyorlardı Gölgesini olsun rüyalarımızda yakalamamızın bize bir hafta yettiği Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla Onun azamet ve kudsiyetine münasip bir şekilde sürekli Allahla münasebet içindeydiler Onların hayatları bu seviyede yakaladıkları anlayış idrak basiret ve marifet içinde sürüp gidiyordu İşte Kuranı ve Sünneti bize nakledenler bu seviyedeki insanlardı; yalana tenezzülleri asla mümkün olmayan bu insanlar İşte Kuran ve Sünnet de böyle sağlam insanlarla öyle sapasağlam perçinlenmişti ki artık onlardan sonra da bu durumu değiştirmek mümkün olmayacaktı 5 Zor ve Çetin Dönemde Sahip Çıkmaları Sahabei kiram İslama sahip çıkmanın çok pahalı olduğu bir zamanda sahip çıktı Bugün de pahalıdır bu iş ama çok daha pahalı olduğu öyle zamanlar olmuştur ki bir beldede bu meseleye sahip çıkan bir mü‘min Akifin: Nerde yaranım diyorken ben bülend avaz ile Nerde yaranım diyor vadi beyaban kühsar beytinde ifade ettiği yalnızlık içindeydi Sahabei kiram bundan da öte bir yalnızlık ve bir vahşet içinde Allahın dinine ve peygamberine sahip çıktılar Hem öyle bir zamanda ve öyle şartlar altında sahip çıktılar ki Muhyiddin İbn Arabi‘nin Muhadaratü‘lebrar ve müsameretü‘lahyarında naklettiğine göre Hz Ebü Bekir Hz Ebü Ubeyde İbn Cerraha Hz Aliye ulaştırması için söylediği şu sözler onu tasvire yeter zannediyorum: Ya Ali sen çocuktun; sağını solunu daha bilmiyordun Biz ölümü birkaç defa göze almadan sokağa çıkmaya cesaret edemezdik; çıkarken de başımızda kılıçların kavis çizeceğini düşünürdük Zağlanmış hançerlerin bağrımıza saplanmasını hesaba katmadan kimseye ‘Allah birdir diyemezdik Bu seviyede bu buudda İslamı tanımış ve yakalamıştı onlar ve bir hamlede gözleri açılmıştı ötelere Mesela bir defasında Haris b Malik mescitte yatıyordu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini ayağıyla dürtüp uyandırdı Her sahabinin dediği gibi: Anam babam sana feda olsun bir emriniz mi var ya Resülallah dedi Nasıl sabahladın diye sordu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona

Haris (radıyallahu anh): Hak mü‘min olarak sabahladım; hak mü‘min olarak kendimi idrak ediyorum cevabını verdi Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem): Her hakkın bir hakikati vardır; peki senin bu imanının hakikati nedir sorusuna da: Gündüz oruç tuttum; gece de sabaha kadar Rabbimin karşısında kemerbestei ubüdiyet içinde büklüm büklüm oldum ya Resülallah Şu anda öyle bir ruh haleti içindeyim ki Rabbimin Arşını ehli Cennetin ferihfahür Cennette sağdan sola gidip gelişini görür gibiyim karşılığında bulundu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle mukabele etti ona: Sen öyle bir insansın ki tepeden tırnağa iman kesilmişsin İşte onlar Allaha (celle celaluhu) bu derece yaklaşmıştı ve Allah da bir kudsi hadisinde ifade ettiği gibi onların gören gözleri işiten kulakları konuşan dilleri tutan elleri olmuştu Kuranı Kerimde Sahabe İmam İbn Hazm kendisi gibi pek çok müçtehit ve eimmenin kanaatine tercüman olarak: Sahabei kiramın bütünü ehli Cennettir der İçlerinde Aşerei Mübeşşere gibi bazılarının hayatta iken Cennetle müjdelenmesi onların Cennette de belli bir payeye sahip olmalarından dolayıdır Kuranda ve sünnette bu görüşü destekleyen pek çok deliller vardır Evvela Kuranı Kerim Fetih süresinin son ayetinde sahabeyi şöyle tavsif eder: Muhammed Allahın Resülü‘dür İmanı billahtan sonraki en büyük hakikat; Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahla insanlar arasında mukaddes bir vesile ve vasıta oluşudur Onunla beraber bulunanlar ve Onun maiyyetinde olanlar ise küfre ve kafirlere karşı çok çetindirler; (bükülmez kol bükülmez bel ve temenna durmaz kamet) Kendi aralarında yumuşaklardan yumuşak ve rahim mi rahimdirler(Hayatları namazdan ibarettir denecek derecede o kadar çok namaz kılarlar ki) sen onları rükü ve secdede görürsün Allahtan fazl ve razılık diler dururlar ‘Allahım Cennet bizden uzak ama Senin fazlınla ayağımızın ucu burnumuzun ucu iki kaşımızın arası kadar yakındır Allahım İman ışığını eğer Sen yakmazsan o bizden çok uzak; fakat Senin fazlınla yakınlardan daha yakın bir meşaledir Allahım Razılığını isteriz; Sen verirsen her şey olur; vermez mahrum edersen insan her şeyden mahrum kalır der ve bunu virdi zeban ederler Secde emaresi alınlarında bellidir Onların alınlarında nürefşan bir nişan sezer ve secdeden meydana gelmiş izler görürsünüz Onları hiçbir şeyden tanımasanız bile yüzlerindeki secde izlerinden yüzlerinin behcet ve beşaşetinden tanırsınız Onların nasiyeleri pırıl pırıl dırahşan ve şülefeşandır İşte Tevrat onları böyle anlatmaktadır İncil ise onlardan şöyle bahseder: Bir ekin ki ruşeym halinde başını taştan topraktan dışarı çıkardı Derken hemen büyüdü ve boy attı Ve ardından da kalınlaştı Ve gövdesi üzerine doğruldu (ve salınmaya durdu) Öyle ki ekini ekeni tohumu saçanı bile hayrette bırakacak derecede (çabuk büyüdü küfre dalalete baş kaldırdı bütün dünya ile hesaplaşacak seviyeye ulaştı) Küffarı gayz içinde bıraksın diye: Allah onlardan iman edip salih amelde bulunanlara mağfiret ve ecri azim vaad etti Nedir Allahın vaad ettiği ecri azim Kuran bunu tasrih etmiyor; çünkü sürpriz yapacak Allah; gözlerin görmediği kulakların işitmediği mükafatlarla mükafatlandıracak onları; Cennetine koyup Firdevsiyle serfiraz etmesi ise onlara bir unvanı eltafı Bir gün çocuğu şehit olmuş bir kadın Allah Resülü‘ne gelerek: Ey Allahın Resülü eğer

Harise şehit olduysa ve eğer Cennete girdiyse ağlamayacağım; yok böyle değilse kıyamete kadar üstümü başımı yırtacak ve ağlayacağım dedi Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kadına şu hayatbahş cevabı verdiler: Cennet bir değil ki Senin oğlun Cennetin en yükseği olan Firdevstedir Bu sonradan iman etmiş genç bir sahabiydi Sonradan iman etmiş sıradan bir sahabi Cennetin en yükseğine giderken sünneti bize nakleden ve hakikati Ahmediyeyi günümüze taşıyan büyük sahabilere yalan isnadında bulunmanın bulunup ehli Cehennem görmenin insanı nereye götüreceğini düşünmek gerekir Yine Kuranı Kerim buyuruyor: Muhacirlerden ve ensardan o ilkler o önde gidenler ve bir de ihsan şuuruyla onlara tabi olanlar var ya Allah onlardan razı onlar da Allahtan razıdırlar Allah onlardan her nefse: * * * Ey itminana ermiş tertemiz nefis sen Allahtan Allah da senden razı olarak Rabbine dön Kullarımın içine katıl ve gir cennetime der Evet bazıları sahabeden razı olmasa da Allah onlardan razıdır; bazıları Cenneti onlara çok görse de: Allah onlara altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır Hem orada ebedi kalacaklardır Ve bu büyük bir mükafat büyük bir kazançtır Muhacirler yurtlarını yuvalarını bırakmış ve tabii ondan önce de beşeri arzularından nefsani isteklerinden hicret etmiş masiyetten itaate nefsanilikten ruhaniliğe ve Mekkeden Medineye göç etmiş insanlardır Ensar ise onlara bağırlarını açan onları kucaklayan ve onları barındıran kutlulardır Bu öyle bir kucak açma ve barındırmadır ki sadece şu kesitten rasat yeter insana: Sad İbn Rebi Allah Resülü‘nün onunla aralarında kardeşlik kurduğu Abdurrahman İbn Avf Hazretlerini götürür evine ve iki hanımını göstererek: Bak kardeşim sen hicret ettin; fedakarlık yaptın Şu iki hanımdan hangisini istersen boşayayım iddetini beklesin sonra da onunla evleniverirsin der İbn Avf ise: Kardeşim Allah sana zevcelerini mübarek kılsın Sen bana bir ip ver ve pazarın yolunu göster der ve Mekkenin tüccarı Medine pazarlarında hamallığa yürür Evet bu öyle bir kucak açma ve barındırmadır ki Devsten gelip Müslüman olan ve Resülullahın yanından ayrılmama uğruna sünneti gelecek kuşaklara aktarma adına gündüzleri saim geceleri kaim; aç sabahlayıp aç geceleyen ve çok defa açlıktan sara tutmuş gibi yerlerde kıvranan Ebü Hüreyre Hazretleri kendi gibi açlığa müptela olmuş birini anlatır; bu zat Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna gelir ve: Ya Resülallah günler var ki ağzıma bir lokma bir şey koymadım der Bunun üzerine Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) süt halalarından olduğu söylenen Ümmü Süleymin ikinci kocası o müthiş insan ve en çok sevdiği hurma bahçesini Allah yolunda infak eden Ebü Talha onu alır ve evinde misafir eder Ne var ki evde yiyecek öyle fazla bir şey de yoktur Zevcesi Ümmü Süleyme: Çocukları akşamdan yatır ve ne varsa sofraya koy Mumu da daha iyi yakayım derken söndürüver Karanlıkta kimin ne yeyip ne yemediği belli olmayacağından ben kaşığımı tabağa boş götürür getiririm; böylece misafirimiz de karnını doyurur der Öyle yaparlar ve derken misafir de karnını doyurma fırsatı bulmuş olur Sabah namazında her ikisi de Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında yerlerini alırlar ve namaza dururlar namazı müteakip Allah Resülü geriye döner gülümser ve: Bu gece ne yaptınız Hakkınızda şu ayet nazil oldu der ve ayeti okur:

Onlardan (muhacirlerden) evvel orasını (Medineyi) yurt ve iman ocağı edinmiş olan (ensarı kiram) kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerler severler onları Onlara verdiklerinden dolayı kalblerinde en ufak bir hacet talep elem pişmanlık da duymazlar Kendileri fakr u hacet içinde bile olsalar onları öz canlarından daha üstün tutar öz canlarına tercih ederler Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa işte böyleleridir muradlarına erenler onlardır kurtulanlar Evet bugünün insanının hayallerinin bile ulaşamayacağı bir insani seviyeyi ihraz etmişti onlar Kalbleri dupduruydu en ufak bir eğrilik yoktu içlerinde ve Allah onlardan razı olduğunu daha hayatlarındayken ilan ediyordu Razı olmuştu Allah onlardan tastamam mü‘mindi onlar ve Allah O mü‘minlerden razı olmuştu hem de şüphesiz razı olmuştu İşte mini bir mealle onların manalandırılmaları; Ey Resülüm seni Mekkeye sokmadıkları zaman canlarını ve mallarını yolunda vermek her şeylerini uğrunda feda etmek ve sen ne dersen onu yapmak üzere ellerini ellerinin üzerine koyup sana biat ettikleri zaman Allah onlardan razı olmuştu razı olmuş ve kalblerindekini de bilmişti niyetlerindeki ihlası samimiyeti ve duruluğu bilmişti de onlardan razı olmuş ve üzerlerine sekine itminan temkin indirmişti Öyle ki bütün dünya karşısında tek başlarına da kalsalar itminan içindeydiler çok yakın bir gelecekte de Hudeybiye gibi bir fetih ve o ana kadar kapalı kalmış yolların açılmasını maniaların bertaraf edilmesini ihsan etmişti onlara Sahabei kiram Resülullaha verdiği sözden Onunla yaptığı biattan Allahla olan anlaşmalarından hiç dönmemişti Allaha verdikleri sözde hep sadık çıkmış ve her hadisede sadakatlerini ortaya koymuşlardı Kuran onları bu yönleriyle de yani sadakatleri söz ve ahdlerine bağlılıklarıyla da destanlaştırmakta ve medh ü sena etmektedir İşte Kurandan bir meal daha: Mü‘minlerden öyle mert oğlu mertler öyle yiğit oğlu yiğitler vardır ki Allaha verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat etmiş; onlardan kimisi ahde vefa gösterip canını vermiş; kimisi de beklemedeydi Evet onlar Allahla Cennet karşılığında Onun rızası karşılığında mal ve canlarını seve seve feda edeceklerine dair ahidleşmede bulunmuşlardı ve sonra da bu ahidlerine sadakat göstermişlerdi Cephelerde bir bir doğrandılar; dökülüp dökülüp gittiler; ekin biçilir gibi biçildiler de bir adım olsun geriye dönmediler İşte Hamza Uhudda şebi arüsunu yaşadı İşte Enes b Nadr yine Uhudda ölümle sarmaşdolaş Allahına kavuştu İbn Cahş Musab b Umeyr ve daha onlarcası Uhudda Bedirde ölümle zifaf oldular Ahidlerini yerine getiren bu kutlu yiğitlerden başka daha bazıları da vardır ki onlar da şebi arüslarını beklemekte ve cephelerde ölüm aramaktaydılar Ebü Akil bunların başında gelir: Uhudda bekledi fethi Mekkede bekledi; Mutede bekledi; nihayet Yemamede beklediğine erdi Ve bu yiğitler Allaha verdikleri sözü hiç değiştirmediler İlk gün nasıl idilerse son gün de öyleydiler Dünya onları hiç mi hiç değiştiremedi cismaniyetleri asla onlara galebe çalamadı karanlıkların yırtılacağı nurun ortalığı kaplayıp karanlık ordularının aydınlık ruhlar tarafından bozguna uğratılacağı ana kadar hiç değişiklik göstermeden hep yiğitçe davrandılar Hadisi Şeriflerde Sahabe Kuran sünneti bize intikal ettiren ve tertemiz kanal olan sahabeyi böyle destanlaştırmaktadır Şimdi bir de ashap hakkında şerefsüdür olan hadisi şeriflerin nurefşan ikliminde temaşa edelim onları 1 İmam Buhari ve Müslimin yanında kütübü sahiha rivayet ediyor; ravi hadiste ashabın gençlerinden ve kendisini Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) gibi Allah Resülü‘ne (sallallahu aleyhi

ve sellem) vakfedenlerden Ebü Said elHudri: Ashabım hakkında uygunsuz sözler söylemeyin Eğer sizden birinin Uhud Dağı kadar altını olsa ve bunun tamamını Allah yolunda infak etse bu onların biriki avuçluk infakına hatta yarısına bile mukabil gelmez Zira onlar İslam davasına en çetin günlerde sahip çıktılar Dolayısıyla ashabı kirama dil uzatmak bir Müslümanın yapacağı iş değildir Dün bir kısım batıl mezhep taraftarlarına bugün de İslama cibilli düşman müsteşriklere uyan ve batının sanayi şoku teknoloji şoku karşısında şaşkın; hatta onları İslami ilimlerde de mihrap edinen birtakım zavallı Müslümanların yaptığı gibi biz ashab hakkında asla uygunsuz sözlerde bulunmayız ve de bulunmamalıyız 2 Tirmizi Ahmed b Hanbel ve İbn Hibban Abdullah b Mugaffelden rivayet ediyor: Allah Allah Aman ashabım hakkında söz söylemekten sakının Allah Allah Aman ashabım hakkında söz söylemekten sakının Zinhar benden sonra onları hedef almayın Onları seven beni sevdiği için sever; onlara buğzeden bana buğzettiği için buğzeder Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş bana eziyet verense Allaha eziyet etmiş sayılır Allaha eziyet vereni de Allah hemen cezalandırır 3 Yine İmam Müslim rivayet ediyor: Yıldızlar sema için emniyet sebebidir; (yani semanın emniyetini nizam ve intizamını sağlayan yıldızların kendi aralarındaki nizam ve intizamlarıdır) Yıldızların nizam ve intizamı bozulduğu zaman semanın düzeni bozulur ve sema için varid olan tehdit zuhur eder Ben de ashabım için bir emniyet ve güven kaynağıyım (Hayatta kaldığım sürece ashabım arasında nizam intizam ve güven devam edecektir) Ben gittiğim zaman ashabım için varid olan tehdit onların başlarına gelecektir Ashabım da umum ümmetim için bir emniyet ve güven kaynağıdır Ashabım gidince de ümmetimin başına çok şey gelecek ve çeşitli gaileler açılacaktır Kıyametin vuküu yıldızların tesbih taneleri gibi etrafa saçılmalarıyla meydana gelecektir Aynı şekilde Efendimiz ashabı için; ashabı da ümmeti için tesbihin imamesi gibidirler Allah Resülü ashabının nizam ve intizamı adına kendini; içinde ebrar evliya asfiya ve mukarrabinin bulunduğu ümmeti için de ashabını nazara vermektedir 4 Buhari Müslim ve daha başka kütübü sahihanın rivayet ettiği bir diğer hadisi şerifte de Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: İnsanların en hayırlıları benim şu içinde bulunduğum asırda yaşayanlardır (Ak Çağ bu aydınlık çağdır) sonra onların peşinden gelenler (tabiin) daha sonra da onların peşinden gelenler (tebei tabiin) Onlardan sonra (kötü) bir nesil gelecek Birinin şehadeti yeminini yemini de şehadetini geçecektir Sonra yalan asrı gelir Şehadetleri yeminlerinin yeminleri de şehadetlerinin önüne geçen hulfulvaad asrı; yalan yalan yere yemin ve yalancı şahitlik çağı Sahabe Tabiin ve Tebei Tabiin Asrı yalanın olmadığı ve yalandan alabildiğine uzak ve müberra kalındığı asırdır Tebei tabiinden sonra yalan zuhur etmiş Mutezile imamları Mürcie imamları Müşebbihe imamları yalana çanak tutmuşlardır Ve artık herkes yalan söylemektedir Müsteşrikler yalan söylemekte sahabe tabiin ve tebei tabiine yalan isnad edenler yalan söylemekte ve ilimde batıyı mihrap edinen; batı karşısında başı dönmüş şoke olmuş zavallılar da bu yalana ortak olmaktadırlar

5 Taberani ve İbn Esirin Küfeye gönderirken Hz Ömerin kendisi hakkında: Ey Küfeliler sizi nefsime tercih etmeseydim İbn Mesudu size göndermezdim dediğini rivayet ettikleri Abdullah İbn Mesuddan hadis kitapları şunu naklediyorlar: U r r Allah kendisine kullukla serfiraz olanların kalblerine baktı baktı da Hz Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem) seçti ve mahlukatına nebi olarak gönderdi Sonra da insanların kalblerine baktı (ve Ona ümmet olabilecek kendisi gibi ısmarlama insanlar olarak) Onun ashabını seçti; (Ebü Bekiri seçti Ömeri seçti Osmanı Aliyi Zübeyri Talhayı Abdurrahman İbn Avfı Ebü Ubeyde İbn Cerrahı seçti) onları dininin yardımcıları ve peygamberinin vezirleri yaptı 6 Yine Ebü Nuaym Hilyesinde Abdullah İbn Ömerden naklediyor: r r r Kim dosdoğru bir yol tutup gitmek istiyorsa şu ölüp gidenlerin yolunu tutsun Zira onlar Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıdır: Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı Onun ümmetinin en hayırlılarıdır (Ümmet içinde büyük insanlar gelebilir evliya asfiya gelebilir ama mutlak hayır ve fazilet ashabı kirama aittir) Onlar ümmet içinde kalbleri en temiz en duru ilimleri en derin ve (kulluk adına) tekellüften (yapmacıklıktan) en uzak olanlardır Onlar Allahın Nebisine dost olarak seçtiği dinin tebliği insanlara ulaştırılması için ihtiyar ettiği kimselerdir Ahlakınızı ahlaklarına gidişatınızı gidişatlarına benzetmek için çaba sarf edin Onlar Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıdır Allaha o Kabenin Rabbine yemin olsun ki Allah Resülü‘nün ashabı dosdoğru bir hidayet üzereydiler 7 Yine Hilyede İbn Mesudun şöyle buyurduğu rivayet edilir: r : : Sizin orucunuz namazınız ve ibadet adına cehdiniz sahabeninkinden ileri olabilir (Bu hususi yönlerinizle ashabı Resülullahı geride bırakabilirsiniz İçinizde Mesruk b Ecda gibi hiç yatağa girmeyen ve her geceyi Kabenin yanında secdede geçiren insanlar bulunabilir Tavus b Keysan gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını eda edenler olabilir Esved b Yezid enNehai gibi sabaha kadar Allah karşısında kemerbestei ubüdiyet içinde el pençe divan duranlar da olabilir) Ama sahabei kiram sizden daha hayırlıdır; çünkü dünya umurlarında değildir (Yani dünya onların ellerinden gitse idi ‘Ah çekmez; bütün dünyayı kazandıklarında da ‘Oh demezlerdi) Bütün rağbetleri (bütün çalışmaları) ahiret içindi (yani yalnızca ahiretin peşindeydiler Müksirünu Sahabeden Bazıları Müsteşriklerle onların İslam dünyasındaki takipçilerinin hücum oklarına en fazla maruz kalan sahabiler hadis ıstılahında Müksirünu Sahabe denilen çok hadis rivayet etmiş olan ashabı Resül (sallallahu aleyhi ve sellem) ve bunların başında da Ebü Hüreyre Hazretleridir Dinimiz bize sahabei kiram vasıtasıyla intikal etmiştir; dolayısıyla da onlara dokunan her şey dinimize dokunmuş sayılır Yaşayan Müslümanlar olarak bugün emanet artık bizim üzerimizde olduğu için dinimizi ona dokunacak her şeyden korumak da bize düşer Sahabei kiram vazifelerini şerefle yapıp gittiler; hayatları tan u teşniin ulaşamayacağı bir kuşakta geçti Aslında onların korunmaya ihtiyaçları da yoktur; ancak o pak damenler bahane edilerek temelde dinimiz hedef alındığı için bu bahanenin yersizliğini tutarsızlığını göstermek gerekmektedir İslam tarihinde ilk asırlar çok duru ve çok pak geçti Ne zaman yabancı düşünce ve felsefi

akımlar Müslümanların arasına girdi ondan sonra Mutezile Cebriye Mürcie Müşebbihe gibi değişik batıl mezhepler zuhur etti Bu mezheb erbabı kendi heva ve heveslerini okşamayan meselelerde hadis uydurma yoluna girdiler ve kendi heveslerine muhalif hadisleri rivayet eden sahabileri de tenkit oklarına hedef aldılar O ilk dönemlerde Ebü Hüreyre gibi hadisin direği büyük ve şerefli sahabileri tenkit eden ve karalamak isteyen ya Nazzam gibi Mutezile imamları ya da Ebü İshak gibi Şia imamlarıydı Aslında her sahabi gibi Ebü Hüreyre de şerefiyle yaşayıp gitmiş yüzümüzün akı şahsiyetlerdir Bu itibarla konunun ehemmiyetine binaen şimdi de Hz Ebü Hüreyre başta olmak üzere İbn Abbas İbn Ömer ve İbn Mesud gibi hadisin direği ve pek çok hücuma maruz kalmış sahabileri kısa da olsa tanımaya çalışalım: 1 Ebü Hüreyre Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) Yemenin Devs kabilesindendir Hicretin yedinci yılı başında Müslüman olup Medineye hicret etmiş ve Allah Resülü‘yle dört yıl bir arada kalma şerefine nail olmuştur Kabilesinin reisi olan Tufeyl b Amr Müslüman olduktan sonra gerilmiş yaydan fırlayan bir ok gibi Devsin içine girmiş ve mukaddes bir alev bir ateş halinde herkesin kalbini tutuşturmuştur İşte Ebü Hüreyre bu zatın elinde Müslüman olup Medineye hicret eden muhacirlerdendir Hz Ebü Hüreyre Medineye geldiğinde Resülullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber seferindeydi Bu itibarla da Ebü Hüreyre hemen Haybere koşmuş ve en seri şekilde Efendimize mülaki olmuştu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine adını sormuş Abdüşşems cevabını alınca da: İnsan ayın güneşin kulu olamaz; sen Abdurrahmansın diyerek adını Abdurrahman koymuştu Ama o daha çok Ebü Hüreyre diye maruftu Bir gün Allah Resülü onu kucağında taşıdığı kedilerle görünce ona Eba Hirr (kedi babası) diye hitap etmişti ki ondan sonra hep Ebü Hüreyre diye anıldı O da daha çok Ebü Hirr diye anılmayı severdi Zira fakir mütevazi ve bir mahviyet insanı olarak o kendine en çok yakıştırdığı kedi babası tabiriydi Ayrıca Resülullah sevdiği bir anda sevdiği bir noktada ona Ebü Hirr demişti o da kendisinin bu adla çağrılmasını istiyordu Sırf bu bile onun Resülullaha ne derece bağlı olduğunu göstermeğe yeter Ebü Hüreyre Müslüman olmuştu ama bir derdi vardı ve ona göre bu büyük bir dertti annesi henüz Müslüman olmamıştı Bu büyük sahabi kendisini yetim büyüten annesini Müslümanlığa çekmeyi hem bir vazife hem de vefa borcu biliyordu Bir gün Resülullaha gelerek: Ya Resülallah dua etmez misin Ebü Hüreyrenin annesi de ‘La ilahe İllallah desin istirhamında bulundu Sonra Allah Resülü ellerini kaldırıp dua buyurunca bu füze hızıyla İslama giren ve Allah Resülü daha ellerini indirmeden duasının kabul olacağına inanan genç ve taze Müslüman ok gibi fırlayıp evine koştu Her gün: Acaba bugün anneme bir şey anlatabilir miyim kalbine girebilir miyim ümidi ve: Acaba bugün de beni reddeder mi yine yadırgar mı endişesiyle koştuğu evin kapısının tokmağına dokunduğunda içerden annesinin: Dur olduğun yerde kal sözünü işitti Kadın La ilahe illallah dedikten sonra boy abdesti alması lazım geldiğini öğrenmişti Biraz sonra başında örtü kapıyı açtı ve: Oğlum işte dediğin şeyleri diyorum: La ilahe illallah Muhammedün Resülullah Ebü Hüreyre müjdeyi vermek üzere bu defa da hemen Resülullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) koştu; koştu ve duanın kabulü onda ikinci bir ümit hasıl etmişti: Ya Resülallah dua et mü‘minler beni ve annemi sevsinler istirhamında bulundu Allah Resülü ellerini kaldırıp yine dua buyurdular: Allahım Ebü Hüreyreyi ve annesini mü‘minlere sevdir Evet mü‘minler Ebü Hüreyreyi sever; onu kimlerin sevmediğini ise okuyucunun izan ve anlayışına havale ediyorum Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) Allah Resülü‘nden gece gündüz hiç ayrılmadı O bir zeka

ve hafıza kahramanıydı Gecenin üçte birinde uyur üçte birinde ibadet eder evrad ve ezkarını okur; kalan üçte birinde de hafızasındaki hadisleri unutmamak için tekrar ederdi Aynı zamanda o bir ilim adamı bir fakih bir hadis hafızı da olmuştu Bir gün mescitte: Allahım bana hiç unutmayacağım bir ilim nasip eyle diye dua ederken Allah Resülü duymuş ve mescidi ihtizaza getirecek şekilde: Allahım amin demişti Ebü Hüreyrenin çok hadis bilmesinin arkasında duasına Allah Resülü‘nün böyle Amin demesi de söz konusu idi Yine bir gün Allah Resülü‘ne: Ya Resülallah senden duyduğum hiçbir şeyi unutmak istemiyorum deyince Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): Ridanı çıkar yere yay buyurdular Ebü Hüreyre de öyle yaptı ve Allah Resülü ellerini açıp dua buyurduktan sonra gaibden bir şeyle dolmuş gibi mübarek ellerini getirip o ridaya boşalttı; sonra da: Onu dür ve bağrına bas buyurdu Ebü Hüreyre bu hadiseyi anlattıktan sonra: Dürdüm ve bağrıma bastım Yemin ederim artık bundan sonra Resülullahtan duyduğum hiçbir şeyi unuttuğumu hatırlamıyorum derdi Daha hayattayken kendisine: Çok hadis rivayet ediyorsun diyenlere kemali safvet ve samimiyetiyle: Muhacir kardeşlerim çarşılarda alışverişle ensar kardeşlerim de ziraatlarıyla meşgul olurken ben karın tokluğuna Resülullaha hizmet ediyordum cevabını verirdi Gerçekten de öyleydi ve o Resülullahtan (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç ayrılmadı Günlerce aç kaldığı olur ve visal orucu tutardı; yani iftar için bir şey bulamazdı da yeniden oruca niyetlenirdi ve böylece üç gün dört gün üst üste oruç tuttuğu olurdu Bazen açlıktan sara tutmuş gibi yerlerde kıvranır ve gelen geçene hem: Bana Kuran okuyacak yok mu hem de: Bana yemek yedirecek yok mu manasında: derdi Çok defa Caferi Tayyardan başka halinden anlayan olmazdı; hatta bazıları kendisine birkaç ayet okur geçerlerdi Ebü Talib ailesinin yüz akı Hayber Gazvesi sırasında Habeşistandan Medineye hicretlerinde Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem): Bilmem ki Hayberin fethine mi Caferin gelişine mi sevinsem buyurduğu Allah Resülü‘yle az bir zaman kaldıktan sonra Mutede şehit olup Caferliği de Aliliği de Aliye bırakan ve hakkında Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem): Cafer Cennette yeşil kanatlarla sağdan sola pervaz ediyor müjdesinde bulunduğu Caferi Tayyar ise onu alır evine götürür ve karnını doyururdu Ve zaman zaman Allah Resülü‘nün doyurduğu da olurdu Bu ilim dağarcığı Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu şeylerin bir tekini bile kaçırmamış ve kıyamete kadar baki kalmak üzere kemali ihtimamla kendinden sonrakilere nakletmişti Kuranda: ‘Apaçık delilleri ve hakikatleri ve göndermiş olduğumuz hidayet nurunu Biz insanlar için kitabda açıklayıp ortaya koyduktan (ve tebeyyün ettirdikten) sonra gizleyenler var ya işte Allah onlara lanet eder ve lanet edenler de lanet eder (Bakara süresi 2/159) ayeti olmasaydı hiçbir rivayette bulunmazdım derdi Bu masum sempatik nüktedan sahabinin Allah Resülü gibi mizacı ali ve yüksek tavırlardan hoşlanan Büyükler Büyüğü bir zatın yanında dört yıl kalması ve kurbiyetinin hiç mi hiç yadırganmaması bile onun büyüklüğünü göstermesi bakımından yeter zannediyorum Bir büyüğe yakın olmadan bunun ne demek olduğu anlaşılamaz Rehi sevdaya girdim; namus ar bana lazım değil demedikçe de büyüklere yakın olunamaz İddia edildiği gibi sahabenin Hz Ebü Hüreyreye karşı tavrı yoktu Ensarın ilk Müslümanlarından Resülullahla Akabede ilk el sıkışanlardan ve Efendimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) hanesinde misafir etme şerefine eren İstanbulun şanlı misafiri Hz Ebü Eyyub elEnsari Hazretleri kendisinden rivayette bulunur ve: Sen ondan daha evvel Müslüman oldun ve sen de Allah Resülü‘nün sahabisisin diyenlere: O bizim duymadıklarımızı duymuştur cevabını verirdi Yalnız Ebu Eyyub elEnsari Hazretleri değil Abdullah İbn Ömer Hıbrü‘lÜmme Abdullah

İbn Abbas Cabir b Abdullah elEnsari Enes b Malik ve Vasıle İbn Eslem gibi ecillei ashab ve hadisin temel direkleri; sonra da tabiinin yedi tüla sahibi imamları; Hasan Basri Zeyd İbn Eslem mürsellerini yani kendisinden rivayette bulunduğu sahabinin adını anmadan rivayet ettiği hadisleri İmam Şafii‘nin esas kabul ettiği ve hadislerini arızasız nakletmek için Ebü Hüreyreye damat olan Said İbnü‘lMüseyyeb Said İbn Yesar Saidü‘lMakburi Süleyman İbn Yesar beş yüz sahabiden hadis rivayet etmiş olan Şabi Muhammed b Ebi Bekir ayrıca Nakşi tarikatında pir sayılan ve silsilede: O Kasım b Muhammed pek güzeldir; İnayatı keremi lem yezeldir diye anılan Kasım b Muhammed Ebü Hüreyreden aldığı hadisleri bir kitapta (sahife) toplayan ve buradaki hadislerin aynen Kütübü Sittede geçtiği bugün karbon muayenesiyle de bu sahifesinin kendisine ait olduğu ispatlanmış bulunan Hemmam İbn Münebbih Resülullah denilince gözleri dolan ve ‘Bekka diye tanınan Muhammed b Münkedir kendisinden hadis rivayet etmişlerdir Sadece bu kadar da değil; bu insanlar seviyesinde tam sekiz yüz (800) kişi Ebü Hüreyreden hadis rivayet etmiştir a Hz Ömer ve Ebü Hüreyre Hz Ömer kendisini çok severdi Bahreyne vali tayin etmişti ancak daha sonra azletmiş ve yerine başkasını göndermişti İhtimal sebebi de ticaret yapıp bugünkü bir fakirin seviyesinde sermaye sahibi olmasıydı O gün valiler idareciler halifeler sermaye sahibi olamazdı Matarasını sopasının ucuna takıp da tayin olunduğu vilayete giden ve aynı şekilde dönen valiler çoktu Zaten aksi davrananlar geriye çekilir ve icabında azledilirlerdi O bu ufacık sermayesini şüphesiz irtişa iltimas ve irtikabla toplamamıştı Suçsuzluğu anlaşılınca Hz Ömer kendisini makamına iade etmek istemiş ise de Ebü Hüreyre: Bana bu kadarlık emirlik yeter deyip kabul etmemişti Hz Ömer yalnız Ebü Hüreyreyi değil Sad b Ebi Vakkas gibi Aşerei Mübeşşereden bir zatı ve Umeyr İbn Sad gibi sahabenin önde gelenlerini de vazifeden almıştı Hatta Medayin halkı valileri Sad b Ebi Vakkastan: Namazı tadili erkana riayet etmeden kıldırıyor diye şikayette bulununca Hz Ömer İran fatihi bu büyük sahabiyi sorguya çekmiş bunun üzerine Sad b Ebi Vakkas dolmuş hüzünlenmiş ve: Bunlar mı bunu bana diyor demiş sonra da geçmişinden bazı şeyler anlatma lüzumunu duymuştu: Biz bu işe öyle bir zamanda sahip çıktık ki yiyecek bir şey olmadığından ağaç yaprakları yer ve koyunların tersi gibi ıtrahatta bulunurduk Bir gece o kadar açtım ki idrarımı yaptığımda idrarın topraktan çıkardığı sesle yenecek bir cisim var gibi geldi bana Elimi attım ve bir deri parçası buldum Yıkadım azıcık ısıttım ve ağzımda çiğnedim O bana yirmi dört saat yetmişti Biz İslama o günlerde sahip çıktık Şimdi falan oğulları kalkmış ‘Sad namaz kılıyor namazında tadili erkan yok huşü hudü yok Allaha karşı teveccüh yok diyorlar Ve Sad İbn Ebi Vakkas (radıyallahu anh) bir daha da Medayine dönmek istememişti Evet; Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) azledilmekte de vazifesine geri dönmek istememekte de tek değildi b Hz Ali Hz Osman ve Ebü Hüreyre Bazılarının iddia ettiği gibi ne Hz Osman ne de Hz Ali Ebü Hüreyrenin karşısındaydı Vakıa bir gün Resülullahtan Halilim diye bahsedince Hz Ali kendisine: Resülullah ne zaman senin halilin oldu demişti ama bu Hz Alinin safvet samimiyet ve ihlasının böyle bir sözü Alice tevfik edememesinden ileri gelmişti Bir insanın sevdiği bir kişi hakkında Halilim demesinde yadırganacak bir şey yoktur Ayrıca Hz Ali (radıyallahu anh) gibi sabıkündan daha sabık olan ve hanei saadette yetişen birisi bunu Ebü Hüreyreye söyleyebilirdi Emsal arasında konuşulabilir bu; ama aşağıdan birisinin Ebü Hüreyreyi tan etme maksadıyla söylemesi asla doğru olamaz Sonra bunu Hz Alinin Ebü Hüreyreye tanı olarak görmek de neyin tan olduğunu neyin tan olmadığını bilmemek gibi bir şey

c Emeviler ve Ebü Hüreyre Hele Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) iddia edildiği gibi Hz Aliye ve Ehli Beyte karşı Emevilere de katiyen dost ve müdahin değildi Fitneler zuhur edince o her tarafta şu hadisi rivayet edip geziyordu: Fitneler olacak O fitnelerde oturan (fitnelere karışmak için) ayakta durandan ayakta duran fitnelere yürüyerek girenden yürüyen de bilfiil fitneye koşup karışandan hayırlıdır Bu onun içtihat ve düşüncesiydi Belki fitneleri bastırmak için Hz Alinin yanında yer alması icap ederdi İhtimal Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadisi o döneme bakmıyordu Ama o hadisten bu manayı çıkardı ve Hz Ali Efendimiz (radıyallahu anh) zamanındaki hadiselere karışmayıp evinde oturdu Allah korkusu ve salabeti diniyesi olmasaydı bunu hiç yapar mıydı; hele hele bazılarının iddia ettiği gibi kendisinde Emevi hayranlığı ve Muaviye taraftarlığı olsaydı Muaviyenin ordularına katılmaktan kendisini alıkoyacak ne vardı Goldziher Ahmed Emin Ebü Reyye Ali Abdürrezzak gibi hakikati ters yüz etmeye çalışanlar asla bir hadis kitabı olmayıp edebiyatta ve bir dereceye kadar yorumda kendisine müracaat edilebilecek olan İkdü‘lferidi kaynak göstermektedirler Her şeyden önce bu zatlara neyin nerden nakledilmesi gerektiğini öğretmek lazımdır Gariptir bu zatlar İbn Kesirin de elBidaye venNihayesinde Ebü Hüreyreyi Hz Alinin karşısında Hz Muaviyenin yanında gösterdiğini ileri sürmektedirler Oysa İbn Kesir bu kitabında onların iddialarının tam tersini söylemektedir; Ebü Hüreyrenin Emevi taraftarı olması şöyle dursun aksine bir bakıma onların başlarının belasıydı Abdülmelikin babası Mervanın karşısına dikilir ve gözünün içine baka baka: Ümmetimin helaki Kureyş‘ten birkaç gencin elinden olacaktır hadisini rivayet eder Mervanın: Kimlerin elinden olacaksa Allahın laneti üzerlerine olsun sözüne de: İstersen ben ismi cismi şekli ve şemailleriyle onları size gösteririm derdi Yine sokaklarda gezer ve: Allahım beni 60 yıla (yani çoluk çocuğun emirliği zamanına) çıkarma diyerek dua ederdi Onun bu dileği o kadar meşhurdu ki Ebü Hüreyreyi gören herkes aynısını mırıldanırdı Allah Ebü Hüreyrenin bu duasını kabul buyurmuş bu şanlı sahabiyi Hicretin 59 senesinde vefat ettirmişti ki 60 sene de ümmetin başına çoluk çocuktan Yezid geçmişti d Hz Aişe ve Ebü Hüreyre Hz Aişe Validemizin Hz Ebü Hüreyreyi tenkit ettiği iddiası da Bektaşi hikayesi gibi başısonu ve sebebi açıklanmayan bir siyakta verilmektedir Validemiz hanei saadetlerinde namaz kılarken Ebü Hüreyre de onun duvarının dibinde oturmuş hadis rivayet ediyordu Validemiz namazını bitirdikten sonra onların yanına geldi ama Ebü Hüreyrenin gittiğini görünce Resülullahın hadisleri arka arkaya süratli eklenip söylenmez dedi Validemizin bundan maksadı ihtimal o mübarek sözlerin boşa gitmemesi ve dinleyenlerin hafızalarına nakşolması için Ebü Hüreyreyi temkine davet etmekti e Ebü Hanife ve Ebü Hüreyre Ebü Hanife sözde: Ben üç sahabinin sözünü hüccet kabul etmem Bunlardan biri de Ebü Hüreyredir diyesiymiş İmam Azam azamlığıyla telif edilemeyecek bu sözü katiyen söylemez Şayet söylemiş olsaydı Hanefi mezhebinin önemli imamlarından FethulKadir sahibi allame İbn Hümam: Ebü Hüreyre önemli fakihlerden biridir demezdi Evet İbn Hümam gibi mühim bir allame başının bağlı bulunduğu mezhebin imamı Ebü Hanifenin: Ben kendisini hüccet kabul etmem diyeceği bir Ebü Hüreyre hakkında bu sözü sarfetmezdi Kaldı ki İmam Azamın nerede böyle bir söz söylediği de belli değildir Ebü Hüreyre beş binin üstünde hadis rivayet etmiştir Bu hadisler bir kitap halinde

toplandığında Kuranın bir buçuk katı kadar bir hacme ulaşır Kuranı Kerimi altı ayda hatta daha kısa bir sürede hıfzeden çok insan vardır Resülullahın yanında dört yıl kalan hafıza ve zeka kahramanı ve Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) duasına mazhar olmuş bir sahabinin bu kadar hadisi ezberleyemeyeceğini iddia etmek o sahabiyi haşa ahmaklıkla itham etmek olur Sonra rivayet ettiği bütün hadisler bizzat Resülullahın ağzından işittikleri değildir Kendisinden bazı sahabiler hadis aldığı gibi o da Hz Ebü Bekir Hz Ömer Fazl Übey b Kab ve Hz Aişe Validemiz gibi (Allah hepsinden razı olsun) sahabilerden hadis almış ve rivayet etmiştir Kaldı ki Ebü Hüreyre ta kendi zamanında bile denenmiştir Mervan Ebü Hüreyre rivayette bulunurken bunların yüzlercesini katibine gizlice yazdırmış ve ertesi sene Ebü Hüreyreden aynı hadisleri rivayet etmesini istemiş Ebü Hüreyre de Bismillahirrahmanirrahim diye başlayıp aynı hadisleri kelimesi kelimesine tekrar etmiştir Ta o zaman Ebü Hüreyreyi imtihana çekenlerin payına mahcubiyet düştüğü gibi bugün de ve gelecekte de bu şerefli sahabiye sünnetin bu mühim direğine söz söyleyen ve söz söylemek isteyenlerin de payına sadece mahcubiyet düşecektir 2 Hıbrü‘lÜmme: Abdullah İbn Abbas Hicretten dörtbeş sene önce dünyaya teşrif etti Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) irtihali darı beka buyurduklarında 1415 yaşlarındaydı Bu demektir ki dörtbeş senesi Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu şeyleri belleyebilecek bir yaşta geçmişti Bu süre içinde çok şey belledi ve Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem): Allahım ona dinin ruhunu öğret ve onu tevile (Kuranın hakaiki mekniyesine) aşina kıl duasına mazhar oldu O kadar ki o daha sağlığında ‘Hıbrü‘lÜmme (ümmetin allamesi) ‘Bahr (ilimde derya) ve ‘Tercümanü‘lKuran (Kuranı bize intikal ettiren ilahi muhtevayı tercüme eden) gibi sıfatlarla anılırdı Tertemiz çehresi güzel yüzü ağzını açtığında herkese kendisini dinleten belagatı babası gibi iki metreye varan uzun boyu ve çekici endamıyla Haşimi soyunu bihakkın temsil eden bu kutlu sima öylesine bir hafıza gücüne sahipti ki Amr b Rabianın: matlaıyla başlayan seksen beyitlik şiirini bir okuyuşta ezberlemişti Tefsir fıkıh ve hadisin yanı sıra edebiyat ve şiir; bilhassa da cahiliye şiirine de vakıftı ki İbn Cerir etTaberi tefsirinde hemen her ayetin tefsiri münasebetiyle İbn Abbastan cahiliye şiirine ait bir beyit bir mısra nakletmektedir Hz Ebü Bekir (radıyallahu anh) zamanında o eldeavuçta bir gül gibiydi Hz Ömer ashabın yaşlılarından oluşan Meşveret Meclisine yaşının küçük olmasına rağmen İbn Abbası da alırdı Bir defasında yaşlıların bunu garip karşıladığını görünce Meşveret Meclisinde Nasr süresini okudu ve ne manaya geldiğini oradakilere sordu Allahın nusret ve fethi gelince kitleler İslama dehalet ederler O zaman Rabbine tesbih hamd ve istiğfarda bulun manasına gelir dediler Hz Ömer bunu beğenmedi ve aynı soruyu İbn Abbasa (radıyallahu anh) yöneltti İbn Abbas şu cevabı verdi: Bu süre Allah Resülü‘nün vefatını haber vermektedir İnsanlar fevç fevç İslama girince insanlara İslamın mesajını getiren Peygamberin vazifesi bitmiş demektir (Artık Resülullaha düşen kendisine bütün bu nimetleri bahşeden Allaha müsebbibü‘lesbaba tesbih takdis ve bütün sebepleri azledip her şeyi Ona vermek ve her ne kadar günahı yoksa da bizzat kendisi arkada bıraktığı mertebeleri kendisi için günah telakki ettiğinden geçen günlerine istiğfar etmektir) Bu cevap üzerine Hz Ömer: İşte ben bunun için onu aranızda bulunduruyorum buyurdular İbn Abbas firaseti kiyaseti ve fetanetiyle dillere destandı Allah Resülü‘nün bağlı

bulunduğu ağaçtan gelmişti; haklı olarak bununla iftihar eder ve: Biz Peygamber hanesinde büyüdük derdi Şahsi kemalatı da vardı Her uğradığı mecliste kendisi için ayağa kalkarlardı ve büyüklüğü ölçüsünde mütevazi de olan bu muhteşem insan bundan çok rahatsızlık duyar kendisi için ayağa kalkan ensara nahiv kitaplarında bir kaideye misal olarak zikredilen şu sözü söylerdi: Allah yolunda Müslümanlara gösterdiğiniz barındırma ve yaptığınız yardım aşkına size yemin verdiriyorum; Allah aşkına bana ayağa kalkmayın Buna rağmen Zeyd b Sabit ata binerken İbn Abbas onun atının üzengisini tutardı Zeyd b Sabit de ona: Ey Resülullahın amcasının oğlu böyle yapma derdi İbn Abbas da: Alimlerimize böyle yapmakla emrolunduk mukabelesinde bulununca Zeyd b Sabit (radıyallahu anh) hemen onun elini öper ve şöyle buyururdu: Biz de Resülullahın yakınlarına karşı böyle yapmakla emrolunduk Hayatı içtimaiyede herkesin ondan görüneceği ve göreceği bir pencere vardır Boyu uzun olan yani şahsi kemalatı ve fazileti bulunan görünmek için tekavvüs edecek iki büklüm olacak; boyu kısa yani şahsi kemalat ve faziletten mahrum olan ise görünmek için tetavül edecek ve kendini büyük gösterecektir Büyüklerde büyüklüğün alameti mahviyet ve tevazu küçüklerde küçüklüğün nişanı tekebbür ve gururdur İbn Abbas büyüktü ve büyüklüğü nispetinde de mütevazi idi Onun hemen her sahada hususi talebeleri vardı Said b Cübeyr Mücahid b Cebr ve İkrime gibi tabiin imamları: Her şeyi onun kapısında öğrendik derlerdi Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bağrında yetişen bu mümtaz insanın rivayet ettiği hadis sayısı 1600 kadardır Şimdi kalkıp bu hadisler hakkında şüphe ve tereddüt ortaya atmak hatta fırtına koparmak ve: Bunlar uydurmadır; Kabü‘lAhbardan nakildir demek acaba Resülullahın bu mümtaz sahabi hakkındaki duasını; ve ümmetin ve bilhassa tabiinin büyük alimlerinin onu tavsif için kullandıkları Hıbrü‘lÜmme Bahr Tercümanü‘lKuran gibi sıfatları hiçe saymak manasına gelmeyecek midir İbn Abbas kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanmazdı ama kabrine defnedildiği zaman adeta kabrin altındaki herkes ayağa kalkmıştı Defin hadisesini nakleden ravi: Bu esnada bir ses geldi bu: * * * ayetleriydi Kulaklarımla duydum; yerin üstünden gelen bir ses değildi bu demektedir O kabre konurken toprak ayağa kalkıyor toprağın altındakiler ayağa kalkıyor ve ruhaniler de yere iniyordu 3 Abdullah İbn Ömer Aslında hiç öyle olmamasına rağmen müsteşriklere göre Kabü‘lAhbarın bir diğer talebesi de Abdullah İbn Ömerdir Hz Ömerin Abdurrahman Abdurrahmanü‘lEvsat Abdurrahmanü‘lAsgar Abdullah Zeydü‘lEkber Zeydü‘lAsgar Ubeydullah Asım ve Iyaz adlarında dokuz erkek çocuğu vardır Ama bunlardan yalnızca Abdullah İbn Ömere: İbn Ömer yani Tam Ömerin oğlu denildi Zira Ömerin oğlu denilince akla ilk gelen insan odur Ashabı kiramı belli ölçülere vurmak bize düşmez ama İbn Ömerin zühdü takvası ibadet ü taatı inceliği ve sünnete ittibaı ile babasından üstün olduğu yanları bile vardı Sünnete ittibada o bir başka derinlik arz ederdi O kadar ki mevlası ve büyük İmam Malik b Enesin hocası (Bu üçlü İbn Ömer Nafi ve İmam Malik hadiste isnadın altın zincirlerinden birini teşkil eder) Nafinin nakline göre bir gün birlikte Arafattan inerlerken İbn Ömer bir yerde bir çukura iner ve tekrar yukarıya çıkar Nafi Ey İmam ne yaptın orada diye sorunca şu cevabı verir: Ben Arafattan inerken Resülullahın arkasındaydım Burada inip defi hacette bulundular Benim öyle bir ihtiyacım yoktu ama Ona muhalefette bulunmak istemedim Allah Resülü suyu üç yudumda içmiş bu noktada onun dört yudumda su içtiği görülmemiştir Bu ölçüde bağlıydı sünnete Bu öyle bir bağlılıktı ki; gösterdiği bu denli hassasiyet o devirde bile biraz fazla bulunurdu Rica ederim böyle bir insanın sünnet adına Efendimize

(sallallahu aleyhi ve sellem) karşı hilafı vaki beyanda bulunması mümkün müdür İslamın ilk yıllarında doğmuş babasının gördüğü işkencelere de şahit olmuştu Babamın başına yığılır döver döver döverlerdi; bir defasında As b Vail gelip onu kurtarmıştı diye bunları nakleder Hicrette on yaşında vardı yoktu Bedirde akranlarıyla birlikte Resülullaha arz edilmiş ve ayak parmaklarının uçlarına basıp büyük görünmek istemelerine rağmen Resülullah kendilerini orduya dahil etmemişti Boyları uzun da olsa Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşlarını soruyordu Uhudda da arzolunmuş yine yaşı tutmadığı için orduya alınmamıştı Arkadaşları gibi gözleri dopdolu içi de hüzünlü evine dönmüştü O gece sabaha kadar da hiç uyuyamamış ve: Ne günahım var ki beni Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yolunda mücadele edecek sahabi topluluğu içine almadılar demiş sızlanmıştı Ancak biriki sene sonra reşit görülmüş ve Hendek Savaşı‘na katılabilmişti İbn Hallikan Vefeyatü‘layanda İmam Şabi‘den şöyle bir vaka nakleder: Bir gün gençliklerinde Abdullah İbn Zübeyr kardeşi Musab İbn Zübeyr Abdülmelik b Mervan ve Abdullah İbn Ömer Kabenin karşısında oturuyorlardı Her birimiz şurada Kabenin karşısında birer dua edelim; Allahın rahmetinden umulur ki hepsini kabul buyurur dediler Abdullah İbn Zübeyr: Ya Rabbi azametin hürmetine izz ü celalin hürmetine beni Hicazda melik kılmanı Senden diliyorum diye dua etti Mevsimi gelince İbn Zübeyr Mekkede muvakkaten melik oldu; orada Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) asarını bihakkın temsil etti İslam uğruna cansiperane mücahedede bulundu ve nihayet Haccacı Zalim tarafından şehit edilerek mübarek cesedi de annesi Hz Ebü Bekirin kızı Zatü‘nNitakeyn Hz Esma‘nın gözleri önünde günlerce asılı bırakıldı Bu kahraman kadın Haccaca: Siz onun dünyasını berbad ettiniz; o da sizin ahiretinizi berbad etti deyip Haccacı sui akıbetine karşı uyarmıştı Musab b Zübeyr: Allahım izz ü celalin hürmetine azametin hürmetine arşın kürsün hürmetine Irakta emirlik istiyorum demişti Allah onun da duasını kabul buyurmuş Mevsimi gelince o da muvakkaten Irakın kaderine hakim olmuştu Abdülmelik b Mervan: Allahım beni bütün Müslümanların başına emir kılmanı ve karşı çıkanların kelleleri pahasına da olsa İslam Birliğini temin etmeni istiyorum duasında bulunmuştu Abdülmelikin duasının da aynen kabul buyurulduğunu zaman gösterdi En son Abdullah İbn Ömer dua etmiş ve şöyle demişti: Allahım Senden Cenneti bana vacip kılmadan ruhumu kabzetmemeni istiyorum Hadiseyi nakleden İmam Şabi: Üçünün dualarının kabul edildiğine şahit olduk; imamın duasının kabul edilip edilmediği ise orada belli olacak der Şabi‘nin bildiği bir şey vardır İbn Ömer hiçbir zaman Ehli Beyte muhalif ve Emevilerin yanında olmamıştı Bilhassa Haccacın en çok endişe duyduğu bir insandı Bir defasında Haccac ihtimal zulümlerini haklı göstermek için hutbeyi uzattıkça uzatmış ve neredeyse öğle namazının çıkma vakti gelmişti İbn Ömer durduğu yerden seslendi: Ey emir zaman senin hutbeni beklemeyip geçiyor Ve Haccac iğbirar üstüne iğbirar şişiyordu Nihayet bir hac mevsiminde Haremi Şerifte bu büyük sahabinin şehadetine tevessül etti; hem de arkasında ihramıyla Adamlarından biri ucu zehirli mızrağıyla İbn Ömerin arkadan topuğunu yaraladı Derken bu yara ve zehir o koca insanın şehadetine sebep oldu 4 Abdullah İbn Mesud Çok hadis rivayet eden sahabilerden biri de Abdullah İbn Mesuddur İbn Mesud sabikünu evvelündandır Gençliğinde Ebü Cehil Ukbe b Ebi Muayt gibi Kureyş ileri gelenlerinin koyunlarını güderdi İnsanlığın Ebedi Raisi ile tanışınca bir daha Onun yanından ayrılmadı Resülullaha o kadar yakın ve Onunla o kadar içlidışlıydı ki hanei saadete istediği zaman teklifsiz girip çıktığından hep Ehli Beytten zannedilir ve bilhassa seferde Resülullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) matarasını yatağını nalinlerini ve seririni taşıdığı için: diye anılırdı Zahir ve bahir keramet sahibi idi İbn Mesud Bunlardan bir tanesi zayıf bir rivayete

dayanan ve Mekkede işkence görürken birdenbire kayboluvermesidir Allah Resülü ona: derdi Yine: Kim yeni indiği gibi Kuranı Kerimi okumak isterse onu İbn Ümmi Abdin kıraatı üzere okusun buyururdu Bir defasında yine Allah Resülü kendisine: Bana Kuran oku dinleyeyim buyurmuş: Ya Resülallah Kuran sana inmişken onu sana ben mi okuyacağım cevabını verince de Allah Resülü: Başkasından dinlemek daha çok hoşuma gider demişti Bunun üzerine de İbn Mesud Nisa süresini başından itibaren okumaya başlamış ta: Her ümmeti şahidiyle (peygamberleriyle haşredip) getirdiğimizde seni de bunların başında (seni kabul edip etmemelerine karşı) şahit olarak getirdiğimiz gün nasıl bir gün olacaktır o gün ayetine gelince Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) gözleri dolmuş kalbi duracak hale gelmiş ve eliyle işaret ederek: Kes artık yeter demişti İbn Mesud fizik olarak çelimsiz bir insandı Bir gün Allah Resülü adına bir iş için ağaca çıktığında orada bulunanlar bacaklarına bakarak gülümsemişler bunun üzerine de Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): Bu bacaklar yarın mizanda uhrevi hesap itibarıyla Uhud Dağı‘ndan daha ağır olacaktır buyurmuşlardı Kendisini muallim ve bir nevi defterdar olarak Küfeye gönderdiğinde Hz Ömerin Küfelilere yazdığı mektupdaki ifadeleri unutulacak gibi değildir Ey Küfeliler diyordu mektubunda Hz Ömer (radıyallahu anh): Eğer sizi nefsime tercih etmeseydim İbn Mesudu size göndermezdim İbn Mesud (radıyallahu anh) Hz Ömer devrinde Küfede kaldı ve insan yetiştirdi İmam Ebü Hanifenin kendisi için: Sahabiden geri değildir dediği Alkame İbn Kays Esved İbn Yezid enNehai ve İbrahim b Yezid enNehai gibi tabiinin dev alimleri İbn Mesudun hazırladığı iklimde yetişmişlerdi Bilhassa hulefai raşidinden de hadis rivayetinde bulunan Alkame ilmini büyük ölçüde İbn Mesuddan almıştı Kendisini dinleyenlerden biri bir gün: Kimden aldın bunları diye sorunca: Ömer Osman Ali ve İbn Mesuddan cevabını vermiş soruyu soran da: Bah bah diyerek takdir etmişti Küfe Mektebinin kurucusu olan İbn Mesud Hz Osman devrinde de bir süre Küfede kaldı Bilahare hakkındaki asılsız bir şikayet sebebiyle tahkik için Medineye çağrıldı Artık yaşlanmıştı ve tekrar Küfeye dönmek de istemiyordu Günleri Medinede geçerken bir gün bir adam koşarak geldi ve: Bu gece Resülullahı rüyamda gördüm Sen yanında oturuyordun Seni yanına çekti ve Benden sonra sana çok cefa ettiler gel gayrı buyurdu Sen de: Evet ya Resülallah gayrı bundan sonra Medineden ayrılmayacağım cevabını verdin dedi Aradan birkaç gün geçti ve Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Medresesinin bu ilk ve mümtaz talebelerinden ve İslamı ilk kucaklayan beşaltı kişiden biri olan İbn Mesud (radıyallahu anh) hastalandı Uhudda Hendekte bütün meşahidde beraber bulunduğu iki kıbleye birlikte namaza durduğu Hz Osman ziyaretine geldi ve aralarında şu konuşma geçti: Herhangi bir şikayetin var mı Çok şikayetçiyim Neden şikayet ediyorsun Allaha giderken günahlarımdan Bir arzun var mı Allahın rahmetini arzuluyorum Sana bir tabip göndereyim mi Zaten beni tabip hastalandırdı Hastalandıran tabip olduğuna göre göndereceğin tabibin yapacağı bir şey yoktur Ve İbn Mesud (radıyallahu anh) vefat etti Allah Resülü‘yle (sallallahu aleyhi ve sellem) 23 yıl beraber olan bu sahabi 800 kadar hadis rivayet etti diye kendisine haşa tanda bulunmanın ne manaya geleceğine varın siz karar verin Haklarında kısa kısa malumat vermeye çalıştığımız bu dört büyük sahabiden başka Hz Aişei Sıddika Ebü Said elHudri Cabir İbn Abdillah ve Enes b Malik de çok rivayette bulunan

sahabilerdendir Artık daha fazla tafsilata girmeden bu dört sahabiden de birer cümle ile bahsedip tabiini izama geçmek istiyorum 5 Hz Aişei Sıddika (radıyallahu anha) Gözünü hanei saadette açtı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Medineye hicret buyurur buyurmaz bu haneye girdi ve on yılını Efendimizle geçirdi Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) çok gecelerinde onun yanında kaldığından bu derin zeka firaset ve fetanet sahibi kadın aile hayatına ait hemen bütün hususiyetleri Resülullahtan öğrendi ve bunları kadınlık alemine taşımakta hiç kusur etmedi Kadınlık alemi bütün ezvacı tahirata çok şey borçludur; hususiyle de: Dininizin yarısını şu Hümeyra‘dan alın senetzede hadisiyle anlatılan Hz Aişe Validemize borçludur Zeki içtihada açık ve duyduğu her şeyi sorup tahkik eden bu müstesna validemizin çok hadis rivayet etmesinde istibad ve istiğrap edilecek hiçbir şey yoktur Onunla alakalı denebilecek her şeyi muhakkikini izam yazıp çizip anlattıklarından onlara havale edip geçiyorum 6 Ebü Said elHudri (Sad İbn Malik) Kendi zamanında Medinenin alimi sayılmıştır ve Medinede merci kabul edilmiştir Babası ensarın ilklerindendir Bu fakir sahabi babasını Uhudda şan ve şeref içinde uhrevi aleme gönderince geriye kendisi kalmış ve Allah Resülü‘nden (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç ayrılmamıştır Onun günleri de Ebü Hüreyreninkiler gibi Suffede geçiyor vahiyle besleniyor ve hakikati Ahmediyenin varidatla köpüren ikliminde dolu dolu yaşıyordu Daha sonraki mülahazaları ve mülahazamız her sahabi gibi 7 Cabir b Abdillah Hz Cabir İkinci Akabe Beyatı‘nda bulunan Uhudun şanlı şehitlerinden ve şehadetinden sonra Cenabı Hakkın huzuru kibriyasına alıp vicahi olarak görüştüğü büyük sahabi Abdullah b Amr b Haram elEnsari‘nin oğludur 2 Akabe Beyatı‘ndan itibaren küçük olduğu için babasının engellemesinden dolayı katılamadığı Bedir ve Uhud hariç seferde de hazerde de devamlı Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yakın çevresinde bulunan Hz Cabirin çok hadis rivayet etmesinden daha tabii ne olabilir ki Bunda yadırganacak bir şey olmasa gerek İşte bu alim sahabi Şama ve Mısıra geldiğinde halk Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu hadisleri almak için çevresinde halkalanırlardı Ayrıca Hz Cabirin Medinede Mescidi Nebevi‘de de bir tedris halkası vardı Amr b Dinar Mücahid ve Ata b Ebi Rebah gibi tabiinin büyük imamları talebelerinden bazılarıdır 8 Enes b Malik Tam on yıl fasılasız Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) hizmet etmiştir Altı ayda Kuran ezberlenebildiğine göre Enes b Malikin on yılda yirmi Kuran kadar tutacak hadis ezberlemiş olması her zaman mümkündür Oysa eldeki bütün hadisleri içine alan Kenzü‘lummalde topu topu 46624 hadis vardır Zaten hadis külliyatına büyük ölçüde hacim kazandıran da isnad zinciridir Burada bizim maksadımız menkıbe yazmak ve sahabiyi tanıtmak değildi Maksadımız dinimizin nakil ve muhafızlarından yarım düzine pakdamenin damenlerine atılmak istenen atanların düşünceleri levsiyatı bu arenanın yüzlerce muhakkikin kahramanının yanında sırf şefaatları hakkındaki ümidimizi beslemek ve onca kahraman müdafi arasında kadirşinaslık deyip bu mini gayreti o insanlığın kerimlerine bir adres gibi sunmaktı Niyet amelden daha büyük daha tutarlı; Allahın inayeti ise her şeyden daha vasidir Tabiinin Müstesna Yeri Kuranı Kerim sahabeyi dile getirdiği pek çok ayette tabiinden de bahseder; mesela:

Muhacirlerden ve ensardan ilkler (en evvel İslama girip ‘Biz varız diyerek kendilerini ortaya atanlar) ve ihsan şuuruyla onlara tabi olanlar var ya: Allah onlardan razı oldu onlar da Allahtan razı oldu ve Allah onlara içlerinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı İşte bu büyük bir kazançtır Bu ayeti kerimede sahabe ile tabiin bir arada ele alınmakta ve haklarında Allahın onlardan onların da Allahtan razı oldukları hükmü verilmektedir Allahtan razı olmak demek Onun celalinden cefa cemalinden safa da gelse her ikisini aynı telakki edip hüsnü kabulde bulunmak; yani Allah verdiği her şeyi alsa veya dünyaları verse hiç tavır değiştirmemek; kazanma karşısında şımarmadan kaybetme karşısında hiç mahzun olmadan dosdoğru kalabilmek ve başa gelen her musibeti lütuf gibi karşılamak demektir Bu şekilde Allahtan razı olanlardan Allah da razıdır; Allahın bir insandan razı olup olmadığının ölçüsü o insanın Allahtan razı olup olmadığıyla alakalı olduğu söylenebilir Arz etmeye çalıştığımız vechile kul Allahtan razı ise ve Onu ne ölçüde seviyorsa bu demektir ki Allah da o kuldan razı ve onu o ölçüde hatta daha da fazla sevmektedir İşte Muhammedi boya ile boyanan ve Hz Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) sohbetine erme şerefiyle insibağa ulaşan sahabei kiram Allahla münasebeti içinde nasıl bir derinliğe sahip; nasıl namaz kılıyor Allah derken nasıl bir tavır alıyor rengibenzi nasıl atıyor nasıl ürperiyor ve nasıl içten içe bir güveç gibi kaynayıp değirmen taşları gibi ses çıkarıyordu; aynen onun gibi tabiini kiram da sahabe ile atbaşı olma gayreti içinde ve o şerefli yerini alma inceliği duyarlılığı ve derinliğiyle serfirazdı Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem): Müjdeler olsun beni görüp bana iman edene ve müjdeler olsun beni görenleri görene şeklindeki mübarek sözleriyle ifade edildiği gibi tabiini kiram sahabeye ‘ihsan şuuruyla tabi olmuştur Ne demektir ihsan ve ihsan şuuruyla tabi olma Bir manasıyla insanın herkesi kendisi gibi bilmesi ve kabul etmesi başkalarının lezzet ve acılarını vicdanında duyup paylaşması azami derecede iyilik düşüncesi yürek yufkalığı ve insanın hiçbir mü‘mine karşı kalbinde gıll ü giş taşımaması demektir ihsan Bu manada Kuranı Kerimde şöyle buyrulur: O sahabeden muhacirin ve ensardan sonra gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz bizi ve imanda bizi geçen bizden önce gelip de iman etmiş bulunan kardeşlerimizi bağışla ve iman edenler için kalblerimizde en ufak bir gıll ü giş bırakma Rabbimiz muhakkak Sen Raüfsun acıyansın Rahimsin kullarına (bilhassa mü‘min kullarına) karşı çok merhametlisin İhsanın bir diğer manası ise: peygamber beyanında olduğu gibi Allahı görüyorcasına Ona kullukta bulunmak biz Onu görmesek de Onun bizi devamlı görüp gözetlediğinin şuuru içinde ibadet etmektir Kuranı Kerimde tabiinin sahabei kirama ihsan şuuruyla tabi olduğunun ifade edilmesi bir hayli manidardır Çünkü mutlak fazilet her zaman sahabei kirama ait olmakla birlikte bazı hususi faziletlerde mercüh racihe tereccüh edebilir; tabiin içinde bazı hususi faziletlerde sahabeye yetişen hatta bazı hususlarda sahabeden bazılarını geçenler bile vardır Şundan ki Allah tabiin döneminde insanları büyük fitnelerle sarsmış silkeledikçe silkelemiş ve her yerde her evde adeta korkunç fitne ateşleri yakılmış siyonist düşünce bugün

olduğu gibi o dönemde de bütün ürperticiliğiyle her türlü oyununu hilesini ortaya koymuştur Bu dehşetli fitne ateşi karşısında her selim vicdan sahibi: Rabbimiz Sana tevekkül ettik Sana yöneldik Sana dayandık ve Sanadır dönüş inanç anlayış ve şuuru içinde Allaha teslim olmuştur Hatta bu noktada öyle bir teveccüh hasıl olmuştur ki gününü bin rekat namazla süsleyenler Kuranı Kerimi dört günde hatta bir gecede iki rekat namazda hatmedenler hayatlarında cemaati hiç kaçırmayanlar ve ömrünü secdede geçirenler hep tabiin arasından çıkmıştır İkinci olarak tabiin döneminde maddi cihad kılıcı bir ölçüde kınına konmuş ve manevi cihad cihadı ekber denilen nefisle cihad en büyük vazife haline gelmiştir Nefsi emmareyle yakapaça olup nefsi levvameye oradan nefsi radiye mardiye mutmainne safiye mertebelerine ulaşma ve: Allah onlardan razı oldu onlar da Allahdan razı oldu sırrına erme mücadelesi vermiştir tabiin O kadar ki Mesruk Mekkei Mükerremede kaldığı sürece sağ veya sol yanını yere koyup yatmamış ve hep Kabe karşısında secdede uyumuştur Hastalandığı zaman kendisine: Biraz dinlenmeyi düşünmez misin dediklerinde şu cevabı vermiştir: Allaha yemin olsun ki; gaibdensemadan birisi gelse de bana ‘Allah sana katiyen azap etmeyecek dese ben yine eskiden olduğu gibi aynı ciddiyet ve azimle ibadet etmeye devam ederim Zaten onun efendisi bizim efendimiz Kainatın Efendisi de (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı şeyi söylememiş miydi Ey Aişe ben şükreden bir kul olmayayım mı Kuran ve Hadislerde Sünnetin Önemi Sünnet Kuranı Kerimle birlikte İslamın iki temel direğinden biridir ve sünnet olmadan hadis olmadan İslam düşünülemez Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) söz fiil ve takrirlerinden oluşan sünnet daha Efendimiz zamanında zihinlere hafızalara ve kalblere nakşolmuş ayrıca yazıya da geçmiştir Sahabei kiram büyük bir titizlikle sünnete uymuş hayatını sünnete göre tanzim etmiş sünneti muhafaza etmiş ve hiçbir fazlalık ve eksikliğe meydan vermeden tabiini izama nakletmiştir Dönemlerindeki fitne ateşleri sebebiyle hayatlarını zühd ve takva üzerinde İslama ve İslamın iki temeli olan Kuran ve Sünnete adayan tabiinin sayıları binleri aşan dev imamları Kuran gibi Sünnete de sahip çıkmış ve karıştırmadan bulandırmadan onu kendilerinden sonraki nesle intikal ettirmişlerdir Bu üç nesil yani sahabe tabiin ve tebei tabiin Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek ifadeleriyle Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra gelecek insanların en hayırlılarını teşkil etmektedirler Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyorlar; ravii hadis de Cabir b Abdillah: Sözlerin en hayırlısı Allahın kitabı Kurandır; tutulup gidilecek yolların en hayırlısı da Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) yoludur sünnetidir İşlerin en şerlisi sünnete muhalif olarak sonradan ortaya çıkarılanlardır Her bidat da dalalettir Ve işte bu mevzuda hayatbahş olan birkaç ışıktan işaret: Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyorlar: : Ümmetimden herkes Cennete girecektir girmemekte direten müstesna Girmemekte direten kimdir ya Resülallah diye sordular Allah Resülü şu cevabı verdiler: Bana itaat eden Cennete girer; bana isyan edense Cennete girmemekte inat ediyor demektir

Ve yine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor: Benimle ümmetimin misali ateş yakan adamın misali gibidir ki; hayvanlar ve kelebekler ateşin içine düşmeye başlarlar Ben (ateşe düşmemeniz için) eteklerinizden tutuyorum; sizse onun içine atılıyorsunuz Ve yine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor: Sakın herhangi birinizi koltuğuna gerilip oturmuş ve kendisine emir veya nehiylerimden biri gelir de ‘Biz onu bilmeyiz; (Allahın kitabı var Sünnet diye bir şey bilmeyiz) Kitabullahta ne varsa ona uyarız diyor olarak bulmayayım (dediğini duymayayım) Ebü Davüdun rivayetinde yukarıdaki hadisin üstünde şunu da görüyoruz: Dikkat edin Şüphesiz bana Kitab verildi ve Kitabla beraber onun bir misli daha verildi Yani bana sünnet de verildi Ve yine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor: Benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaf ve herc ü merc görecekler Size sünnetimi ve doğruya götüren Raşid Halifelerin yolunu sünnetini tavsiye ederim Siz ona sımsıkı sarılın Dişlerinizle sımsıkı tutunun sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine Sakının; sonradan çıkma işlerden sakının Çünkü her sonradan çıkma bidat her bidat da dalalettir Ve bazılarınca İbn Macenin yerine Kütübü Sitteye dahil edilen İmam Malikin Muvattaında da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: : Size iki şey bırakıyorum ki onlara tutunduğunuz müddetçe asla dalalete düşmezsiniz: Allahın kitabı ve Peygamberinin sünneti Sünnet Allahın nazarında ve Allah Resülü‘nün (sallallahu aleyhi ve sellem) nazarında budur Hakikat bu iken müsteşriklerin peşinde gidenlere on dört asır Müslümanlara yol göstermiş madeni hakikat olmuş Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Allaha ulaştıran bir köprü vazifesi görmüş ve Kuranı Kerim gibi nesilden nesile sözle ve yazıyla intikal ede ede bugünlere gelmiş bulunan Resülullahın sünneti seniyyesine leke bulaştırmaya çalışanlara Arapça bile bilmeden sadece Kuran mealleriyle her meseleyi halledeceklerini zannedenlere Allahın kitabında sorulduğu gibi sormak istiyoruz: Nereye gidiyorsunuz Bandrol uygulamasına ilişkin usul ve esaslar hakkında «yönetmeliğin 5 maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde bandrol taşimasi zorunlu değildir Son Bu Kitap bizzat benim tarafımdan [ [ By Igleoo ]] tarafından ; www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com siteleri için hazırlanmıştırEBook ta kimseyi kendime rakip olarak görmem bizzat kendim orjinalinden tarayıp ye ebook haline getirdim lütfen emeğe saygı gösterin Gösterinki ben ve benim gibi insanlar sizlerden aldığı elektrikle daha iyi işler yapabilsin Herkese saygılarımı sunarım

Sizlerde çalışmalarımın devamını istiyorsanız emeğe saygı duyunuz ve paylaşımı gerçek adreslerinden takip ediniz Not: Okurken gözünüze çarpan yanlışlar olursa bize öneriniz varsa ya da elinizdeki kitapları paylaşmak için bizimle iletişime geçin Teşekkürler Ne Mutlu Bilgi için Bilgece yaşayanlara ByIgleoo www.CepSitesi.Net

Smile Life

Show life that you have a thousand reasons to smile

Get in touch

© Copyright 2024 DOKU.TIPS - All rights reserved.