Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü: Çay Partisi Öncülüğünde Bir Yeniden Diriliş Mi?

Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 7, Sayı: 26 ss.1-28, 2011©

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü: Çay Partisi Öncülü

Author Belgin Karadere

23 downloads 678 Views 392KB Size
Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 7, Sayı: 26 ss.1-28, 2011©

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü: Çay Partisi Öncülüğünde Bir Yeniden Diriliş Mi? Ömer KURTBAĞ 

Özet Bu çalışma, Amerikan sağının genel olarak geçen 50 yılda ve özellikle de son on yılda siyaset sahnesindeki iniş çıkışlarının dış politikaya yansımalarını analiz etme amacındadır. Çalışmanın temel savları şöyledir: Birincisi, sağın, Amerikan siyasetinde halen muhalefette olsa da, üçüncü kez ve Çay Partisi hareketi öncülüğünde bir yeniden dirilişe öncülük edecek şekilde, etkili bir güç olarak varlığını ve gündem belirleme yeteneğini sürdürdüğüdür. İkincisi, sağın bugünkü gerginlik ve kutuplaşmaya dayalı stratejisi karşısında, Obama’nın ve Demokratların izleyeceği stratejinin ve 2010 Kongre ara seçimlerinde alınan yenilgi sonrasındaki yeni uzlaşmacı yol haritasının da aynı ölçüde iç ve dış politikada belirleyici olduğudur. Dış politikada ise Obama’nın zaten kendi liberal-Demokrat gündemini henüz tam olarak hayata geçiremediği ve Bush politikalarını halen uygulamada büyük ölçüde devam ettirdiği ileri sürülmektedir. Ancak, Obama yönetimi için bu noktada yeni bir sağcı dirilişin önünü kesebilecek olan strateji, seçilirken verdiği değişim ve yenilenme sözlerini gerçek anlamda hayata geçirip liberal ve yumuşak güce dayalı bir dış politikaya dönüş olabilir. Anahtar Sözcükler: Amerikan Sağı, Amerikan Dış Politikası, Cumhuriyetçi Parti, Çay Partisi, Muhafazakârlık, Demokrat Parti GİRİŞ 1970’lere kadar, Amerikan siyasetinde, Keynesçi refah devleti modeli ile güçlü ve büyük hükümet söylemi, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimlere hâkimdi. Ancak, geçen 30 yıldan beri Amerikan iç ve dış siyasetinde gündemi be

Yrd. Doç., Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Öğretim Üyesi

1

Ö. Kurtbağ

lirleyen, Demokrat Clinton dönemi hariç tutulacak olursa, anti-Keynesçi, piyasacı ve büyük hükümet karşıtı Amerikan sağı oldu ve hatta Clinton bile birçok konuda sağa kaymayı veya en azından merkeze yakın durmayı tercih etti. Bu süreçte, Amerikan muhafazakârlığının siyaset sahnesindeki yeri ve etkinliği bakımından inişli çıkışlı bir seyir izlediğinden söz etmek yanlış olmayacaktır. Nitekim Reagan ve oğul Bush ile iki kez sağın yeniden dirilişine sahne olan Amerikan siyaseti bugün, Demokrat Obama yönetimi altında muhalefette olsa da, dinamizmini ve gündem belirleme kabiliyetini yeniden yakalayan muhafazakârlığın yeni bir dirilişi sağlayıp sağlayamayacağı tartışmasına odaklanmıştır. Bu çalışmanın konusu da muhafazakâr sağın Amerikan siyasetindeki inişli çıkışlı rolü ve konumu ile bunun ABD dış politikasına etkileridir. Reagan’dan başlayıp Obama yönetimine kadar uzanan dönemde Amerikan hegemonyasının yeniden üretilmesi, yükselişi ve bugün yaşadığı gerileme de sağın yükseliş ve inişlerinin dış politikaya yansımaları bağlamında irdelenmektedir. Bu noktada, daha çok oğul Bush ve özellikle de Obama dönemindeki güncel gelişmeler ele alınacak ve daha önceki dönemlere gerektiğinde referans verilecektir. Çalışma ayrıca, Amerikan hegemonyasının yeniden üretimi ve sürdürülme sürecinin, sağın bir projesi olarak başlatıldığı, ancak bugünkü düşüşte de büyük payın bu çevrelere ve onların temsilcisi olan oğul Bush yönetimine ait olduğu gerçeğinden hareket etmektedir. Günümüzde, Obama yönetimi altında gerileyen Amerikan gücü, bir kez daha muhalif sağ cenahın, hem de en aşırı ve Obama karşıtı uçların öncülük ettiği bir sağcı hegemonik dirilişi ya da yükselişi sağlama arayışı içindedir. Reagan ve oğul Bush’un söylemlerine benzer bir “ülkeyi liberal aşırılıklardan bir kez daha kurtarma” misyonunu şiar edinen muhafazakâr kesimin, bu yolda Obama’ya yönelttiği eleştiri ve suçlamalara bakıldığında, sağlık reformunu çıkarması, kürtaja sıcak bakması, Bush dönemindeki vergi indirimlerini kaldırmak istemesi, kendine yakın yargıçlar ataması, piyasaya devlet müdahalesinden yana olması, refahı halk arasında devlet eliyle yeniden dağıtmaya çalışması ve bireysel silahlanmaya karşı duruşu gibi gerçekle alakası olan ya da olmayan pek çok husus dikkat çekmektedir ve bu tür söylemler Amerikan siyasetinde çok ciddi ve derin bir kutuplaşmayı da beraberinde getirmektedir. Muhafazakâr söylemin Amerikan siyasi kültürü üzerindeki etkisinin tüm inişli çıkışlı yönlerine rağmen son otuz yıldır ciddi şekilde arttığı bir gerçektir. Bugün ise sağın en aşırı ve marjinal unsurlarının “Çay Partisi Hareketi” adı altında gruplaşarak gündem belirlemeye başladığı ve sadece muhafazakâr hareket içindeki değil, aynı zamanda Amerikan siyasetindeki etkinliğini de (İnternet ve dijital medya gibi araçlar yoluyla) meşru ya da gayrimeşru her türlü yöntemi kullanarak ve güçlü bir medya desteğiyle giderek ve hızla artırdığı görülmektedir. 11 Eylül sonrası korku söylemine dayanarak iki dönem işbaşında kalmayı başaran oğul Bush dönemindeki gibi, bu yeni (ultra) sağ unsurlar bir kez daha sırtlarını ekonomik krizin de bir türlü bitmeyişinden yararlanarak öfke ve korku siyasetine dayamışlardır. Ama artık Bush’un “merhametli muhafazakârlığı”nın (compassionate conservatism) değil, saldırgan radikal siyasetin belirleyici ve 2

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

merkezde olduğu bir sağ hareket vardır. Muhafazakâr harekete yön vermeye başlayan bu unsurlar, aşırı veya marjinal olarak değil, sanki anaakım (mainstream) siyasetin normal bir parçası gibi algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, Bush yönetiminde oluşturulan muhafazakâr koalisyonun dağılması sonrası hareketi yeniden toparlama ve ona yeni bir yön verme arayışının merkezinde artık bu aşırı sağcı gruplar bulunmaktadır. Sağın bu tür görüşler üzerinden yeniden diriliş arayışının ne ölçüde başarıya ulaşacağı, hem Obama yönetiminin sergileyeceği performansa hem de sağın yeni bir muhafazakâr koalisyon kurmadaki başarısına bağlı gibi görünmektedir. Obama yönetimi, mevcut görünümüyle ve özellikle de Kasım 2010 ara seçimlerindeki ağır yenilginin ardından daha sağa ya da en azından merkeze kayma eğilimi gösterip liberal-Demokrat çizgiden uzaklaşabilir, ama bu strateji ona ikinci kez seçilme şansı getirmeyebileceği gibi, kendi seçmenini yabancılaştırma riski bile içermektedir. Diğer bir seçenek ise, Obama’nın kendi liberal ve ilerlemeci (progressivist) gündemini izleyerek, asıl ihtiyaç duyulan şeyin yeni bir sağ gündem olmadığını göstermesi olabilir. Tüm bu hususlara aşağıda ayrıntısıyla değinecek olan çalışma, üç bölümden oluşmaktadır: İlk bölümde, Amerikan sağının Reagan’dan bugüne uzanan inişli çıkışlı geçmişine kısaca değinildikten sonra, hareketi 21. yüzyıla taşıma ve yeniden birleştirip yükselişe geçirme iddiasındaki Çay Partisi gibi yeni eğilimler üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde, sağın yeniden dirilişini sağlama hedefi doğrultusunda Kasım 2010’da yapılan Kongre ara seçimlerinin sonuçları, hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar ve Obama açısından değerlendirilecektir. Üçüncü ve son bölümde ise Amerikan sağının siyaset sahnesindeki iniş çıkışlarının Amerikan dış politikalarına nasıl yansıdığı ve bunun Obama dönemindeki yeni Demokrat gündem ile ilişkisi ele alınacaktır. Çalışma, Amerikan sağının gelecekteki olası bir yeniden diriliş ve iktidara gelme şansının ve bunun dış politikaya muhtemel etkilerinin değerlendirildiği bir sonuç bölümüyle sona ermektedir. AMERİKAN SAĞINDA YENİ MUHAFAZAKÂRLIKTAN ÇAY PARTİSİ HAREKETİNE YENİ EĞİLİMLER Amerikan sağının yükseliş ve düşüş süreçlerine bakıldığında, 1960’lardaki Demokrat yönetimlerin izlediği büyük hükümet ve refah devleti politikalarına, yani liberal müesses nizama (liberal establishment) karşı, bir tepki olarak başlayıp, 1980’de Reagan’ın işbaşına gelmesiyle zirveye varan ve sonra da George H. W. Bush iktidarı ile düşüşe geçen bir ilk dönemden söz etmek mümkündür. Bu dönemde muhafazakârlık, küçük ve ciddiye alınmayan bir entelektüel klikten kitlesel bir harekete ve siyasi akıma dönüşmeyi başarmıştır. Hatta kendi kurumlarını ve düzenini kurarak anaakım siyasetin en önemli unsuru olmuştur.1 Daha sonra

1

Bu süreci en iyi analiz eden kaynaklar olarak bkz: Sara Diamond, Right-Wing Movements and Political Power in the United States,(New York ve Londra: The Guilford Press, 1995); Sidney

3

Ö. Kurtbağ

ise Clinton dönemindeki sessizliğin ardından, oğul Bush’un iki dönemlik iktidarı ile yeniden kendini bulan ve zirveye oturan hareketin Obama’nın gelişi ile son bulan düşüşüne kadarki ikinci bir dönemden bahsedilebilir. Bu çalışmanın da odaklandığı ve aşağıda cevap aradığı esas soru, üçüncü bir yükseliş ve belki de devamında iniş dönemine tekabül edecek şekilde, yeni bir muhafazakâr dirilişin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği ve bunun kimin öncülüğünde olacağıdır. Daha 2000’lerin başlarında büyük bir özgüvenle uzun yıllar sürecek bir sağ iktidarlar sürecinin ve silsilesinin başladığını düşünen ve Bush yönetimiyle adeta özdeşleşen muhafazakâr hareketin, aradan geçen zamanda hızla baş aşağı giderek düşüşe geçmesi ve ülkeyi de beraberinde ekonomik krize sürüklemesi çok çarpıcı bir tezat oluşturmaktadır. 11 Eylül’ün yarattığı korku ve endişe ortamında hız kazanan ABD’nin siyasi olarak sağa kayma süreci, Obama’nın seçilmesiyle geçmişte kalmış gibi görünmektedir. Bu süreçte, muhafazakâr kanatta işler, başkan Bush’u adeta bir “savaş tanrısı” gibi kült statüsüne çıkarma2, hatta onu ve yönetimini eleştiren herkesi ihanetle suçlama noktasına kadar gitmiştir. Şimdi ise aynı gruplar, Obama’nın yaptığı olumlu ya da olumsuz her şeye karşı çıkıp bizzat onun kişiliğine ölesiye muhalefet eden bir hükümet karşıtı konuma sürüklenmişlerdir. Nitekim bu muhafazakârlar, ülkelerinin Amerikalı bile olup olmadığından kuşkulandıkları siyahi bir liberal liderce gasp edildiğine körü körüne inanmaktadır. Ülke çıkarları gereği olsa bile Obama’nın başarılı olması bunları en çok endişelendiren husustur. Sağın etkili kalemlerinden Hannity’nin şu sözlerinde bu açıkça gözlenebilir: “Amerika’nın solcuları, orduya, Amerikan istisnacılığına, kapitalizme ve kapitalistlere duydukları nefreti sürekli olarak ifşa ettiler. Ama bugün saldırılarını yeni bir düzeye taşıdılar. Şunu söylemek abartılı olmayacaktır ki özgürlük ve refah ulusu ve dünyanın tek süper gücü olarak geleceğimiz hiç olmadığı kadar tehlikededir. Ulusal bekamız için savaştayız. Barack Obama’yı ve Amerikan solunu, atalarımızın bize miras bırakmak üzere feda ettiği ve ordumuzun korumak için savaştığı, kanını döktüğü ve kendini feda ettiği her şeyi bizden çalmadan yenilgiye uğratmak için yeni bir vizyona ve etkin bir stratejiye ümitsizce ihtiyaç duymaktayız.”3

2

3

4

Blumenthal, The Rise of the Counter-Establishment: From Conservative Ideology to Political Power, (New York: Harper & Row Publishers, 1988); Charles W. Dunn ve J. David Woodward, American Conservatism from Burke to Bush: An Introduction, (Lanham ve Londra: Madison Books, 1991). Sedat Laçiner, ‘Amerika ve İngiltere’de 11 Eylül Sonrası Din ve Siyaset İlişkisi’, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 1, No: 1, 2005, s. 108-110. Sean Hannity, Conservative Victory: Defeating Obama’s Radical Agenda, (New York: Harper, 2010), s. 2-3.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

Dahası Hannity, bununla da yetinmeyerek, Obama’nın ve onun “radikal solcu” politikalarının ülkenin kurucu babalarının ve anayasasının temel ilke ve değerleriyle de tamamen ters düştüğüne inanmaktadır.4 Obama’nın seçilmesiyle su yüzüne çıkan bu nefret ve öfke, hareketi şiddetli bir liberalizm, azınlıklar, göçmenler ve federal hükümet karşıtlığı üzerinden yeniden eski günlerine döndürmek için birer katalizör işlevi görmektedir. Amato ve Neiwert’in deyişiyle, Chicagolu genç siyah liberalin zaferi canavarı uykusundan uyandırmıştır.5 Ama bu kez, söz konusu dirilişi sağlamaya çalışırken umutlar aşırı ideolojik görüşlere ve gruplara bağlanmıştır. Nitekim bunlar, fazla özgüvenli buldukları Obama’nın “normalde merkez sağcı” Amerikan ulusunu “sola” kaydırma çabasında başarılı olmaması için her şeyi yapmaya hazırdırlar. Obama’ya karşı, McCarthyci bir retorikle, ABD dışında Kenya’da doğduğu, beyaz karşıtı bir siyah kilisenin mensubu olduğu, solcu bir üniversite eğitiminden geçtiği, hatta Endonezya’da bir medresede yetiştiği ve ikinci adının Hüseyin olmasından hareketle ABD’den ve beyazlardan nefret eden gizli bir Müslüman olduğu6 yönünde komplo kokan söylentileri kullanmaktan ve yaymaktan bile çekinmemişlerdir. Hatta aynı kesimler, bu tür komplo teorileriyle gayrimeşrulaştırmaya çalıştıkları Obama ve ekibini, zenginliği tüm halka yayma vaatlerinden dolayı sosyalizm, Marksizm ve faşizm ile bile (bunlar arasındaki ideolojik farkları göz ardı ederek) rastgele suçlamışlardır. Bunlar Obama’yı ABD’yi bir tür totaliter diktatörlüğe götürmekle eleştirirlerken, bunun ideolojik niteliği hakkında çok ciddi bir kafa karışıklığı içinde bulunmaktadırlar. Korku, nefret ve kötülemeye dayalı bu tür komplocu görüşler karşısında liberal kanattan bir tür Amerikan faşizmine doğru gidildiği endişeleri gelmesi ise gecikmemiştir.7 Aslında, muhafazakâr hareketin yükseliş ve düşüş sürecine yakından bakıldığında, bu tür tartışmalar ilk kez yaşanan bir olgu değildir. Nitekim önceleri kenarda kalmış olan yeni muhafazakârların (neoconservatives) yükselişi de sabırla, öfkeyle ve inançla dolu uzun bir bekleyişin ardından, oğul Bush yönetiminde vücut bulmuş ve daha sonra da başarısızlıklarla sonlanmıştır. Time’dan Fareed Zakaria, Reagan ve Bush’tan sonra Cumhuriyetçilerin üçüncü kez devrim yapma vaadiyle 2010 ara seçimlerine girdiği, ama iki kez başarısız olduktan sonra bu kez de eğer belli şartlar oluşmazsa başarısızlığa mahkûm olduğu görüşündedir.8 İlk devrim, Demokratların büyük toplum ideallerine alternatif olarak iktidara gelen Reagan’ın devleti küçültme, harcamaları artırma ve vergileri azaltma vaatleriyle 4 5

6

7 8

Ibid, s. 5. John Amato ve David Neiwert, Over the Cliff: How Obama’s Election Drove the American Right into Insane, (Sausalito (CA): PoliPoint Press LLC, 2010), s. viii. Hannity, Conservative Victory..., s. 17-20; Jerome R. Corsi, The Obama Nation: Leftist Politics and the Cult of Personality, (New York: Pocket Star Books, 2010), s. x-xi. Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 16-17. Fareed Zakaria, ‘The Republican Revolution: Real This Time?’, Time, 4 Kasım 2010, http://www.time.com/time/politics/article/0,8599,2029356,00.html (erişim: 5 Kasım 2010).

5

Ö. Kurtbağ

başladı, ama iki dönemin sonunda özellikle federal devleti küçültme ve artan bütçe açıkları bakımından (Bush görevi bıraktığında GSYİH’nin % 2,8’ine ulaşmıştı) başarısızlıkla sonuçlandı. Zakaria’nın tespitiyle, “Eğer Demokratların paradigması vergilendir ve harcaysa, Cumhuriyetçilerinki de borçlan ve harca oldu.”9 İkinci devrim ise vergileri azaltan ve iki büyük savaş açan oğul Bush döneminde yaşandı. Clinton’un biriktirdiklerini cömertçe tüketen Bush yönetimi, ABD’yi iki dönemin sonunda bütçe fazlası veren bir ekonomiden bütçe açığı veren bir ekonomiye dönüştürdü. Şimdi Cumhuriyetçiler bir kez daha ülke yönetimine talip, fakat açıkları nasıl kapatacaklarına dair ciddi bir fikirleri de liderleri de yok aslında. Geleneksel olarak savundukları vergileri indirme politikasının ise, devlet bütçesindeki gediği büyütüp borçları artırmaktan başka bir işe yaramayacağı ortadayken artık sorunlara çare olması mümkün değildir. Bugün, Amato ve Neiwert’e göre, Amerikan muhafazakârlığı radikal fikirlerin ve grupların peşine takılarak kendini son hızla uçurumun kenarına sürüklemektedir.10 Zira Cumhuriyetçi kesimler, nerede hata yaptıklarına dair özeleştiri yapıp kendilerini toparlamak yerine, kolaya kaçıp ırksal ve kültürel olarak ayrıştırıcı politikalarla, ya da Amato ve Neiwert’in deyimiyle11 öfke politikası yoluyla (the politics of resentment), muhalefet yapma yoluna girmişlerdir. Sağ cenahta şu sıralar harekete kimin yön vereceği konusunda ciddi bir mücadele olduğu görülmektedir. Geleneksel ve ılımlı Cumhuriyetçiler ülke çıkarları uğruna Demokratlar ile birlikte çalışmanın kaçınılmazlığını görürken yeni sivrilen hoşgörü yoksunu, göçmen karşıtı ve daha ziyade güneyli aşırı sağ gruplar böyle bir girişimi ihanetle bir görmektedirler. Bu gruplar, ABD’yi efsanelerle dolu geçmişine geri döndürme vaadi sunan ve 2009’da doğan Çay Partisi (Tea Party) oluşumu altında toplanmış durumdadırlar. Sağın öfke ve korku siyasetinin bir sonucu olan bu oluşum, ismini ABD’nin bağımsızlığı öncesinde Boston’da İngiltere Kralı’na karşı örgütlenen Çay Partisi hareketinden almakta olup12 hareketin çatısı altında, vatansever gruplar (Patriot Movement), beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ırkçılar (White Supremacists), neo-Nazi aşırılar, Başkan Obama’nın Amerikalı olmadığına inananlar (Birthers), teokratik dinciler ve hatta şiddete bulaşmış diğer aşırı sağ gruplar biraraya gelmiş durumdadır.13 Hareketin öncüleri arasında ise Rush Limbaugh, Glenn Beck, Sean Hannity ve Sarah Palin gibi medyatik ve popüler isimler dikkat çekmektedir. Bunların başlıca amacı da kendilerinden çalındığına inandıkları Amerika’yı geri almak ve 9 10 11 12

13

6

Ibid. Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 21. Ibid., s. 165. Walter Russell Mead, ‘The Tea Party and American Foreign Policy’, Foreign Affairs, Vol. 90, No.2, Mart-Nisan 2011, s. 28; Deniz Gökçe, ‘Çaysız ‘Çay Partisi’ Ne İş?’, Akşam, 09 Kasım 2010, http://www.aksam.com.tr/2010/11/09/yazdir_yazar/19431/deniz_gokce/caysiz__cay_par (erişim: 10 Ocak 2011). Mead, The Tea Party, s. 29-30; Stefan Halper, ‘President Obama at Mid-term’, International Affairs, Vol. 87, No. 1, 2011: s. 4.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

Obama yönetimini sona erdirerek yeniden bir muhafazakâr/Cumhuriyetçi dirilişi sağlamaktır.14 Zira Obama’nın seçildiği 5 Kasım 2008 günü onların bildiği şekliyle ABD’nin sonunun gelmesi demektir. Bu ortamda, İç Güvenlik Bakanlığı’nın (Department of Homeland Security) da raporuyla doğruladığı üzere, radikal fikirlerin, yurtseverlik kisvesine bürünen aşırı sağcı/ırkçı grupların, komplo teorileri yayanların ve silahlananların sayısı ve etkinliği 2009’da tam bir patlama yapmıştır.15 Aslında, Çay Partisi hareketi, başlarda normal vergisini veren ve yasalara bağlı yurttaşların katıldığı, küçük hükümet yanlısı olan ve ekonomik teşvik paketine muhalefet eden zararsız ve partizan olmayan gösteriler şeklinde başladı16 ve özellikle de sağın propaganda organı haline gelmiş olan Fox News kanalınca böyle takdim edilmeye çalışıldı.17 Nitekim genel olarak muhafazakâr hareketin ve özelde de Kongre üyeleri de dahil Cumhuriyetçilerin pek çoğunun kısa sürede Çay Partisi’nin popülist söylemini benimsediği ve birçok gösteri ya da toplantıda bunlara destek verdiği görüldü. Ancak bugün gelinen noktada, aşırı ve popülist görüşleriyle geleneksel Cumhuriyetçi sağın bile kontrolü dışında bir oluşum göze çarpmaktadır. Mead, Çay Partisi hareketinin, 1830’larda Amerikan siyasetine damga vuran başkan Jackson’dan adını alan, anaakım politikalara karşı duruşuyla bilinen ve dış politikada da hayli milliyetçi olan Jacksoncu (Jacksonian) popülizmle birçok ortak noktası bulunduğuna dikkat çekmektedir.18 Çay Partisi’nin, popülist söylemleriyle, lidersiz kalan Cumhuriyetçi Parti’yi ekonomik, sosyal ve siyasi konularda daha da sağa doğru kaydıracağı yönünde görüşler de bulunmaktadır.19 Bu gruplar, Demokratlardan nefret ettikleri kadar Bush dönemindeki kimi geleneksel muhafazakârlardan da aynı ölçüde hazzetmemekte ve Cumhuriyetçi Parti’nin ülkeyi yanlış yola sürüklediğine inanmaktadırlar. Nitekim Çay Partisi destekçisi Limbaugh ve Hannity gibi pek çok isim, ısrarla ABD’nin hâlâ merkez sağ bir ulus olduğunu ve Cumhuriyetçilerin seçimlerde kaybetmesinin de yeteri kadar muhafazakâr olmamalarından kaynaklandığını düşünmektedir.20 Önerilen çözüm de böylece, yeniden muhafazakâr (ya da ülkeyi kuran) ilkelere sarılmak ve bunları hayata geçirmekten ibarettir.

14 15

16

17 18 19

20

Ibid., s. viii-ix. Ari Berman, ‘After Arizona Shooting, Obama Should Fight Fringe Extremism Like Clinton Did’, The Nation, 10 Ocak 2011, http://www.thenation.com/blog/157594/after-arizona-shootingobama-should-fight-fringe-extremism-clinton-did (erişim: 11 Ocak 2011). Mead, The Tea Party, s. 28-29; Hannity, Conservative Victory..., s. 4; Gökçe, ‘Çaysız...’; James R. Corsi, America for Sale: Fighting the New World Order, Surviving a Global Depression, and Preserving U.S.A. Sovereignty, (New York: Threshold Editions, 2009), s. 237, 244. Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 122-125, 130. Mead, The Tea Party, s. 31-32. Ali H. Aslan, “Topal Ördek’ Savaşçı mı Olacak, Barışçı mı?’, Zaman, 01 Kasım 2010, http://www.zaman.com.tr/yazdir.do?haberno=1047375 (erişim: 4 Kasım 2010). Hannity, Conservative Victory..., s. 4, 10; Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 22.

7

Ö. Kurtbağ

2010 yazı, öfke siyasetinin hâkimiyetindeki bu atmosferde Obama yönetimi için çok zorlu geçti. Zira bir yandan eskinin “büyük hükümet” günlerine dönüş imajı yaratan ve “Obamacare” takma adı verilen sağlık reformu beyaz orta sınıfın kaynakların israf edildiği eleştirisiyle karşılaşırken, Meksika Körfezi’nde bir türlü durdurulamayan petrol sızıntısı da Bush dönemindeki Katrina kasırgası ve tabiî ki Bush’un felaketteki kötü yönetimi ile kıyaslandı.21 Ekonomik krizin alınan tüm önlemlere rağmen henüz atlatılamamış olması ve işsizliğin yüksek seyretmesi de bunlara tuz biber ekti. Yine New York’a, 11 Eylül’de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’ne yakın bir bölgeye yapılması planlanan cami projesinin ve buna tepki olarak Kuran yakma girişiminin yarattığı siyasi gerginlik ve bölünmeleri de bu listeye eklemek gerekir.22 Tabii böyle bir ortamda, 2 Kasım 2010’da yapılacak ara seçimlerde Demokratların yenilgisi ve Kongre’deki çoğunluğun kaybedilmesi olasılığı iyice güçlendi. Bu gelişmeler karşısında, 2009 başlarında % 60’tan fazla olan Obama’ya halk desteği 2010 yazında % 50’lerin altına düşerken Amerikalıların % 60’ı da ülkenin yanlış yolda olduğu düşüncesindeydi.23 Tüm bunlar, Obama’nın son iki yılının ilkinden çok daha zor geçeceğinin ve ara seçimlerde sarsıcı bir Cumhuriyetçi zaferin işaretleri olarak görüldü. The Economist’e göre, muhafazakârlar karşısında Obama için işler göründüğü kadar kötü değildi aslında. Derginin Cumhuriyetçi Parti ve Amerikan muhafazakârlarıyla ilgili 2010 yazındaki bir yorumunun başlığı şuydu: “Çok fazla öfke ve çok az fikir: Amerika Barack Obama’ya karşı daha iyi bir alternatife muhtaç”. Nitekim muhalefetin içinde bulunduğu durum, dergiye göre, Obama’nın yaptığı hataları veya başarısızlıkları bile gölgeleyecek kadar vahimdi. ABD’nin, hasmane tavırlı, uçlarda gezinen, aşırı sağcı ve tutarlı veya ciddi bir fikri arkaplana da sahip olmayan bir muhalefetten çok daha iyisine ihtiyacı vardı.24 Gerçekten de fikirler bazında bakıldığında, “gerçek Amerika”yı temsil ettiklerinin ötesinde ortada elle tutulur bir muhafazakâr öneri ya da proje bulunmuyordu. Ülkeyi ekonomik felaketin eşiğine getirmekle suçlanan Cumhuriyetçiler, olanlarda kendi sorumluluklarını göz ardı ederek adeta her şeye “hayır” diyen bir partiye (party of No) dönüşmüştü. Sağlık reformu ya da federal açıkların kapatılması noktasında Obama’yı sıkıştırmakla birlikte, kendileri iktidarda olsalar ne yaparlardı sorusuna açık bir yanıtları da yoktu. Nitekim ne krize karşı alınan teşvik paketi önlemine ne de sağlık reformuna olumlu oy kullandılar. Wall Street’e yönelik mali düzenleme (regulation) yasasına da halktaki öfkenin yüksekliği karşısında başka bir seçenekleri olmadığı için evet demek zorunda kaldı-

21

22 23 24

8

‘America’s Right: The Risks of “Hell, No!’, The Economist, 10 Haziran 2010, http://www.economist.com/node/16317345 (erişim: 12 Haziran 2010); ‘What’s Wrong with America’s Right’, The Economist, 10 Haziran 2010, http://www.economist.com/node/16321546 (erişim: 12 Haziran 2010). Halper, President, s. 6. Ibid. Ibid.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

lar.25 Yoksa zenginlere vergi indirimlerinin devam etmesine, yani vergi adaletsizliğinin sürmesine veya batık bankaların ve finans kuruluşlarının yılsonunda yöneticilerine ödedikleri bonkör primlere (bonus) pek ses çıkardıkları yoktu.26 Aynı şekilde, askeri harcamaların kısılmasını dış düşmanlara teslimiyetle bir tutarlarken Bush dönemindeki vergi indirimlerinin sona erdirilmesi veya vergilerin artırılması da aynı ölçüde bunların şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Zira aynı kişiler, Obama’yı Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısından dolayı eleştirirken petrol şirketlerinin daha sıkı düzenlemeler altına alınmasına karşı çıkabildiler ya da bankaların devletçe kurtarılmasını protesto ederken gelecekte bu tarz önlemlerin önünü kesen mali reform yasasına destek vermede isteksiz kalabildiler.27 Tabii popülizm kaynaklı bu tutarsızlıklar muhalefette olduğu sürece muhafazakârlar için ciddi bir sorun oluşturmayabilir, ama zaferle çıktıkları ara seçimleri takiben bu retoriğin sürdürülmesi hareket ve parti için ters de tepebilir. Zira, sadece öfkenin ötesine geçip Washington’un pragmatik atmosferinde siyasi proje ve çözüm üretme gerekliliğiyle yüz yüze geleceklerdir. Nitekim seçimlerin hemen sonrasında, gerek Bush dönemi vergi indirimlerinin sürmesi gerekse de START’ın onaylanması konularında Obama ile hem de belli konularda tavizler vererek uzlaşmaları, bunun işaretleri olarak yorumlanabilir.28 Siyasi yelpazenin diğer ucundaki liberaller ya da ilerlemeciler ise Obama için yüzde yüzlük bir performanstan daha azını başarısızlıkla eşdeğer görerek yönetimi tam aksi yönden vurmaya çalışıyorlar.29 Obama’nın iki yılda yaptıkları kimilerine göre aslında küçümsenecek gibi değil: ülkeyi ikinci ve daha derin bir durgunluktan kurtaran teşvik paketinin kabulü, otomotiv sektörünün kurtarılması, sağlık hizmetlerini herkese yayan ama henüz değeri ve önemi tam anlaşılamayan sağlık reformunun geçirilmesi ve Wall Street’in aşırılıklarını dizginleyebilecek bir mali reform yasasının çıkarılması hep Obama’nın eseriydi.30 Aslında kibirli ve aşırı özgüvenli suçlamalarına rağmen, Obama’nın ılımlı tavrı ve rakipleriyle geliştirdiği medeni ilişkiler düşünülürse, söz konusu suçlamaların aşırıya kaçtığı görülebilir. Nitekim Bush’un aksine, ne ekonomik teşvik paketini uygu25 26 27 28

29

30

‘America’s Right…’. Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 156. ‘What is Wrong...’. Kristi Keck, ‘Obama Moves Toward Center, But Will He Stay There’, CNN, 30 Aralık 2010, http://edition.cnn.com/2010/POLITICS/12/29/obama.review/index.html?hpt=C2 (erişim: 31 Aralık 2010). P. M. Carpenter, ‘Why Right and Left Won’t Cheer Obama’, CNN, 20 Aralık 2010, http://edition.cnn.com/2010/OPINION/12/20/carpenter.obama.political.credit/index.html?hpt= Mid (erişim: 22 Aralık 2010). Ibid.; David Sanger, The Inheritance: The World Obama Confronts and the Challenges to American Power, (New York: Harmony Books, 2009), s. 445; Timothy Egan, ‘A Big Idea’, The New York Times, 06 Aralık 2010, http://opinionator.blogs.nytimes.com/2010/12/06/a-bigidea/?ref=timothyegan (erişim 08 Aralık 2010).

9

Ö. Kurtbağ

laması ne de yaptığı sağlık reformu, aşırı sağın ileri sürdüğü gibi Obama’yı radikal solcu bir figür olarak görmeye yetecek malzeme sağlamakta.31 Ancak pek çok liberal isim, Obama’ya daha omurgalı olması ve kaslarını göstermesi çağrısı yapıp ara seçimlerdeki uzlaşmacı ve iki partiye de yakın durma stratejisini eleştirdiler. Dolayısıyla, “Obama'nın ve orkestra şefliğini yaptığı Demokrat siyasetçilerin Washington'daki müesses nizamı değiştirme vaadini tutmamış olması, en azılı muhalifleriyle ılımlı gayri memnunların ortak şikâyet noktası.”32 Bu tablo, tabii ki muhalefet noktasında orta yola ve gri alanlara pek yer bırakmıyor ve aşırı siyasi kamplaşma ortamında karşılıklı taviz verilmesi de giderek zorlaşıyor. SAĞIN YENİDEN DİRİLİŞİ Mİ? 2010 KONGRE SONUÇLARI VE OBAMA’NIN YENİ STRATEJİSİ

ARA

SEÇİMİ

Cumhuriyetçilerin ve sağın kullandığı bu keskin dile Amerikan halkı tarafından da prim verildiği Kasım 2010’daki Kongre ara seçimi sonuçlarından görülebiliyor. Başka bir deyişle, Obama’nın gelişiyle bitmiş gibi görünen Amerika’nın siyaseten sağa kayma sürecinin yeniden canlanması bu seçimleri takiben söz konusu olabilir. Ara seçim sonuçlarına göre33, Cumhuriyetçiler, tamamı yenilenen Temsilciler Meclisi’nde 242 sandalye kazanırken Demokratların sandalye sayısı 193’te kaldı. Üçte biri yenilenen Senato’da ise Demokratlar çoğunluğunu kıl payı koruyup sekiz sandalye kayba rağmen 51 sandalye elde ettiler ama Cumhuriyetçiler de sandalye sayılarını 47’ye çıkardılar. Yine Cumhuriyetçi Parti on eyaletin valiliğini de kazanarak zaferini perçinledi. Obama’nın işini zorlaştıracak husus, yeni Kongre’de Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa geçmesi ve Çay Partisi destekli üyelerin Kongre’nin neredeyse % 10’unu oluşturması gibi görünüyor. Zira özellikle kamu harcamaları ve mali disiplin konularında yönetim daha az harcama ile daha fazla tasarruf yapma baskısı altında kalacak.34 Cumhuriyetçi zaferin arkaplanına yakından bakıldığında, aktif bir seçim kampanyası ile Obama’yı zafere taşıyan liberallerin bu ara seçimlerde isteksiz ve şevksiz, muhafazakârlar ve özellikle Çay Partililerin ise tam aksine bu kez aktivist ve istekli olduğu görüldü. Ama seçim kampanyasında, Obama’nın vaatlerini ye-

31

32 33

 34

10

Dana H. Allin and Steven Simon, ‘Obama’s Dilemma: Iran, Israel and the Rumours of War’, Survival, Vol. 52, No 6, Aralık 2010-Ocak 2011, s. 15. Aslan, ‘Topal Ördek...’. Ali Soylu, ‘Ekonomik Kriz Obama’yı Vurdu’, Zaman, 05 Kasım 2010, http://www.zaman.com.tr/yazdir.do?haberno=1048998 (erişim: 7 Kasım 2010); ‘GOP Roars Back to Take the US House; Democrats Cling to Senate Majority’, CNN, 3 Kasım 2010, http://edition.cnn.com/2010/POLITICS/11/02/election.main/index.html?hpt=T1 (erişim: 3 Kasım 2010); ‘US Elections 2010: America Votes’, BBC, 3 Kasım 2010, http://www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-11671935 (erişim: 3 Kasım 2010). Senato’da ayrıca Demokratlar ile birlikte hareket eden iki bağımsız üye bulunuyor. Neslihan Kaptanoğlu, ‘Çay Partisi Hareketi Sınavı Geçti mi?’, TEPAV Değerlendirme Notu, Kasım 2010.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

rine getirip getirmediğinden ziyade, bir türlü sonu gelmeyen ekonomik kriz karşısında kim olursa olsun halkın sorumlulara iyi bir ders verme arzusu daha belirleyici oldu.35 Seçmenlerin önemli bir bölümü %10’u bulan işsizlikten muzdarip bir şekilde ümitsizliğe sürüklenirken, bundan eskileri değil mevcut yönetimi sorumlu tutarak Obama’ya ve onun liberal-Demokrat gündemine açık bir uyarı mesajı vermek istedi. Yani halk, Wall Street’in dizginlenmesinden memnun olmakla birlikte, eskinin büyük ve müdahaleci hükümet dönemine yeniden dönmek istemediğini Obama’ya açıkça göstermiş oldu. Aslında bu seçimler, 2012’deki başkanlık seçim kampanyasının da erken bir başlangıcını oluşturuyor. Zira 2011’de, hem muhafazakâr sağın ve Cumhuriyetçi kesimlerin kendi içindeki mücadele hem de liberallerle muhafazakârlar arasındaki çekişme yeni boyutlar kazanarak daha da alevlenebilir.36 Kimileri, ara seçimlerdeki yenilgiden sonra Obama’nın ekonomide olağanüstü işler yapmazsa tekrar seçilemeyeceğinden emin.37 Nitekim Çay Partisi temsilcileri de yeni Kongre’de Obama politikalarını zaafa uğratmayı amaçlıyorlar. Ancak Obama, bu noktada Cumhuriyetçiler ile ipleri koparmaktan ziyade onlarla uzlaşma yolları arayarak ulusun ortak çıkarları için proje üretme yoluna girmiş gibi görünüyor.38 Nitekim 2012’de bir kez daha aday olmayı planlayan ve kendisine yapıştırılan sosyalist imajını silmek üzere Obama, seçimleri takiben belirlediği yeni bir yol haritası belirledi. Bu çerçevede de Demokrat çoğunluğun olduğu Kongre dönemi kapanmadan, 6 Aralık’ta Cumhuriyetçilerle sıkı bir pazarlığa girişti. Bu pazarlık sonucunda Obama, orta sınıfa yönelik birkaç iyilik karşılığı, muhafazakârların ısrar ettiği Bush’tan miras kalan zenginler de dâhil herkese vergi indiriminin devamını, liberal kesimlerinin tepkisine39 rağmen, onayladı. Ama bu pragmatik hamle, bağımsız, Demokrat ve Cumhuriyetçi seçmenin büyük kısmının memnuniyetiyle karşılandı ve nitekim Obama’ya halk desteği sekiz ay aradan sonra yeniden % 50’ye ulaştı.40 Yeni muhafazakâr kalemlerden Krauthammer’in ifadesiyle, bu 1 trilyon dolarlık uzlaşı, Obama’nın seçimlerde aldığı ağır yenilgiden sonra sahneye geri dönüşünü simgeliyordu.41 Aynı şekilde, son dönemde yaptığı atamalarla değiştirdiği ekibinin yeni profili de Obama’daki bu merkeze kaymanın işareti olarak yorumlanıyor. Bu noktada yapılan en önemli değişiklik, Rahm Emanuel’den boşalan Beyaz

35 36 37 38 39

40

41

Soylu, ‘Ekonomik Kriz...’; Aslan, ‘Topal Ördek...’. Ibid. Soylu, ‘Ekonomik Kriz...’. Keck, ‘Obama Moves...’. William Greider, ‘The End of New Deal Liberalism’, The Nation, 05 Ocak 2011, http://www.thenation.com/article/157511/end-new-deal-liberalism (erişim: 10 Ocak 2011). Frank Rich, ‘Let Obama’s Reagan Revolution Begin’, The New York Times, 08 Ocak 2011, http://www.nytimes.com/2011/01/09/opinion/09rich.html?_r=1&hp=&pagewanted=print (erişim: 10 Ocak 2011). Charles Krauthammer, ‘The New Comeback Kid’, The Washington Post, 17 Aralık 2010, http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/12/16/AR2010121604846 (erişim: 10 Ocak 2011).

11

Ö. Kurtbağ

Saray Genel Sekreterliği görevine, Wall Street’e yakınlığı ve Kongre’yi etkileme kabiliyetiyle bilinen merkezci bir ismin, eski Ticaret Bakanı William Daley’in getirilmesi oldu.42 Diğer yandan ise böyle bir merkeze kayma ve makul bir siyaset izleme tercihi, eğer çok ileri giderse Obama’nın kendi liberal ve ilerlemeci destekçilerini yabancılaştırıp yeniden seçilme şansını zora sokabilir gibi görünmekle birlikte, liberallerin Obama dışında başka bir alternatifinin olmadığı da ortada. Çay Partisi hareketi, bazı önemli kayıpları olsa da ara seçimlerin asıl galibi olarak görülebilir. Nitekim Çay Partisi destekli adaylar, seçimler öncesi aday belirleme sürecinde sadece merkezden destekli Cumhuriyetçi adaylara değil, aynı zamanda kaybettiği yerlerde bile Demokratların önemli isimlerine ve ağır toplarına da güç anlar yaşattılar.43 Sözgelimi, Nevada’daki yarışta, Demokratların Senato’daki en önemli ve tecrübeli isimlerinden Harry Reid, Çay Partisi destekli Sharron Angle karşısında ancak kıl payı kazanabildi.44 Çay Partisi hareketi ve destekçileri, kampanya boyunca ortalamadan daha yüksek bir eğitime sahip olmalarıyla ve muhafazakârların kürtaj ya da dine ilişkin hassasiyetlerinden farklı olarak, büyük hükümet ve ekonomideki olumsuzluklara dayalı öfkeli bir söylemle fark yaratmaya çalıştılar. Ama bunların, Cumhuriyetçi Parti’yi terk edip yeni bir parti kurarak oyları bölmek yerine partinin dümenini ele geçirme çabası içinde olduğu çok açık. Cumhuriyetçi Parti de hareketin bu enerjisinden ve dinamizminden olabildiğince yararlanma arayışında. Ancak birçok Cumhuriyetçi, partinin hareketi kontrolünden ziyade tersinin gerçekleşmesinden endişe etmiyor değil.45 Nitekim Cumhuriyetçilerin yeni dönemde Çay Partili üyelerle kimi konularda karşı karşıya gelmesi söz konusu olabilecek ve çoğu ilk kez politikaya giren bu tecrübesiz üyelerin tatmin edilmedikleri anlarda partiye zor anlar yaşatması da olası. Çay Partisi’nin mi Cumhuriyetçi Parti’yi radikal bir dönüşüme zorlayacağı, yoksa partinin mi Çay Partisi’ni ehlileştirerek Washington siyasetine uygun davranmaya zorlayacağını zaman gösterecek.46 Kesin olan şey, Çay Partisi’nin Cumhuriyetçi Parti’yi bu seçimlerde daha da sağa kaydırdığıdır. Bununla beraber, çıkan sonucun muhafazakâr fikirlerin yeniden halk tarafından kucaklandığının göstergesi mi yoksa ülkeyi daha iki yıl önce krize sürükleyen Cumhuriyetçilere ikinci bir şans mı olduğunu söylemek için 2012 başkanlık seçimlerini beklemek gerekir.

42

43

44 45 46

12

Ali H. Aslan, ‘Obama’nın Yeni Versiyonu Piyasada’, Zaman, 10 Ocak 2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1076657&title=obamanin-yeni-versiyonu-piyasada (erişim: 10 Ocak 2011). Ed Rollins, ‘GOP Victories in This Fall Not Guaranteed”, CNN, 11 Ağustos 2010, http://www.cnn.com/2010/OPINION/08/11/rollins.midterm.politics/index.html?hpt=T2 (erişim: 12 Ağustos 2010). Kaptanoğlu, ‘Çay Partisi...’. ‘America’s Right...’. Kaptanoğlu, ‘Çay Partisi...’.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

Öte yandan, Çay Partisi muhafazakâr hareketi yeterince muhafazakâr olmadığı gerekçesiyle daha da sağa kaydırırken bunun Obama’dan iktidarı geri almak için doğru bir strateji olup olmadığı da şüpheli görünüyor. “Ülkemizi geri alalım” sloganıyla kampanya yürüten Cumhuriyetçiler, kampanyalarında Çay Partisi’nin etkisinde kalarak, Amerikan anayasasını, özgürlüklerini ve değerlerini, dış düşmanlara karşı yatıştırma siyaseti izleyip ülkeyi sosyalizme sürüklemekle eleştirdikleri bir başkana karşı koruma söylemini kullandılar. Nitekim önemli Cumhuriyetçi siyasi figürlerden biri olan ve Clinton dönemindeki muhalif tutumuyla bilinen Newt Gingrich, Obama’yı ABD tarihindeki en radikal başkan olarak nitelendirdi ve ülkeye en az bir zamanların SSCB’si kadar tehdit oluşturmakla bile suçladı.47 Bununla birlikte, Çay Partililerin ara seçim sürecinde sağı bölmesi savunmaya çekilmiş görünen Demokratların işine gelebilir. Nitekim ara seçimler öncesi aday belirleme sürecinde (primaries) Cumhuriyetçi Parti içinde geleneksel merkez adaylar ile Çay Partisi destekli adaylar arasındaki çekişme kimi yerlerde Demokrat adayların başarılı olmasında önemli rol oynadı.48 Dolayısıyla, 2012 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin ihtiyacı olan şey merkeze daha yakın bir aday olsa da şu an Çay Partisi hareketinin kazandığı ivmeyle Alaska eski valisi ve 2008 seçimlerinde başkan yardımcısı adayı Sarah Palin gibi tam tersi popülist bir aday çıkması Obama’nın işini kolaylaştırabilir.49 Aslında geleneksel Cumhuriyetçiler ve David Frum gibi bazı yeni muhafazakâr isimler de Çay Partisi tarzı popülizmin, anti-seçkinci (anti-elitist) tavrın ve Palin gibilerin parti içinde bu şekilde ağırlık kazanmasından ve öne çıkmasından rahatsızlar ve bu tercihlerin partiyi yeni bir seçim yenilgisine götürebileceğinden endişeliler.50 Fakat Charles Krauthammer ve Karl Rove gibi etkili diğer yeni muhafazakâr figürlerin Çay Partisi’ne birçok noktada destek çıktığı görülebiliyor.51 Pek de ideolojik olmayan orta sınıf ise Washington’u kendinden kopuk görmekle birlikte, siyaseten merkez-liberal, merkez ve merkez sağ arasında gidip gelmekte ve şu anda Obama karşıtı gibi gözükse de doğru iletişimle yeniden kazanılabilecek bir görüntü veriyor.52 Egan, Obama için daha her şeyin bitmediğini ve destek oranı artan başkanın rüzgârı tersine çevirip Clinton’un yaptığı gibi yeni bir zafer kazanabileceğini savunuyor. Egan bu noktada, “düşünceli bir uyuşukluk” içinde olmakla eleştirdiği Obama’nın kendi uzlaşmacı kişiliğini değilse bile yönetim tarzını değiştirebileceğine ve bu amaçla (Roosevelt’in Yeni Bakış’ı gibi) kapsayıcı bir yönetim ilkesi geliştirmekle işe başlayabileceğine dikkat çekiyor.53 Nitekim Obama’nın önünde, Kongre çoğunluğunu kaybetmesine ve sert bir muhalefetle karşılaşmasına rağmen, ikinci kez seçilmeyi başarmış bir Clinton örneği bulunu47 48 49 50 51 52 53

‘America’s Right...’. Ibid. ‘What is Wrong...’. Amato ve Neiwert, Over the Cliff..., s. 164-165. Ibid., s. 237-238. Carpenter, ‘Why Right and Left...’. Egan, ‘A Big Idea’.

13

Ö. Kurtbağ

yor. Kimi yazarlar ise Obama’nın rakiplerine karşı fazla yumuşak ve çekingen olduğunu savunarak, eline bunlara darbe indirme fırsatının geçtiği (mesela Cumhuriyetçilerin karşı oy verdiği 11 Eylül enkazını kaldırırken zehirlenen işçilere yardım sağlanmasını öngören yasa gibi) pek çok konuda kendini geri çekmesini ve öne çıkmayışını eleştiriyorlar.54 Ancak yeni dönemde, Obama’nın muhalefetin kontrolündeki Kongre karşısında liderliğini daha fazla göstermesi gerekecek. Tüm bu tartışmalar yaşanırken, 9 Ocak 2011’de Amerikan siyasetinin son dönemdeki en büyük siyasi suikastlarından biri gerçekleşti. Anarşist bir genç tarafından, Arizona’nın Tucson kentinde, Temsilciler Meclisi’nin Demokrat üyelerinden Gabrielle Giffords’a yapılan kanlı saldırı, meclis üyesini ağır yaralarken altı kişinin ölümüne ve 13 kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Ülkedeki gergin siyasi iklimde aslında sürpriz sayılamayacak saldırı sonrası yapılan yorumlarda ise ortada saldırganın motivasyonu ile ilgili henüz açık bir kanıt olmasa da gittikçe derinleşen siyasi kamplaşma ve özellikle de Çay Partililerin kullandığı kutuplaştırıcı nefret söyleminin saldırı için uygun iklimin oluşmasına hizmet ettiği görüşü hakim oldu.55 Nitekim liberal yazarlardan Paul Krugman, olayın gergin ve şiddet yüklü siyasi ortamdan soyutlanarak tek başına basit bir adli vaka olarak görülemeyeceğine dikkat çekti.56 Cumhuriyetçiler ve Çay Partisi hareketi ise, sağduyu çağrısı yaparak saldırıları kınasalar ve liberalleri siyasi fırsatçılıkla suçlasalar da57 mevcut söylemlerini değiştirmedikleri müddetçe bu tür suçlamalara maruz kalmaya devam edecekler gibi görünüyor. Nitekim Sarah Palin’in saldırıya uğrayan Clifford’u ara seçim kampanyasında hedef tahtasında göstermesi ve yine kampanya sırasında sağlık reformuna evet diyen Demokrat adaya yönelik tehditler, aşırı sağın bu saldırıyla hiçbir bağlantısı olmadığı savlarını ciddi şekilde zayıflatmaktadır. En vahimi ise Arizona’daki bu olayın Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi halinde tüm ülke çapında olacakların bir habercisi ve başlangıcı olduğu şeklindeki yorumlardır.58 Gelişmeler ileride bu boyuta varsın ya da varmasın, bu saldırı, önümüzdeki dönemde yeni Kongre’deki Cumhuriyetçilerin başta sağlık reformu olmak üzere Obama karşıtı girişimlerde işini güçleştirirken,

54 55

56

57

58

14

Rich, ‘Let Obama...’. Aslan, ‘Obama’nın Yeni...’; Timothy Egan, ‘Tombstone Politics’, The New York Times, 09 Ocak 2011, http://opinionator.blogs.nytimes.com/2011/01/09/tombstone-politics/?hp (erişim: 10 Ocak 2011). Paul Krugman, ‘Climate of Hate’, The New York Times, 09 Ocak 2011, http://www.nytimes.com/2011/01/10/opinion/10krugman.html?_r=1&hp=&pagewanted (erişim: 10 Ocak 2011). Tom Curry, ‘Conservatives Scoff at Attempted Linkage to Shooting’, MSNBC, 10 Ocak 2011, http://www.msnbc.msn.com/id/41006982/ns/politics# (erişim: 11 Ocak 2011); Michael Scherer, ‘In Response to Mayhem, The Nation Stands in Silence’, Time, 10 Ocak 2011, http://swampland.blogs.time.com/2011/01/10/in-response-to-mayhem-the-nation-stands-i (erişim: 12 Ocak 2011). Berman, ‘After Arizona Shooting...’; Krugman, ‘Climate of Hate’.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

Obama’nın siyasi gerilimi düşürmeye dönük yeni merkezci ve uzlaşmacı yol haritasının önünü daha da açabilir.59 DIŞ POLİTİKAYA YANSIMALAR Reagan’dan bugüne muhafazakârlığın yükseliş ve düşüş süreçlerinin dış politikaya yansımalarına bakıldığında, Reagan’ın Yeni Sağ iktidarının ABD’nin 1970’lerde içine girdiği düşüş sürecini tersine çevirip Amerikan hegemonyasını yeniden üretmek üzere işbaşına geldiği açıktır. Onu izleyen Bush döneminde ise geleneksel muhafazakârlık çizgisinde temkinli ve statükocu bir dış politika anlayışının hâkim olduğu ve Washington’un Soğuk Savaş’ın kazasız belasız sona ermesine odaklandığı gözlenmektedir. Üç dönemlik sağ iktidarlara son veren Clinton’ın Demokrat yönetimi döneminde, muhafazakârlar, savunmaya çekilerek Clinton’ın iç politikada ve dış politikada yaptığı hatalara odaklanıp, harekete Clinton sonrası için yeniden ivme kazandırmaya çalışmışlardır. Oğul Bush döneminde ise yeni muhafazakârlar öncülüğünde yeni bir sağ koalisyonun kurulduğu ve bu koalisyonun da özellikle 11 Eylül sonrasında Clinton’ın bıraktığı “kötü” mirası tersine çevirip ABD’nin tekkutuplu hegemonyasını sürdürmesi için tektaraflı, saldırgan ve militarist bir dış politikayı savunduğu görülmektedir. Ancak yeni muhafazakâr tezlerin kılavuzluk ettiği iki dönemlik Bush yönetimleri sonunda ülke, ekonomide derin bir krize sürüklenmiş, dış politikada da iki yıkıcı savaşın yönetilmesi gerçeğiyle yüz yüze kalarak tercihini Obama ve Demokratlardan yana kullanmıştır. Nitekim muhafazakâr koalisyon da elbette bu başarısızlıklar sonrası dağılmıştır. Aşağıda, önce bu sürecin nasıl gerçekleştiğine, sonra da Obama yönetimindeki Demokrat hükümetin ABD’nin dış politikada yaptığı ya da yapmaya çalıştığı değişikliklere odaklanılacaktır. Yeni muhafazakârlara göre, Bush yönetiminin ikinci döneminde gözden düşmeleri, kendilerinden ve dünya görüşlerinden ziyade dış etkenler ve gelişmelerden dolayıydı. Burada elbette, yeni muhafazakârların yönetim içinde karar verici mevkilerde olmadıklarını vurguladıkları ve başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmeye yanaşmadıkları görülmekteydi. İşlerin kötü gitmesi noktasında bunlar yönetimin acemiliğini, yetersizliğini ve acizliğini öne çıkarmaktaydılar.60 Dolayısıyla, kendilerine yönelik eleştiri ve suçlamalara, yeni muhafazakâr yazarlar, kendi retoriklerinde herhangi bir yanlışlık olmadığı inancıyla yanıt verdiler. Fikir ve söylem düzeyinde bir hata ya da kusur olmadığında ısrar ederek, başarısızlığın faturasını Bush ve ekibinin yozlaşmış, kararsız ve kötü yönetimine çıkarmaya çalıştılar.61 Bunlar, sözgelimi Irak’taki savaş sonrası yeniden yapılan59 60

61

Ibid. Richard Perle, ‘We Won Years Ago’, The American Interest, Vol. 3, No. 4, Mart-Nisan 2008, http://www.the-american-interest.com/ai2/article.cfm?Id=394&MId=18 (erişim: 10 Ocak 2010); ‘Interview with Richard Perle’, BBC, 22 Kasım 2007, http://news.bbc.co.uk/2/hi/programmes/har dtalk/7108199.stm (erişim: 10 Ocak 2010). Michael Kinsley, ‘When "Oops" Isn't Enough’, Time, 12 Kasım 2006, http://www.time.com/time /magazine/article/0,9171,1558299,00.html (erişim: 20 Ocak 2009).

15

Ö. Kurtbağ

mada mesafe alınamamasından gerekli kaynakları harekete geçiremeyen Washington’u, savaşta perde arkasında rol oynayan Cheney’i ve az sayıda askerle ülkeyi kontrol etmeye çalışan Savunma Bakanı Rumsfeld’i sorumlu tuttular.62 Yeni muhafazakârların, Bush’a ve yönetime yönelik suçlamalar ile kendi itibar kayıplarını ve gözden düşmelerini telafi etmeyi amaçladıkları açıktı. Fineman’ın isabetli tesbitiyle, Bush, Irak’ta kendisine bir çıkış stratejisi bulmaya çalışırken, yeni muhafazakârlar da Bush yönetimini olan bitenden sorumlu tutmayı kendi çıkış stratejileri olarak belirlediler.63 Bush’un Irak’taki mevcut durum karşısında yardım için BM’ye gitmesi de yeni muhafazakârlarla yönetim arasındaki görüş ayrılıklarının bir başka kaynağı oldu. Artık muhafazakâr sağda terörle savaşta sıranın hangi ülkeye geldiğinden ziyade, mevcut çıkmazın nasıl aşılacağı konusu öne çıkmaktaydı. Kısacası, Irak’taki başarısızlık üzerine yeni muhafazakârlar artık savunma konumuna geçmeye başladılar.64 Kristol’ün, “yeni muhafazakarlar gerçekliğin sopasını yemiş liberallerdir” sözüne atfen, The Economist’in ifadesiyle “...yeni muhafazakârlık Bağdat’ın arka sokaklarında gerçekliğin sopasını yemişti.”65 Yeni muhafazakâr Fukuyama artık yeni muhafazakâr politikaları desteklemediğini açıklayarak tepkisini ortaya koydu. Kimi yeni muhafazakârlar, hareket içinde bu tür görüş ayrılıklarını ve ayrışmaları normal karşılasalar bile, Bush yönetimi de yeni muhafazakârlarla araya mesafe koymaya başlamıştı. Bu durumu perçinleyense Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in Dünya Bankası başkanlığına gönderilmesi ve Müsteşar Douglas Feith’in görevinden ayrılması ile bir CIA ajanının adının basına sızdırılmasıyla ilgili skandala adı karışan Lewis S. Libby’nin görevini bırakmak zorunda kalması ve BM’ye elçi olarak atanan Bolton’un Senato’dan onay alamaması gibi gelişmeler oldu.66 Öte yandan, bu suçlamalar ve savunma konumuna geçiş sonrası başlayan yeni muhafazakâr karşı saldırının belki de en aşırı olanı American Enterprise

62

63

64

65 66

16

John Micklethwait ve Adrian Wooldridge, The Right Nation: Conservative Power in America, (London: Penguin Books, 2004), s. 220; Francis Fukuyama, Neo-Conların Sonu: Yol Ayrımındaki Amerika, (İstanbul: Profil Yayıncılık, 2006), s. 73; Ruşen Çakır, ‘ABD’de Bir Devir Kapanırken’, Birikim, Aralık 2006, s. 23; Michael E. O’Hanlon, ‘Iraq Without Plan’, Policy Review, No. 128, Aralık 2004-Ocak 2005), http://www.policyreview.org/dec04/ohanlon_print.html (erişim: 05 Kasım 2006); Gerard Baker, ‘The Neocons Have Been Routed. But They Are Not All Wrong’, The Times, 13 Nisan 2007, http://www.timesonline.co.uk/tol/comment/columnists/article1647410.ec e (erişim: 18 Mayıs 2007); Joe Klein, ‘The End of Rose-Petal Fantasies’, Time, 30 Ocak 2005, http://www.time.com/time/columnist/klein/article/0,9565,1022566,00.html (erişim: 18 Şubat 2007). Howard Fineman, ‘The Conservative Crack Up’, MSNBC, 12 Ekim 2005, http://www.msnbc.msn.com/id/9651882/ (erişim: 18 Kasım 2006). Fukuyama, Neo-Conların Sonu..., s. 21; Çakır, ‘ABD’de Bir Devir Kapanırken’, s. 22; Michael Hirsh ve Dan Ephron, ‘The Last Man Standing,’ Newsweek, Vol. 148, No. 23, 12 Nisan 2006, s. 39. ‘The End of Ideology,’ The Economist, Vol. 377, No. 8455 (03 Aralık 2005), s. 34. Sarah Baxter, ‘Decline and Fall of the Neocons’, The Sunday Times, 20 Mayıs 2007, http://www.timesonline.co.uk/tol/news/world/us_and_americas/article1812924.ece (erişim: 11 Mart 2008)

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

Institute’den Gary Schmitt’in savunduğu görüştü. Schmitt, yeni muhafazakâr projenin başarısızlığa uğramayıp aksine doğal sonucuna ulaştığını, amaçlarının zaten Clinton tarzı dış politikaya son verip yeni-Reagancı bir dış politikaya geçilmesi olduğunu ve bunu da başardıklarını savundu. Yönetimin uygulamada dış politikayı doğru yönetemediği noktasında yeni muhafazakârlarla hemfikir olsa da, pişmanlık belirtip savaş dışı stratejilerin de düşünülmesi gerektiği itirafında bulunan Perle’ün aksine, Schmitt, Irak’taki başarısızlığa rağmen savaşın baştan beri bir hata olduğu görüşüne karşıydı.67 Bir başka yazar ise, Bush yönetiminin dış politikasına ilişkin eleştirilerin bir bölümü doğru olsa bile yine de yönetimin haksızca eleştirildiği konular olduğu görüşündeydi. Her şeyden önce, ABD’nin müttefik ve dostlarını tamamen kendine yabancılaştırdığı ve işbirliği olanağının ortadan kalktığı görüşü doğru değildi. Terörle ve el-Kaide ile mücadelede istihbarat, lojistik ve askeri birçok alanda Avrupalı ülkeler, Pakistan ve S. Arabistan ABD’ye destek vermişlerdi ve vermeyi sürdürüyorlardı. Yine Avrupa’da Amerikan karşıtlığının artışa geçtiği Fransa ve Almanya’da ABD’yle yakınlaşmaya sıcak bakan Sarkozy ve Merkel işbaşına gelmişlerdi. NATO 2003’te ISAF’ın komutasını devralmayı kabul ederken Libya nükleer silah programından vazgeçmişti.68 Tüm bunların gösterdiği gibi, Bush’un popülaritesinin iyice azaldığı bir dönemde 2006 Kongre ara seçimlerini de kaybeden muhafazakâr koalisyonun görüş ayrılıkları sonucu çatırdamaya başladığı açıktı. Nitekim Evanjelikler, yeni muhafazakârlar ve daha pragmatik düşünen geleneksel görüşlüler arasında bir çekişme yaşandığı artık iyice su yüzüne çıkmıştı.69 Bush’un öncülüğünde sağlanan oydaşma ve kurulan koalisyon, özellikle Irak konusundaki tartışmalarla dağılma noktasına gelmişti. Artık sadece paleo-con denilen grup değil, hemen her kanattan muhafazakâr yeni muhafazakârları sertçe eleştirmekteydi. Nitekim küçültülmüş federal hükümet yanlısı muhafazakârlar Bush’un aşırı kamu harcamalarından, iş dünyası yönetimin Katrina Kasırgası’ndaki acizliğinden ve geleneksel sağ unsurlar da Bush’un yasadışı göçe karşı tutumundan hoşnut değildi.70 Bu tablo karşısında, yeni muhafazakârları eleştirenlere ve hatta Adelman gibi bazı yeni muhafazakâr yazarlara göre, yeni muhafazakârlık en az bir kuşak boyunca düşüş içine girecek ve geri dönüşü de kolay olmayacaktı.71 Rose’un tesbitiyle, “Yeni muhafazakâr proje tamamen ölü değilse bile, besbelli üstesinden

67

68

69

70

71

Paul Reynolds, ‘End of the Neocon Dream’, BBC, 21 Aralık 2006, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/6189793.stm (erişim: 12 Ocak 2007). Peter Wehner, ‘A Triumph of Ideology over Evidence’, Survival, Vol. 50, No. 1, Şubat-Mart 2008, s. 69-72. Fineman, ‘The Conservative…’; Holly Bailey, ‘No Net Gain’, Newsweek, 21 Ağustos 2007, http://www.newsweek.com/id/34993 (erişim: 26 Ağustos 2007). ‘Sidelined by Reality’, The Economist, 19 Nisan 2007, http://www.economist.com/world/na/disp laystory.cfm?story_id=9043308 (erişim: 27 Nisan 2007). Reynolds, ‘End of the…’.

17

Ö. Kurtbağ

gelemeyebileceği ağır bir darbe almıştı.”72 Ancak gözden düşmelerine ve itibar kaybetmelerine rağmen bir ideolojik hareket olarak yeni muhafazakârlığın tamamen sonunun geldiği de söylenemez. Nitekim yeni muhafazakârlık ani gözden düşme ve yeniden toparlanıp popülerlik kazanma süreçlerine alışık bir ideoloji ve harekettir. Bugün de Bush’un işbaşına gelmesi ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde iyice öne çıkan hareketin, aradan geçen yıllarda yeniden gözden düşme ve geri plana itilme sürecine girdiği görülmektedir. Ancak birçok kez bu tür durumlardan kendisini kurtarıp yeniden eski etkinliğine kavuşan bir hareket olarak yeni muhafazakârlık, 2008’de başkanlığa aday olan ve yeni muhafazakâr dış politikayı benimseyen Cumhuriyetçi John McCain’i destekleyerek bu türden bir dirilişi sağlama çabası içine girdiyse de Obama’nın seçilmesiyle başarılı olamamıştır.73 Bu iniş çıkışlar, hareketin savunduğu ilkeler ve politikalar ile gerçeklik arasındaki açığın büyümesi ile çok yakından alakalıdır. Nitekim Irak’taki durumun giderek kötüye gitmesi ve halkın bunun idrakına varması, 11 Eylül sonrası popülaritesi tavana vuran hareketin hızlı düşüş sürecine ivme kazandırmıştı. Savaş, 4000’den fazla asker kaybına ve harcanan 500 milyardan fazla kaynağa rağmen yeni muhafazakâr görüşün, silah zoruyla liberal demokrasiyi yayma inancının naifliğini açıkça gözler önüne sermişti.74 Ebu Garip skandalı ve Guantanamo örnekleri, Amerikan ideallerinin yayılmasının her şeyin çözümü olmadığını ortaya koymuştu. Hatta Irak’ta ve bölgede demokrasinin yerleşmesinin aslında o kadar da Amerikan çıkarlarıyla örtüşmediği, Filistin’de Hamas’ın, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ve Lübnan’da da Hizbullah’ın güç ve etkinlik kazanmasında görüldüğü üzere aşikârdı.75 Irak’taki başarısızlık, İran ve Suriye gibi bölgedeki otoriter rejimler ile Hamas ve Hizbullah gibi radikal gruplara ABD’nin aciz duruma düşürülebileceği noktasında verilmiş bir mesaj gibiydi. Amerikan-İsrail ittifakının artık bölgedeki etkinliği ve ağırlığı azalırken, Washington’un nüfuzunu İran gibi bölgesel ya da Çin gibi bölge dışı aktörlerle paylaşması söz konusuydu. Küresel olarak bakıldığında da Bush’un tektaraflılığı Irak’ı ve bölgeyi felakete sürüklemenin ötesinde, yeni Amerikan yüzyılı söylemlerinin aksine, çokkutuplu bir düzene giden yolu da açmış olabilirdi. Bu da yeni muhafazakârların tasavvur ettiğinden çok daha farklı bir dış politikayı gerekli kılacaktı.76 ABD’nin en azından bir süre daha giderek zayıflamaya yüz tutan hegemon konumunu sürdürmesinin yeni muhafazakâr mirasın izlerinin tamamen silin72

73

74 75

76

18

David Rose, ‘Neo Culpa’, Vanity Fair, Ocak 2007, http://www.vanityfair.com/politics/features/20 07/01/neocons200701 (erişim: 21 Kasım 2007). Jacop Heilbrunn, ‘5 Myths About Those Nefarious Neocons’, The Washington Post, 10 Şubat 2008, s. B03. ‘Sidelined by…’. Baker, ‘The Neocons...’; Francis Fukuyama, ‘After Neoconservatism’, The New York Times, 19 Şubat 2006, http://www.nytimes.com/2006/02/19/magazine/neo.html (erişim: 23 Mayıs 2006). ‘The Neocons Have Finished What the Vietcong Started’, The Guardian, 08 Aralık 2006, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2006/dec/08/comment.usa (erişim: 12 Mart 2007).

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

mesiyle mümkün olabileceği gerçeği bugün de geçerliliğini korumaktadır. 20082009’daki ABD çıkışlı küresel mali kriz ve devamındaki durgunluk, askeri gücü Afganistan ve Irak savaşlarıyla ve kuvvetli direnişle darbe yiyen ve tüm dünyada imajı bozulan ABD’nin yumuşak güç unsurlarının da yavaş yavaş zaafa uğradığını göstermektedir. Dünyada güç dengelerinin değiştiği ve Çin ve Hindistan’ın yükselişi anlamında gücün en azından ekonomik olarak Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığı bir dönemde ABD’nin tekkutuplu hegemonya iddiası artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Obama yönetimi, giderek çokkutuplu hale gelen dünya düzenine uyumlu bir dış politika oluşturmak ile bu güçlerin yükselişinin önünü kesmek seçeneği arasında kalmıştır. Bush yönetimi ikinci seçeneğe öncelik vermiş ve başarısız olmuşken, mevcut durum ve tablo ABD’ye ve Obama yönetimine birinci seçeneği bırakmaktadır. Dolayısıyla, bu seçeneğe yönelmek Obama’nın seçiminden bağımsız olarak zaten ABD’nin önünde kalan en akılcı yoldur ve Asyalı güçlerin şimdiye kadarki barışçıl yükselişi Obama yönetimine bunu gerçekleştirmede bir fırsat sunmaktadır. “Değişim” ve “umut”77 sloganlarıyla kampanya yürüten Obama’nın seçilmesi, gerçekten de kendi ülkesinde ve dünyanın pek çok yerinde ABD’nin Clinton döneminde olduğu gibi yeniden iyicil (benevolent) bir güce ve sorumlu bir dış politikaya dönüşü şeklinde iyimser bir inançla ve umutla karşılandı. Muhafazakârlar 1970’ler ve 80’lerde iktidara liberal Demokrat siyasetin başarısızlığı sayesinde gelmişlerdi. Şimdi ise durum tersine dönmüş olup Demokratlar muhafazakârların başarısızlığından faydalanarak yeniden yönetime gelme ve yeni bir liberal dönemi başlatma şansını yakalamıştı. Bu şansı iyi değerlendiren Barack Obama, 2008’deki başkanlık seçimlerinde oyların %52’sini alıp Cumhuriyetçi aday John McCain karşısında galip gelerek sekiz yıllık Cumhuriyetçi iktidara son verdi. Obama’nın seçilmesi, sunduğu vaatler etrafında oluşan iyimserlik ve umut dalgasıyla sadece ABD için değil, tüm dünya için de önemli ve kritikti. “Obama’nın dünya ile yeni iletişim kanalları açacağına dair verdiği söz, Obama yönetiminin farklı bir “Amerikan gücü” anlayışı benimseyeceğine ve mevcut küresel güç yapısındaki kutuplaşmayı giderebileceğine dair bir umut taşı[maktaydı].”78 Sanger’e göre, “Barack Obama, ekonomik ve stratejik olarak Bush’un göreve geldiğinde aldığından çok daha büyük bir tehlike içindeki bir ülke miras almıştı.”79 Nitekim küresel ekonomik krizi, devam eden iki savaşı ve tüm dünyada yükselen Amerikan karşıtlığını kucağında bulan Obama’dan beklenen, Bush’un bıraktığı hasarı tamir etmenin ve özellikle İslam dünyası ile ilişkilerin düzeltilmesinin ötesinde, Amerikan dış politikasının rotasını yeniden çizmek ve ana ek77

78 79

Halper, President,s. 2; Barack Obama, Change We Can Believe In: Barack Obama’s Plan to Renew America’s Promise, (New York: Three Rivers Press, 2008), s. 1-7; Robert Niblett, ‘Introduction’, içinde Robin Niblett, (eder.), America and a Changed World: A Question of Leadership, (London, Chatham House, 2010), s. 1-2. ‘Obama Dönemi Türk Amerikan İlişkileri’, SETA Analiz, Sayı 8, Nisan 2009, s. 4. Sanger, The Inheritance, s. xii.

19

Ö. Kurtbağ

senini köklü biçimde değiştirmek, yani tam bir yenilenmeydi.80 Nitekim 2009’da Obama’ya verilen Nobel Barış Ödülü de başkana yaptıkları için değil yapacakları ve vaatleri için verilmişti. Bu ödül, Obama’nın daha herhangi bir somut adım atmadan sadece seçilmesinin bile ABD’de olduğu gibi ABD dışında da nasıl bir teveccühle karşılandığının işaretiydi. Obama’nın, Guantanamo’nun kapatılması ve işkenceye dayalı sorgulama yöntemlerine son verilmesi, İran ile diyalog, Rusya ile nükleer silahsızlanma görüşmelerinin başlatılması ve küresel ısınmayla mücadele gibi anti-Bush söylemleri bu çerçevede dikkat çekse de esas olan eyleme geçilmesiydi ki, aksi halde söylemlerle fiili politikalar arasındaki fark büyüyerek yönetimi başarısızlığa sürükleyebilirdi. Bu noktada, Obama’nın iki yıllık performansını değerlendirmek yerinde olacaktır. İşbaşına gelmesinden bugüne kadar geçen sürede, Obama’nın popülizmden uzak daha yumuşak bir dile, daha pragmatik bir yaklaşıma ve daha gerçekçi algılamalara dayalı retoriği, Amerikan dış politikasını yeni bir çizgiye çekeceğinin ilk göstergeleriydi. Washington’da, ABD’nin artık mutlak üstünlüğe sahip olmadığı ön kabulüyle yola çıkan ve amaçlarına salt kaba güce dayanarak ulaşamayacağı gerçeğini idrak etmiş bir yönetim vardı. Bush’un aksine, hata yaptığında bunu açıkça kabul etmeye de meyilliydi. Obama, ekibine bazı Cumhuriyetçileri de almaktan çekinmemiş ve partizanca davranmayacağı izlenimi vermişti.81 Ama bu haliyle merkeze daha yakın duran Obama, değişimin hızla ve radikal biçimde gerçekleşeceği iddiasında da bulunmamıştı. Bu görüntüsüyle yeni yönetim, Bush’un yeni muhafazakâr dış politikasının aksine, dost, rakip ve hatta düşman güçlerle ilişkilerde yeniden diyalog, diplomasi ve müzakerenin dış politikayı şekillendireceği beklentisi yarattı. Ancak, Obama dış politikasının bu yönleri muhafazakârların eleştirileriyle karşılaşırken Bush politikalarına yaklaştığı alanlarda ise takdirini aldı. Sözgelimi, Robert Kagan gibi yeni muhafazakâr yazarlar, Afganistan’daki askeri varlığın devamı ve takviye (surge) stratejisinden dolayı Obama’ya destek verirken yönetimin Bush’un yaptığı hemen her şeyi tersine çevirme takıntısına ve Amerikan karşıtlığıyla tanınan Chavez gibi liderlerle diyalog içine girme sözlerine tepki gösterdiler. James Corsi de Obama’nın kendi kitabında belirttiği Irak Savaşı’na karşıtlığını, “anti-İsrail” tutumunu, nükleer silah karşıtı duruşunu, İslam dünyasına yakınlaşma çabasını ve düşmanlarla önkoşulsuz diyalog mesajlarını82 savunma ve güvenlik konularındaki zayıflığının, yumuşaklığının ve tecrübesizliğinin birer kanıtı saymaktaydı.83 Reagancı Hannity ise Obama’nın dış politika felsefesine şiddetle saldırarak onun, dış politikadaki sorunlarda ve ABD’nin Guantanamo veya Ebu Garip skandallarından dolayı edindiği kötü imajında önce Amerika’yı suçlayan, düşmanlarla ve teröristlerle diyalogu öngören ve Müslümanlarla ilişkileri düzeltmeyi amaçlayan bir yatış80 81 82 83

20

Sanger, The Inheritance..., s. ix; Niblett, America, s. 2. Mehmet Yegin, ‘Obama and Change-But How?’, USAK Yearbook, 2009, s. 409. Obama, Change We Can…, s. 23-24. Corsi, The Obama Nation, s. 320-321.

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

tırma (appeasement) siyaseti izlediğini ve böylece ABD’yi düşüşe sürüklediğini savunmaktaydı.84 Yine Hanson da Obama’nın uzun vadeli sonuçlarını düşünmeden ABD’nin düşmanları ya da rakipleriyle diyalog ve uzlaşma arayışlarına girmesini, Rusya’ya zeytin dalı uzatmak için Avrupa’ya füze savunma sistemi kurmaktan vazgeçerek Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni yalnız bırakması örneğinde eleştirmişti.85 Diğer yandan, muhafazakârların dışındaki görüşlere bakıldığında ise, örneğin Amerikan dış politikası konusundaki en önemli uzmanlardan Stephen Walt, Obama’nın bu retoriğini ve vaatlerini olumlu bulurken ve yönetime bu yolda tam destek verirken, başkanın aynı anda çok fazla taahhüt altına girip dikkat dağılması ve odak kaymasına uğramaması gerektiğinin altını çizdi.86 Bununla birlikte, Obama yönetimi Bush’un yeni muhafazakâr dış politika anlayışını söylemde terk etme niyetine rağmen uygulamada şimdiye kadar büyük ölçüde devam ettirdi ya da en azından henüz bundan tamamen kopuş iradesi gösteremedi. Bu anlamda, Amerikan dış politikasına Demokratların yeni ve kalıcı bir yön belirleme iddiası henüz bir gerçekliğe dönüşemedi. Obama, farklı söylemine ve uzlaşmacı diline rağmen politika düzeyinde Bush’unkinden çok farklı bir atılım ya da yenilik yapamamakla eleştirildi.87 Gerçekten de Obama’nın iki yıllık performansı, önceki dönemin yükünü üzerinden atamadan kendi politikalarını izlemeye çalışmak ikileminden dolayı başarılı bir görünüm arz etmemektedir. Kısacası, Obama yönetimi, Bush’tan söylemleriyle ciddi açıdan farklılık gösterse de henüz Amerikan dış politikasının gidişatını kökten değiştirecek bir adım atabilmiş değildir. Carter’in belirttiği gibi, “Başkan Obama, Başkan George W. Bush’un peşinden, Bush’un Irak yaklaşımını büyük ölçüde benimsedi, Afganistan’daki savaşı yürütmede bu yaklaşımın bir versiyonunu kullanmaya karar verdi ve terörle savaşı Bush yönetimince izlenen hedeflerin de ötesine taşıyarak genişletti. Nihayetinde, yönetim Bush doktrininin belli bölümlerini bile kabul etti. Doğrudur, Obama bu doktrinin daha idealist yönünü bir kenara bıraktı: demokrasi inşası için Amerikan gücünün kullanılması. Fakat diğer yandan, Başkan Obama Bush doktrininin siyasi kısmı diyebileceğimiz şeyi tüm kalbiyle

84 85

86

87

Hannity, Conservative Victory, s. 108-129. Victor D. Hanson, How the Obama Administration Threathens Our Security, (New York: Encounter Books, 2009), s. 5-6. Stephen Sestanovich, ‘Obama’s Report Card’, Foreign Policy, 23 Nisan 2009, http://www.foreignpolicy.com/story/cms.php?story_id=4890 (erişim: 27 Nisan 2010); Joe Klein, ‘Sizing Up Obama’s First 100 Days’, Time, 23 Nisan 2009, http://www.time.com/time/politics/ar ticle/0,8599,1893277,00.html (erişim: 27 Nisan 2009). Stephen L. Carter, ‘Man of War’, Newsweek, 03 Ocak 2011, http://www.newsweek.com/2011/01/ 03/stephen-carter-obama-more-like-bush-than-you-t (erişim: 12 Ocak 2011); ‘How Much Bush Is There in Obama?’, Der Spiegel, 01 Temmuz 2010, http://www.spiegel.de/international/world/0 ,1518,670633,00.html (erişim: 23 Temmuz 2010).

21

Ö. Kurtbağ

benimsedi: ülke dışındaki düşmanlarımızla, saldırıya uğramayı beklemek yerine bunları mümkün olan her yerde yok ederek savaşma kararlılığı.”88 Nitekim aşağıda ayrıntısıyla ele alınacağı gibi, Bush’un İran politikası büyük ölçüde devam ettirilmiş; dikkatler Irak’tan çekilme takviminin açıklanması sonrası işlerin giderek kötüye gittiği Afganistan’a verilmiş ve işgallerin sona erdirilmesinden ziyade sadece mücadelenin ve kaynakların birinden ötekine aktarılmasıyla yetinilmiştir. Bu da değişim vaadiyle ve söylemiyle işbaşına gelen ve savaş karşıtı bir tutum sergilemesi beklenen Obama’nın henüz eyleme geçemediğinin ve geçmeye çalıştığında da ideallerinin değil pragmatik politikanın etkisiyle hareket ettiğinin göstergesidir. Kısacası, Obama başkanlığını ülkeyi ve dış politikasını değiştirmek için kullanacağı yerde, başkanlık makamı ve dış dünya gerçekliği Obama’yı değişime zorlamış gibi görünmektedir. Obama yönetiminin iki yıllık dış politika bilançosuna daha yakından bakılırsa başarısızlıkların daha ağır bastığı görülmektedir. Nitekim Obama, pek çok yakıcı meseleden ya uzak durmayı seçti ya da her devreye girdiğinde yumuşak ve zayıf başkan imajını silmek için güç gösterisi yaptığı izlenimi uyandırdı.89 Mesela İran konusunda, Obama Bush’un son yıllarında uyguladığı havuç ve sopa diplomasisini değiştirmeden sürdürmekle suçlandı. Obama’nın görüşmeler için Tahran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetine son vermesi ön şartından vazgeçmesi, Bush döneminden sadece taktik bir farklılık olarak yorumlandı. İran’daki Haziran 2009 genel seçimleri sonrası protestoların sertçe bastırılmasına Washington’un sessiz kalması da dikkat çekiciydi. Diğer yandan, Irak Savaşı’nın bir hata olduğunu düşünen Obama ve ekibi, mücadelenin güney Asya’ya, yani Af-Pak olarak nitelenen Afganistan ve Pakistan bölgesine kaydırılmasından yana olmakla beraber, Af-Pak stratejisine yakından bakıldığında da Bush’unkinden pek farklı olmadığı gözleniyor. Af-Pak stratejisi, Afganistan’daki başarının el-Kaide ve Taliban’a sığınak oluşturan Pakistan’ın batısının denetim altına alınması gerekliliğine vurgu yapıyor ve bu amaçla ülkeye Irak’tan çekilmeye paralel olarak ilave asker takviyesi yapılmasını içeriyordu. Strateji, bu iki ülkeye büyük miktarda ekonomik ve askeri yardım sağlayarak kendi topraklarında otoritelerini yeniden kurmalarını mümkün kılmaya ve direnişi besleyen uyuşturucu üretimi ve dağıtımının önüne geçmeye dayanıyordu ki, bunlar da aslında Bush yönetiminin son günlerinde planladığı adımlardı.90 Nitekim Nobel Barış Ödülünü aldığı sıralarda stratejisini netleştiren Obama, görevde birinci yılını doldururken Afganistan’a 2011 ortalarından itibaren geri çekmek üzere 30 bin kişilik ilave muharip asker gönderme kararı aldı ve böylece, Taliban ve el-Kaide ile savaşan ABD askeri 88 89 90

22

Carter, ‘Man of War’. Ibid. Peter Feaver, ‘The Obama Straddle on Af-Pak’, Foreign Policy, 28 Mart 2009, http://shadow.foreignpolicy.com/posts/2009/03/28/the_obama_straddle_on_af_pak (erişim: 29 Mart 2009).

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

kuvvetlerinin mevcudu 100 bini bulmuş oldu.91 Başarısızlıklarına kıyasla, Obama’nın göreli başarıları arasında ise, özellikle Amerikan dış politikasının tonunu yumuşatması, Irak’tan 2011 sonuna kadar tamamen çekilme sürecini başlatması, İran’a karşı daha sert yaptırımlar konusunda diğer büyük güçlerin de desteğini alması ve Rusya ile imzalanan START Antlaşması’nın Kongre’den onay alması dikkat çekiyordu. Dolayısıyla, Obama yönetiminin, sadece geçmişin hatalarını tekrarlamama yaklaşımını gereğinden uzun süre devam ettirdiği, başkanın kişisel popülerliğine ve saygınlığına dayalı bir stratejinin yeterli olacağını düşündüğü ve kendi dış politika söyleminin beklenen siyasi sonuçları üretemediğini görmezden geldiği sürece, dış politikada Bush’un sadece farklı tarzda bir devamı olduğu suçlamasıyla karşılaşması doğaldır. Nitekim kendi liberal tabanı ve destekçileri, başta Afganistan’a asker takviyesi olmak üzere Obama’nın Bushvari politikalarından duydukları hayalkırıklığını daha 2009’da yüksek sesle dile getirmeye başladı.92 Ancak, dünya politikasını ABD lehine şekillendirmede yeni muhafazakârlar başarısız olmuşken, liberal uluslararasıcı görüşün başarılı olmasının zemini ve ortamı da yukarıdaki tablonun özetlediği gibi bu süreçte aşınmıştır. Böyle bir görüntü karşısında, Obama’nın ara seçimlerdeki son yenilgisinin dış politikaya olumsuz yansımaları olabileceği beklentisi hâkimdir. Nitekim zinde muhafazakâr güçler karşısında elini tekrar güçlendirmek isteyen Obama’nın, popülizme kayıp dış politikada beklenmedik adımlar atabileceğinden, söz gelimi Ortadoğu Barışı, Afganistan ve Pakistan konularında daha da sertleşebileceğinden söz edilmektedir.93 Bununla birlikte, Afganistan’da asker takviyesine rağmen giderek kötüleşen durum, Pakistan ile gerginleşen ilişkiler ve İsrail’e yeni yerleşimleri tamamen durdurması için Washington’dan yapılan ve Tel Aviv tarafından reddedilen çağrıyla kilitlenen Ortadoğu Barış Süreci’ndeki çıkmaz, Obama’nın yeni bir yol haritasına ihtiyacı olduğunu göstermektedir.94 Bu meseleler karşısında, Obama yönetiminin kayda değer bir adım atamadığı ya da adım atsa da istediği sonuçları alamadığı düşünülürse, sağdan gelen dış politikada Amerikan ulusal çıkarlarına aykırı davranma ya da düşmanı yatıştırma siyaseti izleme suçlamalarının aslında temelsiz olduğu görülebilir. Obama’nın bu konularda sertleşmesi ise, Cumhuriyetçilerle birlikte çalışmayı içeren yeni yol haritası ile tutarlı olabilir, ama genel olarak Amerikan çıkarlarına hizmet edeceği şüphelidir. Ayrıca, İran

91 92 93 94

Sanger, The Inheritance...’, s. 446-454. Ibid., s. 446. Soylu, ‘Ekonomik Kriz...’. ‘Assessing Obama’s Foreign Policy at Midterm’, Council on Foreign Relations, 23 Aralık 2010, http://www.cfr.org/publication/23690/assessing_obamas_foreign_policy_at_midterm.html (erişim: 26 Aralık 2010); Gideon Rachman, ‘Unhappy Anniversary, Obama’, The Financial Times, 20 Ocak 2010, http://blogs.ft.com/rachmanblog/2010/01/unhappy-anniversary-obama/> (30 Eylül 2010).

23

Ö. Kurtbağ

ve İsrail konularında Obama ile Cumhuriyetçiler arasındaki görüş ayrılıkları artık öylesine büyüktür ki, buradan bir uzlaşı çıkması olasılığı da hayli düşüktür. SONUÇ Amerikan siyasetindeki kutuplaşmanın iyice belirginleştiği ve kökleştiği bir dönemde iki ana siyasi eğilimin öne çıktığı gözlenebilir: Gerçek muhafazakârlığı gölgeleyen popülist aşırı sağ ile liberaller ya da sağın saldırıları karşısında kendilerini artık ilerlemeci (progressivist) olarak niteleyenler. Yeni nesil muhafazakârların söylemi, Obama’nın kötülenmesine ve izlediği politikaların sosyalizmle ya da Marksizmle eleştirilmesine dayanan yeni bir tür McChartycilik olarak değerlendirilebilir. Burada, Obama’ya ve hükümete karşı, paranoyanın, popülizmin, partizanlığın ve ırkçılıkla birleşen neredeyse patolojik bir nefret duygusunun ve kuruntuların ağır bastığı görülmektedir. Dolayısıyla, iktidarın ne pahasına olursa olsun tekrar Obama’dan geri alınması şart addedilmektedir. Ancak bu muhafazakârların tepkisi, sadece Obama ve federal hükümete yönelik olmayıp kendilerinden olmayan ve kendileri gibi düşünmeyen herkese ve her kesime yönelmiş durumdadır. Nitekim söylemleri artık, “iç düşmanlar” ve “vatana ihanet” gibi hasmane tabirleri kullanma noktasına kadar varmıştır. Liberal ya da ilerlemeci kesimler ise Obama’nın değişim vaadini eksiksiz yerine getirmesi halinde ancak başarılı sayılabileceği görüşündedir. Bu iki uçtaki eğilim, tabii ki siyaset arenasında orta yola pek fazla zemin bırakmamaktadır, ama yine de Başkan Obama’nın stratejisi şu an için iki kesimi de çok ürkütmeden bir şekilde ülke çıkarlarını öne alıp ekonomik krizden ABD’yi çıkarma ve yeniden uluslararası politikada eski gücüne kavuşturma üzerine kuruludur. Bunun ona ikinci kez seçilme şansını getirip getirmeyeceği ise önümüzdeki iki yılda sergileyeceği performansa bağlı olacaktır. Diğer yandan, Kongre’de çoğunluğu ele geçiren muhafazakâr siyasiler de sert muhalif söylemlerine rağmen Washington’un pragmatik ortamında tutumlarını esnetmek ve genel ülke çıkarlarını gözetmek durumunda kalabilirler. Dış politika açısındansa, ABD, Bush yönetimi altında, Krauthammer’in deyimiyle, “tekkutuplu anı” ve bunun sunduğu imkânları cömertçe ve kayıtsızca sömürerek harcadı. Bugün artık dünya politikası ne tekkutuplu ne çokkutuplu, yarı hiyerarşik bir görünüm arz ediyor. ABD her şeye rağmen hâlâ muazzam bir ekonomik ve askeri güce sahip, ama bunun mutlak anlamda beklenen siyasi sonuçları beraberinde getirmeye yetmediği açıkça görülüyor. Bush yönetimi, Irak ve Afganistan işgalleri, Rusya ile sürtüşme ve İran ile Kuzey Kore’nin nükleer programlarının önlenmesi gibi iddialı ve hırslı hedefleri eş zamanlı gerçekleştirmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Şimdi ise Çay Partisi öncülüğündeki muhafazakârlar, Irak ve Afganistan’da askeri takviye stratejilerinin sürdürülmesi ve İran ile Kuzey Kore’nin nükleer silah programları karşısında çevreleme siyaseti izlenmesi ve hatta gerekirse askeri müdahale yapılması gerektiğini savunmaktalar. Ancak bu noktada, Obama yönetiminin Amerika’nın su götürmez hakimiyeti

24

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:…

görüşünden ziyade öteki ülkelerin çıkarlarını ve önceliklerini de dikkate alan pragmatik bir büyük strateji geliştirmesi ABD için daha akılcı bulunmaktadır. Başka bir deyişle, Obama liderliğinde yeniden Amerikan yumuşak gücüne dayalı iyicil hegemonyaya dönüş, ABD’nin önündeki en makul seçenek gibi görünmektedir. Nitekim Soğuk Savaş sonrasında oluşan Amerikan büyük stratejisine dayalı dış politika oydaşması, bugün artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Yumuşak güç unsurları da ekonomik kriz ve siyasi kutuplaşma ortamında giderek zayıflayan ABD, bu oydaşmanın maliyetini bundan böyle taşıyabilecek durumda değildir. Artık, ABD’nin Amerikan istisnacılığının yerine kendi kendini sınırlamasına (self-restraint) dayalı yeni bir büyük stratejiye ihtiyacı olduğu söylenebilir. Obama’nın 2012’de yenilgiye uğrayıp Çay Partili bir adayın Amerikan başkanlığına gelmesi halinde ise ABD’nin yeniden radikal siyasi tezlere dayalı bir çizgiye kayması ve güç siyasetinin yeniden uluslararası ilişkilerde belirleyici olması muhtemeldir. KAYNAKÇA Allin, Dana H. and Steven Simon, ‘Obama’s Dilemma: Iran, Israel and the Rumours of War’, Survival, Vol. 52, No. 6, Aralık 2010-Ocak 2011, s. 15-44. Amato, John ve David Neiwert, Over the Cliff: How Obama’s Election Drove the American Right into Insane, (Sausalito (CA): PoliPoint Press LLC, 2010). ‘America’s Right: The Risks of “Hell, No!”’, The Economist, 10 Haziran 2010, http://www.economist.com/node/16317345 (erişim: 12 Haziran 2010). Aslan, Ali H., ‘Obama’nın Yeni Versiyonu Piyasada’, Zaman, 10 Ocak 2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1076657&title=obamanin-yeniversiyonu-piyasada (erişim: 10 Ocak 2011). Aslan, Ali H., “Topal Ördek’ Savaşçı mı Olacak, Barışçı mı?’, Zaman, 01 Kasım 2010, http://www.zaman.com.tr/yazdir.do?haberno=1047375 (eişim: 04 Kasım 2010). ‘Assessing Obama’s Foreign Policy at Midterm’, Council on Foreign Relations, 23 Aralık 2010, http://www.cfr.org/publication/23690/assessing_obamas_foreign_policy_at_m idterm.html (erişim: 26 Aralık 2010). Bailey, Holly, ‘No Net Gain’, Newsweek, 21 Ağustos 2007, http://www.newsweek.com/id/ 34993 (erişim: 26 Ağustos 2007). Baker, Gerard, ‘The Neocons Have Been Routed. But They Are Not All Wrong’, The Times, 13 Nisan 2007, http://www.timesonline.co.uk/tol/comment/columnists/article 1647410.ece (erişim: 18 Mayıs 2007). Baxter, Sarah, ‘Decline and Fall of the Neocons’, The Sunday Times, 20 Mayıs 2007, http://www.timesonline.co.uk/tol/news/world/us_and_americas/article1812924.ece (erişim: 11 Mart 2008) Berman, Ari, ‘After Arizona Shooting, Obama Should Fight Fringe Extremism Like Clinton Did’, The Nation, 10 Ocak 2011, http://www.thenation.com/blog/157594/afte r-arizona-shooting-obama-should-fight-fringe-extremism-clinton-did (erişim: 11 Ocak 2011). Blumenthal, Sidney, The Rise of the Counter-Establishment: From Conservative Ideology to Political Power, (New York: Harper & Row Publishers, 1988).

25

Ö. Kurtbağ Carpenter, P. M., ‘Why Right and Left Won’t Cheer Obama’, CNN, 20 Aralık 2010, http://edition.cnn.com/2010/OPINION/12/20/carpenter.obama.political.credit/inde x.html?hpt=Mid (erişim: 22 Aralık 2010). Carter, Stephen L., ‘Man of War’, Newsweek, 03 Ocak 2011, http://www.newsweek.com/2011/01/03/stephen-carter-obama-more-like-bush-thanyou-t (erişim: 12 Ocak 2011). Corsi, Jerome R., America for Sale: Fighting the New World Order, Surviving a Global Depression, and Preserving U.S.A. Sovereignty, (New York: Threshold Editions, 2009). Corsi, Jerome R., The Obama Nation: Leftist Politics and the Cult of Personality, (New York: Pocket Star Books, 2010). Curry, Tom, ‘Conservatives Scoff at Attempted Linkage to Shooting’, MSNBC, 10 Ocak 2011, http://www.msnbc.msn.com/id/41006982/ns/politics# (erişim: 11 Ocak 2011). Çakır, Ruşen, ‘ABD’de Bir Devir Kapanırken’, Birikim, Aralık 2006. Diamond, Sara, Right-Wing Movements and Political Power in the United States,(New York ve Londra: The Guilford Press, 1995). Dunn, Charles W. ve J. David Woodward, American Conservatism from Burke to Bush: An Introduction, (Lanham ve Londra: Madison Books, 1991). Egan, Timothy, ‘A Big Idea’, The New York Times, 06 Aralık 2010, http://opinionator.blogs.nytimes.com/2010/12/06/a-big-idea/?ref=timothyegan (erişim: 08 Aralık 2010). Egan, Timothy, ‘Tombstone Politics’, The New York Times, 09 Ocak 2011, http://opinionator.blogs.nytimes.com/2011/01/09/tombstone-politics/?hp (erişim: 10 Ocak 2011). Feaver, Peter, ‘The Obama Straddle on Af-Pak’, Foreign Policy, 28 Mart 2009, http://shadow.foreignpolicy.com/posts/2009/03/28/the_obama_straddle_on_af_pak (erişim: 29 Mart 2009). Fineman, Howard, ‘The Conservative Crack Up’, MSNBC, 12 Ekim 2005, http://www.msnbc.msn.com/id/9651882/ (erişim: 18 Kasım 2006). Fukuyama, Francis, Neo-Conların Sonu: Yol Ayrımındaki Amerika, (İstanbul: Profil Yayıncılık, 2006). Fukuyama, Francis, ‘After Neoconservatism’, The New York Times, 19 Şubat 2006, http://www.nytimes.com/2006/02/19/magazine/neo.html (erişim: 23 Mayıs 2006). ‘GOP Roars Back to Take the US House; Democrats Cling to Senate Majority’, CNN, 3 Kasım 2010, http://edition.cnn.com/2010/POLITICS/11/02/election.main/index.htm l?hpt=T1 (erişim: 3 Kasım 2010) Gökçe, Deniz, ‘Çaysız ‘Çay Partisi’ Ne İş?’, Akşam, 09 Kasım 2010, http://www.aksam.com.tr/2010/11/09/yazdir_yazar/19431/deniz_gokce/caysiz__cay_ par (erişim: 10 Ocak 2011). Greider, William, ‘The End of New Deal Liberalism’, The Nation, 05 Ocak 2011, http://www.thenation.com/article/157511/end-new-deal-liberalism (erişim: 10 Ocak 2011). Halper, Stefan, ‘President Obama at Mid-term’, International Affairs, Vol. 87, No. 1, 2011: s. 1-11. Hannity, Sean, Conservative Victory: Defeating Obama’s Radical Agenda, (New York: Harper, 2010). Hanson, Victor D., How the Obama Administration Threathens Our Security, (New York: Encounter Books, 2009).

26

Dış Politikaya Yansımalarıyla Amerikan Sağının Yükselişi ve Düşüşü:… Heilbrunn, Jacop, ‘5 Myths About Those Nefarious Neocons’, The Washington Post, 10 Şubat 2008, s. B03. Hirsh, Michael ve Dan Ephron, ‘The Last Man Standing,’ Newsweek, Vol. 148, No. 23, 12 Nisan 2006: s. 39. ‘How Much Bush Is There in Obama?’, Der Spiegel, 01 Temmuz 2010, http://www.spiegel.de/international/world/0,1518,670633,00.html (erişim: 23 Temmuz 2010). ‘Interview with Richard Perle’, BBC, 22 Kasım 2007, http://news.bbc.co.uk/2/hi/program mes/hardtalk/7108199.stm (erişim: 10 Ocak 2010). Kaptanoğlu, Neslihan, ‘Çay Partisi Hareketi Sınavı Geçti mi?’, TEPAV Değerlendirme Notu, Kasım 2010. Keck, Kristi, ‘Obama Moves Toward Center, But Will He Stay There’, CNN, 30 Aralık 2010, http://edition.cnn.com/2010/POLITICS/12/29/obama.review/index.htm l?hpt=C2 (erişim: 31 Aralık 2010). Kinsley, Michael, ‘When "Oops" Isn't Enough’, Time, 12 Kasım 2006, http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,1558299,00.html (erişim: 20 Ocak 2009). Klein, Joe, ‘The End of Rose-Petal Fantasies’, Time, 30 Ocak 2005, http://www.time.com/t ime/columnist/klein/article/0,9565,1022566,00.html (erişim: 18 Şubat 2007). Klein, Joe, ‘Sizing Up Obama’s First 100 Days’, Time, 23 Nisan 2009, http://www.time.com/time/politics/article/0,8599,1893277,00.html (erişim: 27 Nisan 2009). Krauthammer, Charles, ‘The New Comeback Kid’, The Washington Post, 17 Aralık 2010, http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/12/16/AR201012 1604846 (erişim: 10 Ocak 2011). Krugman, Paul, ‘Climate of Hate’, The New York Times, 09 Ocak 2011, http://www.nytimes.com/2011/01/10/opinion/10krugman.html?_r=1&hp=&pagewa nted (erişim: 10 Ocak 2011). Laçiner, Sedat, ‘Amerika ve İngiltere’de 11 Eylül Sonrası Din ve Siyaset İlişkisi’, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 1, No: 1, 2005: s. 105-116. Mead, Walter Russell, ‘The Tea Party and American Foreign Policy’, Foreign Affairs, Vol. 90, No: 2, Mart-Nisan 2011: s. 28-44. Micklethwait, John ve Adrian Wooldridge, The Right Nation: Conservative Power in America, (Londra: Penguin Books, 2004). Niblett, Robert, ‘Introduction’, içinde Robin Niblett, (der.), America and a Changed World: A Question of Leadership, (Londra, Chatham House, 2010): s. 1-14. Obama, Barack, Change We Can Believe In: Barack Obama’s Plan to Renew America’s Promise, (New York: Three Rivers Press, 2008). ‘Obama Dönemi Türk Amerikan İlişkileri’, SETA Analiz, Sayı 8, Nisan 2009, s. 4. O’Hanlon, Michael E., ‘Iraq Without Plan’, Policy Review, No. 128, Aralık 2004-Ocak 2005), http://www.policyreview.org/dec04/ohanlon_print.html (erişim: 05 Kasım 2006). Perle, Richard, ‘We Won Years Ago’, The American Interest, Vol. 3, No. 4, Mart-Nisan 2008, http://www.the-american-interest.com/ai2/article.cfm?Id=394&MId=18 (erişi m: 10 Ocak 2010);

27

Ö. Kurtbağ Rachman, Gideon, ‘Unhappy Anniversary, Obama’, The Financial Times, 20 Ocak 2010, http://blogs.ft.com/rachmanblog/2010/01/unhappy-anniversary-obama/ (30 Eylül 2010). Reynolds, Paul, ‘End of the Neocon Dream’, BBC, 21 Aralık 2006, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/6189793.stm (erişim: 12 Ocak 2007). Rich, Frank, ‘Let Obama’s Reagan Revolution Begin’, The New York Times, 08 Ocak 2011, http://www.nytimes.com/2011/01/09/opinion/09rich.html?_r=1&hp=&pagewanted= print (erişim: 10 Ocak 2011). Rollins, Ed, ‘GOP Victories in This Fall Not Guaranteed”, CNN, 11 Ağustos 2010, http://www.cnn.com/2010/OPINION/08/11/rollins.midterm.politics/index.html?hpt =T2 (erişim: 12 Ağustos 2010). Rose, David, ‘Neo Culpa’, Vanity Fair, Ocak 2007, http://www.vanityfair.com/politics/fe atures/2007/01/neocons200701 (erişim: 21 Kasım 2007). Sanger, David, The Inheritance: The World Obama Confronts and the Challenges to American Power, (New York: Harmony Books, 2009). Scherer, Michael, ‘In Response to Mayhem, The Nation Stands in Silence’, Time, 10 Ocak 2011, http://swampland.blogs.time.com/2011/01/10/in-response-to-mayhem-thenation-stands-i (erişim: 12 Ocak 2011). Sestanovich, Stephen, ‘Obama’s Report Card’, Foreign Policy, 23 Nisan 2009, http://www.foreignpolicy.com/story/cms.php?story_id=4890 (erişim: 27 Nisan 2010). ‘Sidelined by Reality’, The Economist, 19 Nisan 2007, http://www.economist.com/world/ na/displaystory.cfm?story_id=9043308 (erişim: 27 Nisan 2007). Soylu, Ali, ‘Ekonomik Kriz Obama’yı Vurdu’, Zaman, 05 Kasım 2010, http://www.zaman.com.tr/yazdir.do?haberno=1048998 (erişim: 07 Kasım 2010). ‘The End of Ideology,’ The Economist, Vol. 377, No. 8455 (03 Aralık 2005), s. 34. ‘The Neocons Have Finished What the Vietcong Started’, The Guardian, 08 Aralık 2006, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2006/dec/08/comment.usa (erişim: 12 Mart 2007). ‘US Elections 2010: America Votes’, BBC, 3 Kasım 2010, http://www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-11671935 (erişim:3 Kasım 2010). Wehner, Peter, ‘A Triumph of Ideology over Evidence’, Survival, Vol. 50, No. 1, ŞubatMart 2008, s. 69-77. ‘What’s Wrong with America’s Right’, The Economist, 10 Haziran 2010, http://www.economist.com/node/16321546 (erişim: 12 Haziran 2010). Yegin, Mehmet, ‘Obama and Change-But How?’, USAK Yearbook, 2009, s. 409. Zakaria, Fareed, ‘The Republican Revolution: Real This Time?’, Time, 04 Kasım 2010, http://www.time.com/time/politics/article/0,8599,2029356,00.html (erişim: 05 Kasım 2010).

28

Smile Life

Show life that you have a thousand reasons to smile

Get in touch

© Copyright 2024 DOKU.TIPS - All rights reserved.